|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
16 Kasım 2003
Duyguya Ad Koyabilmek
ömer akşahan
Kahredici bir trafik. Saygısız, insanı her an hayattan koparıp alabilecek denli kuralları hiçe sayan eğitimsiz bir kalabalık var, kendini insan olarak görmek isteyenlerin içinde. |
|
Ömer AKŞAHAN
Her sabah nasıl uyanır insan ? O uyanış anının fotoğrafını çekebilseydik eğlenceli mi olurdu bilmem. Oysa kabus dolu bir gecenin ardından, saçı başı dağılmış, traşı uzamış, gözleri çapaklı birinin yeniden güneşli bir dünyaya ‘merhaba’ deyişindeki duyguya ne ad verilebilir?
Sabah 8.30. İşe başlama gongu çalar. Herkeste yelkenleri hangi rotaya çevireceği telaşı vardır. Hiyerarşi ayaktadır. Bugün, dünden daha iyi olmalı der! Yeni bir gün, yeni heyecanlarla, daha çok satış, daha çok kâr getirmelidir onun hayatına. Buyurganlara, duygusuz, kavgacı ve yaralayıcı sözlerinin yürek çeperlerinden geriye nasıl püskürtüldüğünü kim söyleyebilir ki ?
Kahredici bir trafik. Saygısız, insanı her an hayattan koparıp alabilecek denli kuralları hiçe sayan eğitimsiz bir kalabalık var, kendini insan olarak görmek isteyenlerin içinde.Her trafiğe çıkışta siluetine her zaman hayran hayran bakakaldığım dağlara kaçışın bir yolunu arar gözlerim. Köroğlu, Çakırcalı gibi destansı eşkıyaların zamanında bu trafik yoktu. Peki ama, onlar hangi duygunun tutsağı idiler? Bir şeylerden kaçış, yalnızca günümüzün bir sorunu değil...
İyi günler, ben Ömer... Nasılsınız, işleriniz nasıl gidiyor? Bir sorun var mı? Hizmet alabiliyor musunuz? Ya hayat, size yeterince hizmet sunabiliyor mu? Evde eşiniz, zamanında sofrayı önünüze koyabiliyor mu? Yemek sonrası okkalı, yandan çarklı bir kahveye ne dersiniz? Sorular duygularınızı yeterince yansıtabiliyor mu?
Gençliğimde zaman zaman otostop yapardım. Oğlum da üniversite yıllarında, annesinin muhalefetine karşın evle okul arasındaki yüzlerce kilometrelik yolu otostop çekerek gitmeyi adeta alışkanlık yapmıştı. Oysa ekonomik bir sıkıntısı yoktu. O, genlerinde var olan macera duygusunu ancak bu yolla yaşayabileceğine inanmıştı. Gene o yıllarda dağcılığa merak sardı. Uyku tulumu benzeri eşyalar alıp, yakınımızdaki dağ gölü kıyısında arkadaşlarıyla kamp kurmuştu. Bu kişisel kamplarından birini de dilini hiç bilmediği Almanya’da bir göl kenarında gerçekleştirmişti. Bu duyguya ne demeli; gençlik ateşi mi, duyar gibiyim.
Benim otostoplarımın oğlumunkilerden farkı, ekonomimin bozukluğundan ve şehirlerarası yolcu trafiğinin seyrekliğinden kaynaklanırdı. Burada asıl söylemek istediğim şu; çekinerek el kaldırırsınız, bilirsiniz ki, araç durmayacak. Ardından bir başka araç geçer gönülsüz kalkar eliniz, o, yine durmaz. İçinizdeki ses, hemen savunmaya geçer: “Boş ver, seni alıp 200 metre ötede ya şarampole yuvarlansaydı..”
Önemli olan sizsiniz. Duygularınıza ad koyun ama gem vurmaya kalkışmayın. Siz, durmayacağını bilseniz de onun; yine de el kaldırmaya devam edin. Hayat sürprizlerle doludur. Karşınıza, sizi alacak birini mutlaka çıkartacaktır...
17.11.2003 / Antalya
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
|
Kendini nasıl anlatır ki insan… Oturup yazılmaya kalkılsa, her edebiyat işçisinin yaşamı kalın bir roman olur. Ben bunu zaman zaman yazdığım denemelerde ve şiirlerimde yansıtmaya çalışıyorum. Yapıtlarımı izleyenlere küçük birer ipucudur; söylenen her bir sözcüğümüz, tümcemiz. .
Kendimi şiirde ilk keşfedişim beni aynı zamanda büyük bir hayal kırıklığı yaşattı ve düzene yenik düştüm. Yol göstericim de yoktu yanımda; düzene isyan edeceğime, şiire küsüp öyküye yöneldim. Bütün bu yaşananlar ortaokul dönemime rastlar.
Yine bir gün düzen beni aldı, bir sonbahar yaprağı gibi Aydın Dağlarının zirvesine fırlattı. Yıl 1981. Ve beni yeniden hayata bağlayan sihirli gücün şiir olduğunu orada anladım. O gün bugündür, can yoldaşım, arkadaşım, sırdaşım ve en büyük sığınağımdır ŞİİR!
İnanıyor ve haykırıyorum; şiir mabedinde yanmayan hiç kimse, ben buyum, ben şuyum diyemez. Tek inancım, ömrüm oldukça yazmaya, gerekirse yazdırarak da olsa şiire ihanet etmeyeceğim.
Aydın’ın İncirliova ilçesinde, ‘53 yılının Ocak ayında, bir Kova erkeği ve sevgili annemin tek eşinden 14. yavrusu olarak dünyaya gelmişim. Babam ve annem ümmiydi. Okul yüzü görmemiş bir ailenin ilk üniversite mezunu olarak kutsal öğretmenlik uğraşımı resmi düzeyde ‘99 yılına dek sürdürdüm.
Halen özel sektörde işimden arta kalan zamanlarda, öğrencilere Türkiye’nin hemen her noktasında şiir dersleri veriyorum, gönüllü. Yeni Türk şiirini mevcut Türkçe ve Edebiyat kitaplarından öğrenemeyen gençlere yeni Türk şiirinin kapısını aralamaya çalışıyorum. İnanın bu çalışmalarda şiir adına öyle ilginç olaylara tanık oluyorum ki, gözyaşlarınızı inanın tutamazsınız.
Tüm uğraşlarımdan edindiğim çok önemli bir gerçeğin altını kalınca çizmek istiyorum: ŞİİR ÖYLESİNE SİHİRLİ BİR ANAHTAR Kİ, AÇMADIĞI BİR KAPIYI GÖSTEREN HENÜZ ÇIKMAMIŞTIR!
Bugüne dek, bir çok edebiyat dergilerinde şiir, deneme, öykü, inceleme, gezi , anı yazılarımla yer aldım. ‘90’da Ödemiş EFE dergisi yöneticiliği, Almanya’da Almanca yayımlanan GEMEİNSAM adlı yayının sorumluluğunu yaptım. Almanca şiir, öykü denemelerinin yanı sıra yurda döndükten sonra da Almancadan Türkçeye şiir kazandırma çalışmalarımı yayımladım. ‘90’da “Nasıl Çalışalım? Nasıl başaralım?” adlı çalışmam M. E. B. ca tavsiye edildi. Egebank tarafından 3000 adet basıldı. ‘98’de ilk şiir kitabımı Sivas’ta yakılan 37 güzel insana adadığım için yalnızca 37 şiir içermektedir.
Evliyim. Eşim de emekli sınıf öğretmeni olup, bir oğlum ve bir kızımla beraber yaşamımızı renklendirmeye çalışmaktayız.
Etkilendiği Yazarlar:
Mayakovski, Cemal Süreya, Sabahattin Ali, Cahit Tanyol
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|