İnsan bir küçük dünyadır. (Mibres Kosmos) -Demokritos |
|
||||||||||
|
Melisa, yanıma gelip oturdu sessizce: Uzun bir sessizlik oldu. Aniden ona baktım, göz göze geldik, gülümsedi içtenlikle, güzel dişlerine baktım. “Rahatsız etmiyorum, değil mi?” diye sordu. “Rahatına bak.” Küçük çantasında sigara çıkarıp yaktı, parfüm kokusu başımı döndürüyordu. Sigara uzattı, alıp yaktım. “Niye bizle oturmuyorsun?” “Ne bileyim, böyle oturmak istedim.” “İyi biri olduğunu söylüyorlar. Seni çok sayıp seviyorlar. Bakalım, göreceğiz, bir de benim denemem, araştırmam lazım.” Bir ukala kız mıydı, bu kendini beğenmişlik de nedir? “Sen dedektif misin?! Polisiye roman yaz sen! Bu nasıl girizgah!?” Güldü, uzun uzun güldü. Sallanıyor, bana doğru kayıyor, başı nerdeyse dizine değecek. Topladı yüzünü, nefesini, karnını, derin bir nefes aldı sigaradan, biraz doğru püskürttü: “Bu arada kardeşim çılgının tekidir. Tozuttu, ergen, bu aralar çok azgın. Şeytani her şeye çok müsait. Onu kolla lütfen, bir yanlışlık yapmasın. Pislik biriyle birlikte olmasın da ne halt yaparsa yapsın. Cinselliği yaşama vaktim geldi deyip deyip duruyor. Kendini koruman gerek, yaşın çok küçük diyorum, turşu değilim, turşu gibi saklayamam kendimi, çok saçma diyor. Yanından ağlayarak gitti, neden ağladı?” “Bir şeye kırıldı.” “Seni öpmek istemiş. Onu azarlamışsın. Kimseye böyle söylemez o. Onu çok kırdın, ondan özür dilemelisin. Bir saçını okşasan mutlu olurdu. Onun sevgiye ihtiyacı var.” Bunu anlayamadın mı?” “Bazen ince düşünemiyorum.” Uzun bir sessizlik oldu. “Ben gideyim.” “Neden, sohbet ediyorduk?” “Sen bence ince nasıl olabileceğini düşünsen iyi edersin, bayım. Kardeşimi kıran beni karşısına almış demektir.” “Ondan özür dilediğimi söyler misin?” “Bunu sen yapmalısın.” Hayret, küçük kız beni ezip geçmişti ya, suçlu hissediyordum kendimi. Canım çok sıkılmıştı, ablası da tepkiliydi bana. Korktum ya, korktum, küçük kız yalak ifadeyle öpüşmekten söz ediyor, hadi hemen gidip yapalım mı diyecektim, incelikmiş, yürüyün gidin be işinize! Sevgiye ihtiyacı varmış, lan terapist değilim ki ben! Kızlar böyle, gönül koyarak işkence yapar insana, berbat hissedersin, olan buydu. Gönül koyup geri çekildiklerinde berbat hissedersin. İki sert yumruk yemiş gibiydim, Nur’un göz yaşları ve ablasının sert sözleri, bana diş bilemesi. Bu olay Seher’e yansırsa ne olur? Seher, bana inanmaz, beni kovar buradan. Nur, salıncakta sallanıyordu. Yanına gittim. “Selam, n’aber?” dedim.” “Benden uzak dur, sen zararlısın.” “Özür dilerim.” “Çok ağır konuştun, çok zoruma gitti, bana kahpeymişim gibi baktın.” “Öyle değil; öyle bakmış olamam, küçük kadın.” Güldü. “Beni bağışlar mısın?” “Neden?” “Ruhumun buna ihtiyacı var.” Önünde diz çöktüm secde eder gibi: “Yüce efendim, beni bağışla lütfen. Azap içindeyim.” Şamatayla onu ikna ederdim. Fıkır fıkır gülmeye başladı. “Ormana gidiyoruz, uşak” dedi, “takip et beni.” Peşinden gittim. Kamptan uzaklaştık. “Diz çök önümde.” Diz çöktüm. “Yalvar. Bağışlanma dile, sefil seni!” Yalvarmaya başladım. “Yüce efendini ağlattın!” Saçımı çekti, sonra kulağımı. Canım çok yandı. Çok sert bir tokat attı. Arkama tekme atacaktı, ayağını tutup çektim onu, yere yuvarlandı. Gülüyordu. Yanağını öptüm, sonra ısırdım, saat izin gibi bir iz kaldı orada. Ağlıyordu. “Özür dilerim.” Beni kedi gibi tırmalamak istiyordu, tuttum iki elini ve ona sarıldım. Ağlama şiddeti azaldı, sessizleşti, onu bıraktım. “İyi misin?” “Harika hissediyorum.” Tokat atmak istedi, başımı geri çektim. Onu kucaklamak lazımmış! “Öpüşmeyi hallettik, sonra devamına geçeriz” dedi, koşarak gitti. “Oradan değil; kaybolursun. Şaşkın ördek seni. Güldü, yön değiştirdi. Kamp alanındaydım, ateş başında. Derken kızlar korku hikayeleri anlatmaya başladı, bunlar beni etkilemedi. Çocukça, saçma hikayelerdi, herkes bir tane anlatıyordu. “Haydin eski evin oraya gidelim” dedi Melek. Bu fikre Melisa ve Nur cumburlop atladı, sonra diğerleri, bir eğlence, şamata patlak vermişti bir anda, o coşku herkesi, ben de sarıp sarmaladı, gizem, heyecan, korku… Yola çıktık. En arkada bendim, önümde Zuhal vardı. Kızlar perili eve dair bir şeyler anlatıyordu. “Peri de nedir?” dedi Melisa. Akıllı cep telefonunu açıp araştırdı: “Ruh ya da doğaüstü varlık diyor burada.” Düşünmeye başladım, korku duydum. Bir sıkıntı çıkmasından endişeliyim. Biri düşüp ayağını kırsa, en azından incitse gece ziyan olur, onun başına toplanırlar, kamp yerine döneriz, kızı eve götürürüz filan falan, eğlence kalmaz ortada. Perili evmiş, çok ahmakça, boş harabe evde ne olur ki? Hiçbir şey, ha, ben küçükken, ilkokul zamanları boş, yıkık dökük evlere girer, keşifler yapardık, karanlıkta o evlere girmeye korkardık, o evlerde oyunlar oynardık, karanlıkta o evlere asla giremezdik. Nur’un da akıllı cep telefonu vardı, o da telefonu açmış, bizi ara ara kaydediyordu: “Şimdi perili eve gidiyoruz, ne olur ne olmaz, ben kaydedeyim de, hepimiz aniden ortadan kaybolursak, cep telefonunu bulan kimseler… Evet, bütün mürettebat keşfettiğimiz yeni gezegende ilerliyoruz.” Millet gülüyor. “Seyir defterine bütün gelişmeleri yazdı kaptan” Seher, bir şeyler diyorlar, gülüşüyorlar, cep telefonu kamerasına el hareketleri yapıyorlar, Zuhal telefonu itti, “çekme beni be.” İtti, tekmesini gösterdi, dil çıkardı: “Hepiniz öleceksiniz, tek ben kurtulacağım.” gülüyor ötekiler. Zuhal şöyle dedi: Aramızda biri var, uzaylı yaratıklardan biri ona sızdı, o hain hepimizin sonunu getirecek, ben kimseye güvenmiyorum, sanım o kişi Melisa.” Gülüyorlar. “Melisa’nın zihnini ele geçirdiler, belki Melek, belki Nur, belki de İsa; ama İsa’yı ne yapsınlar, ahlakçı, hiç yanlışı yok, İsa’yı asla almazlar, onların işine dişi yarar, dişiyi hamile bırakıp ırklarını sürdürebilirler. Ben uzaylı yaratık olsam İsa’yı asla almazdım. Çünkü o konuk. Liderin beynini ele geçirirdim: Seher’i alırdım önce.” Seher dedi ki: “Gülmeyi kesin, az ciddi olun, doğayı tanıyın. Bu ağaç sırasını aklınıza kazıyın, bu iri ağaçları, bakın, iyi bakın, neden söylüyorum, ruh ya da ruhların saldırısına uğrarsanız, herkes başının çaresine baksın artık, durup kimseye yardım edecek değilim, o an tavşan yavruları gibi kaçışırız herhalde.” Herkes gülüyordu. Melek dedi ki: “Ama abla birlikten kuvvet doğar, örgütlü mücadele etsek?” “O an örgütü takar mı ruhlar kızım, nedir, kaçıp kurtaracaksın kendini, bu patikayı unutmayın.” “Sen geride kalırsan?” “Dönüp yardım etmeyin, onca belaya sıkıntıya yenilmedim, kıçı kırık ruhlara mı yenileceğim!” Yokuş giderek dikleşiyor ve yorucu oluyordu. Kan ter içinde kalmıştık. Melisa dedi ki: “Ruhlara karşı nasıl savaşırız.” Cep telinden nete girip bakıyor, kazık lazım, sarımsak; ama bu vampirlere karşıymış. Araştırdı, şöyle dedi: “Senin şerrinden Allah’a sığınırım” demek lazımmış şeytani ruhlara karşı.” “İşe yarar mı?” dedi Nur. Burada öyle yazıyor, dualar var burada, o an açıp duaları okuyabilirsem okurum.” Melek dedi ki: “Ben bunları bilirim. Ama kızgın ruha söker mi bu; sanmam. Son sürat kaçmak lazım.” Seher şöyle dedi: “Ondan korkmak onun güçlenmesi demektir, asla kaçmayın. Olduğunuz yerde kalın. Ama kaçın tabi.” Gökyüzündeki ay iyice çekilmiş yön değiştirmiş, ağaçlar arasından tatlı biçimde sızıyordu ormana. Düşsel bir görüntüydü bu, ömrümde hiç böyle görmemiştim ayın böyle haz dolu eriyişini, hissini. Bir baykuş öttü. Bir çıtırdı oldu, çalıların arasında bir hareketlilik. “O da neydi?” dedi Melek, “aman!” Melisa, kardeşini tuttu, Nur da onun koluna sarıldı. “Kızlar ne oldu?” diye sordu Seher, Yellenmenizden korkuyorsunuz nerdeyse.” Herkes gülmeye başladı. “Orada bir şey var” dedi Melisa. Seher’in elinde el feneri vardı, Meleğin de. Oraya gidip baktılar. Melisa ve Nur cep telefonlarının ışığıyla çevrelerini araştırıyordu. “Bir şey bize yaklaşıyor sanki” dedi Melisa, bir ara Tarot kartlarıyla ilgilendim, baktığım şeyler çıkınca korktum, bıraktım. “Deme abla, çok korkuyorum.” Seher ve Melek az öteden geldi. “Zaman kaybı dedi Seher, “Orada hiçbir şey yok, şapşallar. Devam yola!” Benim zerre korkum yok, bu şeyler bana çok çocukça geliyor. Ama ister istemez bir korku oluşuyor. Bir baykuş öttü. “Sinir oldum bu baykuşa” dedi Melek, “Sanki burada olduğumuzu bildiriyor ruhlara.” “He, bildiriyor, ajan o” dedi Seher, “kardeşim saçmalama!” “Yok abla, bir iş var bu baykuşta.” Tepemizden iki karga geçti manevralarla. Çok yakın geçmişlerdi. “Karga” dedi Melek, “bu hiç iyiye işaret değil.” Melisa söze girdi: Haklı, önce baykuş, sonra kargalar geldi, baykuş kargalara ihbar etti bizim burada olduğumuzu.” Seher: Saçmalamayın kızlar. Beyniniz sulanıyor.” “Ya o karga bir ruhsa, karga kılığına girmişse?” dedi Nur, ruhların böyle bir yeteneği olduğunu gördüm vampir filmlerinde. Seher: “Zırvalamayı bırakın, bakın çocuklar bu ağaçlar kayın ağaçları, kabuklarından çay yapılır.” Melisa şöyle dedi: “Bir belgeselde izlemiştim. Bu baykuş, sonra bu kargalar ispiyoncu. Bizi bir şeylere bildiriyorlar.” Seher: “Neye?” “Bir kurda mesela. Ruhları koruyan bir kurda.” “Hadi be.” “Kargalar Romanya’da gökyüzü kurdu olarak bilinir. Aptal değillerdir, çok zekilerdir.” “Atma kızım.” “İzledim belgeselde.” Nur: “Abla atma! Saçma rap dinlersin, onların videolarını, belgesel asla izlemezsin.” “Arkadaşı beklerken dedesiyle bir saat izledim, kız bir türlü kıyafet seçemedi, öldüm; ama o belgesel işkencesinin faydası varmış. Her neyse. Kargalar yerimizi kurtlara söylüyor, kurtlar gelip bizi parçalasın ki kargalar da ziftlensin.” “Vay vay” dedi Seher alayla, “bak şu işe sen. Demek bizi gelip kurtlar parçalayacak.” Deli bir kahkaha attı. “Sen buraya almayandan mı; yoksa bir korku filmi setinden mi çıkıp geldin Melisa. O kurtlar korku filmlerinden olur.” Zuhal: “Acayip bir koku alıyorum.” Melek korkuyla sordu: “Nasıl, leş kokusu mu, insan leşi mesela, ayakları, yüzü paramparça olmuş. Korkuyorum; ama güçlü duracağım. (Gaz veriyor ona, amaç şamatayı beslemek.) “Hıı” dedi Seher, “zevzekler. Biri gelse, bir şey.. onu ruh sanıp deli gibi koşar kaçarsınız. Aklınızı yitirmiş gibi.” Zuhal: “Korku kokusu alıyorum, kötülük kokusu alıyorum, kan kokusu. Bir görüntü gördüm. Siz ölüme gidiyorsunuz; ben ölmeyeceğim!” diye bağırdı, koşarak fırladı gitti, gözden kayboldu. Melek de peşinden gitmişti. Şaşkındık, Seher üzgündü, dedi ki: “Ne oldu şimdi bunlara?” “Basıp gittiler, kafayı yemiş olmalılar” dedi Melisa. “Delirmiş gibi gittiler. Sanki bir kara deliğe” dedim. “Cehennemin dibine gitsinler, umurumda değil” dedi Seher, “hepsi numara.” Melisa şöyle dedi: “Acaba ruhlar onları etki altına mı aldı, önce baykuş, sonra kargalar ve ikisi delirmiş gibi gitti bundan bir iş var. Burası tekin değil.” Nur dedi ki: “Seher abla, bence sen osuruğun tekisin, bizden çok korkuyorsun; ama çaktırmıyorsun. Gece gece bize ağaçları tanıtıyorsun, ne saçma, için geçmiş, git kütüphanede çalış bence.” Seher güldü: “Demek öyle… Peki, Melisa sen ne düşünüyorsun?” “Nur az bile” dedi, “ilkokul çocuğu muyuz, bize doğa dersi veriyorsun?” “Telefonları kapatın” dedi, “el fenerini kapat Melek.” Zifiri karanlıktaydı. “Bekleyin beni” dedi Seher, gitti ve kısa bir süre sonra geldi: “Oradalar, gördüm.” Seher kulağıma yanaşıp fısıldadı: “O sahte kulağın hesabını sorma vaktidir İsa.” “O da nedir, bir karaltı var orada, canını seven kaçsın!” diye bağırdı Seher. Hepimiz Seher’in peşine takıldık, elinde el feneri güzel aydınlık saçıyor. Ama Seher arayı açıyordu, ben geride kalan Melisa ve Nur’u kaybetmek istemiyordum, yavaşladım, en arkadaydı onlar. Nur, yön değiştirecekti. Melisa, onu koldan tuttu: “Nereye gidiyorsun, sap! Peşimden ayrılma.” “Bırak kolumu be! Orası açık.” Seher, arayı açmış yitip gitmişti karanlıkta, el fenerinin aydınlığı da yok olmuştu. Melisa ve Nur’un yanına gittim. Kavga ediyorlardı. “Karışma bana! Başımın çaresine bakarım ben!” dedi Nur, gülerek kaçtı. Melisa oturacak, ayağı bir şeye takıldı, sırt üstü düştü, yuvarlandı. Tutup onu kaldırdım. “Sırtım çok acıdı, of” dedi, inlemeye başladı. Güldü: “Ruhlara gerek kalmadı, sırtım fena. Ayağımda da sorun var.” Oturdu. “Bu senin başını altından çıktı değil mi?” “Ne?” “Bize şaka yapmak.” “Yok ya.” “Nur bana dedi, bir şaka planlayalım şu solucanlara, demişsin, o da karşı çıkmış.” “Yok; demedim.” “Bir de onu soymak istemişsin.” “Yanaktan öptüm.” “Çok yalancısın!” Yanına oturdum. “Uzaklaş, işim var.” “Ne işi?” “Çişim var.” Uzaklaştım. Uzun bir süre geçti: “İşin bitti mi?” dedim. Yanıt alamadım, gidip baktım, Melisa oradan gitmiş.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |