Dünyaya geldiğinden, dünyada bulunduğundan, dünyadan gideceğinden hoşnut olan bir kimse görmedim. -Namık Kemal |
|
||||||||||
|
1 Sabahın erken saatleriydi, bölgede 3 gündür kar fırtınası vardı, yoğun rüzgarla kırbaç gibi yağan ince kar insana nefes aldırmıyor, her şeyi zora, ister istemez kanlı bir mücadeleye sokuyordu. Dağın yamacında 3 kişi kaplumbağa gibi ilerlemeye çalışıyordu, dizlerine kadar kara batmışlardı, bu üç adam elektrik onarım arıza ekibiydi, adamlardan biri çok öndeydi, yumuşak ve derin karda ilerlemekten nefes nefese kalmışlardı ve tamir çantası, ve boyunlarına asılı halatlar vardı, elektrikleri kesik olan köye ulaşmaya çalışıyorlardı. Ölüm tehlikesi altına çok zahmetli bir yürüyüşten sonra yamacın bir noktasında elektrik direkleri göründü, gri renkli dört ayaklı elektrik direkleri, Sibirya’daki evler gibi buz tutmuştu, saçaklar oluşmuştu, antik çağlardan bir kesit gibiydi, ya da buzul çağından. Yakında bakımsız; ama sert bir köpek, bir kadın ve bir adam göründü, ekibi bekleyen köylüler. Arıza olunca bu ekip kar fırtınasında bile, çığ altında kalma riskini göze alıp mutlaka onarıma giderlerdi, üstelik kurt tehlikesi de vardı, buz tutan elektrik direklerine tırmanacaklar, arızayı bulup yok edecekler, onlarınki bambaşka bir mücadele ve azim türüydü. Anadolu’nun birçok bölgesinde işlerin ruhunda bu vardı; canla başla mücadele, ölümüne mücadele. Ve bu mücadele meşhur bir haber ajansının sitesine yansıyacaktır. Mezrada eski ahırın girişinde, kirişte bir çift yabani güvercin vardı, posurmuşlardı, tüylerini temizliyorlardı, ahırın sağında az ilerde tek katlı bir ev vardı, penceresinin pervazları maviye boyalıydı, akrebin yaklaşmasını engellemek için mavi boyarlarmış. Bazı zararlı böceklerin çiçeklenen meyve ağaçlarının çiçeklerini yediği ve çiftçilerin onları tuzağa düşürmek için ağaçlarına altlarına su dolu mavi leğenler koyduğu ve mavi rengin cazibesine kapılıp öldükleri bir gazetede haber yapılmıştır. Ahırın yakınlarında başka bir kulübe vardı, içerde genç kız ve annesi vardı, kadın tandırda ekmek pişirirken kızı ona yardım ediyordu, 17 yaşındaki Kezban kır çiçeklerini andırıyordu, yüzünde her zaman tatlı bir sakinlik olurdu, anne sözü dinler ve kendi düşüncesi başka olsa da annesine uymayı bilirdi, annesi Ayşe buna bayılırdı, ateş çukuru yanında bağdaş kurmuştu, hamuru tandırın yan duvarına yerleştiriyordu küçük yastıkla. Kezban, kirli ufak pencereden dışarı baktı: “Kar güzel yağıyor.” Annesi geçen kış ayından, sıkıntılı bir günden söz etmeye başladı. Lafı bitince sessizliğe gömüldü, işini yapıyordu ritmik hareketlerle, zor’a alışındı, kaygısı kızı bunları çekmemeliydi, bu konuda öğütlere başladı, arada başını çevirip kızının onu ciddiyetle dinleyip dinlemediğine bakıyordu, ona bakmayı seviyordu. Mücadeleci elleri iş yapmaktan kösele gibi sertti, oysa 15 yaşında su ve ışık kaynağı gibiydi; yumuşak, tatlı, zarif. Oturduğu yerden kalkıp tandırın içine ekmeği yerleştirmek, yan duvarına yerleştirmek kolay değildir. Elin yanar, ısıya dayanamaz, bu işi sadece bilenler becerebilir, kızgın duvara hamur yapışır, sakız gibi. 15 yaşında evlenmiştir, buralarda böyleydi eskiden. Ve buna ‘kader’ denir. Aslında bunun asıl adı ‘cahillik’di ve kızının bu mağara şartlarından kurtulup kendi hayatını kurması en çok istediği şeydi. Kezban, abisinin kitapları okurdu, ve ona ikinci el kitaplar getirirdi abisi, ikinci el kitaplar çok ucuzdur, yeni çıkan kitaplar kısa sonra sahaflara düşer. Kezban o kitaplardan kafasında kalanlardan annesine söz ederdi, güya annesine yeni bir şey öğretecekti, feleğin çemberinden geçmiş annesi ise onu güzelce dinler, ve gerekirse yeteri kadar konuşurdu, hayat bilgisi ve tecrübelerle karşılık verirdi, onu bambaşka yerlere sürüklerdi tertemiz ruhuyla. Kezban okulda başarılıydı, çok çalışırdı, annesi ona iş buyurmazdı bu sıralar, kitap okumayı çok severdi Kezban, sanki böyle düşsel bir anahtar edinecek, fantastik ya da adım atılmamış dünyaların sırlarına erecekti, bazen zorlanırdı, ama bir kitabı inatla zorla bitirince sınıf atlamış gibi sevinirdi, çağları aşmış gibi. Dağdaki bu zor yaşantı insanın ya ermesine ya delirmesine ya da müthiş bir motivasyona yol açardı. Bu düzen değişmeliydi, değişmiyorsa Kezban yer değiştirmeliydi ve bu onu çok heyecanlandırıyordu: Annesine üniversiteyi kazanınca olacaklardan söz ediyordu. Annesi bir şey dedi ve güldü, kadının ön dişlerinden biri kırık ve simsiyah olmuştu, birçok dişinin de yaptırılması gerekiyordu; ama yıllardır bunun üstüne düşmemişti, “para yok” diyordu, para
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |