Sorularla dolu bir kitap... hiçbir zaman eksiksiz olamaz. -Robert Hamilton |
|
||||||||||
|
“Dur kız, az daha otur, kek pişsin. Gidersin.” Aslında Zarife’nin de gitmek istemiyordu canı. Dostunun ‘kal’ ısrarından memnundu. Dünya umurunda değildi. Tabi bu arada aç Saniye, kendisi ve değerli misafiri içinde yiyecek bir şeyler yapmıştı zevkle, lacivert bir gençlik enerjisi sihriyle, çökelekli yumurta kırmış, pişi yapmıştı, onları yemişler, çay ve kek meselesine geleceklerdi, fındıklı kurabiye de pişirmişti, soğumasın diye üstünü örtülerle sıkı sıkı kapamıştı, poğaça da yapmıştı, dostu geldi diye coşmuştu. Gülüyorlar ve eğlenceli sohbet devam ediyordu, bu sırada Saniye’nin abisi Hayri geldi eve. Pasta kokuları onu sarhoş etti. “N’aber kızlar?” dedi, yanıt beklemedi, hemen üst kata çıkıyordu ahşap eski merdivenlerden. “İyidir, sohbet ediyoruz, Hayri abi” dedi Zarife. “Aç mısın abi?” dedi Saniye. “Biraz sonra odama getir” dedi, “ne var yiyecek?” “Kuru fasulye, pilav, yoğurt. Vereyim al götür odanda ye.” “Sonra.” “Ya vereyim al git götür yersin, arkadaşım gelmiş, bizi bölme.” “Ne dediysem o!” dedi üst kata çıkıyordu. Mırıldandı Saniye: “Peki, nasıl istersen öyle ziftlenirsin, moloz!” “Ne dedin sen?” dedi durdu merdivenin ortasında. Trajik bir mavi gibi. Mavi gömlek vardı üstünde. “Tamam dedim tamamdır abi, odana getireceğim.” “Seslenirim.” Hayri, şaşkındı, “neyi vardı bu kızın” diye düşündü, bu aralar zaten hep ters, sinirli sinirli konuşur, patlayacak yer arar, sabah anneleri ve baba erkek kardeşiyle halasını ziyaret etmeye gitmiş uzak bir köye, gitmeden; “oğlum ev ve kız kardeşin sana emanet, buraları iyi kolla” demişti babası. Ama kardeşi sabahtan beridir bir terslik saçıyordu, sanki evin ağası abisi oydu. Hayri, sineye çekmişti ters hareketlerini. Saniye ergenliğe girdiğinden beri sinir bozucu hareketler yapar dururdu, Hayri sert bir şeyler diyecek olur, ya da öğüt verecek olur, susar, gidip babasına içini açar, babası; elleme benim kızıma, karışma” der, ince kalpli, sakin, yumuşak adam saniyeye apayrı bir ilgi, şefkat ve sevgi beslerdi, baba, saniye ne yaparsa yapsın onun arkasındaydı. Oysa eski günlerde, ergenliğe girmediği günlerde canım abim derdi, sarılırdı ona, uysal, sevecen, söz dinleyen ve çok uslu bir kızdı, aşırı hiçbir hareketi, sözü yoktu, ama son bir senedir epey geliştirmişti asi karakterini. Sanki evrenin en lanet yerinde en lanet siyah, simsiyah bir madde gibiydi, orası milyonlarca ışık yılı uzaktaydı ve o karanlık madde hiçbir ziyaretçiyi kabul etmiyordu, kazara bir ziyaretçi düşerse onu sorgulamadan dinlemeden katlediyordu, o karanlık maddede bücür, eşek gözlü, minik burunlu, kepçe kulaklı pisliler yaşardı, insana benzeyen, büyük ihtimal saniye kendini bu bücür pislilerin kraliçesi sanıyordu, öyle bir evren inşaa ediyordu. Nereye kadar asi ışıklarını saçıp duracaktı, buna birinin bir şey demesi, bir dur demesi, konuyu açıklığa kavuşturması lazımdı. Ve babasından aldığı moral ve gaz kızı daha da aşırı noktalara sürüklüyordu, nicedir Hayri kardeşiyle hesaplaşmak istiyordu ama babasının korumaya aldığı, dokunulmaz kıza sert davranırsa babasının üzüleceğini bildiğinden kendini tutuyordu sürekli. Eskiden ne tatlı kızdı saniye, o sevgi dolu düşsel hali, iyi hali hiç yıkılmayacak gibi görünüyordu, ve saniye çoktan o eski halini paramparça etmiş üstünden geçmişti silindir gibi. Babasının Allah diye diye büyütüp sevdiği saniye, kendini bilen saniye, babası sayesinde dindarlaşıp hep Allah’ tan söz eden, kendini bilen saniye. Bambaşka birinde dönüşmüştü. Zaten kaç gündür elinde bir tuhaf kitap vardı Saniye’nin, Zarife geldiğinde de o kitabı okuyordu: Meksika’dan Amerika’ya kaçış rehberi, maceracı bir Türkün Türkiye’den Meksika’ya oradan da Amerika’ya nasıl kaçak yollarla girdiğini anlatıyordu kitap, bu uğurda yol alacaklara kılavuz kitap olmak için yazılmıştı. “Hıh (!) Neden okuyorsun bunu?” “Sana ne!” “Meksika’ya gidip oradan Amerika’ya mı kaçacaksın?” Alaycı güldü. “Of, ya git başımdan!” “Düzgün cevap verebilirsin.” “Anlamazsın.” “Uçak parası kaç para tutar, yaşın 15, kızım saçma sapan hayaller görmesen iyi edersin. Nerden buldun bu boktan kitabı?” “Ya abi karıştırma; bak işine sen.” “Okulunu bitir, üniversiteyi kazanman şart. Yoksa sürünürsün benim gibi.” Birkaç gün önce Hayri onu eleştirmeden kendini alamamıştı ve bu eleştiri Saniye’yi deli etmiş, öcünü almaya yemin etmişti. Saniye, hep tuhaf kitaplar okurdu, yıllar önce yazılan, bir Alman gazetecinin Türk kimliğine bürünüp Almanya’da bir iş yerine girip çalışması ve oradaki kirli, karanlık, trajik şeyleri ortaya çıkaran kitabı internetten duymuştu; ama kitabın yeni basımı yoktu. mültecilik konusunu işleyen, yurt dışını, başka ülkelerdeki insanların yaşam biçimlerini anlatan kitaplara meraklıydı, insan kaçakçılığı. Hayri, çaktırmadan, hissettirmeden bir ajan gibi onu sürekli bir takibe almıştı. Ve Saniye abisinin o korumacı gölgesini hissetmiş, vurdumduymazlığı takınmıştı. İki kız kafa kafaya vermiş, adeta enerji patlaması yaşıyorlardı, birbirlerine doymuyorlardı, iki birbirini seven genç kız bir araya gelince böyle olur, iş güç ve bir şeyler, hayat onları bir araya getirmez ve şimdi getirmişti, bütün saniyelerin saliselerin canına okumak birlikte, sövülmesi gereken kişilere sövmek, alay edilmesi ya da dedikodu edilmesi gereken kişilere gülerek küfrü basmak, en ağır yenilgilerinden bahsetmeden olmaz, kalplerini kıranlardan söz etmek, geleceğe dair hayallerin bir tarafından tutup gözleriyle görüyormuş gibi canlandırıp anlatmak, çocukluktan, o eski ve taze anılardan söz etmek ya da eski bir çocukluk anısını aniden hatırlayıp gülerek onu anlatmak, korkulardan söz etmek, hayatın zorluğu ve yapılması gerekenlere dair şeyler, motivasyon sözleri, konu Zarife’nin hizmetçi okuluna gitmeye geldi, aniden yukardan bir ses geldi, “kız yemeğimi getir, karnım acıktı!” “Öf bu da gıcık, tam sohbet ediyoruz güzel güzel. Eşek gibi angırıyor, saygı yok ki. Köpeğiz sanki, hizmetçiyiz sanki.” diye söylendi Saniye. Zarife güldü: “Hizmetçisin. Başka ne?” Saniye de güldü. “Ama hizmetçi değiliz.” “Tabi ki canım, prensesten hizmetçi olmaz ki. Bazı yanlışlıklar, yaşayabiliriz, sen aslında bir hükümdarın kızısın, bu soylu hükümdarın günümüzdeki soylu son kalmış dinazorun Kızının kızısın, yanlışlıkla o gariban eve getirildin, bebekler karıştı.” Saniye, deli gibi gülüyordu. “Bu lanet olasına yanlış anlaşılmamaları, dalaşmaları, onun pisliklerine sabredip içime atmayı istemiyorum hayatımda, saygı görmek istiyorum; ama bu mendebur abimle olacak iş değil. Anladım ki evlenip gitmek en iyisi, onun demesi bu, evlencekmişim, ya da iş yapacakmışm, ya da okuyacakmışım, sana ne! İyi bir fikrim var, evden kaçmak, tek başıma iyi kaçarım!” Zarife çok şaşırdı, güldü: “Nasıl yani? Şaka yapar gibi sordu, onu konuşturup rahatlatmaktı amacı. Şaka yaptım dedi. “Aşırı uçlarda gezmek sakıncalı, abini idare et bence, seni sevdiği için bir şeyler geveleyebilir, hoşuma gitmeyebilir.” “Haklısın. Kanaatkar olmak lazım, namuslu bir adamla evlensem yeter. İçkisi kumarı karı kız ayağı olmasın, işine sadık olsun.” Diye palavra sıkıyordu Saniye ciddi ciddi. “Sen gün olur onun kafasını patlatırsın. Uykusunda baltayı kafasına indirirsin.” “Neden?” “Sıkılırsın.” “Haklısın. Ben çılgın şeyleri severim, sıra dışı şeyler yapan adamları. Ve kadınları.” Laf uzadı. Hayri bağırdı yukardan: “Saniye, kız yemeğim nerde kaldı!?” Saniye, yerinden zıpladı: “Ay unuttuk lafa daldık! Ama on dakika dolmadı ki, bu inekten korkmaktan da bıktım, geberesice!” “Az sonra getireceğim abi” dedi. “Dur mısır patlatayım tavada. Sen mısıra bayılırsın.” “Çok güzel olur. Ama zahmet olmasın.” Genelde mısır çatlatıp çayla yerlerdi. “Sen mısırla ilgilen” dedi Saniye, yağı tavaya döktü, mısırları. Tepsiye ısıttığı kuru fasulye, pilav ve salata koyuyordu. Bu sırada Hayri elinde sigarayla aşağı indi. “Şimdi getiriyordum.” “Gerek kalmadı, burada yiyeceğim.” Zarife’nin gözü tavadaydı, Hayri, divanda tam onu öne alacak biçimde oturdu. “Eeee, Zarife nasılsın, anlat bakalım?” “Neyi?” Saniye, abisinin önüne, divana koydu yemek tepsisini. Hayri kaşığı yemeğe daldırıp ağzına götürdü. “Anlat Zarife. Hayat nasıl gidiyor?” “İyidir.” Bu laubali halden hiç hoşlanmadı Zarife. “Sevgilin var mı?” “Neden sordun, anlayamadım!?” “Sohbet olsun” diye dedi ve Saniye’ye baktı. “Senin gibi güzel bir kızın mutlaka bir sevgilisi vardır? Anlat anlat, çekinme.” “Mısırları pişireyim” dedi, acele etme” dedi, konuyu değiştirmek gereği duydu, Hayri normal değildi, içmiş gibiydi, bir oyun icat etti birden zihninde, dedi ki: ““Senin hanım nerde? Bu arada, sen ondan bahset?” Hayri şaşırdı, düşündü, güldü, dedi ki: “Kavga ettik, bastı gitti, vır vır edip duruyordu adi!” Saniye oyuna daldı, dedi ki: “Ona tokat attın. Tabi basar gider. Almak istediği eteği almadın. Söz vermiştin.” “Sen sus kardeşim, lafa girme, sana bir şey diyen mi oldu?!” Saniye, sustu öfkeyle, içine gömüyordu öfkesini, ama gömemiyordu, ona şöyle bir tokat patlatmak çok rahatlatırdı. Oyunun dışına atılmaktan hiç hoşlanmamıştı. “Zarife, sevgilin nasıl biri, çekinme, anlat?” Zarife, kendini tutamadı: “Yok ki. Ben o işlerle hiç uğraşmıyorum, çalışmaktan canım çıkıyor, sen nelerden bahsediyorsun! Çok uçma, düşersin geberirsin kayalıklarda.” Genç adam güldü, Zarife’nin sakince diklenişinden haz almıştı, av çetinse avcı heyecanlanır, onu ele geçirmek için, genç adam bunu hissetmişti, şöyle dedi: “Benim sevgilim olur musun? O karıyı boşayacağım. Lanetin teki!” “Abi şaşırdın mı?!” dedi saniye, güldü şaşkınlık ve kızgınlıktan, onu parçalamak istiyordu. “Çok içmiş, ne dediğini bilmiyor!” “Kardeş, karışma, sus diyorum, bak fena olacak! “Ben gideyim” dedi Zarife, Hayri, onu kolundan tutup divana oturttu. “Sohbete yeni başladık, neden kaçar gibi, benim sevgilim olur musun diyorum sana?” Saniye: “Abi saçmalama! Kes artık zırvalamayı!” “Bak bir daha ağzını açarsan basarım sana tokadı!” Saniye, ocakta tavada patlayan mısırlarla ilgileniyordu. Bir şey olacaktı ve Saniye ne yapacağına karar vermişti. Zarife, başını çevirip ona baktı imdat eder gibi. Saniye ona göz kırptı. “Bence senle güzel bir ilişki başlatabiliriz bugün. Sana nasıl sevişileceğini öğreteceğim.” Zarife, bir şey demedi, “çıldırdı herhalde” dedi içinden, “ya da bu bir şaka olmalı, Saniye’nin de içinde olduğu. Ama bu hiç de şakaya benzemiyordu. Korktu, kalbi sıçradı öne, içi sıkıştı. Bir şey olacaktı ve bunun gelişini hissediyordu. Saniye’ye baktı, Hayri zırvalarken. ‘Kız bana yardım etsene, bu salağı al başımdan, kudurdu, bir şeyler yap’ der gibi baktı Saniye’ye, korkarak gülümsüyordu. Gözleri dolmuştu, bakışlarıyla yalvarıyordu bulut gibi. Hayri, pilavdan yiyordu iştahlı biçimde ve şapır şupur ses çıkarıyordu, çok açtı, kuru fasulyeyi pilava karıştırdı: “Bir noktada aşk bitiyor; ama bu karı başından beri sorun çıkarıyordu bana. Beni sürekli eleştiriyordu.” Saniye: “Ona etek alacaktın, o parayla kumar oynadın, içtin, onu annesine yollayacaktın. İlgilenmedin, onu gezdirmedin, yemeğe çıkarmadın, en basit isteklerini yapmadın, onu eve hapsettin, kıskançlık yaptın.” Hayri, ona çatalı fırlattı. Saniye, başını eğerek kurtuldu çataldan. “Eğer bir daha çeneni açarsan çatalı alır elinin ortasına saplarım! Tamam mı? Beni onaylıyorsan başını salla öne. Saniye başını salladı. “Kumarı bıraktım, arada az içerim, bir miktar parayı dostuma borç verdim, o da vereceğim deyip durdu, kaçtı gitti. Her neyse, peşinden gidecek değilim.” Hayri güldü, Saniye’ye baktı, Saniye bir şey diyecekti, Hayri yerdeki çatala baktı, “tamam kardeşim, diyeceğini diyeyim: Oğlun ne olacak? Diyecektin. Çalışıp baksın ona, dedesi var, baksınlar, bana ne! Ben hayatımı yaşayacağım, karıyla anlaşamıyoruz, ne yapayım, kaçtı gitti, yasalara göre evli olduğu adamı terk edemez, ederse suçtur.” Tepsiyi mutfak tezgahına koydu, böylece Zarife’yle arasındaki engel kalktı ve şişek gibi hızla Zarife’nin sağ elinden bilekten yakaladı, “üst kata gidiyoruz Zarife, seni uçuracağım. Birlikte inleyerek boşalacağız, aynı anda!” Hayri, çekiyor, Zarife direniyordu, bir ölüm kalım mücadelesi başlamıştı Zarife için ve yere yatmıştı. Saniye, arkadan hayalet gibi gelip tavayı Hayri’nin başına öyle sert indirdi ki. Hayri, bayıldı. “Eyvah! Abini öldürdün, arpayı yedin! Ne halt edeceğiz şimdi?” İkisi de eğildi yaratığı andıran bedene, Hayri’nin başı yarılmıştı. “Nefes alıyor mu bak?” dedi Zarife. Zehirli bir böceği seyreder gibi onu seyrediyorlardı, sus pustular. “Kaza oldu, kaza canım; ama bu aç köpek ölmedi bence. Yürü git Zarife, bu gece için çok özür dilerim. Ben bunun boğazını kesip gömerim!” “Sakın; katil olma! Değmez bu sefil için.” Hayri, kendine geldi, inmeye başladı. Zarife, yüzünü yıkadı, su içti, gidiyordu, Hayri, uzanıp sağ ayağından, yakaladı, Zarife çekti ayağını, süründü. Kurtardı ayağını. Ama Hayri sıçradı ona doğru, bol ve uzun eteğin bir kısmından yakaladı. Bağırarak çekti. Kobra gibiydi, hızlıydı, sanki az önce acıyla kıvranan o değildi, delirmiş bir ayık gibiydi, hırsından çok kuvvetlenmişti, Zarife’nin akıl çelen cazibesi. Onu elde etmeliydi bu gece, sonu ne olursa olsun. Hayri, hemen ayağa kalktı, bir yumruk salladı kıza, ıskaladı, Zarife’yi yere savurdu, Zarife yuvarlandı, başı döndü, bayılacak gibiydi. Saniye, tavayla ona vurmaya çalışıyordu, Hayri, tavayı elinden alıp yere fırlattı, onu koldan tuttu, evin arkasına getirdi, tavuk kümesini açtı, onu içeri, tavukların arasına itti savurarak, Saniye, yüzü koyun düştü yere, çığlık attı, tavuklar havalanıp gıdaklayarak kaçıştı köşelere, Hayri, kümesin kapısını kapattı, tahtayı dayadı. Saniye toz toprak ve bok içinde kalmıştı, eli yüzü gözü. Hayri, içeri gitti, Zarife, kendinde değildi, başı zonkluyordu, bilinci yerine gelir gibiydi. Ama bir kabusun merkezinde olduğunu, çarçabuk burayı terk etmesi gerektiğini hissediyordu. “Zarife’m, inanılmaz kız, küçük sihirli aşkım, şimdi seni odama götüreceğim” dedi Hayri, onu kucaklamak istedi, Zarife, nefret ve tiksintiyle ayılıyordu, onun ellerini itti, sanki vücuduna ateş değmiş gibi, yüz üstü sürünerek uzaklaşmak istedi, hemen sonra duvara yasladı sırtını, ayaklarını karnına çekti, savunmada bekleyen yavru bir sokak kedisi gibiydi, Hayri, gülmeye başladı, Zarife’nin sürüngenler gibi sürünmesi ve o korkan kedi, tıslayan kedi bakışları ona çok komik gelmişti. Tam bu sırada tavuk kümesinin bir noktasında tekmeyle delik açan Saniye elinde beşe on cm elli santimlik tahtayla gelmişti, tahtayı Hayri’nin başına indirdi. Bir de bacaklarına indirdi, Hayri, yere düşerken Zarife’ye tutunarak ayakta kalmak istedi, o sırada Zarife ayaklanmıştı, Hayri yere düşerken Zarife’yi de götürmek istedi ama zarife kaçtı ve eline geçirdiği küçük tüple ellerine kollarına vurdu on kez ve Saniye de durmuyordu. Zarife, kan ter içindeydi, nefes nefeseydi, Saniye de. “Yardım et dedi Saniye, onu bağlayalım. Ama kafasına birkaç defa daha indirsem iş garanti olacak.” Hayri’nin başına indirdi tahtayı; ama acıdığından çok sert vuramadı ilk seferdeki gibi. Hayri, yerde ölü bir hayvan gibiydi, kıpırtısız ve tamamen şahsiyetsiz, bir leş misali. Ona muazzam bir anlam veren yeşil gözleri karanlığa gömülmüştü, o yumuşak, entelektüel sesi ve manken gibi fiziğiyle. Saniye, mutfakta askıda asılı duran ipi alıp geldi, onu yüz üstü çeviriyorlardı, Hayri canlandı, direniyordu. İpi tuttu ve kardeşinin boğazına doladı, çekiyordu, onu boğuyordu. Zarife, onu çekmeye çalıştı, tahtayla vuruyordu; ama nafileydi, Hayri çekti aldı attı tahtayı öteye, Zarife tavayı kaptı, tavayla vurdu, tava saptan kırıldı, tahtayı aradı, göremedi, tezgahtan bir bıçak alıp geldi, ve sırta sapladı. Derin, acılı, hırıltılı bir “ahhh!” sesi duyuldu, Hayri, sol omzun alt kısmından bıçaklanmıştı. Gücü kesilmişti. Saniye, öksürüyor, nefes almaya çalışıyordu. Hayri, sağ bir elini arkaya uzatmış, bıçağı çıkarmaya çalışıyordu. Zarife, bıçağı itti, yerdeki sapsız tavayı aldı ve onu başına dört beş kez vurdu, kendini kaybetmişti, durdu, tava yere düştü, tavayı eline alıp devam edecekti vurmaya, tam o an durdu, durdu çünkü…yutkundu, saçı başı karman çorman olmuştu… Saniye’ye baktı, Saniye’nin yüzü, üstü başı kandı, nefes nefeseydiler, bir süre birbirlerine baktılar donup kalmış gibi, nefes seslerini dinleyerek, yüzlerinden sırtlarından akan sıcak teri hissederek. “Galiba onu öldürdük dedi, ama buna o yol açtı” dedi Saniye, “mecbur kaldık ve haklıydık.” Zarife: “Tabi haklıyız, bunu hakime savcıya anlatmak var bir de.” “Nefes almıyor bu dedi, ölmüş galiba.” dedi Saniye. “Yok ya, yaşaması lazım, ambulans çağıralım.” “Saatler sürer ambulansın gelmesi.” “Ya ambulans arayınca cezada indirim oluyor.” “Ya bizim gerçeğimizi kim umursar, öldürdük onu, kaç sene hapsi yatarız. Bittik.” “Yok ya, yaşımız küçük, çok vermezler.” “Orasını yanlış söyledin.” “Neresini?” “Onu öldürdük dedin ya!” Saniye, pis pis bakmaya başladı ona. “Onu sen öldürdün” diyeceğini düşündü Zarife, “kendini kurtarmak için suçu bana yükleyecek.” “O kendini öldürdü, sevimli tavşan.” “Ben mi tavşan?” Evet. İstanbul tavşantepe’ye gidelim.” Zarife, bir şey anlamadı. Oturdu Saniye, ağlıyordu: “En güzel zamanlarımda hapis yatamam, koyun gibi damgalanırım, hem bu bok torbasından kurtuldum. Arka bahçeye gömelim onu.” “Of” dedi Zarife, “sevimli tavşan.” “Bana neden tavşan dedin?” “Önce sen dedin.” “Tavşan gibi komik göründün o an gözüme. Sen açıkla şimdi?” “Az önce hayatının tavşan dönemi bitti.” “Ne diyorsun sen be?!” “Sen annesinin kazdığı çukurda büyüyen bir tavşandın, çukur kenarında etraf güvenli olunca güneşlenip ısınıyordun, otları ısırıp hangisini yiyip hangisini yememeyi öğrenmeye çalışıyor, kardeşlerinle hoplayıp zıplıyordun vahşi çayırda. Mutluydun, coşkun vardı, az önce sen hayatının tavşan dönemini noktaladın, asla geri dönemezsin, artık hayatının akrep dönemine girdin.” “Bu ne demek şimdi?” “Akrebin dostu olmaz, akrep ne yapar eder sokar ona yanaşanı ve yer. Onu karşıya geçiren kurbağayı bile sokmuştur.” “Sen ne demek istiyorsun, onu sen öldürdün, ben yardım etmesem işin bitmişti.” “Doğru; ikimiz de tavşan dönemimizi sağ salim bitirdik, aldık diplomayı.” Ayıp el hareketi yaptı. “Peki ne bok yiyeceğiz bu diplomayla, götümüze soksak olmaz, bir ceset var ortada! Akrep dönemimizi bitirmemiz lazım.” “Haklısın dostum. Ama ayarı kaçırma. Son darbeleri indirmeseydin ölmezdi. Ses geldi, ceset tekrar canlanıyordu. Ve düştü. Yeniden ceset gibi cansızdı. “Ayarı kaçırmayalım.” dedi Saniye, “sen git. İhale kalacaksa bana kalsın.” “Hayır, sana yardım edeceğim cesedi gömmek için; ama ölmediyse birilerini çağıracağız. Anlaştık mı, ona vurmak yok. “Hadi öyle olsun; ama sen arkanı dönünce boğarım bunu ölmediyse. Zaten ölecek, acı çekmesin bari.” Hayri, öksürmeye başladı ağzından kan geldi. Saniye: Yaşıyor! Kuru dallara can veren rabbime şükür. İçim çok acımıştı, şükür yaşıyor!” Zarife: “Tut kaldıralım, iyileşeceksin Hayri abi. Saniye tahtayı eline aldı indirdi Hayri’nin başına. “Yapma kardeşim, yapma” diye yalvarıyordu Hayri, zor konuşuyordu. Tahtayı yine indirdi. “Abini öldüreceksin, yapma!” “Ya sapıklık yapıyorsa? Sen benim abim değilsin, şeytanın tekisin, en sevdiğim dostum tecavüz edecektin. Anadolu kültürü bu mudur lan! Tanrı misafirine tecavüz edilir mi?” Sarhoştu, yapma dedi Zarife, Tahtayı ona gösterdi, akrep dönemdeyim tatlım, yaklaşma! Yoksa sen de tahtadan ister misin, karışma işime. Birkaç kez daha indirdi tahtayı. Birkaç dakika geçti, Saniye ağlıyordu, ikisi de cesedin başında bağdaş kurmuş avanak avanak seyrediyorlardı manzarayı, kanı, o an vücut kimyasının yüzeye yansıyanları… Zarife, şöyle diyordu: “aman Allah’ım sen ne yaptın… ben ya, of…” Hayri’nin kanlı başının yanındaki tavaya baktı. Saniye de tavaya baktı ve dedi ki: “Dedemin buruşuk kıçı gibi, bunu annem alırken epey yalvardı indirimi için, satıcı zor ikna oldu, bana bakıp, ufağım o sıra, annemin eteğine tutunuyordum, “bu çocuğun parlak bakışları için veriyorum” dedi, on senedir bizdeydi tava.” Ağlamaya başladı: Of of, bi katil oldum, başkası olsa neyse, canım kanım, yakışıklı abim gitti. Hırsa kapıldım, onunla aramda yıllardır biriken nefret devreye girdi, bu yüzden kontrolümü kaybettim, durmalıydım.” “başını önüne eğdi, saçları aşağı saktı, yüzü kapandı, saçlarında kan tomurcukları vardı, yağlı kan tabakası. Birden sesi soluğu ağlaması kesildi, Gülmeye başladı deli deli. Şeytanca bakarak gülümsedi: “Ama sana tecavüz edecekti. Durduk yere gebermedi ki, haksız tahrik var burada. Onu evin arka, aşağı tarafına gömelim… Üç gün ağlarız gömeriz tamamdır…Tavşan dönemi bitirmek ne zormuş! Her neyse, bir mektup yazarım, evi terk etti türünden bir şeyler zırvalarım, inanırlar.” Hayri, gözlerini açtı, güçlükle konuşmaya başladı: “canım çok yanıyor, başımı patlattın kardeşim. “Abi, canım abim!” dedi başını tuttu, iyileşeceksin. Ama hayatımın tavşan dönemi bitmeli. “Tabi bitmeli, ama kurtulacağımı sanmam, ölüp giderim az sonra, çok özür dilerim kızlar, kafam güzeldi, kontrolden çıktım. Bir kıza arkadaşlık teklif ettim, kabul etmedi, üç senedir onu kesiyordum.” Hayri’nin gözlerinden yaşlar düştü. “Çok kötü bir şeyler yapacaktım, gidip karım olma onu öldürecektim, belki oğlumu da, o üzülsün, içi yansın diye. İyi oldu böyle, geberip gideyim. Ha, dediğin gibi kardeşim, beni evin arka tarafına göm.” “Duydun demek.” Hayri güldü az, canı acıyarak ama, öksürdü. “Hap almıştım, bu hap beni kontrolden çıkardı, cesaret verdi. Delirtti. Başkalaştırdı, şeytanlaştırdı.” Hayri’nin canı aniden çıktı, başı yana düştü. Az sonra gözlerini açtı: “Şaka yaptım.” “Bana kağıt kalem getirin.” “Ne için?” “Getir” dedi. Saniye, koşarak kağıt kalem getirdi. Hayri, güçlükle yazmaya başladı, “kötü şeyler yaptım, artık kötü şeylere son vermek istiyorum, çok insanı üzdüm, artık buraya terk edip kendimi öldürme zamanı, kalbini kırdıklarımdan özür dilerim. Çok uzaklara gidip kendimi öldüreceğim. Beni boşuna aramayın.” Yazının altına imza attı. “Abi peki güzel de, ya polis ceset arama köpekleriyle gelip cesedini arka bahçede bulursa?” Çok fazla polisiye roman okudun. Ama iyi ki de okumuşsun. Benim gibi malı kim arar kızım. Zengin olsam neyse. Önerim şu polis köpeklerle gelirse… O zaman cesedimi çarşafa sarıp mezarlığa götürün, bir mezarı açıp içeri koyun, arada dua etmeyi unutmayın. Günahkar da olsam dua iyi gelir. Ölüler dua istermiş gelenlerden. Keşke küçükken camiye gittiğim yaz sabahlarına dönebilsem, en mutlu zamanlarımdı, günahkar değildim, çocuktuk, çabucak büyüsek diye düşünürdük, bağımsız olmayı… bana o hapı veren şerefsiz…nerden bulaştım o ite. O haplardan içmesem gece böyle geçmeyecekti.” “Kim o?” “Reşit. Muhtarın oğlu. Karı kız yal düşkünü Vay vay yakışıklı saygı değer matematik öğretmeni Reşit’e bak sen, sayesinde katil olduk.” “Keşke söylemeseydim, sakın ona bir şey yapma, yakalanırsın, hapiste çürürsün. Saniye Zarife’ye baktı, yardımın lazım kanka?” “Delirdin mi?” “Çok ciddiyim. Tavşan dönemi bitirdik nerdeyse, son iş o pislik! Akrep döneme tertemiz geçmeliyiz.” Hayri bu sırada ölecek gibi titriyor, acı çekiyordu, can çekişir gibi kımıldıyordu. “Bir de şey var, ben aslında yapmazdım bunu, Reşit bana hapı verdiği gün kardeşi Abdullah da oradaydı, Abdullah Zarife’den söz etti, Zarife bazı erkeklere veriyormuş? Sen çok yakışıklısın, sana kesik o, sana kesin verir, gık çıkarmaz, bana senin beni çok beğendini anlattı.” “Ne veriyormuşum?” “Ya bilirsin, işte. Şeker değil ya! Ama ondan güzel şeyler.” Saniye dedi ki: “Tamam, Abdullah da listemize girdi.” Zarife: Hayri abi çeneni kapat bence, öl, liste uzamasın! Tavşan dönemi iyice boka sokacaksın!” Hayri’yi birden ölüm korkusu sardı: “Ben sadece yanlış yönlendirildim, yardım çağırın, ölmek istemiyorum, yarın sabah bir bardak çay ve yumurta yemek istiyorum, domates, diktiğim domateslerden. Beni birileri dövdü derim, tavukları çalmaya gelen birileri. Zarife: “Saniye abini kurtaralım.” “Ya yardım çağırsak yolda ölür, buna ne oldu derler, her şey meydana çıkar. Hapse gireriz.” Hayri, bayıldı. “Ulan Reşit sana bunun hesabını sormaz mıyım?! Tatil için köye geldi. Bu işin intikamı olmaz mı? Bu naneyi birlikte yedik Zarife’m, ve birlikte devam edeceğiz. Tatlım, tamam mısın?” “Şey ben.. biraz düşünelim bence. Ruh sağlığımız normal değil bu gece.” “Bak abim orada, cesedi soğumaya başlayacak, sonra buz gibi olacak, kararacak, şişmeye başlayacak. Geçen hafta seslendi eve girer girmez, “Saniye, neredesin, neresin çık gel diye sesleniyordu, saklanmıştım onu korkutacaktım, şeker aldım sana dedi, gel bak, almamış yalan atıyormuş, yanına geldim, dün geç vakit nereye gittin dedi, tokat çaktı, bayılacağım sandım. Biri beni bir komşuda görmüş, komşu kadın da sohbet ederken benim onlara geldiğimden söz etmiş, kadın tarlada çalışıyormuş. Kız başka bir şey daha var, istediğin dar kot pantolonu aldım, köyde giymen yasak dedi abim, başka bir gün dar kot pantolonla komşuya gittim, abime demiş evden biri, evde de adamın torunu gelmiş yurt dışından, kendimi o çocuğa göstermek için kotu giyip gitmişim, bir tokat da o gün yedim. O çocuğun kucağına atlamaya meraklıymışım, o beni namuslu bir çocukla evlendirecekmiş, saçı uzun piçler kadına bakmazmış, zevkini alır çocukla ortada bırakırmış. O kot pantolon için günlerce çalışmıştı bir inşaatta, amele olarak. Güzel abimi yoldan çıkardılar. Bu Reşit. Karı kız yal düşkünü, onu senle kandıracağız.” “Nasıl?” “Pusu kuracağız. Sen yaltaklanacaksın, getireceksin onu, cinsel ilişkiye girecekmişsiniz gibi. Böyle bir şey, genel olarak.” “Ayyy çok adice, gebertecek misin onu, korkuyorum, üzülürüm. Ortada bir ceset varken sen ikincini hayal etmeye başladın, ruh sağlığın tekin görünmedi, sakinleşmelisin.” Bak abim orada, bak şuna, bana psikolog, terapist ayakları yapma.” “Sen haklısın ben de kanka, ama düşünmek lazım, acele kararlar verme.” “Benim için ölür müsün?” “Ölürüm.” “O zaman var mısın?” “Varım da önce şu ceset meselesi var. Öldü mü, net bilgi olmalıyız, yaşıyor mu filan?” Hayri, odasındaydı, aşağı, kız kardeşine seslendikten sonra içtiği biraların tesiriyle birkaç dakika oturduğu yerde aniden uykuya dalmıştı, sevdiği kızın uzaktan çekili fotoğrafına bakıyordu, berbat hissediyordu, zehir gibi acı bir his. Simsiyah bir duman, zift gibi içini karartan bir duman. Kız ona; “başkasına aşığım” demişti. Aşağı seslendikten sonra (yemek içini kız kardeşine ) cebindeki hapı çıkarmış, tam içeceği sırada çeşitli düşünceler geçmişti kafasından, uykuya dalmış ve bir kabus görmüştü, şu muhtarın oğlundan aldığı hap, kafa hapı avunun içindeydi, onu sıkıca tutuyordu, avucunu açtı, şeytana bakar gibi hapa baktı, “bak dostum bunun tamamın içme, kendini kaybedersin, kırıp iç” demişti Reşit, bu lanet kayıp gençlik arkadaşını da nerden bulmuştu, çarşıda denk gelmişti, birlikte çok vakit geçirmişti çocuklukta, kurbağalar vardı derede yüzmüşlerdi poturlukta (dikenlik) böğürtlen toplamışlardı, komşuların bahçesinden şeftali erik çalmışlardı, Kan ter içinde top oynayıp köyün çeşmesinde kana kana su içmişlerdi, inek gütmüşlerdi, bataklıkta sarı iç içekler toplamışlardı, çiçekleri vermeyi düşündükleri kızlara verememişlerdi utanmaktan, kurbağaya ip bağlayıp onu oyuncak araba ya da köpek gibi gütmek, yönetmek istemişlerdi, yoksulluktan siyah inşaat telinde at arabası, ya da fayton yapmışlardı sopayla kumanda edilebilen, birbirlerinin suçlarını ört bas etmişlerdi, birlikte gezip yaramazlık yaptıkları, eşeklere saatlerce binip evden çok uzaklaştıkları için dayak yemişlerdi, birbirinizle görüşmeyin, birlikte azıyorsunuz, yoksa dayak yersiniz demelerine rağmen görüşmüş, görüşmeye devam etmiş ve dayak yemişlerdi, birbirinin lastik ayakkabılarını ya da çizmelerini gerçek üstü bir kahramanın ayakkabılarına sarılır gibi sevmişlerdi, yalarcasına, birbirinin kazaklarındaki yırtık ya da yamalarına, kısa dandik ve çamurlu pantolonlarına aşık olmuşlardı, ağaca ya da elektrik tellerine konan karga sürüsünü taşla kovalarken birbirinin kafasını yarmışlar, cam kırp dayak yemişler, birbirini için suç işlemişlerdi, yalan söylemişlerdi, oyuna dalıp sığırları ekine daldırmışlardı, bahçeye, sonsuza dek birlikte, bu köyde can ciğer kalacaklarını hayal dip konuşmuşlardı, bataklıklarda, sağanak yağmur altında başlarının üstünde poşetle gezip sohbet edip sırılsıklam ıslanmıştı parkeleri. Birlikte lunaparka gitmekten kat ve kat zevkliydi birlikte bir şeyler yapmak köyün sıkıntılı basmakalıp sıkıcı kış günlerinde, tezek yakıp ısınmış yanakları kızarıp pembeleşirken tandır ekmeğini bölüşüp tereyağıyla yemişlerdi, tandır yanında, eski evde. Hapa bakarken düşsel çocukluk anıları kafasından, gözlerinin önünden film sahneleri gibi canlı, net geçiyordu, sesler duyuyordu, gülümsüyordu, içi, gözleri, dudakları, kaşları oynuyordu, yüzü usul usul şekilden şekle giriyordu, bazen kızıyordu; ama çocukluk arkadaşına duyduğu candanlık sürüyordu ve birden gözleri avucunda tutuğu hapa takılı kaldı, gözleriyle kıstırdı hapı, ayağa kalktı, açık camdan fırlattı hapı, aşağı iniyordu, kabusta gördüklerini yapar mıyım korkusuyla durdu, yok canım, aklım başımda, zarife su gibiydi, onu ne zaman görse içinde bir yakan sıcaklık hissederdi, kardeşinin onunla sohbet etmesinden hoşlanırdı, ama kardeşinin bu kızla sohbet ettikçe uçuk kaçık düşüncelere şeylere aktığından huzursuz olurdu, birkaç kez konuştuklarına kulak misafiri olmuş, genç kızdır, “ben de onların yaşındayken neler düşünmedim” deyip sohbetlerini şaşkınlıkla dinleyip dalıp ikisinin aykırı sohbetine kızgın bir demir gibi dalmamış, kızmamıştı. Hayri, uyandı, sıkışık hissetti, toprak kokusu hissetti, sesler duydu, Zarife ve kız kardeşi… Meğer kendisini odasında görmesi rüyaymış ve kabus gerçekmiş. “Ya belki canlıdır, gömmesek” dedi Zarife. “Gebersin, bana baskı yapıp duruyordu, ben onun hizmetçisi olmaktan istifa ettim.” “Hem istifa ettin hem katil oldun ama?” Saniye güldü: “Tavşan dönem bitmeli tatlım.” Hayri, “bu olanlar rüya olsaydı keşke diye düşünüyor, konuşmak istiyor, ses çıkaracak gücü bulamıyordu kendinde. “Bak Zarife, cinayete yardım ettin, beni ihbar edersen sen de yanarsın, çeneni kapalı tut.” Zarife, ona çok sinirlendi. Kaç yıllık dostlardı, bu laf çok zoruna gitmişti, bu deliliğe, bu suça ortak olmak istemiyordu zaten, patladı: “Kendin göm o zaman onu!” Küreği bıraktı. Saniye, yerden küreği alp onun kafasına indirdi arkasından, Zarife yere yıkıldı, acıyla kıvranıyordu. “Ceset birken neden iki olmasın, birini öldürdüm zaten, iki olmuş ne fark eder. Tavşan dönem biter, akrep dönem de biter, bir taşla iki kuş vurmuş olurum.” Saniye, küreği üçüncü kez indireceği sırada lafına devam ediyordu: “Hapse girmeyeceğim kızım, uzaklara gideceğim, asla hapse girmeyeceğim…iş bulacağım hizmetçi olarak… evleneceğim… melek gibi bakan çocuklarım olacak…” Gözü kararmıştı, şeytani siyahlık.. kendini kaybetmişti, böğürtü çıkararak bütün gücüyle küreği indirecekti, rock şarkıcısı gibi güçlü bir böğürtü çıkarıyordu, yaralı bir öküz gibi Kendine gelen Zarife küreğin geldiğini hissetmiş, kendini yana atmıştı, yuvarlanmıştı. Yürekli bir adamla sevişir gibi dönme hareketiydi bu, bir başbakanı mecliste öldürmeye çalışan adam gibi dönmüştü yerde. Ve Hayri son gücüyle kolunu kaldırdı toprak arasından ve Saniye’yi ayak bileğinden yakaladı, kelepçe gibi, çekti çukura, saniye yukarda manzarayı seyrediyordu, Hayri, ölmeden önceki son kalan gücüyle iki eliyle Saniye’nin boğazını sıkıyordu. Zarife, müdahale etmedi. Etmek istedi içi ama beyni hayır diye çığlık attı, Saniye bokun tekiymiş, ölüm gitmesi dünya ve kendisi için faydalı olan diye düşündü, manzarayı fazla izlemeyi kaldıramayacaktı ve ağlayarak oradan kaçtı. Zarife oradan kaçtıktan epey sonra Saniye gözlerini açtı, ölmemiş, sadece bayılmıştı, bir an öteki dünyada olduğunu düşündü, “mal abim beni öldüremedi” diye düşündü sevinerek, Hayri ölmeden önceki son deli kuvvetiyle, adrenalin gücüyle Saniyenin başını boyunduruk altına almıştı yani koluyla boynu sıkmıştı, ve kol biraz gevşeyip kelepçe gibi, heykel gibi donup kalmıştı. Teknik olarak; meşhur Türk seri katilin yakalandıktan sonra dediği gibi; “onları boğmak için yarım saat bütün gücümle ipi sıkıyordum.” Seri katilin dediğine göre bakarsak birini boğmak için epey uğraşmak gerekirmiş, yani filmlerde gösterildiği gibi maktulün boğazını beş on dakika sıkmak onu öldürmeye yetmiyormuş. Her neyse, o seri katilin romanını yazdığımda okursunuz olanları. Saniye demir gibi kaskatı kesilen koldan başını çıkarmak için çabalıyordu, az bir mesafe vardı; bir türlü başını çıkaramıyordu, kan ter içinde kalmıştı. Sırt üstü uzanıyordu çukurda. Bir yolu olmalıydı, bu şekilde, abisinin elinden kurtulmuşken…burada günlerce açlık ve susuzluk çekerek azar azar ölmek en korkunç olandı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |