..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Anlamak beğenmenin başlangıcıdır. -Spinoza
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Aşk Romanı > İsa Kantarcı




17 Ağustos 2024
İki Kız Bir Erkek 10  
İsa Kantarcı
GENÇLİK.................


:AAA:
ONUNCU BÖLÜM


Zuhal, epey süredir bir cep telefonu istiyormuş, derslerinde başarılı olunca annesi buna bir cep telefonu almış. Zuhal’ın babası iş kazasında ölmüş, annesi bahçede yetiştirdiği sebzeleri satarak ve ineklerden elde ettiği süt, çökelek, tereyağı satarak yetiştirmiş üç çocuğunu. Komşularının ya da başka köylünün tarlasında çalışmış. Evin en küçüğü Zuhal, diğer ikisi erkek, gurbete çalışmaya gitmişler. Onlar eve para göndermeye başlayınca durumları iyiye gitmiş; ama sonra oğlanlar kız bulup evlenmişler ve evi unutmuşlar. Ana kız birbirine daha sıkı sarılmışlar. Bir akşam vakti Zuhal annesine yalvar yakar aldırdığı cep telefonunu kurcalarken, (bir sürü özelliği var, kullanmasını öğrenmeye çalışıyor) telefon çalıyor, şaşırıyor, kimseyi aramamış henüz, açıyor telefonu, tanımadığı biri. Yanlış numarayı aradınız diyor kibarca; ama karşı taraf onu lafa tutuyor, Zuhal de boş bulunuyor, konuşacak kimsesi yok, yalnızlık acısı çekiyor ve karşı tarafın ses tonu yürek okşayan cinsten; duygulu, mıknatıs gibi içine çekiyor, bu şahıs düşünceli, ince konuşuyor. Sözleri kullanmasını biliyor, uğur böceği gibi konuşuyor ve laf uzuyor, genç adam espriler yapıyor. “Ne hoş sesiniz var, iyi ki de yanlış aramışım, ömrümce doğru kişileri aradım da ne oldu, kuyumu kazdılar. Sizden hiçbir şey istemiyorum, hayallerinizin arkasındayım.” Zuhal, annesi çağırınca telefonu kapatmış. Ertesi gün yine, bir ertesi gün yine konuşmuşlar. Üçüncü gün, gece vakti Zuhal’i konuşurken yakalamış annesi. Şoke olmuş, kızı birin mi buldu, bu muhabbet ne böyle?
“Hem telefonu kırarım, hem kafanı! Tanımadığın ya da tanıdığın adamlara güven olmaz! Onunla konuşmayacaksın bir daha.”
Zuhal, ağlamaya başlamış: “O çok iyi biri, ondan zarar gelmez” diye diretmiş.
Anne, “ara onu, ben konuşacağım onunla, sen de ses etme; dinle.”
Anne karşı taraftaki adamla konuşmaya başlamış, onu sorgulamaya. Genç adam sinirlenip kontrolünü kaybedip küfürler yağdırmaya başlamış. Zuhal, ayılmış, onun numarasını engellemiş. Bu gece telefonuna bir mesaj gelmiş. “Evin aşağısındayım, az gel de konuşalım” demiş. Baltayı arkasına saklayıp konuşmaya gitmiş, annesine haber verecekmiş; ama olay büyümesin diye dememiş. Çekip gitsin diye, “bir daha beni arama, benden uzak dur” diye konuşacakmış, meseleyi güzellikle halledecekmiş. Karanlıkta çok zayıf ve ufak tefek birini görmüş. Yahu bu 13 yaşında görünen bir çocuk gibi biri. Telefonda 1:80 boyunda olduğunu söylemişti, menekşe yeşili gözleri vardı, e bu ne? Zuhal ince ve uzun kız, genç adam kızın yanında çok kısa kalıyor gibi. O telefondaki canım ses ve bu fizik hiç uyuşmuyor, o romantik sözler bu bücürden mi çıktı?
“Kimsin len!” diye sormuş.
“Bir daha beni arama, buraya gelme, seni çok fena döverim ya da başkaları döver!”
“Beni sevgili gibi sevmek zorunda değilsin, dost olalım.”
“Mümkün değil.”
“Sen dostum olacaksın, başka çaren yok.”
Zuhal bir tokat patlatıyor.
“Dostluğu kabul etmiyorsan benden günah gitti! Benim olacaksın” diyor genç adam, belinden bıçak çıkarıyor, “gel benle; yoksa öldürürüm seni, anneni de.”
“Git bak kötü olur!”
Genç adam onu bir koldan tutup çekmek istiyor. Zuhal, arkasına sakladığı baltayı bir savuruyor, gen adam atik davranıp başını kaçırmak istiyor; ama bir kulağı kaptırıyor.

Keskin balta jilet gibi kesip biçiyor kulağı, başta hiçbir şey hissetmiyor; ama az sonra; “yandım anam!” diyor, iki eliyle kanayan kulağını tutup kaçıyor. Zuhal dona kalıyor. Yardım etmek için peşinden koşacağı sırada duruyor, aklına kesik kulak geliyor, kulağı arıyor, az sonra onu bulup cebine koyuyor, baltayı da alıp fırlıyor, onun gözden kaybolduğu yere gidiyor, sesleniyor: “Kaçma, gel, sana kesik kulağını vereceğim. Korkma, gel bu işi güzellikle halledelim. Seni kulağınla hastaneye yetiştirmemiz lazım.”
“O kulak senin olsun, seni kaçırıp zincire vuracağım.”
Sesin geldiği yöne giderken düşüyor, tepe taklak oluyor.
Hiçbir sözüne inanmadım, çaktırmıyorum.
“Aslında amacım diğer kulağını da koparmak. Çünkü son dedikleri çok canımı sıktı.”
“Bence sen evine git.”
“Yok, onu bulacağım. Çok hızlı koşuyor, av köpeği gibi.
Yoksa onu yakalardım.”
“Seni evine bırakalım.”
“Olmaz, bana tecavüz edeceğini söyledi. Ona bu gece iyi bir ders vermem lazım, anlasın kiminle dans ettiğini. Saklanıyor, onu bulamayacağımı sanıyor. Bu işi oyun olarak görüyor, beni takip ediyor. Buralarda bir yerde olmalı. Muhakkak bir saldırı yapacak.”     
“Kaçıp gitmişse? Bence kaçıp gitmiştir.”
“Yok, buralarda bir yerde, hissediyorum.”
“Biz seni evine götürelim, başına kötü bir şey gelmeden.”
“Yok; ben ona bir ders vereceğim.”
Benle oyunun nelere mâl olduğunu görmeli.
Hadi çirkinsin, kısasın, bir şey demedik. Ama hep yalan dolan. Sürekli. Adam olsaydı dostum olurdu. Acımıştım o fareye.”
Zuhal, derede elini yüzünü yıkayıp geldi.
Ayak sesi duyuldu.
Gelen Melek!ti.
Zuhal ve Melek ortaokuldan arkadaştı. Kucaklaşıp öpüştüler.
“Nereye kayboldun?” dedi Seher.
Dolaştım, eve gittim, ses çıkarmadan eve girdim, babam televizyon izliyordu, onu korkuttum, çok kızdı, küfürler yağdırdı, kafama takılmıştı, onunla arkadaşlık yapayım dedim, canı sıkılıyordu, haydi kampa gidelim dedim, gelemem dedi, gelirsem Seher’e kızıp orayı dağıtırım.”
“Zevzeklik ettin.”
“Gelmeyeceğini biliyordum, gönlünü aldım. Ne yapıyorsunuz orada dedi, takılıyoruz, gece çok güzel dedim, muhabbet ediyoruz. Yarın da oradayız, oradan bıkana kadar, bize izin verirsin, değil mi dedim. Umurumda değil; isterseniz eve hiç gelmeyin. Ciddi misin dedim, evet dedi, zincirini kıran köpek gibi dışarılarda kalmak olur mu dedi. Orada gençlerle ortam başka baba dedim, biz insan değil miyiz? Gençliğimizi yaşasak ne olur, sen genç olmadın mı? Anlayış gösterdi, yumuşadı. Peki dedi, kalın istediğiniz kadar; ama evden ekmek yemek almak yok. aç köpek gibi kalacağız orada öyle mi, sen haz mı alacaksın, gülmeye başladı bu kez. Baba çok ilkelsin dedim şakadan, bir şekilde uçup gideriz evden, o zaman çok ararsın bizi. Sonra ağladı, gidip ona sarıldım. Geçen seferki kapışmadan dolayı çok kırgın ve kızgın. Ona dediğin lafları deyip deyip durdu, ben babamla asla böyle konuşmadım dedi, çok üzüldüm haline.

Seher, kulaktan, olaydan söz etti, Melek de: “Hani nerde, gösterin?” dedi. Zuhal, kulağı çıkardı. Melek, eline aldı kulağı: “Vay be, bu gerçek bir kulaksa eğer, anlamanın tek yolu altını dişler gibi dişlemektir” dedi, ısırdı, çiğnemeye başladı kulağı. Şoke olmuştuk. Melek kulağı birden Seher’in ağzına dayadı: “Sıra sende muşamba suratlı!” Bastırıyordu, ilk kan aktı ve bu gece oluk olup kan akacak, ye şunu!”

Seher itti, direndi, Meleği tutup çekmek istedim, Zuhal, beni tutup çekti, karşı koydum, baltanın sapıyla kafama vurdu.
Melek geri durdu, kulağı çiğniyor, gülüyordu. Seher ise ağzındaki şeyleri tükürüyordu.
“Seni öldüreceğim kardeşim!”
“Gerçek değil ki bu.”
Zuhal de kulağı alıp çiğnemeye başladı: “Canı çekti annemin. Anneme pasta yaparken Melek geldi, gel kamp kurduk dedi, böyle bir şaka ayarladık.”
“Şakanıza başlarım!” dedi Seher, Zuhal hemen kaybol buradan!”
“Özür dilerim Seher abla.”
“Kabul etmiyorum!”
“Ya zaten fazla kalmayacaktım ki, anneme Melek’lere gidiyorum, az oturup geleceğim demiştim, Melek çok ısrar etti, bu şaka onun icadı.”
“Öyle mi kardeşim?”
“Öyle?”
“Peki, bir süre bizle takılırsın.”
Zuhal şöyle dedi: “O bücür çocuk olayı gerçek ama. Buraya geleceğini söyledi.”
Epey sohbet ettik ve Zuhal’in eve gitme vakti geldi, Melek yorgun hissediyordu, uzanmıştı, bizle gelmek istemedi, Zuhal ile yol çıkacaktık.
Seher şöyle dedi: “Ne yalan söyleyeyim, bu kulak işinin şaka olması bende hayal kırıklığı yarattı. İyiydi, güzeldi hikaye, tehlikeliydi; ama zırt bitti.
Zuhal: “Böyle hemen final yapmayacaktık; ama Melek sonlandırdı.”
İlerledik. Uzun bir süre sessizdik.
Zuhal dedi ki: “Seher abla bu ara depresyonda, annesi bize gelip annemle sohbet eder, dert yanar.”
“Normal olmayan kim var ki?”
“Orası öyle tabi. Sen ona vurgunsun galiba.”
“Yok ya.”
“O sıkıntıdır, bence uzak dur ondan, kendini bulamadı, hayatta ne yapmak istediğini bilmiyor, onu iyi bilirim, sen iyi birisin. O sevdiği erkeğin bütün güzel enerjisini sülük gibi çeker alır, doymaz.”
“Hep evde misin?”
“Lokantada çalışıyorum, garsonum, adamın sigarası bitmişse bana aldırıyorlar, yapılacak iş değil. Ama ne yaparsın, para için katlanıyorsun. Şapşalın biri var, beni seviyor, arkadaşı ona diyor ki: Oğlum seviyorsan git söyle, çiçek al. O şapşal da diyor ki: Ben anneme bile çiçek almadım, ona neden alayım? Bunu duydum, iğrendim ondan. İnsan uzaktan da sevebilir, en iyisi bu olsa gerek. Bir onla muhatap olacaktım, şansını kaçırdı. Ama yalnızlık zor bazen. Birini sevmem gerekecek, ciddi biçimde, buna değecek biri olsa bari.”
“Umarım. Sana dua edeceğim.”
Güldü sevinerek: “Teşekkür ederim. Arkadaşlık etmeyi seviyorum, hiç erkek arkadaşım olmadı. Kız arkadaşlarım bir sürü sevgili edindi, ben bir ilişki bile yaşamadım.”
“Çok parlak bir şey değil.
“Öyle diyorlar onlar da heyecanları gidince. Lanetler okuyorlar. O zaman seviniyorum iyi ki yalnızım diye. Evlilik bana çok ters geliyor.”
“Neden?”
“Sabah solumdan kalktım, yüzüne gülümsemek zorunda değilim. Bu kız çok suratsız diye düşünür, kahvaltı yapmak gelmez içimden, yapmam. O yapmak ister. Bu kızın nesi var der, hasta. Kendime dayanamam bazen, başkasına nasıl dayanırım?”
“Zamanla bakış açın değişir. Sen de sert bir kızken yumuşak bir kız oluverirsin.”
“Sevdim bu kelimeleri. Sen insan ruhundan anlıyorsun?” “Beni yanında ne olarak görmek isterdin?”
“Bilmem.”
“Açık konuş. ‘Sevgili’, ‘kardeş,’ ‘komşu kız,’ ‘dost kız.’ Sadece seç birini, oyun gibi düşün.”
Çekiciydi, ‘sevgili’ demek içimden geçti.
“Dost kız” dedim.
‘Sevgili’ demek istedin, diyemedin.”
Güldük.
“Ben aşık olunca onunla birlikte yaşamak isterim. Evlenmek gerekmiyor ki.”
“Sözünü ettiğim aşk sayılmıyor.”
“Neden?
“İnsan aşık olunca evlenmek ister çünkü.
Annem düşüncelerimi bilmiyor. Bilse çok kızar. Ben bebekleri çok severim. Sağlam, güçlü bir erkeği sevmek isterim, babamı hiç görmedim, fotoğraflarda gördüm, abilerimi de küçüklüğümden hatırlarım. Bir devlet dairesine bir yere annemle bir işi halletmek için girdiğimde garip bakıyorlar, bazen annem bir şey diyor şiveyle, aptal köylü karı diye düşündüklerini biliyorum. Annem doğal, basit biridir. Okuması yazması iyi değil. Kadını çok kolay ezebiliyorlar, başında bir erkek olsa başka. Polis olurum herhalde, kafaya koydum. Ama sinirlenirim, vururum birini. Biri tokat atar, bir yumruk, zımbalarım onu kurşunla yere.” Güldü. Küçükken polis olmak isterdim. Simental cinsi inek alıp üretmek, sütünü satmak. Böyle bir hayalim var, 5 tane olsa, sonra 10. Anneme diyorum, koca ahır yapmak lazım, yaparız diyorum, sütü, eti fazla bu ırkın, yerli ırklar öyle değil. Bir de keçi işine girdik mi, koyun da olabilir. Diyelim ki ben üniversite bitirdim, ki bitireceğim, veteriner olacağım, mücadele lazım. Umarım günün birinde gücüm tükenmez.”
Sustu.
“Güvenebileceğim tek arkadaşım Melek. Onunla aynı sınıftaydık, o bıraktı. Bir çocuk vardı, onunla çok iyi arkadaştık. Bebeksi bir arkadaşlıktı.
“Bu bebeksi arkadaşlık demeni anlamadım? Ruhsal teması mı kast ettin?
“Hah! Dile getiremediğim buydu dedi, evet ruhsal bir zevk verirdi çocuk. Ağzı çok laf yapmazdı; iyi hissettirirdi. Ruh nedir? Ben ruhumu görmek isterdim. Ruhu nasıl görebiliriz?”
“Bilmem.”
“Neye benzer?”
“Işık gibi beyaz bir şey sanırım.”
“Melekler ne benzer?”
“Kanatları varmış.”
“Rüyanda hiç gördün mü?”
“Hayır.”
“Şeytan neye benzer? Şeytan insanı nasıl ele geçirir?”
“Yavaş yavaş ya da bir anda.”
“Seni ele geçirdi mi?”
“Arada.”
“Ondan kendini nasıl korursun?”
“Annem bazı şeyler öğretti, dua filan. ‘İçinde pis şeylere yer verme’ gibi öğütler.”
“Benim hep düşündüğüm şeyler bunlar, kafamda canlandırmaya çalışırım. O çocuk taşınınca okuldan ayrıldı. Bir parçam da onunla gitti. Annemin öğrettiği dualar işe yaramadı. O salak zaten aptal ve kötü kızın birine meylederdi. Görünce sinirlenirdim. İkisi de pataklamak isterdim sopayla. Karpuz yetiştirebilirim, sera kurmak lazım, adamın biri kekik aromalı karpuz yetiştiriyor serada, karpuzlar bir kiloya gelince damla sulama sistemiyle doğan topladığı kazanlarda kaynattığı kekikleri veriyor karpuzlara, ayrıca pekmez de veriyormuş, ne pekmezi demedi, ama keçi boynuzu pekmezinin bitkileri deli dehşet hızla büyüttüğünü biliyorum. Adam o karpuzları kilosu 6 liradan satıyor. Müthiş talep varmış. Bir diğer üretici: Topraksız çilek ya da marul üretimi diye bir şey var. Çok yere gerek yok, raf raf yapmış adam. Satın aldıkları marullar acıymış, tatlısını üretelim demişler, işe böyle girmişler. Topraksız biçimde üretiyorlar serada. Sera kursam bana yardım eder misin?”
“Ücretimi ödersen neden olmasın?”
“Seversek birbirimizi, evlenirsek?”
“Olur olur, kaderse varsa olur.”
“Bu kader şeysini de anlamıyorum.”
“Bizim tarlada iyi mısır olur, annem onları pazarda satar. Bazısı çok alır. Sahilde dört tekerli arabalarda haşlayıp ya da közleyip satıyorlar. Ben yapsam o işi diyorum. Annem gecelerde kalıp başıma bir şey gelir diye korktuğundan sen beceremezsin o işi diyor. Sence ben ne iş yapmalıyım, buraya ne gider?
“Koyun işinde iyi para varmış, yaptığın yatırımı 2 senede çıkarıyorsun diyor üreticiden duydum. Belgesellerde gördüm, internette okudum. On koyun, 2 koç alıp girsen bu işe mesela, öyle koskoca bir ağıl yapmana gerek yok.”
“Ya bizim altı inek var, bakması çok zor.”
“Onlar hazine. Ahırın sahibi sen olsan?”
“Bambaşka olur, ahıra sevinçle girerim.”
“Sahip ol o zaman. Annen seni motive etmesini bilmiyor. Annende güven duygusu yaratman lazım. Çünkü ondan kendini, düşündüklerini saklıyorsun.”
Güldü: “Doktor gibisin. Sevdim seni! Bazı köylüler var, sütlerini şehirde belli müşterilerine götürüyorlar, küçük ticari araçla, ta kapıya kadar, sütün parasını alıyorlar kapıda, pazarda beklemek derdi yok. Annemin pazarda canı çıkıyor. Bir ehliyet almam lazım, bu işi yapabilirim, anneme bir şeyler kanıtlamalıyım.”
Eve geldik. Tek katlı bir evdi, sıvası yoktu,
“Bekle az dedi, evin bir tarafına gitti.
Evin çevresi koca koca ağaçlarla dolu, yanda bir ahşap ev var, eski, sanırım ilk evleri bu olmalı, sonra tuğla ev yapmışlar. Bu ahşap evde yaşamak isterdim. Tahtalar gıcırdar, tahta kokar. Ahşap evler çok ilgimi çeker, kayıkhanedeki ahşap kulübelere bile bayılırım. Issızlıktaki ormanlık alanlarda köpekler için kulübeler yapar bırakırlar. Onlar bile bana yaşanılası gelirdi bana.
“Bizim kümesten.” Poşeti uzattı, “Seher ablaya ver. İçinde 10 yumurta var.”
Bir süre onu hayranlıkla izledim, içi çok güzeldi, umutları, hayalleri, tazeliği, bastım, İlerliyordum.
Koşarak gelmiş, bir omzuma dokundu.
“Bir şey unuttum.” dedi.
Gülmek geldi içimden: “Nedir?”
“Sana sarılabilir miyim?”
Birbirimize sarıldık. Bunu çok istemiş; ama söyleyememiştim. İçim ferahladı.
Bir süre sık sıkı öyle kaldık, yanaklarını öptüm ve beni bırakıp güvercin gibi fırlayıp gitti.
Biraz yürüdüm ve toprağa oturdum, duygulanım halini korumak ve hissetmek istemiştim, yürüyerek onu harcamak istemedim, bir süre meditasyon yapar gibi durmaya karar vermiştim. O sihirli şeyi iyice hissetmek…
Gökyüzündeki aya baktım. Bir cırcır böceği ötüyordu. Evden sesler geldi, ayağa kalkıp baktım, kapının ışığı yanıyor. Bir adam sesi ve Zuhal’in sesi.
“Nerdeydin?
“Seni ilgilendirmez. Çekil önümden.”
“Dur yeğenim, konuşmamız lazım.”
“Bırak kolumu!”
“Bırakmam. Nerdeydin?”
“Biraz gezdim; sen bana karışamazsın tamam mı?”
“Bak sabah biri bana seni sordu, evin önünden birkaç kez geçti.”
“Nasıl biri?”
“Bücürün teki, çocuk gibi bir genç adam. Ne yapacaksın onu dedim?”
“Hiç dedi, okuldan arkadaşım. Nerdeyse dövecektim onu. Şimdi anlat bana, kim bu bit, neden dolanıyor burada, senle ne alakası var?”
“Kolumu bırak!”
Adam inledi; “ah başım!” diyordu, “başım gitti... Kaçma kız… gel buraya konuşacağız…”
Zuhal, koşarak geliyordu bana doğru. Yanımdan geçiyordu, ses verdim, durup baktı. Gel işareti yaptı. Biraz koştuk ve ekin tarlasının içine dalıp saklandık.
“Annem endişelenmiş. Telefon etmiş Seher’lere, burada yok demişler, o da dayıma bak demiş. Biri beni kaçırdı diye düşünmüş. Dayım dediğim tip de benden 3 yaş büyük. Malın teki. Evden çıkarken annemden izin almadım, izin vermezdi. Melek odamın camına tıklattı.”
“Şimdi ne olacak?”
“Güldü: “Evine gider, yarın sanayide işi var.”
“Annene iyi olduğunu bildirsen.”
“Yok; dayım söyler. Ölürüm de bu gece kalmam o evde.”
Kendini babam yerine koymayan çalışan pislik, içmiş, kokuyordu, kafası güzel. Hayatta hiçbir şey değil; olamadı, sen mi beni koruyacaksın. Kimsin ki sen, adi herif! Bir gram iyiliği yoktur bana, küçükken beni olur olmaz sebeple döverdi. Hiç sevmem onu. Bir kere de bizi önemsediğini görmedim, bir hediye getir, bir iş yap; yok. Annem ondan yardım istediğinde bir yalan atar; gelmez.”
Kadın sesi duyduk.
“Bu annem.” dedi Zuhal.
“Lan it, kızı neden kaçırdın, onu getir demedim mi?”
“Ya abla, itti beni, konuşacaktım. Başım fena çarptı duvara.”
“Defol git lan, bir daha da gelme buraya, senden yardım istedim; her şeyi berbat ettin!”
“Kusura bakma abla.”
“İçmişsin bir de, seni hergele!”
Dayı, uzaklaşıp gitti. Anne kapıdan seslendi, ağlıyordu:
“Ah Zuhal kızım neden böyle yaptın, dayının başını yardın, sen iyi bir kızdın, sana ne oldu, gel anlat derdini, gel haydi, seni bekliyorum. Lütfen gel.”
Zuhal şöyle söylendi: “Of, gitsem mi… içim acıdı. Annemi üzmek istemem. Çok üzülürüm…”
Zuhal bağırdı: “Ağlama anne, ben kötü bir şey yapmadım, az hava alayım diye çıktım.”
“Tamam; gel içeri.”
“Sabah gelirim.”
“Aklım sende kalır.”
“Kalmasın; sabah görüşürüz, bir komşuya gideceğim.”
İlerliyorduk.
Eh, artık zincirleri kırayım artık. Sabır sabır. Bu annem üzülmesin şeysi de hasta etti beni. Tarih yazacağım ben.” Güldü: “Anne şeysi engel.”
“Ne tarihi?”
“Tarih yazan insanlar sokaklarda yetişir, piçtirler. Çete, örgüt, mafya kurarlar.”
Kavgadan gelirler ve kavga etmeyi iyi bilirler. Bu kimseler ilginç boyutlara gitmekten çekinmezler, delidirler, onları unutulmaz yapan, başarılı kılan budur. Bazen beni hasta ediyor bazı sevgiler. Can çekişen ve ölen bir hasta gibiyim bazen, ölü bir süreç yaşarım, boğulan biri gibi, bu süreçte enerjim bitiktir, gücüm yetersiz, farkındalık bitik, cansız durumda kalırım, dayanırım bu berbat hale ve belli bir zaman sonra suni teneffüsle hayata döndürülen hasta gibi kendime gelmeye, canlı nefes alıp vermeye başlarım.”
“Dayının başına ne yaptın?”
“Ben ona bir şey yapmadım ki. Koldan tuttu, ittim, düştü. Kaza.”
Sustu.
Az sonra ağlayacak gibi dedi ki: “Ya aslında dayımı çok severdim. Hiç böyle olmamıştık. Keşke ona itmeseydim, ağlamaya başladı, ben bu duygusallıkla tarih yazamam, bir şey olamam. Onun iyi yönleri de var. Sinirden neler dedim.”
Karşıda biri vardı. Aniden fark ettik onu. Zınk diye durduk.
Ses geldi: “Zuhal, kaçma, az gel konuşalım” dedi dayı,
“Yanındaki kim?”
“Sevgilim.”
Bir ses geldi: “Neler oluyor orada?” Kenan’dı bu.
Dayı bize doğru geldi. Bana ters ters baktı. Dayı benden uzun ve yapılıydı. Bana dalacak gibiydi.
Kenan tam bu sırada geldi: “Hasan, seni İsa’yla tanıştırayım. Seher’i okulda korumuştur, harika biridir.
Dayı: “Hı, bu iyi oldu.” Bana elini uzattı, el sıkıştık.
“Onları rahat bırak, ben sana eve git demedim mi kardeşim, kafan güzel, çok içtik, bırak çocukları, takılsınlar, kamp yapıyorlar derede. Melek de orada. Zuhal sabah döner, tasa etme. Bak işine.”
Kenan, onu koluna girdi, onunla uzaklaştı oradan.
Kenan olmasaydı dayıyı yere sermeye kafaya koymuştum. Neyse ki kavga çıkmadı. Kafası güzel adamı dövmek kolaydır.
“Kavga olsa dayımı dövmeye gücün yeter miydi?”
“O bana yumruk atana kadar ensesinde Trabzon ekmeği pişiririm.”
Zuhal, delice gülmeye başladı.
“Ama o yıllarca lisanslı boks yaptı, seni hurda haşat eder.”
“Ben de güreş bilirim. Ellerim ayı pençesi gibidir, bir yakaladım mı işi biter.”
Geriden ses geldi, Hasan ve Kenan geliyordu. Bekledik.
Hasan’ın gözleri yaşlıydı.
“Zuhal sen git, biz İsa’yla bir şeyler konuşacağız, sen kampa git, İsa gelir” dedi Kenan.
Zuhal gitti. Hasan çocuk gibi ağlamaya başladı.
“Neyin var Hasan kardeş?” dedim.
“Ya” dedi Kenan, “canı sıkıldı, tam evinin yoluna girdi, köpek gibi ağlamaya başladı, ne yapacağımı bilemedim, kendimi öldüreceğim dedi, bana söyledin gibi uygun şeyler söyler de içi rahat etsin.”
Ne diyeceğimi bilemedim.
Hasan şöyle dedi ağlayarak: “Hayatım berbat. Sorunlarımı çözmem lazım. Ümit yok. İnsan yalnızca acıyla büyür dedi iş yerinden bir arkadaş. Bu acılar canıma tak etti. İyi şeyler olsun istiyorum; ama olmuyor, mücadeleden yoruldum. Sanayine çalışmak çok zor. Bir kız sevdim; vermediler, kız benle ilişkiyi gizlice sürdürdü, şehirde oturalım dedi, kirayı nasıl vereyim dedim, ben çocuk büyüteceğim dedi, tek ben çalışırsam geçinemeyiz dedim, sonra pes etti, gelecek yok dedi, paran yok dedi, en iyisi ayrılalım, terk etti beni, parası olan bir adamla evlendi. Onu unutamadım. Babam yok, annem yok, onlardan kalma eski evde oturuyorum.”
“Aşk acısı zamanla geçer. Bence sen gayeti güçlü, dirayetli birisin. Mücadeleci birisin.”
“Nerden anladın?!” dedi şaşkınlıkla.
“Öyle hissettim.”
“Sen motivasyonu yüksek birisin. Tuttuğunu koparan birisin. Yalnız sorun şu; fazla bira içtin, zihnin geçmişe gitti, kafan bulandı, unuttuğun kızı hatırladın, zihnin kontrolden çıktı. Aslında sen bu değilsin. Şimdi kafan uçtu. Uçtuğu için her şeye olumsuz ve duygusal açıdan baktın, çok karanlık hissettin. Bütün mesele bu.”
Hasan, büyülenmiş gibi baktı bana. Gülümsedi: “Evet ya, evet ya! Başta harika hissediyordum.” Gülmeye başladı. Güldü ve rahatladı.
“Tamam; biz gidelim” dedi Kenan, “sende bir ışık var.”
“Yok; kitap okumanın faydası, yoğun sevgi, biraz sezgi.”
Onlar giderken oradan uzaklaştım. Sonra Zuhal koşarak yanıma geldi.
“Ne oldu?”
“Hiç.”
“Çok merak ettim?”
“Sohbet. İyi biri dayın. Arkadaş olduk.”
“Hadi be, kimseyle arkadaş olmaz ki o.”
“Benle oldu.”
“Hayret. Ne yaptın ona?”
“Hiç.”
“Bir şey yaptın?”
“Yok; sohbet ettik.”
“Ne yaptın?”
“Bilgi verdim.”
“Ne bilgisi?”
“Hayata tutunma bilgisi.”
“Nasıl yani?”
“Gazete okur musun?”
“Yok; zaman kaybı.”
“Haber izler misin?”
“Kötü haberler moralimiz bozuyor, asla izlemem.”
Sessizlik oldu.
“Aslında dünyayı gezmek isterdim; ama burada küçük sorunlarla boğuş dur. Kendini kanıtlayınca da sorun bitmiyor ki.”




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın aşk romanı kümesinde bulunan diğer yazıları...
İki Kız Bir Erkek
İki Genç Kız Sohbet Ederken
İyi Kızlar Aşık Olur 1
Köylü Kız Kezban
İki Kız Bir Erkek 4
İki Kız Bir Erkek 3
İki Kız Bir Erkek 5
İki Kız Bir Erkek 7
İki Kız Bir Erkek 12
İki Kız Bir Erkek 11

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Murat, Mevlüt, Muzaffer ve İsa
Kurtlar ve İnsanlar
Silikon Kadın
Vahşi Ormanda Tek Başına 3
Vahşi Ormanda Tek Başına 2
Vahşi Ormanda Tek Başına
Sokakların Ruhu
İki Kız Bir Erkek 14
Kurtlar ve İnsanlar 6
Silikon Kadın 2

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Göğsümde Ateş Böceği Gibi Parlayacak [Şiir]
Şimdi Yak Bir Sigara [Şiir]
Bir Kadının Gelişim Süreci [Şiir]
Remzi [Şiir]
Rüya Tarlasında Bitmiş Bir Kız Gördüm [Şiir]
Sahil Olduklarını Hatırla [Şiir]
En Güçlü Yerin [Şiir]
Seni Mutlu Edeceğim [Şiir]
Birds And Girls [Şiir]
Kapı Açan, Cebrail [Şiir]


İsa Kantarcı kimdir?

yazar

Etkilendiği Yazarlar:
jack london


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.