Yaprak ve Kuş
(Mustafa Cilasun) 21 Şubat 2007 |
Doğa ve Dünya |
| |
Hayatı yaşarken, bir çok nesneye ihtiyacımız olabiliyor.
Kabul ve retlerimiz, zamanla değişebiliyor.
Ahirimiz ve zahirimiz, zihnimize denkliğini kaybedebiliyor. Teslimiyet ve sadakat, kişilik yapısına göre önemlerini kaybedebiliyor. |
|
Toplum Reaksiyonu
(Mustafa Cilasun) 21 Şubat 2007 |
Toplum |
| |
Yaşadığımız toplumda, milletin fertleri olarak, müthiş bir kültür erezyonu yaşamaktayız. Millet ve devlet tutarlılığımız, zaman zaman inkıtaya uğruyor. Bireyler çaresizlik ve perişanlığı aynı anda yaşıyorlar. |
|
Tespit ve Teşhisler
(Mustafa Cilasun) 21 Şubat 2007 |
Toplum |
| |
Toplum olarak, meselelere bakarken tahkik yeteneğimizin ihmal edildiğini görmeliyiz.
Bu bakımdan tebpit ve teşhişleri nasıl yapacağımızı yakınen bilmek zorunayız. |
|
Gecelerin Haşyeti
(Mustafa Cilasun) 21 Şubat 2007 |
Yaşam |
| |
Geceler, insanlar açısından genellikle bir hüzün kaynağı olmuşlardır.
Ritmik akışkanlığını icra ederken, yaratılanlardan asla bir himmet beklemez. |
|
Etkinin Önemi
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Yaşam |
| |
İnsana tevdi edilen emanet ve sahavetin iyi anlaşılmaması sebebiyle, sahip olunan kişilik ve kültürün tezahürü genel olarak belirginleşir lakin kayıplar ve kazançların, anlam itibari ile farklı olacağı muhakkaktır. |
|
Liyakat ve Önemi
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Yazarlar ve Şairler |
| |
Buna rağmen, bir hal ehli ve akil insan haline bürünemediğimizden, kavramlar karışmasalar dahi hislerimiz muhakkak karışıyorlar.
|
|
Sadakat
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Yaşam |
| |
Ama bazı şahsiyetler vardır ki, hangi koşullarda yaşarsa yaşasın dirayet ve şecaat konularında daha samimi, ön yargıdan uzak durmayı başararak daha duyarlı oluyorlar, feragat konusunda örnek alınacak değerlere haiz bulunuyorlar.
|
|
Toplum İnfiali
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Toplum |
| |
Bizleri bu nadide buketten ve masrafsız tebessümden, sevgiden, fedakârlıktan alıkoyan unsurlar tarafımızdan bilinmiyor mu?
Bizzat yaşadığımız bu hayatın manasına bigane kalanlar, mutlaka mezarlara da manzara niyetiyle bakıyordurlar!
|
|
Ütopya
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Yaşam |
| |
İnsanın yaşadığı bu zaman dilimi belki saniyeliktir fakat insanı çok farklı ve otantik ortamlara götürüyor.
Neden böyle oluyor, pozitif bilim olgusunu hiçe sayarcasına, zaman faktörüne meydan okurcasına dik durabiliyor.
|
|
Bayramlar
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Toplum |
| |
Bayram evrenin güzelliklerinde mekân tutmuş ve bir millet olgusuna erişmiş toplumlarının çoğunluğunda farklılıklarla kutlanır.
İnsan olmamız sebebiyle ortak paydamız olan sevinç ve keyfiyet müşterekliğinde birleşiriz. |
|
Asalaklaşma
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
İlişkiler |
| |
Efradın ayalinden bihaber, aile, mahalle,
Toplum ve milletin, çözülmesi kaçınılmazdır.
|
|
Devletin Denizi
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Toplum |
| |
Kovalamadan ve kaçmadan, gönül çeperlerimizin derinliklerinde, keşfetmemizi bekleyen, ikna yeteneğimiz, teslimiyeti seçeneksiz bırakır.
|
|
Duruş
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Toplum |
| |
Mertliğin ve dürüstlüğün,
Özel bir vatanı olmaz.
|
|
Düşünerek Dinlemek
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Yaşam |
| |
Hesapsız bir zerrenin olmadığı hakikatini,
Haykıran akidenin mensupları,
Hareket ve kuvvetin kime ait olduğunu,
Elbette bilmek durumundadır. |
|
Erdemlilik
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Günlük Olaylar |
| |
Hoşgörüye kapı aralıyordu.
Himmeti ve izzeti yaşatıyordu.
Zilleti beş paralık ediyordu.
Mahalleli dayanışmasını vurguluyordu |
|
Hacı Hasan Efendi!
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Anılar |
| |
Gizli ve özel sırlara çözüm sunması, yeşil yapraklı meyve ağaçların geleceğe ümit aşılaması ve o anda canlı, tefekkür keyfiyeti sunması, benim ufkumda çağrışımlar yaptı.
|
|
Hakikatin Beyanı
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
İlişkiler |
| |
Hakikati boğazı tahrik etmeden,
Ve ahenksizliğe ödün vermeden,
Haykırmayı ilmi siyasetin,
Öne çıkması olarak görebilmeliyiz.
|
|
Kimler Yapmıyor Ki?
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Günlük Olaylar |
| |
Elde ettiği bilgilerle, hayatını idame ettirirken, bireylere ve diğer canlılara, zarar vermeden ve elinden geldiği ölçüde, yardımı esirgemeyen, evrensellik statüsüne haiz, âdemi beşerlerdir. |
|
Merak ve Öğrenmek
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Günlük Olaylar |
| |
Merak etmeyi ve öğrenmeyi kimilerine havale edenler ve bunun ne demek olduğunu bilmeyenlerin zekâsı, evlerimizin misafir odalarını süsleyen vitrinin içinde asla kullanılmayan aksesuarlara benzer!
|
|
Mukallitlik
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
İlişkiler |
| |
Âdemin sulbü ve meşrebi,
Sosyal ve psikolojik analiz gerektirir.
Âdem mükellef oluncaya kadar elbette ki masumdur. Sabiliğin cazibesi bir emanet olarak masun,
Ve şefkate muhtaç olmasıyla bağlantılıdır. |
|
Ne Kadar Sevmeliyiz
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Yaşam |
| |
Fert yaşadığı müddetçe,
Gelişim ve terakkiyi beceremiyorsa,
Durağanlaşmaya ve patinaj,
Yapmaya başlamış demektir.
|
|
Neyi Düşüneceğim!
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Yaşam |
| |
Merak etmeli miyim ve bilmeden nasıl olacak?
Öğrendiklerimi kimlerle paylaşmalıyım?
|
|
Niye Geldin!
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Yaşam |
| |
Platonik aşkını, sınıf arkadaşlarını, halı tezgâhını,
Sohbet halkasını niçin terk etmek zorunda kalsın.
Annesini, ahrenini, kardeşini, özlemini neden gurbete yüklesin.
|
|
Beklenmeyen Yardım!
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Doğa ve Dünya |
| |
Deniyordum, dönüyordum, dalıyordum ve bir daha saate bakıyordum, çok fark eden bir şey olmamıştı şimdide 5.35’i gösteriyordu. Kalkmalıydım, zorundaydım, zamanı durduramazdım, oyalanazdım, duyarsız kalamazdım |
|
Sosyallik!
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Yaşam |
| |
Sosyal ve demokrat zihniyetinin temsilcileri asla statükoyu savunamazlar.
Şayet savunurlarsa, kendilerini bir açmazın girdabına hapsederler.
Sosyallik, ahenksizliği reddeder.
|
|
Su Azgın mı?
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Günlük Olaylar |
| |
Azmak...
Hadsizliğin temel vurgularıdır.
Hadsiz olmak, bir sınır tanımamaktır.
İnsani ölçüleri, dışlayarak, enaniyetin panayırında yaşamaktır.
|
|
Tasarruf Bilinci!
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Günlük Olaylar |
| |
Güya, paranın başında bulunan bir insanın,
Nasıl olur da delik bir çorabı giymeyi tercih edebilir?
Öyle ya ne büyük bir gaf!
Oysaki hiç farkında olmaya da bilir!
Önemsemeyebilir!
|
|
Vuslat Yolcusu
(Mustafa Cilasun) 22 Şubat 2007 |
Günlük Olaylar |
| |
Şefkatin kaynağı İlahi vuslattır.
Vuslatın yolcusu,
Çileyi, sabrı, kahırı, azmi,
Metaneti, dirayeti, sahaveti,
Sadakati memnuniyetle deruhte edendir. |
|
Çaresizlik…
(Mustafa Cilasun) 4 Nisan 2007 |
Doğa ve Dünya |
| |
Ağaç daları yalnızlığa hazırlanıyorlardı.
Zamanı dolan yeşil yapraklar, çaresizlerdi…
Derman buldukları dalları, terk etmek zorunda kalıyorlardı. |
|
Sevgili Hayrettin Hocam...
(Mustafa Cilasun) 12 Nisan 2007 |
Din |
| |
Biliyor musunuz bu günlerde bir mahzunluk çöktü üstüme...
Arzı mekân kan ağlıyor.
Yeryüzünün taltif edilen, en şerefli insanları çaresiz, kalb tekliyor, zihinler havale geçiriyor... |
|
Aile Ne Kadar Önemlidir?
(Mustafa Cilasun) 1 Haziran 2007 |
Toplum |
| |
O kadar önemlidir ki, bir millet olmanın ilk adınıdır.
O kadar önemlidir ki, nesil emniyetinin başlangıcıdır.
O kadar önemlidir ki, bir güle, anneliği tattıran ilk merhaledir. |
|
Bir Akşam Acil Servisi…
(Mustafa Cilasun) 12 Haziran 2007 |
Anılar |
| |
Artık gün yavaşça çekiliyordu.
Nezaketin, ahengin zenginliğini anımsatarak sanki el sallıyordu, görüşmek üzere dercesine çekip gidiyordu. |
|
Biraz Şaşkındım!
(Mustafa Cilasun) 26 Temmuz 2007 |
Yaşam |
| |
Gelişen olaylar karşısında bazen nefesimin daraldığını hissediyordum.
Kimseye söyleyemezdim.
Bunu sızısıyla sıkıca yaşamaya çalışıyordum. |
|
Bir Hakiki Yaren İçin Yazılanlardı.
(Mustafa CİLASUN) 30 Temmuz 2007 |
Sevgi ve Aşk |
| |
Bir hakiki yaren için yazılanlardı.
Bir iç sızısıdır işte yaşadığım…
Vicdanları azapla tanış kılmak zorunda bıraksam da.
Bu muhayyile karşısında zalim olmak korkusunu yaşıyorum.
Arzı mekânın her bir boylamında onca insan yaşarken niye ki…
Öyle mütemadiyen soruyorum, adımladığım kaldırımlarda…
Sessizliğim ayak vurgularında…
Vadinin solan çayırında…
Ağaçlardan düşen yapraklarda hep kendimi görürken yine bir esrarın tahayyülü…
Zorunda kaldığım halin müşkülatını yazmak hevesinden vazgeçecek kadar.
Yazılanları yetti artık yaşattığın azap diyerek, hepsini birden imha edecek kadar…
Ama niye bunlar, bilinmezlerin her merak dilimlerinde!
Neden zulmün abadı olayım, ne kadar büyük bir hadsizlik değil mi?
Şu okunan ezanlar suyu hürmetine hiçbir dahlim olmadan bunlar niye?
Neden cezbe tutulmuş bir halin müdavimi olmak zorunda kalıyorum?
Yalnızca bu sebeple hiçbir suçu olmayan bir canı neden üzmek zorunda bırakayım.
Bu kadar sefil bir canın hamalı olmaktan bir bilinse ne kadar bizarım.
Ne pazardayım ne mezardayım, acizliğinin her katresini haykırmak için bu saflardayım.
Olamadım işte ne abit ve ne de zahit.
Olsam olsam hederde ki bir viraneyim.
Ama biliyorum ki bu müşkülüm olan konuda asla ve hassaten bir şey yapmış değilim.
Ne edepten anlarım ve ne de edebiyattan
Ve hatta safhalarından anlayışı kıt bir girdabın pençesinde nefeslenen hissiz bir illetim.
Efendim, her aklıma geldiğimde gözlerimden süzülenlere yanarım, mukallit olduğuma inananlardanım.
Hakkın kelamı karşısında okumak için otururken teganniye kaçacak kadar bağıran bir ahmağım.
Gülden anlamam, koparmak için can atanlardanım.
Enaniyetim takiyye kalkanımdır, ar içindir bütün gayretim, hak rızası nerde bilmeyenlerdenim.
İşte demem o ki ey can;
Sizi yetiştiren eve beyniniz meğer en güzel ziynetle müşerref kılmış.
Bir emanetin itminanlığında sizi abit yapmayı başarmış.
Biliyorum ki sizde ki ruh güzelliği,
Zaten sizin için hususen verilen bir nimetti.
Ve siz bunu en güzel bir biçimde deruhte ederek lütfederek bizi ihya ettiniz.
Bilseniz ki ne kadar müşfiksiniz, ibreti âlemsiniz bir mücahide siniz.
Sizin için sarf edilen beyanlar biliniz ki yetersiz çünkü siz bir erensiniz.
Aslına bakarsanız bu risaleyi yazmayacaktım lakin gönlüm elvermedi.
Hakikat karşısında susmanın bir zillet olacağının idrakine vardırdı.
Eğer hiç bir karşılık yoksa alınan nefeslerde etkileşim niyedir bilinmez.
Her etki bir tetik mi asla ve fakat sinede ki cana ne demeli hak için salıvermeli değil mi?
Lakin eğer bu hissiyat bir azap olacaksa Allaha sığınmam mutlaktır.
Çükü esrarın perdesini aralayanda odur, kalplere ilga edende odur.
Onca yaşayan canlar arasında bu hususilik ne ile anlamlıdır
Bilmek isterdim doğrusu lütfederseniz ayrıca mesrur olurum.
Bir azapsa asla, bir hazsa illa diyerek, geldik ki elbet bir gün gideceğiz.
Verdiğimiz o sözle imtihandan geçeceğiz ama sevdiğimiz için yerilmeyeceğiz.
Bir hoş seda olarak kalabilmem imkânsız…
Bunu ancak mana derinliğine haiz olan gönüller başarabilirler…
Lakin bir hüznü yaşatan olmayı asla tercih edemem…
Gönüller ancak görmeden de kalp diliyle kemalatı yaşaya biliyorlarsa…
Sevgi ve muhabbet ve hatta aşk bu manada çok yücedir hal ehli olan gönüller için bulunmaz bir nimettir…
|
|
Ey Haşin Bakışlı Güzel İnsan!
(Mustafa CİLASUN) 30 Temmuz 2007 |
İlişkiler |
| |
Biliyorum ki yiğidin hası gevşek olmaz, lafazanlıktan haz almaz, sulu şakaları kaldıramaz, ihaneti affetmez, vefayı asla terk etmez.
Her ne hikmetse mazluma daha yakın hisseder kendini. |
|
Hafta Sonu Tatilinden Sonra Tuhaf Bir Yorumu Sildim.
(Mustafa CİLASUN) 6 Ağustos 2007 |
Günlük Olaylar |
| |
Haftanın tatil gününü efradım ve dostlarımla önceki bir zaman diliminde bir programlanan haliyle icara etmek için hazırlıklarımızı olanca titizliği ile yapmıştık.
O vakte kadar gelen dost ziyaretçi ahbaplarla genel değerlendirmek için sohbeti koyulaştırmıştık. |
|
Akşama Yakın Bir Vakitti.
(Mustafa CİLASUN) 31 Ekim 2007 |
Anılar |
| |
Kuşlar o kadar güzel uçuyorlardı ki hürriyetin yekparesinde bir nefes sıhhat gibi.
Oldukça canlı ve diri bir keyfiyette, hilkatleri mucibince, rızklarının taksimince!
Semanın haşmeti, maviliğin enginliği, bulutların serpilişi bir nizamın ölçüsüydü. |
|
Sizi Biran Düşünürken!
(Mustafa CİLASUN) 1 Şubat 2008 |
Anılar |
| |
Çok nadiren denediğim bu tür çalışmalar, ancak zihnimi zorladığı vakitler bir iki kelam etmeyi, sizinle paylaşmayı, lüzum ettirdiğinden olsa gerekir. |
|
Tabut"u Zikrederken!
(Mustafa CİLASUN) 27 Mart 2008 |
Gelecek |
| |
“Tabut” bir bakıma bizler için tanzim olunan
Ve varlığımızla anlamlaşan her ne varsa ruh bütünlüğümüzde… |
|
En Son Giyeceğim Elbisenin İzlerinden!
(Mustafa CİLASUN) 27 Mart 2008 |
Gelecek |
| |
Nasip olunacak dirliğin alınacak nefesleriyle
Hilkatin mücerret olan ve takip edilecek izlerinden giderken
En çok özlemi çekilen, yüreği ısıtan, hali donatan sevgiye kavuşabilmek… |
|
Emin Acar Hoca ve Bir Meczup!
(Mustafa CİLASUN) 28 Temmuz 2011 |
Anılar |
| |
Okullar da ders olarak okutulan, müfredat yetersizdi.
Aileler geçim sıkıntısından perişandı.
Siyasi atmosfer, hat safhadaydı! |
|
Yitik Kimlik Olarak Farkı Yadedilen Derviş!
(Mustafa CİLASUN) 10 Haziran 2013 |
Din |
| |
Ne de olsa kalender meşrep
Paraya, karşılığı madde olan kazanımlara değer vermemektir
Onlarla meşgul olmamak değil, sadece değer vermemektir
Zengin olabilen ama zenginliği üst bir değer olarak işaretlemeyen”gönül”den bir bakış
|
|
Andıkça İçim Sızlar, Silinmeyen İzler Açığa Çıkar
(Mustafa CİLASUN) 6 Mayıs 2014 |
Anılar |
| |
Masumluğun basamaklarından yavaş yavaş çıkıyordum, neyi ne kadar biliyordum.
Sadece önüme konan ve güven duyulan her ne olursa inanıyor ve itibar ediyordum.
Fakir bir ailenin tek oğluydum. İki ablam var ve onlarda hayli çilelerin insanlarıydı.
|
|
|
1957 yılın da Kayseri doğumlu Mustafa Cilasun
İşletme fakültesini 2ci sınıfta,
okul heyecanı kaybolduğu için bırakmak zorunda kalır. Daha sonra ticarete başlayarak
On yıl kadar ticaretle iştigalini sürdürür.
Ulusal bir gazetenin bölge temsilciliğini yaparak yorum yapmak fiiline başlamıştır.
Aldığı olumlu bir davet ile kamuda görev yapmaya başlayan Sayın Cilasun
yönetici sıfatıyla çalışmalarını sürdürmektedir.
Yaptığı görevler itibariyle Otobüs İşletme Müdürlüğü, İtfaiye Müdürlüğü,
Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, Sivil Savunma Müdürlüğü, iştirak ve işletmeler Müdürlüğü, İdari işler Müdürlüğü görevlerini yaptıktan sonra
hâlihazırda Hunat hatun Medresesi Kültür ve Sanat Müdürlüğü görevini sürdürmektedir.
(Ayrıca Aile şirketi olan ve oğullarımın başında bulunduğu Suffe Giyim Mağazaları şirketi sebebiyle işadamı kimliğini de devam ettirmektedir.)
İzedebiyat, antoloji, edebidefter, Sanat âlemi, Şiir ve şair dünyası, Zemheri edebiyat, edebiyat dünyası Türkiye şairler birliği, Hikâyeler net, Kalbi mecruh, Şiir ve şair dünyası, Yazım hane, Edebik, Forum tayfa, N-f-k form, istikamet form, Gümüşhane, Edepyahu, Viranvebahar, İslamiyet.gen, ,Risaleform, Güfeşan, Yenidendoğuş, islamiform.ingo, formankebut, ,fussilet.com, Mumsema, Edebiyat öğretmeni,Hayal denizi, Felsefe, Anlamak,ıhvanform, Tabut.net,İlimhazinem,Edebiyatevi,Formfırtına,İslamidüşünce,Ihvanform,Rehberimnet,Cerezform,Estanbul com, Sevgiform, Kun feyekun form,İslami form,Muhakeme net,Dervişler net,Moryağmur form,Hakikatdamlalarıform ve benzeri olan, edebiyat-şiir ağırlıklı sitelerde yazmaya devam etmektedir…
Sırası ile bugüne kadar;
1 anı roman(Nakşeden izler), muhtelif hikâye, makale, deneme ve
birçok şiir çalışması bahsi geçen sitelerde okuyucuların ilgisine sunulmuştur.
Diyor ki Sayın Cilasun;
”Yazmaktan maksadım şimdiye kadar gönül hücremde hapsolan duygularımın,
dostlarla paylaşım esasına dayanmaktadır.”
Mutlu bir evliliği olan Sayın Cilasunun dört erkek ve iki kız çocuğu bulunmaktadır.
Aynı zamanda Enes, Ayşe, Rana, Muhammet, Ahmet, Kerem Tahanın dedesidir.
Dört çocuğunun mürüvvetini gören Mustafa Cilasun’un halen Kayseri de ikamet etmektedir.
Aynı zamanda Türkiye Şairler birliği üyesidir...
Tel: 05354656856
Twitter:@mustafacilasun
|
05.04.2007 16:39:03
|
|
| |
Odadan alevler fışkırıyor…
Çinçin bağlarının dar sokaklarından, yokuş tırmanıyorduk…
Sokaklar mezbelelik, her tarafta pis kokular, burnumuzu kuşatıyordu…
Evler tamamen gecekondu, kapılar rast gele ve farklı merdivenler bulunmaktaydı.
Sokakta oynayan çocukların, bulundukları hal, ailelerinin geçim notları durumundaydı…
Kimisinin yanakları kızarmış, kimisinin burnu akmış, kimilerinde ise kahkaha katlıydı…
Arkadaşım Fevzi ile konuşarak ilerliyorduk.
Ankara’nın Altındağ ilçesinin dış kapı semtinde, bulunan Dr. Sami Ulus çocuk hastanesinin, hemen yanından sağa dönerek ilerliyorduk.
Birkaç yıldır göremediğim ablama, ziyarete gidiyorduk. Bir müddet sonra gelmiştik…
Merdivenler ahşaptan yağılmıştı, her bir sesi fazlasıyla yansıtıyordu…
Canım ablam içerde misafiriyle oturuyordu, pencereden görüyordum.
Misafir yabancı değildi, Dr. Aynur teyzemdi.
Bizleri görünce çok sevindiler ve sizi, hangi rüzgâr attı demişlerdi.
Sarıldık, soluklandık, hatır sual ettik…
Ablam bir müddet sonra, müsaade isteyerek mutfağa geçti.
Bir hazırlık yapacağı belliydi.
Ablamların kiracı olarak oturduğu ev, diğer evler gibi ahşap ve gecekonduydu.
Bir aralık, yatak odası ve birde misafir odası bulunuyordu.
Biz sohbeti koyulaştırmıştık.
Mevsimlerden sonbahardı, nispeten biraz rüzgâr vardı.
Bir tuhaf kokular geliyordu fakat
Bizler, mahallenin genel durumu böyle olmasından dolayı belki birileri bir ocak falan yakmıştır, onun kokusu diyorduk.
Bir müddet sonra ablam çığlık aymaya başladı ve sürekli dizlerine vuruyordu.
Biz biraz mesafe olduğundan, hemen koştum ve hayrola abla deyince,
Onun gözlerinin kaydığı yere doğru baktım.
Birde ne göreyim yatak odasından alev fışkırmıyor mu?
Hemen odaya girmek istiyorum, fakat ablam arkandan sarılıyor ve bırakmıyor.
Ancak durum çok vahim ve tamamen gecekondu, ahşap, sokaklar dar ve rampa…
İtfaiyenin gelmesi saatleri bulur ve tüm mahalle mahvolurdu.
Ablamın kollarını sert bir şekilde sıyırarak, odaya daldım ve kapıyı örttüm.
Yatak odasının penceresini de kapattım.
Çünkü oradan rüzgâr geliyordu.
Bir battaniye bularak, alevleri bunalttım.
Kapı ve arkasında asılı her bir şey polyester olduğundan yapışıyordu.
Gar dolap formika olmasına rağmen yanmıştı.
İçerden ablamın ağlayan sesi duyuluyordu.
Fakat ben asla aldırmıyordum çünkü durum gerçekten çok vahimdi.
Ellerimi açarak o jarse ve her neyse avuçlayarak, kapını dışındaki betona bırakıyordum. Birkaç sefer yapmıştım. Nihayet şükürler olsun ki Allah’a,
Yangını söndürmeyi başarmıştık.
Komşular akın etmişlerdi, fakat yapacakları pek bir şey yoktu, fevkalade tebrik ettiler.
Evlerimizi, yanmaktan sen kurtardın diyerek, dua etmişlerdi.
Ellerimin içi tamamen yanmış ve birçok yerimde su toplamıştı.
Yıl ise 1972 idi. Meğer küçük yeğenim kibritle yatak odasının kapısının arkasında ki,
Kıyafetleri bilmeyerek tutuşturmuş ve korktuğu için seslenmeden dışarıya gitmiş.
|
|
05.04.2007 16:37:50
|
|
| |
Oysa bir kızdı…
Moralsiz bir güne başlamıştım…
Her sabah işime giderken, bir haz alırdım…
İş yoğunluğu asla beni yıldırmazdı, severek yapardım…
Ekmek kapımdı, oyalanamazdım, sorumsuz olamazdım…
Sabah erkenden kahvaltımı yaparak,
Ayalimle vedalaşırdım…
Günlerden perşembeydi, o gün yoğunluğumuz ise zirvedeydi…
Muhtelif kaza raporları, ihlal haberleri,
Vatandaş şikâyetleri hat safhadaydı…
Geç bir saatte ancak öğle yemeğini yiyebilmiştim.
Bir çay söylemiştim…
Yeniden iş yoğunluğumla baş başaydım,
Sabırla evrakları inceliyordum…
Nihayet çayım gelmişti, büyük bir keyifle,
Yudumladım ve yenisini ısmarladım…
Çalışma odamın kapısını,
Sürekli açık bulundurmaya özen gösterirdim…
Gelen misafirlerin daha rahat edeceklerini,
Ve bekleyenlerin olmamasıydı dileğim…
Duyduğum bir sesle, evraklardan başımı kaldırdım,
Kapının orda genç bir bayan…
Buyurun derken, ilk kez beni bu denli çeken,
Bir çekim gücüyle karşılaştım…
Genç bayanın üzerinde ilk gözüme çarpan,
Vişne renginde çizgili bir triko buluz vardı.
Alt kısımda ise mavi kot bir etek süslüyordu.
Genç bayan doğrusu pek çok alımlıydı…
Ziyaretinin sebebi yalnızca bir tanışmak,
Ve yapılan hizmetler hakkında bilgi almakmış…
Genç bayan henüz mastır yapan bir kızmış,
Evliliği düşünmeye şimdilik fırsat bulamamış.
Kültür seviyesi fevkaladeydi,
Onunla konuştukça içim açılıyordu, çok dinleniyordum…
Dünyadan, Türkiye’nin öznesi İstanbul’dan konuşurken,
o mekânları adeta yaşıyordum…
Onun hiç haberi olmadan, kendi içimden,
Yavaş ve sessizce şunları geçiriyordum…
Ne olurdu bu genç bayanın refakatiyle, o aziz İstanbul’u,
Adaları, gül haneyi,
Beşiktaş’ı, Çamlıca’yı, Üsküdar’ı, Eminönü, galatayı,
Kız kulesi, Fatihi, Eyüp’ü,
Sultan Ahmet’i, Ayasofya ve Top kapıyı gezebilseydim.
Tarihi anekdotları servetifünün diliyle anlatıyordu.
Divan edebiyatının o nezih sayfalarını, o kadar titiz karıştırıyorduk ki,
o devri yaşıyorduk.
Kısa bir zaman içinde, bu genç bayanla dost, arkadaş olduk.
Sanki evvel ahirde ruh ikiziydik.
Fevkalade nezaketli, son derece naif bir edep timsaliydi.
Nevi şahsında bir İstanbul hanımefendisiydi.
Ne kadar büyük bir değerdi.
Harikuladeydi.
Örnek bir şaheserdi.
Fiziki güzelliğini asla ön plana çıkartmıyordu.
Yanakları kızarıyordu.
Konuşurken adeta bir buket sunuyordu.
Meğer ne kadar çok ortak paydalarımız varmış.
İşte sadece bir kız olmasına
Rağmen, tarihi hakikati, edebiyatı, kentlerin sosyolojik dokularını,
İnsan manzumelerini ortak paydalarımız olduğu için sadece paylaşmıştık.
O günden bu güne ortalama on yıl geçti…
İşte sadece bir kız olan bu bayan, gönlümü fethetmişti.
Nerde bulunuyorsa kulakları çınlasın.
Bugün itibariyle her nerede olduğunu bilsem,
yine paylaşmak adına görüşme talep ederdim.
İnanıyorum ki, onun nesli son derece münevver
ve erdem sahibi kişiler olacağına inanıyorum.
Gıyabında onu sevgiyle anıyorum, huzur,
Güven ve itminanlık onu asla yalnız bırakmamasını Cenabı Haktan,
Temenni ediyorum ve diliyorum…
|
|
30.03.2007 17:07:36
|
|
| |
O yıllar!
Muhtelif şehirleri gezerek, satış mümessilliği yapıyordum. Bir firmanın baharat pazarlaması ve taleplerin karşılanması amacıyla, Niğde, Bor, Mersini bitirdikten sonra nihayet Adana’ya gelmiştik.
Akşam olduğunda, Adana ilinde konaklama yeri olarak, pehlivan otelini seçmiştik.
Otele yerleştik, geniş bir odası ve caddeye nazır geniş pencereleri bulunuyordu, biraz dinlendikten sonra ilk iş olarak; Kayseri de ki gelişmeleri merak ettiğim için telefon açtım.
En son durum hakkında bilgi aldım, müspet olarak seyrinde gidiyormuş, bu bakımdan rahatlamıştım.
İki gün sonra, otel personelinden haber geldi, dışarıya çıkmak yasaklandı dedi. Bizde ihtiyari olarak hayırdır yine ne oldu diyerek görevliye sorduk?
Çünkü olağan üstü hal uygulandığından, askerin hali hiç belli olmazdı, her zaman yaptırım gücü bulunduğundan, gerektiği zaman asla kaçınmaz ve hemen yetkilerini uygulardı.
Dolayısıyla bir yere bombamı atıldı veya baskın mı oldu, neler oldu ki iki, üç gün otelde mahsur kaldık.
Nihayet öğrendik ki, askerlerin on yılda bir alışkanlık haline getirdikleri meşhur ihtilalleri olan harekât, devreye konmuş, parlâmento lâğvedilmiş, siyasi partiler kapatılmış, liderlerine tutuklama talimatı çıkmış. Önceden tespit edilen, her yere baskınlar düzenlenerek, zanlılar yakalanıyor ve televizyon vasıtasıyla millete güven pompalanıyordu.
Bu konularda vatandaştan, özellikle askerlere yardımcı olunması isteniyordu.
Ne enteresandır ki bir anda, vatanın her sathında ve her yerde silahlı eylemler bitmişti!
Zanlılar hemen tutuklanarak, hapishaneye konmuşlar fakat ihbarı delil telakki ederek suçlanan insanı falakaya yatırmak, tazyikli su sıkmak, askıya bağlamak, dizlerin arkasına beşe-on tahta koyarak ördek yürüyüşü yaptırmak en hafif sorgulama yöntemleri olduğu malum.
İşkenceye dayanamayıp itirafta bulunanlar ve suçu kabul etmek zorunda bırakılanlar her zaman olmuştur. Ne derlerdi: “kurunun yanında yaşta yanar”diye.
Askerler toplu temizlik yaptıklarından kendilerine göre malum suç odakları bulunmuş, terör ve anarşist olaylar bir anda kesilivermiştir. Dolayısıyla huzur ve sükûn adeta askeri ihtilali bekliyormuş, zira hiç vakit kaybetmeden bulunması gereken biçimde yerlerini almışlardı.
Daha önce de olağan üstü hal vardı, devlet güvenlik mahkemeleri mevcuttu, böyle bölgelerde emir komuta zaten askerlerin elindeydi
Neden o zamanlar askerler sessiz kalıyorlardı?
Neden her yerde baskınlar ve öldürmeler devam ediyordu?
Niçin bu olayların önü alınamıyordu ve nelerin oluşumu bekleniyordu?
Bir o kadar zulüm ve talana, gaspa, ayaklanmalara, göz yumuluyordu?
Suçsuz insanların harap olmalarına niçin sadece seyrediliyordu?
Toplumun güçsüz kalması ve panik yaşaması kimlerin işine yarıyordu?
İnsanların çaresizlik içinde bulunmaları ve birilerinden medet umması, hangi kurumların işine geliyordu? Vatandaşların devletine karşı güven bunalımına düşmesi neden sağlanıyordu?
Parlamentoya ve milletin seçtiği vekillere karşı güvensizlik niçin sürekli pompalanıyordu?
Bunca yozlaştırılma ve huzursuzluk birilerinin meşru olmayan harekâtlarına meşruiyet mi kazandırıyordu ve niçin özellikle bu ortam bekleniyordu.
Askerler aynı görevde bulunuyorlar ve kendilerine göre vazifelerini ifa ediyorlardı.
Zaten mecliste bir anlamda, zımnen de olsa onlardan sürekli çekiniyorlardı.
Askerler ne istediler ki yerine getirilmiyordu, malum devlet bütçesinden en fazla payı dahi, yurt savunması dâhilinde onlara ayrılıyordu!
Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları, hangi bir vakit yürütmenin başı olan bir başbakan kadar, basın mensupları tarafından mercek altına alınarak, sorgulanıyor ve takip ediliyorlardı, hadlerine mi düşmüş, bu nasıl mümkün olur?
Türkiye’nin en önemli mevkileri ve şehir içindeki hayatiyet atfeden yerleri, bu insanlar istediler veya talep ediyorlar diye, en ivedi bir şekilde, mesai mevhumu gözetilmeden, bunlara tahsis edilmiyor mu?
Ve sosyal tesisler yapılarak, millette yasaklanarak, yüksek duvarlarla gizlenerek, yetmedi nöbetçiler dikilerek, toplumdan çok farklı ve kopuk, özerk bir statüye bürünerek, merak edilen olmayı başarmak ne büyük bir zafer!
Böylece kuvvet dengesini elde etmek ve her zaman, yön veren konumunu üstlenerek, uygun gördüğü bir zamanda, milletin yetki verdiği, ülkeyi yönet dediği, temsilcilerini, millete rağmen, önemsemeden alaşağı ederek, devletin başına geçmek!
Ne büyük bir başarı!
Öyle değil mi?
|
|
|