Nakşeden İzler
(Mustafa Cilasun) 21 Şubat 2007 |
Görüş ve Eleştiriler |
| |
Yaşadığım yılların, farkına varamadığım gerçekliğini, efkârımın derinliğinde solumak...
Hafızam da, silinmezler bölümünde bulunan, naçar kaldığım feryadımdır...
Bir duruşu olmayanlara isyanımdır...
Himmeti, hizmeti, külfeti, nimeti karıştıranlara, suizan edenlere reddimdir...
Konuşmak, koklaşmak, barışmak, yarışmak kaygısıyla gafletimin yansımalarıdır...
"Aşkların örüldüğü, sırların gömüldüğü mezarlarda geceler gibidir"
Tespitinden hareketle, efkârı umumi yemin malum olmasını dilememdir...
Manasını kaybetmiş bir beden, mekanikleşmiştir.
Mekanikleşen bedenler, mezarlara manzara keyfiyetiyle bakarlar.
Oysaki mezarlar, zahirin bittiği mekânlardır...
Bu ahval üzerine, hali lisanımla paylaşmak, paslaşmak ve anlaşmak beyanı halimdir...
|
|
|
1957 yılın da Kayseri doğumlu Mustafa Cilasun
İşletme fakültesini 2ci sınıfta,
okul heyecanı kaybolduğu için bırakmak zorunda kalır. Daha sonra ticarete başlayarak
On yıl kadar ticaretle iştigalini sürdürür.
Ulusal bir gazetenin bölge temsilciliğini yaparak yorum yapmak fiiline başlamıştır.
Aldığı olumlu bir davet ile kamuda görev yapmaya başlayan Sayın Cilasun
yönetici sıfatıyla çalışmalarını sürdürmektedir.
Yaptığı görevler itibariyle Otobüs İşletme Müdürlüğü, İtfaiye Müdürlüğü,
Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, Sivil Savunma Müdürlüğü, iştirak ve işletmeler Müdürlüğü, İdari işler Müdürlüğü görevlerini yaptıktan sonra
hâlihazırda Hunat hatun Medresesi Kültür ve Sanat Müdürlüğü görevini sürdürmektedir.
(Ayrıca Aile şirketi olan ve oğullarımın başında bulunduğu Suffe Giyim Mağazaları şirketi sebebiyle işadamı kimliğini de devam ettirmektedir.)
İzedebiyat, antoloji, edebidefter, Sanat âlemi, Şiir ve şair dünyası, Zemheri edebiyat, edebiyat dünyası Türkiye şairler birliği, Hikâyeler net, Kalbi mecruh, Şiir ve şair dünyası, Yazım hane, Edebik, Forum tayfa, N-f-k form, istikamet form, Gümüşhane, Edepyahu, Viranvebahar, İslamiyet.gen, ,Risaleform, Güfeşan, Yenidendoğuş, islamiform.ingo, formankebut, ,fussilet.com, Mumsema, Edebiyat öğretmeni,Hayal denizi, Felsefe, Anlamak,ıhvanform, Tabut.net,İlimhazinem,Edebiyatevi,Formfırtına,İslamidüşünce,Ihvanform,Rehberimnet,Cerezform,Estanbul com, Sevgiform, Kun feyekun form,İslami form,Muhakeme net,Dervişler net,Moryağmur form,Hakikatdamlalarıform ve benzeri olan, edebiyat-şiir ağırlıklı sitelerde yazmaya devam etmektedir…
Sırası ile bugüne kadar;
1 anı roman(Nakşeden izler), muhtelif hikâye, makale, deneme ve
birçok şiir çalışması bahsi geçen sitelerde okuyucuların ilgisine sunulmuştur.
Diyor ki Sayın Cilasun;
”Yazmaktan maksadım şimdiye kadar gönül hücremde hapsolan duygularımın,
dostlarla paylaşım esasına dayanmaktadır.”
Mutlu bir evliliği olan Sayın Cilasunun dört erkek ve iki kız çocuğu bulunmaktadır.
Aynı zamanda Enes, Ayşe, Rana, Muhammet, Ahmet, Kerem Tahanın dedesidir.
Dört çocuğunun mürüvvetini gören Mustafa Cilasun’un halen Kayseri de ikamet etmektedir.
Aynı zamanda Türkiye Şairler birliği üyesidir...
Tel: 05354656856
Twitter:@mustafacilasun
|
05.04.2007 16:39:03
|
|
| |
Odadan alevler fışkırıyor…
Çinçin bağlarının dar sokaklarından, yokuş tırmanıyorduk…
Sokaklar mezbelelik, her tarafta pis kokular, burnumuzu kuşatıyordu…
Evler tamamen gecekondu, kapılar rast gele ve farklı merdivenler bulunmaktaydı.
Sokakta oynayan çocukların, bulundukları hal, ailelerinin geçim notları durumundaydı…
Kimisinin yanakları kızarmış, kimisinin burnu akmış, kimilerinde ise kahkaha katlıydı…
Arkadaşım Fevzi ile konuşarak ilerliyorduk.
Ankara’nın Altındağ ilçesinin dış kapı semtinde, bulunan Dr. Sami Ulus çocuk hastanesinin, hemen yanından sağa dönerek ilerliyorduk.
Birkaç yıldır göremediğim ablama, ziyarete gidiyorduk. Bir müddet sonra gelmiştik…
Merdivenler ahşaptan yağılmıştı, her bir sesi fazlasıyla yansıtıyordu…
Canım ablam içerde misafiriyle oturuyordu, pencereden görüyordum.
Misafir yabancı değildi, Dr. Aynur teyzemdi.
Bizleri görünce çok sevindiler ve sizi, hangi rüzgâr attı demişlerdi.
Sarıldık, soluklandık, hatır sual ettik…
Ablam bir müddet sonra, müsaade isteyerek mutfağa geçti.
Bir hazırlık yapacağı belliydi.
Ablamların kiracı olarak oturduğu ev, diğer evler gibi ahşap ve gecekonduydu.
Bir aralık, yatak odası ve birde misafir odası bulunuyordu.
Biz sohbeti koyulaştırmıştık.
Mevsimlerden sonbahardı, nispeten biraz rüzgâr vardı.
Bir tuhaf kokular geliyordu fakat
Bizler, mahallenin genel durumu böyle olmasından dolayı belki birileri bir ocak falan yakmıştır, onun kokusu diyorduk.
Bir müddet sonra ablam çığlık aymaya başladı ve sürekli dizlerine vuruyordu.
Biz biraz mesafe olduğundan, hemen koştum ve hayrola abla deyince,
Onun gözlerinin kaydığı yere doğru baktım.
Birde ne göreyim yatak odasından alev fışkırmıyor mu?
Hemen odaya girmek istiyorum, fakat ablam arkandan sarılıyor ve bırakmıyor.
Ancak durum çok vahim ve tamamen gecekondu, ahşap, sokaklar dar ve rampa…
İtfaiyenin gelmesi saatleri bulur ve tüm mahalle mahvolurdu.
Ablamın kollarını sert bir şekilde sıyırarak, odaya daldım ve kapıyı örttüm.
Yatak odasının penceresini de kapattım.
Çünkü oradan rüzgâr geliyordu.
Bir battaniye bularak, alevleri bunalttım.
Kapı ve arkasında asılı her bir şey polyester olduğundan yapışıyordu.
Gar dolap formika olmasına rağmen yanmıştı.
İçerden ablamın ağlayan sesi duyuluyordu.
Fakat ben asla aldırmıyordum çünkü durum gerçekten çok vahimdi.
Ellerimi açarak o jarse ve her neyse avuçlayarak, kapını dışındaki betona bırakıyordum. Birkaç sefer yapmıştım. Nihayet şükürler olsun ki Allah’a,
Yangını söndürmeyi başarmıştık.
Komşular akın etmişlerdi, fakat yapacakları pek bir şey yoktu, fevkalade tebrik ettiler.
Evlerimizi, yanmaktan sen kurtardın diyerek, dua etmişlerdi.
Ellerimin içi tamamen yanmış ve birçok yerimde su toplamıştı.
Yıl ise 1972 idi. Meğer küçük yeğenim kibritle yatak odasının kapısının arkasında ki,
Kıyafetleri bilmeyerek tutuşturmuş ve korktuğu için seslenmeden dışarıya gitmiş.
|
|
05.04.2007 16:37:50
|
|
| |
Oysa bir kızdı…
Moralsiz bir güne başlamıştım…
Her sabah işime giderken, bir haz alırdım…
İş yoğunluğu asla beni yıldırmazdı, severek yapardım…
Ekmek kapımdı, oyalanamazdım, sorumsuz olamazdım…
Sabah erkenden kahvaltımı yaparak,
Ayalimle vedalaşırdım…
Günlerden perşembeydi, o gün yoğunluğumuz ise zirvedeydi…
Muhtelif kaza raporları, ihlal haberleri,
Vatandaş şikâyetleri hat safhadaydı…
Geç bir saatte ancak öğle yemeğini yiyebilmiştim.
Bir çay söylemiştim…
Yeniden iş yoğunluğumla baş başaydım,
Sabırla evrakları inceliyordum…
Nihayet çayım gelmişti, büyük bir keyifle,
Yudumladım ve yenisini ısmarladım…
Çalışma odamın kapısını,
Sürekli açık bulundurmaya özen gösterirdim…
Gelen misafirlerin daha rahat edeceklerini,
Ve bekleyenlerin olmamasıydı dileğim…
Duyduğum bir sesle, evraklardan başımı kaldırdım,
Kapının orda genç bir bayan…
Buyurun derken, ilk kez beni bu denli çeken,
Bir çekim gücüyle karşılaştım…
Genç bayanın üzerinde ilk gözüme çarpan,
Vişne renginde çizgili bir triko buluz vardı.
Alt kısımda ise mavi kot bir etek süslüyordu.
Genç bayan doğrusu pek çok alımlıydı…
Ziyaretinin sebebi yalnızca bir tanışmak,
Ve yapılan hizmetler hakkında bilgi almakmış…
Genç bayan henüz mastır yapan bir kızmış,
Evliliği düşünmeye şimdilik fırsat bulamamış.
Kültür seviyesi fevkaladeydi,
Onunla konuştukça içim açılıyordu, çok dinleniyordum…
Dünyadan, Türkiye’nin öznesi İstanbul’dan konuşurken,
o mekânları adeta yaşıyordum…
Onun hiç haberi olmadan, kendi içimden,
Yavaş ve sessizce şunları geçiriyordum…
Ne olurdu bu genç bayanın refakatiyle, o aziz İstanbul’u,
Adaları, gül haneyi,
Beşiktaş’ı, Çamlıca’yı, Üsküdar’ı, Eminönü, galatayı,
Kız kulesi, Fatihi, Eyüp’ü,
Sultan Ahmet’i, Ayasofya ve Top kapıyı gezebilseydim.
Tarihi anekdotları servetifünün diliyle anlatıyordu.
Divan edebiyatının o nezih sayfalarını, o kadar titiz karıştırıyorduk ki,
o devri yaşıyorduk.
Kısa bir zaman içinde, bu genç bayanla dost, arkadaş olduk.
Sanki evvel ahirde ruh ikiziydik.
Fevkalade nezaketli, son derece naif bir edep timsaliydi.
Nevi şahsında bir İstanbul hanımefendisiydi.
Ne kadar büyük bir değerdi.
Harikuladeydi.
Örnek bir şaheserdi.
Fiziki güzelliğini asla ön plana çıkartmıyordu.
Yanakları kızarıyordu.
Konuşurken adeta bir buket sunuyordu.
Meğer ne kadar çok ortak paydalarımız varmış.
İşte sadece bir kız olmasına
Rağmen, tarihi hakikati, edebiyatı, kentlerin sosyolojik dokularını,
İnsan manzumelerini ortak paydalarımız olduğu için sadece paylaşmıştık.
O günden bu güne ortalama on yıl geçti…
İşte sadece bir kız olan bu bayan, gönlümü fethetmişti.
Nerde bulunuyorsa kulakları çınlasın.
Bugün itibariyle her nerede olduğunu bilsem,
yine paylaşmak adına görüşme talep ederdim.
İnanıyorum ki, onun nesli son derece münevver
ve erdem sahibi kişiler olacağına inanıyorum.
Gıyabında onu sevgiyle anıyorum, huzur,
Güven ve itminanlık onu asla yalnız bırakmamasını Cenabı Haktan,
Temenni ediyorum ve diliyorum…
|
|
30.03.2007 17:07:36
|
|
| |
O yıllar!
Muhtelif şehirleri gezerek, satış mümessilliği yapıyordum. Bir firmanın baharat pazarlaması ve taleplerin karşılanması amacıyla, Niğde, Bor, Mersini bitirdikten sonra nihayet Adana’ya gelmiştik.
Akşam olduğunda, Adana ilinde konaklama yeri olarak, pehlivan otelini seçmiştik.
Otele yerleştik, geniş bir odası ve caddeye nazır geniş pencereleri bulunuyordu, biraz dinlendikten sonra ilk iş olarak; Kayseri de ki gelişmeleri merak ettiğim için telefon açtım.
En son durum hakkında bilgi aldım, müspet olarak seyrinde gidiyormuş, bu bakımdan rahatlamıştım.
İki gün sonra, otel personelinden haber geldi, dışarıya çıkmak yasaklandı dedi. Bizde ihtiyari olarak hayırdır yine ne oldu diyerek görevliye sorduk?
Çünkü olağan üstü hal uygulandığından, askerin hali hiç belli olmazdı, her zaman yaptırım gücü bulunduğundan, gerektiği zaman asla kaçınmaz ve hemen yetkilerini uygulardı.
Dolayısıyla bir yere bombamı atıldı veya baskın mı oldu, neler oldu ki iki, üç gün otelde mahsur kaldık.
Nihayet öğrendik ki, askerlerin on yılda bir alışkanlık haline getirdikleri meşhur ihtilalleri olan harekât, devreye konmuş, parlâmento lâğvedilmiş, siyasi partiler kapatılmış, liderlerine tutuklama talimatı çıkmış. Önceden tespit edilen, her yere baskınlar düzenlenerek, zanlılar yakalanıyor ve televizyon vasıtasıyla millete güven pompalanıyordu.
Bu konularda vatandaştan, özellikle askerlere yardımcı olunması isteniyordu.
Ne enteresandır ki bir anda, vatanın her sathında ve her yerde silahlı eylemler bitmişti!
Zanlılar hemen tutuklanarak, hapishaneye konmuşlar fakat ihbarı delil telakki ederek suçlanan insanı falakaya yatırmak, tazyikli su sıkmak, askıya bağlamak, dizlerin arkasına beşe-on tahta koyarak ördek yürüyüşü yaptırmak en hafif sorgulama yöntemleri olduğu malum.
İşkenceye dayanamayıp itirafta bulunanlar ve suçu kabul etmek zorunda bırakılanlar her zaman olmuştur. Ne derlerdi: “kurunun yanında yaşta yanar”diye.
Askerler toplu temizlik yaptıklarından kendilerine göre malum suç odakları bulunmuş, terör ve anarşist olaylar bir anda kesilivermiştir. Dolayısıyla huzur ve sükûn adeta askeri ihtilali bekliyormuş, zira hiç vakit kaybetmeden bulunması gereken biçimde yerlerini almışlardı.
Daha önce de olağan üstü hal vardı, devlet güvenlik mahkemeleri mevcuttu, böyle bölgelerde emir komuta zaten askerlerin elindeydi
Neden o zamanlar askerler sessiz kalıyorlardı?
Neden her yerde baskınlar ve öldürmeler devam ediyordu?
Niçin bu olayların önü alınamıyordu ve nelerin oluşumu bekleniyordu?
Bir o kadar zulüm ve talana, gaspa, ayaklanmalara, göz yumuluyordu?
Suçsuz insanların harap olmalarına niçin sadece seyrediliyordu?
Toplumun güçsüz kalması ve panik yaşaması kimlerin işine yarıyordu?
İnsanların çaresizlik içinde bulunmaları ve birilerinden medet umması, hangi kurumların işine geliyordu? Vatandaşların devletine karşı güven bunalımına düşmesi neden sağlanıyordu?
Parlamentoya ve milletin seçtiği vekillere karşı güvensizlik niçin sürekli pompalanıyordu?
Bunca yozlaştırılma ve huzursuzluk birilerinin meşru olmayan harekâtlarına meşruiyet mi kazandırıyordu ve niçin özellikle bu ortam bekleniyordu.
Askerler aynı görevde bulunuyorlar ve kendilerine göre vazifelerini ifa ediyorlardı.
Zaten mecliste bir anlamda, zımnen de olsa onlardan sürekli çekiniyorlardı.
Askerler ne istediler ki yerine getirilmiyordu, malum devlet bütçesinden en fazla payı dahi, yurt savunması dâhilinde onlara ayrılıyordu!
Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları, hangi bir vakit yürütmenin başı olan bir başbakan kadar, basın mensupları tarafından mercek altına alınarak, sorgulanıyor ve takip ediliyorlardı, hadlerine mi düşmüş, bu nasıl mümkün olur?
Türkiye’nin en önemli mevkileri ve şehir içindeki hayatiyet atfeden yerleri, bu insanlar istediler veya talep ediyorlar diye, en ivedi bir şekilde, mesai mevhumu gözetilmeden, bunlara tahsis edilmiyor mu?
Ve sosyal tesisler yapılarak, millette yasaklanarak, yüksek duvarlarla gizlenerek, yetmedi nöbetçiler dikilerek, toplumdan çok farklı ve kopuk, özerk bir statüye bürünerek, merak edilen olmayı başarmak ne büyük bir zafer!
Böylece kuvvet dengesini elde etmek ve her zaman, yön veren konumunu üstlenerek, uygun gördüğü bir zamanda, milletin yetki verdiği, ülkeyi yönet dediği, temsilcilerini, millete rağmen, önemsemeden alaşağı ederek, devletin başına geçmek!
Ne büyük bir başarı!
Öyle değil mi?
|
|
|