Benim yaradılışımda fevkalade olan birşey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir. - Atatürk |
|
||||||||||
|
Sonra, tayyare biletim ve pasaportum cebimde, hazır kıta vaziyetinde bir hava limanına tünemiş bir halde de yazmıyorum, hem Vallahi hem Billahi… Sonra Sürç-ü Zıman (Zıman, Kürtçede dil anlamına geliyor, Sürç-i Lisan diyoruz ya her seferinde bu defa da bir değişiklik, bizden de açılıma bir katkı hatta değişik bir açılım olsun.) yanlışlıkla bir kısım lakırdılar etmiş de değilim çok şükür. İşin doğrusu açık seçik hiç evelemeden- gevelemeden diyorum ki; Ey Millet, gelin hepimiz çok hayati bir konuda ittifak edelim yürüyüş yapalım, lambalarımızı açıp kapatalım, yüzlerimize boya sürelim, eşeğe ters binelim, afişler, pankartlar dövizler mesajlar, e- postalar ve bilumum ses duyurma, ses getirme yöntemleriyle güçlü bir kamuoyu oluşturup Kızların cep telefonlarını toplatalım… Başıma ne denli büyük bir bela sardığımın idrakindeyim. Ama madem toplumun nezdinde, okurlarımızın her beklentisinin yazılmasının lazım geldiği ve vacip olduğu bir mesleğin icracıları yani mademki birer “Yazarız” biz de hakikatleri hiç kıvırtmadan, eğip bükmeden ve tırsmadan yazarız biz! Değilmidir ki, DALGALARIN BİZE DOKUNACAĞINI VE GEREKİRSE BAZEN KUVVETLE ÇARPACAĞINI BİLE BİLE DENİZ KENARINDA EV YAPMIŞIZ BİZ… Düşünsenize memleket sathında yüz binlerce genç kızımızın hayatta en değerli eşyalarının ellerinden alınmasını teklif ediyorsunuz, üstelik toplumu bunun için alenen kışkırtıyorsunuz. Neyse genç kızların bizi ele geçirdiklerinde ne gibi korkunç cezalarla infaz edeceklerini düşünürken bile kızgın sacın üzerine serpilen leblebilik nohutlar gibi titrediğimi bir anlığına unutup sadede geleyim… Hem şu iyice incelmiş Araf çizgisini neden şimdi incelttiğimi soracak ve bana nasihat ve sitemde bulanacak yazar arkadaşlarımın endişe ve kaygılarını da aktarmayı unutmadan… Özellikle Şevket Beyin şu meyanda bir serzenişini duyar gibi oluyorum, Sadık (Sato ) beyin de hakeza: Ya “Şairim” daha gençsin, vah, tüh, canından bu kadar mı bezdin, bir Amerikan bayrağı alıp İran halkının içine dalıp bayrağı sallasaydın bundan daha az bir risk alırdın” Eh ne yapalım aldık bir kere… Bildiğimiz doğruları yazmayalım mı yani, Sato Bey? İyi de, Sato Bey kim, nereli? Nasıl biri? Kaç yaşında? Ne gibi özelliklere sahip? Gibi suallerle muhatap olacağımı bile bile Onunla ilgili şimdilik bir açıklama yapmak istemiyorum… Nevi şahsına münhasır enteresan bir kişi işte… Kaldı ki konumuz da o değil zaten. Neyse konumuza dönecek olursak, kızlar hakikaten de her zaman ve her yerde sanal ve suni bir âlemin girdabında… Evde, arabada, okulda, caddede, mağazada, cafe"de, sinemada… Karşıdan karşıya geçerken bile bazı kızlarımızın elleri tuşlarda kulakları şarkılarda… Erkekler hiç mi telefonlarını ikide bir kontrol etmiyorlar diyebilirler kızlarımız velâkin, erkekler de telefonlarını ara sıra yoklayıp aramalara ve mesajlara bakıyorlar ama baktıktan sonra ya ceplerine yahut çantalarına kapatıp çalma veya mesaj sinyali alıncaya kadar bekliyorlar, üstelik çok genç olanları hariç kızlar kadar müzik falan da dinlemiyorlar… Ama kızlarımız telefon çalsa da çalmasa da mesaj sinyalleri gelse de gelmese de ne yazık ki gözlerini asla ve kat"a telefonlarından ayırmıyorlar… Çevrelerinde olan bitenleri gözlemlemek konusunda yani gerçek hayatın devranına şahitlik etmek hususunda çok yetersiz kalıyorlar… Oysa telefonlarını kısa bir anlığına da olsa ceplerine, çantalarına bırakıp çevrelerine dikkat kesilseler, kâinatın bin bir tür renklerini ve hayatın envai çeşit güzelliklerini idrak edip daha dakik, canlı ve zinde olacaklar… Ne gözlerinde yanma ve gencecik yaşlarında gözlük, ne kafalarında bin batman demir gibi bir ağırlık hissi, ne ruhlarında tarifi olmayan bir bıkkınlık ve tedirginlik… Şair Orhan Veli"nin dizelerine yansıdığı gibi; “Deli eder insanı bu dünya, Bu gece, bu yıldızlar, bu koku Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç" Mesela kızlar bindikleri otobüsün camından şöyle bir dışarı baksalar yahut yürüdükleri yolda dikkatlerini biraz da çevrelerine yöneltseler, Şairin tarif ettiği nice ilginç ve büyüleyici güzellikler müşahade edecek kesintisiz müzikle iyice yorulup uğuldayan kulakları daha doğal ve hoş sedalarla yankılanacak... Altmışlı- yetmişli senelerde bırakın cep telefonlarını isimleri bile yoktu.O zamanın kızları iletişimden büsbütün yoksun oldukları için kendilerine başka meşgaleler bulurlar onlarla oyalanırlardı. Mesela bol bol oya, nakış yapar çeyiz yapmakla ilgili maharetlerini sergilerlerdi... Biraz tembel olanlarsa yalnız kaldıklarında küçük ebatlı ve resimli aşk fotoromanları okuyup, akşamları radyodan görüntüsüz film denilebilecek "Radyo Tiyatrosu" dinlerlerdi. Arkadaşlarıyla buluştuklarında ise karşıt kızların dedikodularını yapar şuh kahkahalarıyla ortalığı çınlatırlardı. Onların cep telefonu gibi bir dertleri olmadığı için öyle kah mutlu kah mutsuz kendince yaşayıp giderlerdi. Zira öyle olağanüstü bir icadın bırakın cismini ismi bile olmadığı için onların böyle bir beklentileri de haliyle yoktu. Ama onların zamanında da cep telefonları olsaydı da cepleri yasaklamak yoluna gidilseydi, onlar da bilfiil ayaklanıp memleketi toz -duman ederlerdi. Belki günümüz genç kızları gibi çok ağır bunalımlara girmezlerdi lakin gene de haklarını söke söke alacak illegal protestolara ve grevlere yeltenip telefonlarına geç de olsa kavuşurlardı. Netice itibarıyla hiçbir makul gerekçe beni bu düşüncemden alıkoyamaz diyor ve sonuçlarına katlanmayı göze aldığım teklifimi bir kez daha yineliyorum: KIZLARIN CEP TELEFONLARINI TOPLATALIM Hiç değilse kısa bir süreliğine, Onların iyiliği için Burada genç kızlarımıza da bir mesajım var... Bakın kızlar değerli kardeşlerim; Sakın delici- kesici aletleri ve balta sapı, kazma sapı gibi bilimum silahları, elinize ne geçerse kapıp gelmeyin, inanın sözlerimin en başında şaka yaptım. Yani ben en acele tarifeden bir ucak bileti alıp hiç tahmin edemeyeceğiniz bir dış düvele kapak atmış bulunuyorum Neyse çook uzaklarda olduğum ve uçaklar dolusu bacılarımın gelip beni infaz etme ihtimali bulunmadığı için yerimi de gönül rahatlılığıyla söyleyeyim söyleyeyim; Bakın ben şey yani Karayipler'deyim Oh be...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cafer ŞAHİN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |