Egoistlerin en güzel yanı başkaları hakkında konuşmuyor olmaları. -Lucille S. Harper |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu Etüt ödevini yapan çalışkan bir çocuğun edasıyla çalıyor piyanist Mehmet Okonşar. Birden Schubert’in ruh haline bürünüyor. Yaramaz notalar parmaklarının ucundan dökülürken sadeliği zenginlikle birleştiriyor. Müzik Tanrısının eli geçerken şöyle değivermiş Scubert’in başı üzerine, zaten bir daha da iflah etmemiş. Mehmet Okonşar, özün özünü damıtmış müziğin usaresinden sıkıp çıkardığı notaları piyano tuşları üzerine dağıtırken. Sanki “farz edelim ben Scubert’im” diyor. Öylesine yalın, öylesine sade bir dille anlatıyor ki tüm doğallığıyla. Hani küçük bir çocuğun saf diliyle. Parçalı bulutlu notalar arasında dolanırken havada kah hüzün, kah mutluluk. Kesik kesik vuruşlarda, kekremsi mutluluk anlarına eşlik eden neşe kırıntılarına azık edebilir insan bu uçuşan notaları. “Farz edelim ki ben Scubert’im”. Öyle uzun edebi cümleler kuramam. Basit bir iki kelimeyle anlatacağım derdimi. İki kelimelik bu destanda, iki sanatçı var olur piyano taburesinde. Biri Scubert, diğeri notalarda onun sesi olan Mehmet Okonşar. Kalından inceye uçarken parmaklar, ilk hayal kırıklığını yaşayan bir çocuğun gözünden izleriz dünyayı. Notalar notalara, günler günlere bağlanırken parmaklar akar gider. Bir iki kelime, bir iki notayla anlattığım bir öykü bu. Dünya sahnesinden ayrılırken uçuşan notalara yazıp bırakıyorum birkaç anıyı. Bakın şurada bir minörde gülüvermişim. Öte yandan bir majörde yaşadım ilk yürek acısını, mutluluk bir dokunuş uzaklığında geçip gitti yanımdan. Bir anlık duraksamalar yakıcı hayallerin, umutların izlerini taşır. Ama verdiğim eserler her şeyin ötesindedir. Hüzünlü küçük neşe parçacıklarına bulanmış bir öykü bu. Eriyerek dört bir yana dağılan nota sağanağı arasında yağmur gibi inen müzik damlacıkları üzerimizden kayıp giderken gök gürültüleri eşliğinde aradığını bulamayan bir adamın müzikal güncesi. Hayata hep yabancı kalmış, bir türlü oyuna katılamayan misafir öğrenci kılıklı bir adamın öyküsü. Arada bir güneş yüzünü gösterecek notalar parmaklarının ucundan damla damla akarken. Tüy hafifliğinde dokunuşlarla zamana ve bir kuşun kanat çırpışı ritminde hayat bulacak. Giderek ruh bedende hafifliyor. Vur kaçlarla bezeli hüzünlü muziplikler var hayatımda. Dedim ya, “farz edelim ki ben Schubert’im”. Yarım kalan bir şeyler var burada. Bir türlü aradığını bulamamanın verdiği bezginlik, yabancılaşma. Kesik kesik çalışlar, merdivenden çıkarken arada durup dinlenen adamın tavrıyla anlatıyor. Parmaklar piyanonun tuşları üzerinde su gibi akarken öyküyü yeniden yazıyorum. Çalınmış zamanlarda Müzik Tanrısının yeryüzüne uğradığı o altın anlardan biriyim. Zaten notalar nedir ki? Zamanın eriyerek anlara, anların notalara dönüşmesinden başka. Parmaklar tuşlar üzerinde uçarken saniyelerin dört bir yana saçılmasından başka ne olabilir ki? Bu kadar basit ve doğal. En basite indirgenen doğallık müziğin en saf hali değil mi? Öylesine kolay ki, ha notaları üst üste koyarak göğe yükselip yıldızları toplamışsın, ha tuşların üzerinde serseri aşıklar gibi dolaşmışsın. İşte bu kadar basit. Neden nefes aldığı sorulur mu hiç insana, neden yağmur yağar, güneş açar, gökte yıldızlar parlar? Doğal işte. Farz edelim ki ben Schubert’im. Arada bir fikrini değiştiren bir adamın tavrıyla tutuksam. Hikayeye henüz başlamışken vazgeçip yarım bırakmamdandır. Duraklamalarda, bir ömür uzunluğunda kaçamak bir bakış kısalığındaki eslerde hep yarım kalan anlar var. O mahzun çekingen halim biraz da bundandır. Ümit etmeye ürkek notalarda dolaşırken, yaşamaya henüz başlamış tınılar, birden kesilen öyküler gibi bitiverir. Yarım kalan hüzünlü bir hayatın öyküsü anlatılır küçük dokunuşlarda. Parmaklar uçar, yolunu bulur. Tuşların üzerinde kayarken notalar sese dönüştüğünde, “farz edelim ki ben Schubert’im” Birkaç notayı cebimize koyup çıkarken, gönlümüze düşen yarım kalmış bir öykünün hüznüdür. Sanki kasırgalar hiç esmemiş, felaketler hiç yaşanmamış gibi parmaklar tuşlar üzerinde uçar, notalar dört bir yana damla damla saçılır, yıldız olur gökyüzüne uçar, ışık olur, sevdiklerimizin yüreğinde sonsuza kadar kalır. Mehmet Okonşar’ın 25 sanat yılında, 15 Ocak 2007 tarihinde (henüz kimse ölmemiş ve hayat daha güvenliyken, sevdiklerimin hayatta olduğu altın zamanlarda) İzmir Sanat’ta verdiği Schubert Konserinin anısına… Ve ışıklar diyarına göçen annemin aziz hatırasına …. Franz Schubert Son 2 Piyano Sonatı Sonat La Maj D959 ve Sonat Si B. Maj.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |