"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu Bu tarla cadısının, seneler sonra anneanneyi, Neveser Hanım sayesinde buluşunun kısa öyküsüdür. O öldüğünde hiç ağlamadım. Bu akşama, Neveser Hanım’ı dinleyene kadar. Neveser Kökteş’in Çaresizim şarkısını. Çoktan unuttuklarım, yada unuttuğumu sandıklarım, Yüreğimin en dip köşelerine sakladıklarım. Her biri usulcacık dışarı süzülüverdi. Sahi, ben anneannem öldüğünde hiç ağlamadım. Bahçede koştururken elinde köftelerle ardımdan gelişini anımsıyorum. Kaç yaşındayım? Üç mü, dört mü? Yengeç gibi badi badi koşturduğuma bakılırsa fazla değil. Sonra, eline aldığı tanburu eşliğinde söylediği eski zaman parçalarını. Eftelya Hanımların, Neveser Kökteşlerin seslendirdikleri şarkıları hafif titrek bir sesle nasıl mırıldandığını. Söylediğine göre hep bir mandolini olsun istermiş. Ben neden ona hiç mandolin almadım? Ağzım iki karış açık, şaşkın ama meraklı bakışlarla onu dinlerdim. Biraz daha büyümüştüm. İlkokul birinci sınıf filan olmalı. ‘Anneanne ne olur biraz daha çalsana.’ ‘Amaaan sen de, artık ben de ses kalmamış’ der, sonra o titrek sesiyle yine de mırıldanırdı. Karşısında onu dinleyen sümüklü, saçı başı dağınık, tarla cadısı için. Ne mal olacağım o zamanlar belliydi zaten Yemek masasının çevresinde fır döndüğümüzü bugün gibi hatırlıyorum. Benim hale yola gelmeyen saçlarımı düzelteceğim diye yolunca, Benim de tepem atmış, Utanmadan karşısına geçip ilk önce başımı deli gibi sağa sola salladıktan sonra, saçlarımı bir güzel dağıtmış, hatta ellerimle şöyle bir de karıştırınca, Benim Rapunzele benzeyen at yelesi işin içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Elinde tarakla ardımdan koşturan anneannem öfkeden deliye dönmüştü. Sonra hızımı alamamış, Kendi stilim olarak tasarladığım ve bugünün gençleri tarafından büyük rağbet gören saç modeline göre saçları onun gözde makasıyla kırpıvermiştim. Çok mutlu, kendinden emin aynada yarattığım ‘şahesere’ bakarken onun tarafından yakalanmış ve soluğu mahalle kuaföründe almıştık. Bir yandan anneannemin anlattığını dinleyen bir yandan da başını iki yana sallayan berber rahmetliyi onaylayan bir sesle ‘zamane’ demişti. Hiç de değil. Yarattığım modanın ilerde tutacağını ben o zamanlardan biliyordum ama bunu anneanneme ve kuaföre anlatmak mümkün olmamıştı. Bir de ara sıra baktığımda içimin sızladığı siyah beyaz bir fotoğraf var. Eskidikçe büyüleri mi artıyor nedir? Yoksa biz mi hafiften yaşlanıyoruz. Kenarı tırtıklı bir parçası da kopmuş sarıya çalan siyah beyaz fotoğrafta pek de ışıltılı çıkmıştı. Ne kadar da genç? Halbuki o zamanlar da benim anneannemdi. Ben de resmin sağında tam da onun önünde duran şu basma entarili kara kuru şey. Bacak kadar boyumla, objektife soran bakışlarla bakmışım. Üstelik, affedilmez biçimde bir parmağım ağzımda. Acaba eliyle, elime vurmuş muydu? Öyle pat diye vuru verirdi. Kötülük olsun diye değil. Sadece torununun tıpkı kendisi gibi bir hanımefendi olmasını istiyordu. Arsız, kenar mahalle kızı tavırlarına hiç tahammülü yoktu. Bütün ömrü boyunca, beni adam etme konusunda kesin kararlıydı ve beni bir ‘hanım kız’ yapma konusundaki umutlarını ölene kadar taşıdı. ‘Yapma, çek bakayım parmağını ağzından. Hanım kızlara yakışıyor mu?’ Hanım kız mı? Kim, ben mi? Sahi, Osmanlı terbiyesiyle büyütülmüş anneanneye yakışıyor muydu şu çingene kılıklı, saçı başı dağınık, tarla cadısı. Diğer kuzenlerim gibi akıllı, uslu, söz dinleyen bir havam hiç olmadı. ‘Hanım kızlara’ yakışmayacak biçimde, başının dikine giden, aklına koyduğunu yapan tavrım onu deli ediyordu. Ama sessiz sakin dizinin dibinde oturduğum anlar da vardı. Beş yaşındaydım. Onun yaptığı kanaviçelere, örgülere büyük bir merakla bakar. Onu taklit etmeye çalışırdım. İşte, ittifak yaptığımız ender huzurlu anlar. Lolipop şekerlerinden arta kalan beyaz sapları hemen musluğun altına tutardım. Çünkü onlar benim yün şişlerim olurdu. O da bana yünlerinden bir parça verirdi. Ben de hayali bebeklerime, hiç giydiremeyeceğimi bildiğim minik elbiseler örerdim. Sonra, nasıl örmem gerektiğini gösterirken, sanki tüm hayatım buna bağlıymışçasına onu dinler ve söylenenleri (pek de ben de beklenemeyecek bir ustalıkla) yapardım. Anneannem mutlu ve gururlu ‘aferin’ deyince, (bunu çok nadir duyardım) dünyalar benim olurdu. İğneye ilk iplik nasıl geçirilir ben anneannemden öğrendim. Sadece örgüyü değil, artık bez parçalarının üstüne, rengarenk ipliklerle iğne ardı işlemeyi de. Sonra, anneannem işlediğim bu bez parçalarını misafir odasındaki ahşap sehpaların üzerine koyar, gelen misafirlere göstererek ‘torunum yaptı’ derdi. Bir hafta, ortalıklarda sanki Waterloo savaşını ben kazanmışım gibi şişine şişine dolaşırdım. Seneler sonra, evi boşaltırken, o eski, çoktan çöpü boyladığını düşündüğüm ve beş yaşındaki tarla cadısının renkli ipliklerle işlediği bezleri bulunca, iki damla usullacık süzülüvermişti. Sanırım anneanneciğimi en çok onun istediği gibi olamayışım üzüyordu. Zaten her ailede bir ‘kara koyun’ vardır öyle değil mi? Bizim ailenin ‘kara koyunluğunu’ ben gönüllü olarak üstlenivermiştim. İlk torunu, ilk göz ağrısı, benim için yaptığı fedakarlıklar, ördüğü kazaklar, yolladığı reçeller hatta bugün bile sakladığım eli henüz kalem tutuyorken parmakları müsaade ettiği kadarıyla el yazısıyla yolladığı bayram kartları ve nice anılar. Hepsi birden yavaş yavaş açılan sandığın kapağından, Neveser Kökteş’in şarkısının ezgileriyle birlikte dışarıya doğru süzülüyorlar. Sıcak bir iki damla. Öyle çok da uzak olmayan bir geçmişte, bugün gibi, kime yaptığını bilmediğim kazağın şişlerinin şıkırtısı eşliğinde örgüsünü örerken benim beş yaşındaki halim de büyük bir ciddiyetle kanaviçe yapmaya çalışıyor, ben de hemen onların yanı başında yerimi alıyor, Neveser hanımın yanık ezgisinde, tekrar sevgili anneannemin dizinin dibine oturuyorum. Önemli Not: Yıllar sonra, Tarla Cadısını yeniden Anneanneyle buluşturduğu için başta İncesaz ekibi olmak üzere, İncesaz-2 / Eylül Şarkıları / Kalan Müzik ve solist Melihat Gülses’e sonsuz teşekkürler. Bir de, ‘Neveser’ isimli sunumu hazırlayarak Neveser Kökteş’in ‘Çaresizim’ isimli şarksından haberdar olmamızı sağlayan düş doktoruna (diş değil) sonsuz teşekkürler. Bugün hayatınıza bir güzellik katıp kendinize bir hediye vermek istiyorsanız, ‘Neveser’ isimli müzikli sunumu izleyebilir ve bilgisayarınıza kaydedebilirsiniz. Bunun için www.ergir.com adresinden ‘Neveser’ isimli sunuma ulaşmanız yeterli…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |