Gerçeği arayan bir insan, öncelikle her şeyden gücü yettiğince kuşku duymalıdır. -Descartes |
|
||||||||||
|
Elimi sessizce omzunda gezdirdim. Ne kadar da güzeldi… Sanki bir uçurumun tepesinden ayaklarını bağlıyorlar ve aşağıya doğru sarkıtıyorlar butun yerçekiminin şefkatiyle. Omzuna dokunduğumda anladığım üşüdüğüydü. Bilinçaltındaki yıkıntılarını düşlerimle örtmeye çalıştım ve pusudaki düşmanın görünmezliğini bozmaya çalıştım hep. HER NERESİNİ OYNATSA BIR DÜŞMAN OLDUĞUNU HİSSETTİRİYORDU. AMA GÖRMEYE MUSAİT OLMALIYDI GÖZLER. BİR BODRUM KATINDA PARLAYAN GÖZLERLE KARANLIĞI İZLİYORDU. KALLEŞ, BECERİKSİZ, HAZIR YİYİCİ… PUSUDA!!! Kollarından tutup bütün yüzünü ve vücudunu göğsüme dayamak istedim. Parçalanmış düşleri olması beni engelledi. Belki sevişmek “O”nu daha da çok parçalayabilirdi. Bir paylaşılamayan fahişe gibi bir oraya bir buraya zıplıyordu; Çekirgeydi belki de. Her sıçrayışında göğüsleri sutyeninin dışındaydı ve “O” bunu bilmiyordu. Ama bilmeliydi. Bilip de bilmemezlikten gelinecek kadar önemsiz değildi bu. DAHA ÖNCE KURDUĞU PUSUYU UYGULAMAK İÇİN DOĞRU FIRSATI ARIYORDU. FIRSAT? HAYIR HAYIR… ONUN ARADIĞI FIRSAT FALAN DEĞİLDİ! NASIL OLSA BİR GÜN BİR FAHİŞE GELECEK VE O KAZANACAKTI! Dudaklarına sarmak istedim dudaklarımı; beceremedim yine. Erkenden, gecenin bir vakti tutup gitmemeliydi. Giden “O” olmamalıydı, ben olmalıydım. Hep giden ben olurdum! Ben yollarda yaşıyordum, “O” değil. Hep süregelen kısır döngülerin sonunu bilirdim. Bunun sonu da belliydi. Sabah olduğunda çekip gidecektim hayatından. Ama ne kadar geç olsa sabah kârdı. “O” uyandığında ben çok uzakta olacaktım. Onbinlerce kilometre uzaklara doğru demir alacaktı gemim. BENIM İÇERI GİRDİĞİMİ O BODRUM KATINDAKİ TAHTA FIÇIDAN NASIL GÖRÜP AĞLARIN ARASINA BİRER SIRA DAHA CEKEBİLİYORDU? Girdiğim pencereden dışarı çıkmak yine zordu! İşte, sabah oluyordu. Her garda büyüyen yüreğimi, biraz daha büyütmek için, yaralarımı deşip kangrenleştirmek için, yara yerlerinde derin izler bırakmak için önce girdiğim pencereden dışarı çıkmalıydım. “O”na burada olduğumu hiç belli etmeden bütün ayak izlerimi, aynasındaki görüntülerimi –yani zahiri BENi- silip gitmeliydim. Dediğimi yaparım hep, yine yaptım! Ve son anda dayanamayıp ufak bir öpücük bıraktım yanağında. Uzaklaştım… * * * UYKUSUZ GECENİN SONUNDA FIÇIYI AÇAN BİR BEYAZ EL GÖRDÜ, GELDİĞİNİ ANLADI. KAFASINI ÇOK UYKULUYMUŞ GİBİ DIŞARI UZATTI: - Seni beklemiyordum. - Beklesen iyi olurdu. - Yanağına ne oldu senin? Kanıyor… - Uyandığımda da kan akıyordu, durmadı. - SENİ SEVİYORUM! - Ben de seni. - Hadi, o zaman ağa atla da sevişelim! AĞINA DÜŞÜRDÜ ve GEÇMİŞİNDEN HİÇ BİR İZ KALMAYASIYA KADAR “O”NU SÖMÜRDÜ. “tek kalan iz keskin öpücükteki ölümdü!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Ulaş ORAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |