"İnsan - işte tüm sır burada. Bu sır üzerinde çalışıyorum, çünkü kendim de insan olmak istiyorum." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
3 saat boyunca, eğitim düzeyi en tepede, kariyerinde en başarılı, aklı başında, karizmatik, sosyal, güya kendi ile yüzleşmiş, barışmış insanlar olarak fal kuyruğu bekledik. Dışardan bakıldığında acayip eğlenen, çok renkli bu grup, özünde çözemediği binlerce problemin çözümünü, ilkokul mezunu olduğunu tahmin ettiğimiz ve sürekli “ok mi?” diyen bir kadında aramaya gelmiştik. Eğer yaşamın beş duyusu varsa ve bize her koldan saldırabiliyorsa, bunu daha önce yaşadığınızı, bedeninizden sarı bir ışığın çıktığını, çekildiğinizi, kaybolduğuzu, yere çarptığınızı daha önce hissettiyseniz, merhaba ben de dün bunu yaşadım, kulübe hoşgeldiniz. Amaç eğlenmek miydi başta, hiç sanmıyorum. Hepimiz gayet net biliyorduk ki sorularımızın cevabı için burada bekliyorduk. Bizim gibi entel tayfası, 10 dakika devlet dairesinde bile söylenmeden bekleyemez. Mutlaka bürokrasiye, devlete küfreder ve acelesi yoksa o işin, mutlaka mekanı terk eder. Ama tokat yemek, kendimizle yüzleşmek, belki de arınmak için 3 saat bekledik, o çayı zehir, kahvesi nohut olan yerde... Sırayla içeri girip, gözlerimiz ayrılmış, dilimiz tutulmuş, kafamız karışmış, “hassiktirrr...” diyerek çıktık. Sessizlik...Anlatıp, anlatmamak. Ben anlatmayı en az isteyen, güya en son baktırıp, en inanmayan, tek başıma yürümek isteyen, susmak ve susmak isteyen, kendini kabul edemeyen, yaptığı hatalar yüzüne vurulunca, hem de fal insanı tarafından, hazmedemeyen...Ufff! -“ İçmeye gidelim mi?” -“ Yapacak daha iyi bir şeyimiz yok, kadın ağzımıza sıçtı...” -“ İçelim ve mümkünse biraz sessiz kalalım, konuşmayın azcık olur mu?” -“ Bu da krize girdi, buyrun.” Benim yüzümden bitmiş...Kahve içememiştik ya, ben yapmışım. Sorgulamasaymışım...Sorgularım kardeşim, ben öyleyim. Ben öyleyim diyebiliyorken, başkalarına akıl vermemeli ve değiştirmeye uğraşmamalıymışım. -“ Bir yaratan zaten var, sen niye tanrıcılık oynuyorsun kızım, haddini bilip otursana!”, Allah, kendine eş koşunca kendimi, belamı vermiş işte...Ellerim titriyor. Deprem yaşamışım, çünkü...Değişmemeye kararlı adama aşık olmuşum. Yani, şapa oturmuşum, Allah belamı vermiş. Susmalıymışım. Sabretmeli ve olduğu gbi kabul etmeliymişim. Ben “yitik savaşçı”... Ben aşığım ya... “Sana aşığım” yazdığım anda, niye birden yanımda bitiyor bedenin. Benim sana aşık olduğumu, bir daha, bir daha acıtarak ne diye kanıtlıyorsun. Ama Allah belamı vermiş işte...Giyme şu maviyi...Mavi, beni sana çekiyor. Aslında çok zavallıyız...Güvensiziz, bilinmeziz, korkağız...Ve bir falcı kapısında, 3 saat bekleyecek kadar, söylediklerinden etkilenecek, kendimize hesap soracak kadar çaresiziz, YALNIZIZ...ÇOK AŞIĞIZ...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ESRA BAYKAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |