"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar |
|
||||||||||
|
“Parıl parıl parlar, ışıl ışıl yanar...Mavi mavi boncuklar dağıtır, hep kandırır.” Göksel Gecenin parıldayan ışıkları üzerimize çöktüğünde içimizde uyanan canavar, gün ışığında inine saklanır. Yanımızda yatan beden bir pişmanlığa, kendi tenimizde cehennemimize döner.... El yakar kalbimiz, bir gece öncenin tortusu çöker üstümüze...O çok gülümseyen gözler gider, şuh bakışlar yerini hüzne bırakır, kalabalık yalnızlığa dönüşür...Bir sabah daha hayatın yüküyle başlar. Bir anlık heyecanla başlayan, alkolle perçinlenen gece, sabahında kasılmalara bırakır yerini. İntikam, soğuk yenmesi gereken birşeydir derler, her intikamda bir yanımızı geride bırakırız. En uzununu isterken, en kısasına kalırız ilişkilerin. Ve her böyle bir sabahta daha da katı uyanırız hayata. Sahip olmadıklarımızın yerine, küçük zevkler koyup, tatmin olmaya çabalarız. “Ufff, uyanıp gitse ya!” demeyeceğimiz bir insan ararız yatağın diğer yanında...Kahvaltıyı birlikte etmeye değecek kadar duygu ararız belki de sadece. Veya bu sefer acıtmayacak bir şey... Her acıtana inat, acıtmaya çıkarız gecelerde. Gece aslında karanlıktır, aydınlatmaya çabalayan bizleriz. Çünkü görmediğimiz herşey korkutur bizi. İnsan karanlıkta çıplak kalır...Çıplaklığını örtmek için de saldırır. Kendimizi attığımız kalabalıklar arasında, yalnızlığımı örtmeye çalışırız yan masadaki yaşam formuyla. Yatağın soğukluğunu saklamak, orada ölmemek için yanımızda başka bir beden taşırız. Aslında içimiz soğukken istediğimiz kadar cesetlerle sevişelim, nafile. İki soğuk bedenin bir araya getirdiği sevişmeden ne hayır gelir ki... İntikam, acı, aşk...Kimse melek değil...Meleklerimizi çocukluğumuzdan sonra öldürdük. Gerçek dünyayla baş edebilmek için...Artık bol olası şeytanlarımız var. Tilkilerimiz var en hırçınından, saçımızın telinde, ona dokunuşumuzda, dansımızda, dansımızın sert figürlerinde, bakışlarımızda, bakışlarımızdaki sahte şehvette, cildimizde, cildimize sinen dumanda, sahne ışıklarında, o ışıkların altında parlayan giysilerimizde, ellerimizde, ellerimize sinen kayıp yaşamlarda, anılarımızda, sahip olmak istemediğimiz ama bizi biryerde “biz” yapan anılarımızda.... Şeytan içimizde...Geçmişte gerilerde duran şeytan, büyüdükçe sahneye çıkar hayatlarımızda. İşimizde, hırsla sarılıp, yaşamımızı adadığımız işyerimizde, sevgilerimizde, körü körüne bağlanıp, deli gibi sevdikten sonra yaşadığımız acılarda...Kaybolduğumuzda ve yeniden dönmek istediğimizde...Kayıpların yerini doldurmak istediğimizde. Yastığa başımızı koyduğumuz ve en çıplak kaldığımız anlarda... Her sevişmemizde aslında sevmediğimiz, duygusuz tenlerle şeytan bir adım daha katılaştırıyor bizi. Yüreğe giren her sert tabaka, yaş ilerledikçe yer ediyor. Böyle de yaşanır diyoruz...Böyle de yaşanıyor ya, en acısı o belki de... Yaşamaya devam edebildikçe şeytanla anlaşmaya da, onunla yaşamaya da alışıyoruz. Sonra beyazlığımız soluyor, griye, çiğ bir sarıya dönüyor ruhumuz ve tenimiz...Yalnızlığımızı kırmızılarla gizliyoruz, kaybolmuşluğumuz turuncularla gölgeleniyor, yoklarmış gibi...Acımız gülümsemelerle örtülüyor. Bir yerlerden beklenen mesih çıkmadıkça, tanrıyı da unutuyoruz. “O yok ki...Olsaydı...” lar sarıyor benliğimizi... ”Aslında keşke olsaydı, o zaman gitmezdi...Gitmezdi, ben de kaybolmazdım...” Fallar giriyor hayatımıza sonra, belki birilerinden duyarız bir güzel söz, bir umut... Sonra gece iniyor yine...Parlak ışıkları altında karanlık ruhlarla...Bir yerlerde yeniden başlıyor gece...Yine o içimizdeki şeytanla...Acıyor...Hem de çok...Ama yok acımıyor, acımıyor işte! Değdiğimiz her gözde, her tende acıtıyoruz değil mi...Acıtıyor gece, en karanlık yüzüyle...O’na benzeyen adamları/ kadınları acıtıyoruz....O acısın diye... Çok sevdiğiniz insanların duygularını taa derinlerde hissedersiniz, O da sizinkini. Kapatmadığınız sürece kendinizi en ilkel güdülerinize...O zaman ödeşilir belki, görmeden bile...Herkesin canı acıyınca, nötrlenir belki acı... Toprağa basmak gibi, ayaklarının altında kumu hissetmek gibi, belki de dalgaları... Gece iniyor, açmak lazım ilkel duyguları yoksa yine başlayacak intikam ateşi...Ve yine kaybolacağız o parlak ışıkların altında....Az sonra....
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ESRA BAYKAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |