Bir gün karşıma biri çıkacak ve bana: "Herşey olması gerektiği gibi olmaktadır, efendim" diyecektir. -A. Ağaoğlu, Yazsonu |
|
||||||||||
|
‘Merhaba..’ dedi Rüzgâr yumuşak bir şekilde eserken. ‘Merhaba..’ dedi Sigara Külü, yumuşak Rüzgâr sayesinde hafif hareketlerle havada süzülürken. ‘Nereye gidiyoruz?’ ‘Bilmem...’ dedi Rüzgâr. ‘Her yere, bir yere, ve hiçbir yere... Gökyüzüne, okyanusların üstüne, çöllerin ortalarına, ağaçların arasına, sen ve ben nereye istersek oraya...’ Sonra güldü. Yanından geçtikleri ağacın üzerindeki kuşlar, Rüzgâr’ın şiddetle üzerlerine gelen kahkahası yüzünden havalandılar. ‘Ben de bilmiyorum neden seni her yere, bir yere ya da hiçbir yere götürmek istediğimi..’ diye devam etti Rüzgâr. ‘Sanırım yanlızlıktan sıkıldım, lütfen arkadaşın belle beni..’ Sigara Külü ne diyeceğini şaşırmıştı. Tarlada yaprakları biraz biraz büyümeye başladığından beri... İçine yerleştirilen türlü zehirli maddeyle hazırlandığı günden beri... Sigara paketine ilk konduğu günden beri... Bir kül tablasında diğer sigaraların yanında tozlaşmış bir şekilde durmayı hayal etmişti. İstemeyerek de olsa insanları zehirleyen bir varlık için güzel bir rahatlama yöntemi olmalı bu... diye düşünürdü. Bu durumda sanırım hiçbir zaman küllüklere erişemeyecekti... Çeşitli yollardan geçip (ki arada çöplerin de olduğunu biliyordu) sonunda toprağa, çimenlere, Doğa’ya dönemeyecekti... ‘Nereye gitmek istersin?’ diye sordu Rüzgâr. ‘Bu günlerde şöyle hafif bir Rüzgâr’a her yerde, bir yerde ya da hiçbir yerde kimse bir şey demez. Çünkü benim gibi bir Rüzgâr her yerde, bir yerde ya da hiçbir yerde kimseyi rahatsız etmez..’ ‘Her yere, bir yere ya da hiçbir yere gitmek isterim.’ dedi Sigara Külü gülümseyerek. ‘Sana hangisi uygunsa..’ ‘O zaman her yere gidelim!’ dedi Rüzgâr. Üstlerinden geçtikleri otlar, şiddetlenmiş olan Rüzgâr yüzünden yere yattılar. ‘Üzerindeki toz parçalarını sıkı tut, kafandaki bütün dertleri unut, gözlerini sıkıca yum, ve beğeneceğin bir yerde olacağını um..’ ‘Neden sürekli kafiyeli konuşuyorsun?’ diye sordu Sigara Külü. Rüzgâr hızını arttırmıştı ve Sigara Külü’nden küçük, gri külcükler dökülmeye başlamıştı. ‘Rüzgâr dediğin dümdüz bir yolda dümdüz esmeli, onu farkeden kimselere kendini beğendirmeli, her parçası diğeriyle uyumlu olmalı, bu uyumuna da yakışmalı konuşmaları..’ dedi Rüzgâr. Sonra biraz durakladı. ‘Hadi, şimdi uçmanın tadını çıkar. Etrafını süzmeye başla. Sonuçta normalde küller ne rüzgarlarla konuşur ne de uçar. Bu arada dikkatli ol, yokolacaksın kaşla göz arasında!’ Sigara Külü umutsuzlukla kendisinden kopan parçacıkların Rüzgâr’ın gerisinde kalmalarını izliyordu. Gerçekten de biraz sonra üzerindeki bütün parçacıklar uçabilir, bu durumda da kendisi yokolabilirdi.. Kaşla göz arasında... Yine de.. diye düşündü Sigara Külü. Kendisinden ayrılacak birkaç kül parçası için böyle güzel bir yolculuğa hayır denmez... Ben en iyisi keyfime bakayım... Daha sonra aşağı bakmaya başladı Sigara Külü... Nereye mi bakıyordu? Aşağı, toprağa, toprağın üstündeki minik karıncalara, karıncaların yanındaki küçük taşa, taşın üstünde oturan küçük çocuğa ve çocuğun elindeki dondurmaya ayrıntıların hiç birini seçemeyeceği kadar uzaklaşana kadar baktı. ‘Neye bakarsın, öyle dalgın dalgın?’ diye sordu Rüzgâr, Sigara Külü’ne. ‘Aşağı, toprağa, toprağın üstündeki minik karıncalara, karıncaların yanındaki küçük çocuğa ve çocuğun elindeki dondurmaya bakıyordum...’ dedi Sigara Külü başka bir yere bakarken. Nereye mi bakıyordu? Aşağı, dağlara, dağların üzerindeki ormanlara, ormanların yanındaki açıklıklara, açıklıklardaki koyunlara ve koyunların başında duran çobana bakıyordu. Rüzgâr yavaşlamıştı. Koyunları korkutmak istemiyordu. Bu yüzden Sigara Külü koyunları, çobanı, ormanı ve dağları dikkatle inceleyebildi. Daha sonra türlü yerlerden geçtiler. Gerçekten de her yere gittiler. Pizza Kulesi’ni, Eyfel Kulesi’ni, Özgürlük Anıtı’nı, Çin Seddi’ni ve Everest Tepesini gördüler. Kuzey Kutbuna ve Sahra çölüne gittiler. Yağmur ormanlarını ve Büyük Okyanus’u geçtiler. Ama Sigara Külü bunlarla pek ilgilenmedi. O daha çok çevresinde dolanan insanları merak ediyordu ve onları inceliyordu. Rüzgâr binaların, apartmanların, ağaçların çevresinde turlar atarken o insanları tek tek süzüyordu. Bazıları uzun saçlı, bazıları kısa saçlıydı. Bazıları uzun, bazıları kısaydı. Bazıları erkek, bazıları kızdı. Bazıları sanatçı ruhlu bir ressam ya da bir yazar, bazılarıysa sadece bir işadamı ya da işkadınıydı. Bazıları genç, bazıları yaşlıydı. Doğa’nın da bütün bu işlerde parmağının olduğunu bilenler ve Doğa’yı sevenler vardı. Ama onu takmadan yaşamına devam edenler, para için yaşayanlar da vardı. Ama bir ortak özellikleri vardı hepsinin. Birbirlerinden habersiz koskocaman bir birlik olmuş, dünyayı her şeyle dolduruyorlardı... Aradan haftalar geçti. Sigara Külü Rüzgâr’la beraber gelmişti yine Türkiye’ye, İstanbul çevresindeki boş yerlerde dolaşıyordu. Ve bir çayıra geldiler.. ‘Rüzgâr..!’ dedi Sigara Külü hevesle. ‘Biraz daha alçaktan uçsana!’ ‘Ama biliyorsun aşağıdaki onlarca engeli, aralarından asla güvenle geçiremem seni, bir ota çarptın mı gitti yaşamının tüm güzellikleri, ama çok ısrar edersen yavaş yavaş uçarız tabii..’ dedi Rüzgâr. ‘Alçaktan uç, bütün toz parçalarımı sıkı sıkı tutarım.’ dedi Sigara Külü. ‘Şimdiye kadar hiç toprağı, çimenleri ve böcekleri görmemiş olmana çok şaşırdım doğrusu..!’ ‘Nereden anladın?’ diye sordu Rüzgâr. ‘Eğer onların arasında biraz dolaşmış olsaydın hemen aşağı inerdin de, ondan..!’ dedi Sigara Külü. ‘Sen o güzellikleri nereden biliyorsun ki?’ diye sordu Rüzgâr yine. ‘Ben bir bitkiydim!’ dedi Sigara Külü gülerek. ‘Diğer bütün bitkiler gibi topraktan çıktım. Yavaş yavaş büyüdüm ve toprağın alçaklarında uzun bir dönem geçirdim. Tabii bu fabrikaya gönderilmemden önceydi. Üzerime böcekler tırmandı, yapraklarıma arılar ve kelebekler kondu..’ ‘Onlar da ne?’ diye sordu Rüzgâr. ‘Tanrım...!’ dedi Sigara Külü gülerek. ‘Hepimiz Doğa’nın içinde yaşayan canlılarız! Ama sizin birbirinizden, ya da en azından senin onlardan haberin bile yok?!’ ‘Olmak zorunda mı?’ diye sordu Rüzgâr. ‘Doğa artık bitti...’ diye ekledi. ‘Ben insanların artık kullanmadığı yelkenlileri ve yeldeğirmenlerini çalıştırırdım, evlerinin içinde bir camdan öbür cama bütün odaları gezer dolaşırdım. Ama artık elektrikle çalışıyor herşey –buna evlerinin içindeki klimalar da dahil, her lüks var insanlarda ve artık kaldı bize esmek için sadece okyanuslarla sahil...’ ‘Seni bilmem ama ben insanları seviyorum...’ dedi Sigara Külü. ‘Çeşit çeşitler... Kimisi dediğin gibi, seninle ilgilenmiyor.. Hatta yakında unutacak seni, ihtiyacı bile kalmayacak.. Kimisiyse oturup senin sayende eğilen bütün çimenleri bir bir çizmek, senin sayende yükselen dalgaları bir bir aşmak için elinden geleni yapıyor... Kimisi dünyada gördüğü her şeyi kafasında biriktiriyor ve beğendiklerini eline geçen her şeye yazıp insanlarla paylaşıyor. Kimisiyse... Beni içiyor işte.. İyisiyle kötüsüyle, aptalıyla akıllısıyla beni ve benim gibi başkalarını içiyorlar böyle. Bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde, yavaş yavaş intihar ediyorlar...’ ‘Biliyor musun..?’ diye devam etti biraz sonra. ‘Biraz acıyorum onlara..’ dedi Sigara Külü dalgın dalgın. ‘Şu yarattıkları şeylerle kendilerini öldürüyorlar ya.. Silahlarla falan.. Korkunç bir şey!’ O sırada Rüzgâr konuşmaya başladı. ‘Dikkat et alçaktan uçmaya başlıyorum, sıkı tutun otların arasına giriyorum’ dedi ve sert bir dalışla çimenlerin arasına girdi. Çevrede böcekler, çiçekler ve bir sürü minik minik canlılar vardı. Sigara Külü’nün gözleri doldu. Eski zamanları hatırlamıştı. Buradaki otlardan biri olduğu, minik yapraklarının büyümeye başladığını farkettiği zamanları... Sonra çevresine bir sürü insan gelmişti, orasını burasını yoklamaya başlamışlardı... Belli bir süre sonra da büyük acılar çektiğini hiç fark etmeden yapraklarını üzerinden bir bir koparmışlardı. Tek tek, acı acı hissetmişti onları kendine bağlayan bütün liflerin koptuğunu... Daha sonra... Kurutmuşlardı yapraklarını... Toz haline getirmişlerdi, başka tozlarla karıştırmışlardı. Pek de iyi olmayan tozlarla.... ‘Neyi düşünürsün, öyle üzgün üzgün?’ diye sordu Rüzgâr usulcacık. Bir yandan da çimenlerin arasındaki güzelliğe, bu güzelliği nasıl olup da hiç farketmediğine, çevredeki böceklere ve küçük küçük kelebeklere şaşırarak esiyordu. ‘Gelmişi ve geçmişi..’ dedi Sigara Külü. Sonra çevresine baktı. Bitki olduğu zamanları, fabrikada geçirdiği zamanları, sigara paketindeki sıkıntılarını, onu yakan insanın ciğerlerine giden bütün zehirleri unuttu bir anda. Gerçek keyif buradaydı ya hâlâ! ‘Gitmek istediğin özel bir yer var mı?’ diye sordu Rüzgâr. ‘Gezmediğimiz bir yer kaldı mı?’ ‘Hayır.’ dedi Sigara Külü çevresindeki otları, kelebekleri. böcekleri ve minik minik canlıları keyifle süzerek. ‘Senin isteğin üzerine her yere, benim isteğim üzerine buraya, yani bir yere gittik. Artık başka yer kalmadı.’ ‘Ya hiçbir yer?’ diye sordu Rüzgâr. ‘Hiçbir yere de gittik.’ dedi Sigara Külü. ‘Geceleri hatırlasana..! O tepedeki yıldızları, ayı, gezegenleri... Gündüzleri hatırlasana..! O koskocaman ve hiç de görkemli gözükmemesine rağmen öyle olan güneşi... Onların yanında bu gittiğimiz yerler bir hiç sayılır. Yani hiçbir yere de gittik..!’ ‘Mantıklı!’ dedi Rüzgâr. ‘Sayende her yere, bir yere ve hiçbir yere gidebildim! Üçünü de tamamen yapamamıştım. Sana bu yüzden teşekkür edebilir miyim? Bana bunların üçünü de tattırdın..!’ ‘Bir şey değil ve teşekkürler!’ dedi Sigara Külü gülerek. ‘Sen de dünyada bir tarla, bir fabrika, bir paket, bir el, bir ağız ve bir kül tablasından daha fazla şeylerin olduğunu gösterdin bana..!’ O sırada hızlarının yavaşladığını farketti. Hatta toprağa sürtünmesine ramak kalmıştı.. ‘Rüzgâr!!!’ dedi telaşlı bir sesle. Sesi titrek çıkmıştı. ‘Rüzgârcığım, hemen yukarı çıkabilir misin? Buralar biraz tehlikeli de..!’ ‘Düşüyorsun öyle değil mi?’ dedi Rüzgâr. ‘Kusura bakma, hızım biraz yavaşladı da, eh bu kadar yoldan sonra yoruldum ne de olsa, sıkı tutun üzerinde hala bir iki toz parçası varsa!’ Ve yukarı çıkmaya başladı. Biraz sonra bir otobanın üzerinden büyük bir hızla esmeye başladılar... Kül nefes nefeseydi. Öyle korkmuştu ki! Bir an için bırak kül tablasını, bir insan bile göremeden yaşamının biteceğini, parçalara ayrılacağını düşünmüştü. Tabii artık ne kadar parçadan oluşuyorsa.. Üzerine baktı. Mini minnacık bir külcükten başka bir şey değildi artık. ‘Nereye gidiyoruz Rüzgâr?’ diye sordu Sigara Külü. ‘Bütün ülkeleri dolaştık, dünyada tur attık, benim durmaya ihtiyacım var artık...’ ‘Gidiyor musun?’ diye sordu Sigara Külü. ‘Beni bir kül tablasına mı bırakacaksın?’ ‘...Ve bak!’ diye devam etti Rüzgâr. ‘Geldik yine eski evine, seni içip bitirenlere, kendini bilinçsiz ya da bilinçlice zehirleyenlere, bir arkadaş edinmeme yardım edenlere...’ Sigara Külü kafasını toplayıp bir kafiye uydurmaya çalıştı. Bu son konuşmaları olabilirdi... ‘Rüzgârcığım...’ dedi Sigara Külü. ‘Ne kadar teşekkür etsem azdır sana, en büyük mutlulukların ikisini verdin bana, dolaştık seninle bütün dünyayı, ve verdin geri sonunda eski kül tablamı...’ çok mutlu olmuştu Sigara Külü. Gözleri dolmuştu. Sonra çevresine bakınmaya başladı. Dışarı ilk savrulduğu bahçeye gelmişlerdi. Ve rüzgâr yorgunluktan o kadar yavaş uçuyordu ki, çimenler onu sıyırıyordu. Arada sırada birkaç parça külünü alarak hem de... Rüzgâr derin bir soluk alıp yukarı çıkmaya başladı. Ve külü ilk uçurmaya başladığı kata doğru ağır ağır yükseldi. Sigara Külü çevresine baktı. Kendisinin ait olduğu sigarayı içen genç adam şimdi balkonda oturuyordu. Yanında iki tane daha insan vardı. İkisi de kızdı. Ama insanlardan biri diğerlerinden daha genç, hatta bir çocuk gibi gözüküyordu. Üstelik ne ağzında ne de elinde sigara yoktu. Sigara! Bunlardan sigara içen var mıydı acaba? Yoksa burada kül tablası yok muydu? Ama yo... Genç adamın elinde bir sigara vardı yine.. Sonra baktı. Genç adamın oturduğu koltuğun kol koyma yerinde üçgen biçiminde bir kül tablası vardı. Kırmızıydı... Tam hayalindeki gibi... Kendini rahat ve huzurlu hissetti Sigara Külü. Serbest bıraktı kendini ve üzerindeki son birkaç kırıntı daha uçup gitti. Artık üç, dört, bilemedin beş kül parçacığından oluşuyordu. Bunlardan ikisi tütündü.. Hissedebiliyordu. Diğerleriyse kağıt ve zararlı maddelerdi... Rüzgâr Sigara Külü’ne baktı. Neşesi, coşkusu, heyecanı, sevinci, huzuru, mutluluğu her bir parçasından okunuyordu. Gülümsedi. Mutlu oldu onun adına. Ama aylardır beraber uçtuğu, dolaştığı arkadaşına veda etmesi gerektiği için de üzülüyordu bir yandan. Sonra arkadaşının onunla daha fazla kalırsa yokolabileceğini, yani bu durumda onu bir kül tablasına bırakarak onun hayatını kurtaracağını düşünüp sevindi. Kararsızlığa düşmüştü. Sevinse miydi, üzülse miydi? İyi soru... Cevabı da yok üstelik... En iyisi başka şeylere odaklanmak, cevabı düşünmemek.. Cevaba ihtiyaç duymamak... ‘Rüzgârcığım!’ dedi Sigara Külü telaşla. ‘Balkonu geçtin!’ ‘Ay, pardon..!’ dedi Rüzgâr dalgın dalgın. Sonra aşağı doğru yöneldi. Balkon demirlerinden yana doğru, balkonun içine hızla döndü. Ve genç adamın oturduğu koltuğun kol koyma yerindeki kül tablasının üstünden geçerken duruldu. Sigara Külü onu sürükleyen, havaya kaldıran rüzgâr artık olmadığı için aşağı, kül tablasına doğru düşmeye başladı. Yavaş bir düşüştü bu. Onu aşağı gitmesi için zorlayan bir rüzgâr yoktu yanında çünkü. Parçalara ayrılıyordu Sigara Külü. Gülümsedi ve konuştu. Konuşmasını duyabilecek bir rüzgar vardı yanında ama... ‘Görüşürüz..!’ dedi Sigara Külü. Beş parçası da başka yerdeydi. ‘Seni özleyeceğim..!’ ‘Görüşeceğiz..!’ dedi Rüzgâr. ‘Sen bir külsün, Doğa’nın bir parçası... Bir gün eminim topraktaki bir parçaya dönüşürsün, o zaman kurtaramazsın benden paçayı..!’ Sonra yavaş yavaş, çimenlerin arasından, keyfini çıkara çıkara, çiçekleri, kuşları, böcekleri ve bir sürü minik minik canlıyı göre göre esmeye başladı... Sigara Külü kendisinden kopan parçaların gelen başka ve hiç de hoşa benzemeyen bir rüzgâr tarafından götürüldüğünü gördü. Garip... Kendisi sadece biraz sürüklenmişti. Sonradan anladı ki... Bir kül tablasındaydı! Diğer kül parçacıkları uçarken koltukta oturan genç adam küllere bakmaya başladı. O küller de kül tablasına doğru yönelmişlerdi. ‘Hay allah, bahçeye attığımız küller geri dönüyor galiba!’ dedi genç adam gülerek. Duvara dayanmış olan kıza baktı Sigara Külü. Diğerlerinden daha küçük gözükene. Gizemli bir şekilde gülümsüyordu...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Esin Yardımlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |