Düşmekten yükselme doğar. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Aleyda’nın bir de çantası olurdu sırtında. O da açık yeşildi. Çünkü Aleyda açık yeşili çok ama çok severdi. Ama yine de, Aleyda’nın yeryüzünde en çok sevdiği şey arkadaşı Nilüfer’di. Nilüfer ondan dört yaş daha büyüktü, tam dokuz buçuk yaşındaydı, ama ikisi yine de çok iyi anlaşırlardı. Nilüfer de Aleyda’yı çok severdi; onu oturdukları binaya ilk taşındıkları günden beri, yani üç senedir tanıyordu. Aleyda’yla Nilüfer birlikte olmayı çok sever, beraber dolaşırlardı hep. Büyüklerin hiç anlamadığı oyunlar oynar dururlardı. Büyükler anlamıyordu ama... Aleyda’nın sihirli parmakları vardı. İki elinin de işaret ve başparmakları sihirliydi Aleyda’nın. Bu parmaklarıyla eşyaları bir yerden bir yere uçurabilir, hayvanları konuşturabilir, hatta Nilüfer’in giydiği kahverengi bir pantolonu turuncu bir eteğe çevirebilirdi. Bazen (şöyle çok eğlendikleri, bol bol güldükleri ve saati unutup büyüklerin onlara verdiği izni aştıkları günlerde) saatlerin hepsini yirmi - yirmi beş dakika geri alır, büyüklerin yanına gitmek için kendilerine biraz vakit tanırdı Aleyda. Ama büyükler onları anlamadığı için, Aleyda’nın bu numarasını da hiç bir zaman fark etmezlerdi. Derken bir sonbahar günü Aleyda okula başladı. Tam altı buçuk yaşındaydı artık. (Nilüfer de onunu bitirmek üzereydi.) Aleyda daha okula gittiği ilk gün Nilüfer’le geçirdiği kocaman yazı çok özledi. Okula gittiği ikinci gün de Nilüfer’le geçen gün yaptıkları kocaman çikolatalı pastayı çok özledi. Ertesi gün ise okullar açılmadan önceki hafta dışarı çıktıklarında buldukları takla atan fareyle dans eden karıncayı... Sonraki günlerde ise... Nilüfer’i özledi. Her şeyiyle, her anısıyla. Bütün okul günleri boyunca Aleyda zaten önceden Nilüfer’in ona anlatmış olduğu sayıları, bu sayıları toplayıp çıkarıp çarpıp bölmeyi ve harfleri okuyup yazmayı bir daha öğrendi. Öğretmeni onun bunları zaten bildiğini anlamıyordu bir türlü. Öğretmen zaten hiçbir şeyi anlamıyordu ki doğru düzgün. Sırasının üstünde duran kalem ve saç tokasının canları sıkıldığı için ders sırasında bahçeye inmek istediğini de anlamıyordu, bulutların rüzgarla şarkı söylemeyi çok sevdiğini de, okul bahçesinde bulduğu o kurbağanın aslında zararsız bir hayvan olduğunu da… Derken bir gün okul bitti. Aleyda sıkıcı okul önlüğünü çıkarıp mavi elbisesini, kırmızı ayakkabılarını, yeşil şapkasını giydi hemen. Açık yeşil çantasını sırtına takıp Nilüfer’in yanına gitti. Doğrusu Nilüfer de koca iki dönem boyunca süren okuldan bunalmıştı ve koca kış boyunca derslerinden kafasını kaldırıp da çok az görebildiği arkadaşını gerçekten çok özlemişti. Yaz tatiline ulaşmak ve bir an önce Aleyda’yla vakit geçirebilmek için okulun bitimine kalan bütün günleri bir bir saymıştı. Görür görmez koşup sıkı sıkı sarıldılar birbirlerine. Sonra büyüklerden izin alıp oturdukları binanın arkasındaki küçük ağaçlığın içindeki gölün kıyısına indiler. Aleyda sihirli parmaklarıyla ikisine giysileri yerine birer mayo giydirdi ve gölde yüzdüler. Ama Aleyda yüzerken açık yeşil şapkasını çıkarmadı. Çünkü küçük sivri burnunu güneşten korumak istiyordu. Göldeki balıklarla su topu oynayıp gülüşüp yorulduktan sonra sudan çıktılar. Gölden çıkıp tekrar normal giysilerini giydikten sonra ağaçlıkta biraz oyalandılar. Ardından Aleyda’nın yarattığı iki tane uçan ata binip gökyüzünden yıldız topladılar. Topladıkları yıldızları ceplerine koydular ve ömürleri boyuna onları saklamak üzere birbirlerine söz verdiler. Doğrusu bu gün şimdiye kadar birlikte geçirdikleri en güzel gün olmuştu. Ertesi gün Aleyda sevinçle çantasını kaptı, kırmızı ayakkabılarını giyip şapkasını sarı, kıvırcık, upuzun saçlarının üstüne taktı. Evinden çıkıp koşarak Nilüferlerin evinin önüne gitti, evin kapısını çaldı. Ama Nilüfer evde yoktu. Üstelik sadece Nilüfer değildi evde olmayan. İşin garibi kapı ardına kadar açıktı ve içerde hiç kimse gözükmüyordu. Bir tek büyük bile. Meraklanan Aleyda, apartmanın ön bahçesine indi. İndiği anda gördüğü manzara onu gerçekten şaşkına çevirmişti. Kapının önünde bir kamyon duruyordu, kamyonun önünde büyükler dikilmiş, sohbet ediyorlardı. Nilüfer ise elindeki büyükçe bir kutuyu kamyona taşıyordu. Bakışları sönüktü, yanakları parlıyordu ıslaklıktan. Gözleri nemli, kirpikleriyse üzerlerindeki damlalar yüzünden pırıl pırıldı. Aleyda arkadaşının güzel yüzüne niye böyle bir hüznün hakim olduğunu anlamak istemiyordu. “Şu kutuları bulduğumuz iyi oldu, küçük ıvır zıvırı içlerine koyarız... Taşınmayı hızlandırır.” diye mırıldanıyordu büyükler. “Değil mi Nilüfer?” Nilüfer cevap vermiyordu. Hayır, bu kutuları bulmaları hiç de iyi olmamıştı. Hayır, bu kutuları bulmamış olmalıydılar! Çünkü taşınmalarını hızlandırıyordu bunlar. Çünkü taşınmalarını sağlıyordu bunlar. Çünkü taşınıyorlardı! Nereye ve niye..? Aleyda apartmanın önündeki merdivene oturdu ve merdivenin yanındaki parmaklıklara küçük başını dayayıp Nilüfer’e bakmaya başladı acıyla. Nilüfer’in onu fark etmesini bekledi. Taşıdığı kutunun ve içinde bulunduğu durumun ağırlığı altında ezilen Nilüfer kutuyu en sonunda kamyona koymuştu. Ve arkasını döndüğünde Aleyda’yı gördü. Nilüfer apartmanın önüne getirilip koyulmuş olan kimisi dolu, kimisi boş kutuların arasından geçti hızla, Aleyda’ya yaklaştı. Eğildi ve Aleyda’ya sıkıca sarıldı. Aleyda da kollarını Nilüfer’in boynuna doladı ve gözlerinden fırlamak, taşmak isteyen yaşları bütün gücüyle engellemeye çalıştı. Başarmıştı bunu, ama biriken göz yaşları içinde şimdiden kocaman bir göl oluşturmuştu sanki. Nilüfer Aleyda’nın saçlarını okşadı. Sonra doğrulup gözlerinin içine baktı. Ellerini Aleyda’nın yüzünde gezdirdi kör bir insan gibi. Burnuna, kaşlarına, dudaklarına, çenesine, yanaklarına dokundu. Aleyda’yı her ayrıntısıyla içine kazımak istiyordu. Yıldızlarını hep saklayacaklarını söylediler birbirlerine. Onları hep saklayacaklarını, olanları hiç unutmayacaklarını defalarca kez söylediler birbirlerine. Gülümsemeye çalıştılar, mutlu görünmek için çabaladılar. Sonra Nilüfer büyüklerin ardından kamyona bindi. Kamyonun motorunun gürültüsü arasında büyükler konuşmaya devam ediyordu. Nilüfer camdan başını çıkartıp Aleyda’ya baktı. Gözlerini sildiği, ağladığını belli etmemeye çalıştığı o son dakikada ağzının kenarı kıvrıldı ufak bir gülümsemeyle. Hemen yok olan bir gülümsemeyle. Hiç ama hiçbir güç o gülümsemeyi Aleyda’ya unutturamazdı artık. Aleyda kamyonun egzoz dumanlarının arasında sihirli parmaklarıyla zamanı geri almaya çalıştı, aynı günleri bir daha yaşamak için. Aleyda devasa kamyoneti durdurmaya çalıştı, taşınmalarını engellemek için. Aleyda üzülmemeye çalıştı, ağlamamak, gözyaşlarına boğulmamak için. Ama uzaklaşan kamyonla beraber parmaklarının sihri de gitmişti Aleyda’nın. Yapmak istediklerinden hiç birini başaramadı. İçindeki gözyaşı gölü taşmıştı dışarı işte! Sabahın erken saatlerinde bomboş olan geniş yolda ilerleyen kamyonun ardından uzun uzun baktı. Ondan Nilüfer’ini alan kamyonun ardından. Eteğinin cebinden çıkardığı ufak bir yıldızı elinde sıkı sıkı tuttu. Titreyen dudaklarına kadar ıslanmış yanaklarını, gözlerini sildi koluna. Sonra evine döndü.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Esin Yardımlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |