Seviyorum, öyleyse varım. -Unamuno |
|
||||||||||
|
KENDİLERİNİN MAHVOLMASINA YOL AÇARLAR Lise öğrencileri okuldan ayrılıyordu, gürültülü ve şen biçimde. Aynı sınıftan beş kişilik grup asfalt yolun kenarında sohbet ederek ilerliyordu. Gruptan biri sigara yaktı, diğeri de istedi, ona da verdi, bir diğeri sakız çıkarıp çiğnemeye başladı. Bir şakalaşma dönmeye başladı aralarında. Gülcan da onların arasındaydı. İlerden kavga sesleri geldi. Ne olup bittiğini görmek için koştular. Kavga edenlerden biri Yasin, diğeri ise karşı sınıftan Murat’tı. Ağız dalaşı yapıyorlardı. Diğerleri onları tutuyordu. “Gücünüzü başka şeylere harcarsınız” dedi biri, onu umursayan olmadı. Diğerleri de onları sakinleştirmek istedi. Onların da çabası boşa çıkmıştı. Yandaki apartman sakinlerinden biri eline odun alıp bağırdı: “Dağılın! Yoksa dayağımı yersiniz.” Kavganın tarafları kaçmaya başladı. Murat, iyi şeylerle anılırdı; ama Yasin tam tersiydi. Yasin Ali kıran baş kesendi. Gülcan Yasin’in peşinden koştu ve ona yetişti. Koca sınıfta ona gerçekten tek değer veren Gülcan’dı. Öğretmenler bile ona acır, onun kayıp biri olduğunu, sonunun berbat olacağını düşünürdü. Herkes korkardı Yasin’den. Çünkü Yasin korkusuzdu. Yapılı değildi. Ufak tefek ve zayıftı. Çok kişiyi pataklamıştı. Namı psikopat olarak yayılmıştı. Ama okul içinde ya da çevresinde kimseyle kapıştığı görülmemişti. Adı çıkmıştı bir kere. Hiçbir sebeple kimse Yasin’e ilişmek ya da ona bulaşmak istemezdi. Günün birinde okuldan atılacağına inanırdı herkes. Birçokları da Yasin’e saygı duyardı. Başları sıkıştığında Yasin’den yardım alırlardı. Gözü karaydı Yasin’in, kavgaya girerdi gerekirse. Ama işleri daha çok konuşarak, namıyla çözerdi. Mecbur kalırsa da kavgaya girer, her seferinde de galip çıkmasını becerirdi. “Ne oldu aranızda?” diye sordu Gülcan. “Arkadaşlardan birine kafa tutmuş, konuşuyorduk, bağırıp çağırmaya başladı korkunca.” “Murat’ın babası polis, bu sana pahalıya patlayabilir. Okuldan da attırabilirler seni.” “Yok; o kadar değil. Ben sadece onu uyarıyordum.” “Bence başkalarının meselelerini çözme. Senin başın sıkıntıya girer.” “Olmaz öyle. Çocuk param yokken kaç kez tost, içecek ısmarladı bana. Yanlış hatırlamıyorsam onun da amcası sivil polis. Ayrıca ben yaş tahtaya basmam.” “Bence bir gün bu zihniyetin yüzünden başına çok kötü şeyler gelecek, bırak bu işleri bence. Karışma milletin işine. Aksi taktirde berbat bir geleceğin olacak.” Yasin güldü: “Nerden biliyorsun?” “Görünen köy kılavuz istemez.” “Başka konu yok mu? Çok güzel görünüyorsun? Sevgilim olur musun?” “Geç o işleri. Yılışma!” “Peki. Bir yerde yanlışlık varsa müdahale ederim. Etmek zorunda kalırım. Arkadaşım haksızlığa uğramış. Bu konuyu geçelim.” “İyi, sen bilirsin. Ben gidiyorum! Bir daha konuşmam seninle!” “Dur kız. Gitme. Şaka yaptım. Senin düşüncelerine değer veriyorum.” “Leş gibi bira kokuyorsun?” “Biraz içtim. Arkadaşlar ısrar etti.” “Kaç gündür yoksun okulda?” “Babam bir rahatsızlık geçirdi. Hastanede yanında kalmak zorundayım.” “İçme.” “Ne var canım bunda; 2, 3 bira içmişim.” Yasin’in cep telefonu çaldı, açıp dinledi. “Tamam, hemen geliyorum, sıkma canını” dedi, karşı tarafa, telefonu kapattı. “Gitmem lazım Gülcan. Görüşürüz.” “Görüşürüz.” Yasin, hızlı adımlarla ilerledi. Aslında Gülcan’ın ona söyleyecek çok şeyi vardı: “Güzel ve iyi şeyler yap. Boş yere tıslama birilerine, haklı olsan bile. Karşı tarafı rahatsız etmeden dile getir derdini. Köpek gibi eşek gibi çalış. Kertenkele gibi sürün; ama okulu bitir. Üniversiteye gir. Sonra kariyere başla. Sıkıntı yeni başlıyordur. Askere gideceksin. Evleneceksin. Çocukların olacak. Şansın varsa. Geliştir, değiştir kendini.” Babası böyle derdi Gülcan’a. Bu öğütler bir de olaylar, durumlar esnasında Gülcan’ın aklına gelebilse, gelse bile uygulayamazdı. Yürek denilen şey kendi öğütlerini yaratırdı ya da tarzını dayatırdı. Gülcan yüreklenince ağzından çıkanları aklı ve mantığı hiç beğenmezdi. Yasin, her seferinde aniden giderdi. Gülcan en esaslı laflarını söyleyecekken bir şeyler olur, araya başkaları girerdi. Yasin’in tanıdığı çoktu. Bir nedenle ya birisi arar telefonla ya da yanına damlardı. Her seferinde o şey mühim bir mesele olurdu, açıklamazdı Yasin. Gizemli bir ışık ya da bir ufo gibi çok süratli kaybolurdu. Gülcan, onu hevesle çözümlemeye çabalarken, Yasin her seferinde kaçar giderdi kayıplara. Dayanılmazdı bu. Gülcan onun saçma salak düşüncelerini değiştirebileceğine; hatta onu doğru yola çekebileceğini düşünürdü. Sonra zırvaladığına kanaat getirirdi. Su testisi su yolunda kırılırdı. Bir gün onun bir kavgada bıçaklanıp ya da silahla vurulup öldürüldüğünü duymaktan korkardı. Babası gerçekten hastalanmış mıydı? Yasin yalan atıyor olmalıydı. Kim bilir hangi pis işlerle uğraşıyordu okula gelmediği günler. Bir gün mümkün olursa onu takip edip neler çevirdiğini öğrenirdi. Gülcan’ın evi okula yakındı. Ekmek fırınından çıkan kardeşini fark etti. Onu bekledi. Salih, ondan bir yaş küçüktü. “Ne o? Bugün okula gitmedin galiba.” diye sordu Gülcan. “Hastayım.” “Seni adi numaracı.” “Senin her gün okula gitmen daha büyük bir enayilik.” Gülcan, ona şakadan vurmaya kalktı, Salih, geri çekilip enseye tokat vurdu. Salih tokatın ayarını fazla kaçırmıştı. Gülcan çok kızmıştı. Kovalamaca başladı. Salih, evin bahçesine daldı. Adından Gülcan geldi. İki katlı bahçeli bir evleri vardı. Üst katta öğrenci üniversite öğrencisi 3 kız kalıyordu kiracı. Anne, mutfak penceresini açıp leğeni uzattı. Leğen balık doluydu. “Ayıkla şunları, Gülcan.” Gülcan, balık ayıklama işini hiç sevmezdi. Kokusu takıntı olurdu onda. Anne de iş öğrensin diye ona böyle işleri verirdi. “Av köpeğini salarsın ormana, koklar durur ve ilerler. Kızı salarsın odaya, temizle derler toparlar. Kızda bu huy yoksa onda iş yoktur. Süs püs, giysi, oje, makyaj vs. lazım olmayacak sana.” derdi annesi, “onlara düşkün kızları kapı önüne koyar kocaları. Ayrıca onlar iyi koca da bulamazlar.” Galiba annesi Nisanur haklıydı; ama bu zamanlarda işine gelmezdi süper meziyetler. Kafasına göre takılmak, canının istediğini yapmak isterdi. Anne karşı konulmaz bir trajediydi. Bazen trajikomikti. Kimde iş olup olmadığını o nerden bilecekti ki? O bir geleneksel önyargıydı, bir tür puştluktu. Dalga geçilecek çok hareket ve hâl vardı onda. Yarım saat sonra babası Nurullah işten geldi. Belediyede otobüs şoförüydü. Balık pişmişti. Yemeğe oturdular. Sabah oldu. Hava karlıydı. Gülcan kahvaltı yapıp okulun yolunu tuttu kardeşiyle. Salih okuldan kankası arkadaşını almak için yolunu değiştirdi. Ara ara onu alırdı evinden. Okula onunla gelirdi. Gülcan, ağaçlarla dolu boş bir arazinin yanından geçiyordu, burası uzun ot ve dikenlerle kaplıydı. Arazinin ortasında ahşap döküntü bir ev vardı. Mahallenin erkek çocukları bahçeden yazın erik çalmaya giderdi. Bir kızın kahkahasını duydu. Huylandı. İlerleyip baktı. Okuldan bir kız elinde cep telefonu, biriyle konuşuyor, geride Yasin, elinde bira kutusu. “Yasin’den adam olmaz!” diye düşündü, sinir olmuştu kıza, kimdi o? Sevgilisi mi? Kıskançlık hissetti. Tamam; Yasin’le sevgili boyutunda değildi, Yasin bunun şakasını yapardı. Ama o kızın sevgilisi olmasına da katlanamıyordu. Böyle hissetmesini çok saçma bulmuştu. Kızı bir kaşık suda boğabilirdi. Baskın yapar gibi yanlarına gidecekti. Caydı. Yasin’in bir gözünde tuhaflık vardı. Büyük olasılıkla kavga etmişti biriyle. Gülcan, arkadan gelenin ayak sesini duydu ve başını çevirip baktı. Gelen sınıftan Ayla’ydı. Gülcan, ona dönüp beklemeye başladı. Ayla, sınıfın en zeki, en iyi notlar alan birinci kızıydı, Gülcan ikinciydi. Ayla, duygulara, aşk meşk ilişkilerine hiç önem vermeyen, çok katı; hatta duygusuz, her zaman aklı başında, kontrolü asla yitirmeyen Roma döneminden bir heykel gibi bir kızdı. Hiç gülmezdi. Ama insanları zekası ve aklıyla, bilgisiyle büyülerdi. Öte yandan hatırı sayılır bir alımlılığı vardı. Ondan hiç haz etmeyen; hatta ondan çok nefret eden bile onu elde olmadan deliler gibi sevebilirdi. Çünkü ışığı çok güçlüydü. Ataktı, mücadeleci ruhla doluydu ve başaramayacağı hiçbir şey yoktu. “Birini mi bekliyorsun?” dedi Ayla “Seni.” “Şuradaki Yasin değil mi?” “Hani nerde?” “Bak ağacın altında?” “Hı, galiba o.” “Kız ne iş?” “Ne bileyim.” “Bu kız onunla takılıyorsa vay onun hâline. Yasin iti uyuşturucu satıyor.” “Gerçekten mi?” “Evet.” “Nerden biliyorsun?” “Aramızda kalacağına söz verirsen söylerim.” “Söz.” “Dün Murat’la kavga etmişti. Duydun mu?” “Hayır.” “Yasin uyuşturucu satıyormuş, Murat bu yüzden ona çatmış. “Murat yalan atıyor, Yasin uyuşturucu satmaz.” “Sanmam. Yalan atan Yasin, babam hasta diyor millete, okula gelmiyor, babası hasta filan değil. Gezen, sağlıklı adam. Görenler varmış.” “E o zaman neden yalan söylesin ki?” “Pis işlerini yapıyor, babam hasta lafı da maskesi.” “O kadar da kaybolmuş, namussuz biri değildir.” “Açık konuşayım; onunla birkaç kez konuştuğunu gördüm, aklınca ona acıyıp öğüt veriyorsun, kendini düzeltsin diye. Bence boşuna uğraşıyorsun. Kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen pisliğin teki o. Satıcı.” “Yasin o kadar aşağılık birisi değildir.” “Öyle; bence gerçeği gör ve kabullen. “ “Hatırlıyor musun, matematik öğretmeni derslerden birinde ne demişti; hepinizin matematikten anlamasına gerek yok, kiminiz simitçi, kiminiz çöpçü, kiminiz doktor, kiminiz avukat, kiminiz otomobil tamircisi, kiminiz tezgâhtar, kiminiz inşaat işçisi, kiminiz hademe, mühendis, subay, hemşire, öğretmen olacak. Hanginiz simitçi ya da köfteci olmak ister? Parmağını kaldırsın dediğinde sınıfta derin bir sessizlik oldu, kimse parmak kaldırmadı, kaldırırsa vebalı olacaktı sanki, o an birden Yasin parmağını kaldırdı, ben köfteci olurum, güzel iş demişti.” “Hatırladım.” “Köfteciliği seven biri neden uyuşturucu satsın?” “Uyuşturucu işinde emek yok; para çok. Ayrıca valla ben de söyleyenin yalancısıyım. Matematik öğretmeni o zaman; kiminiz uyuşturucu satıcısı, kiminiz katil, kiminiz gaspçı, kiminiz tecavüzcü olacak demedi, diyemezdi de. Eh, tabi ona değer verdiğin için toz kondurmak istemezsin, zor gelir, inanmazsın. İnanamazsın. Onla neden ilgileniyorsun? Gerçek sebebin ne?” “Başka ne olsun ki. Onun kendini kurtarmasını isterim. Ona acıyorum.” Ayla güldü: “Sen onu seviyorsuuun?” “Saçmalama canım! Ne alakası var.” “Bence ondan ne köy olur ne kasaba. Ondan uzak dursan iyi edersin. Yoksa kesin başını bir belaya bulaştıracak.” “Ayla, seni severim ama abuk subuk laflar edip duruyorsun. Sen Yasin hakkında uydurulan dedikodulara inanıyorsun.” “Hayır. Sana ıspatlarım! Yanılan, kandırılan sensin!” Gülcan güldü: “Peki. Nasıl yapacaksın bunu?” “Burada kumrular gibi konuşacağımıza gidelim. Derse geç kalmayalım. Çıkışta görürsün.” Akşam olmuştu. Öğrenciler okuldan dağılıyordu. Gülcan ve Ayla karşı sınıftan Nuray’ı arıyorlardı. Otobüs durağında onu buldular. Nuray, kimsenin bilmediği şeyleri bilirdi, çevresi ve arkadaşı çoktu, en çok erkek arkadaşı olan kızdı. Erkeklerle daha iyi anlaşırdı. Heyecanı, serüveni, şamatayı ve grup olup bir takım işler yapmayı seven renkli, cıvıl cıvıl bir kızdı. Ayla, ona Yasin’in oturduğu yer sordu. Nuray bilmiyordu. Ama kesin olarak bilen bir dostu vardı. Nuray, bir işin kokusunu almıştı. “Size yardımcı olurum; ama neden öğrenmek istediğinizi bana açıklayın.” Ayla, çeşitli yalanlar uydurdu; ama Nuray yemedi. Ayla, sonunda ona gerçeği açıkladı. Nuray dedi ki: “Sizinle gelmemi kabul ederseniz size istediğiniz bilgiyi veririm.” Kabul ettiler. Nuray, cep telefonunu açıp bir görüşme yaptı. Yasin’in oturduğu yeri öğrendi. Otobüse bindiler. Yanlış durakta inince üçü de başka bir havaya girdi ve sinirler girildi. Duraktan, buradan kurtulmak için beklemeye başladılar. Zaman ilerliyor, bekledikleri otobüs bir türlü gelmiyordu. Sinirler gerilmiş, soğukta beklemekten üşümüşlerdi. Nuray, bisküvi ve içecek almak için aniden koşarak gitti karşıdaki markete. Bu durum diğer ikisini çok kızdırmıştı. Bekledikleri otobüs ya gelseydi? Nuray, gelir gelmez onu sıkıştırmaya, hırpalamaya başladılar. “Rahat olun kızlar. Rahat. Delirmiş gibisiniz. Bu işi halledeceğiz! Ne yapalım, bineceğimiz otobüsü karıştırdım. Kusura bakmayın; ama siz ikiniz pazara alışverişe çıkmış gelin kaynana gibisiniz. Bana kötü görümce muamelesi yapıyorsunuz. O kadar gülünçsünüz ki. Bu pisliğe sizi ben bulaştırmadım bir kere. Siz bana geldiniz!” Onlar tartışırken otobüs geldi, bindiler. Tartışma otobüste de devam ediyordu daha yumuşak biçimde ama. “Siz ne sanıyordunuz bu işi? Pazara bir kilo domates alacak gibi basit ve net olacağını mı sandınız? Bu karmaşık bir iş.” Otobüsten indiler uzun bir yolculuğun sonunda. Kaldırımı bozuk, ve burası berbat bir yerdi. Yolun asfaltı bozuk ve çukurlarla dolu. Yoldan geçen araçlar su sıçratıyor. Yoğun berbat bir duman kokusu, gözleri ve genzi yakıyor. Kısa süre sonra anladılar ki burası şehrin en berbat bölgesiydi. Yoldan geçip giden adamlar pis bakıyordu. Gelip geçen araçtakiler korna çalıyordu. Burası hiç tekin görünmüyordu. Vakit epey ilerlemiş, karanlık çökmüştü. Gülcan ve Ayla geri dönmek istedi; ama Nuray karşı çıktı: “Buraya kadar gelmişken geri dönemeyiz!” Gülcan ve Ayla’yı bir korku sarmıştı, bataklık gibi bir yere düşmüşlerdi. Ama Nuray tam tersiydi. Polisiye filmlerdeki dedektif gibi hissediyordu kendini. Neşesi vardı, gülüp bir şeyler anlatıyordu. Diğer ikisi de arkadan esir gibi ilerliyordu. Nuray dedi ki: “Bana güvenin, burada kardeşimden çok sevdiğim bir arkadaşım var, onun evine götürüyorum sizi. O bize yardım eder.” Gülcan ve Ayla için şimdi en önemli şey buradan kurtulup sağ salim eve dönebilmekti. Ama ok bir kez yaydan çıkmıştı. Nuray, onları yatıştırıp rahatlatıyordu. Üç kız ilk defa birbirine bu denli yakınlaşıyordu. Yasin, iyi biri miydi, yalanları var mıydı, uyuşturucu satar mıydı; bunun önemi yoktu artık Gülcan ve Ayla için, kendi dertlerine düşmüşlerdi. Ama bu yakınlaşma üçünün de hoşuna gitmişti. En zor durumlarda yanımızda olanlarla bağımız güçlüdür ve onları çok severiz. İlerlerken birisi neden kötülük yapar diye sohbete başladılar. Doğuştan mı, çevreden mi, neden? Herkes kafasına uyanı söyledi. Sonra aşk üstüne sohbet başladı ve gelişti. Nuray, aşkın insanın iyiliğine hizmet etmediğini, yangın çıkarmaya benzediğini söyledi. Aşk yangınında her şey yanıp kül oluyor, elde avuçta hiçbir şey kalmıyordu. Çünkü bir kere yaşamıştı bunu. O da uzaktan platonik sevdiği birisiydi. Sonra bir arkadaşından duyduğu liseli bir kızın hikayesini anlatmaya başladı. Kız ilişkisi için çok şeyi göze alıyor, çok çaba veriyor, çok acı çektiği hâlde sevdiği çocuğu bırakmıyor, kim ne derse desin umursamıyor, ailesi de çocuğu istemiyor, çocuğun ters, hoş olmayan hareketleri var, tembel, saygısız, okulda gözü yok, bencil, çıkarcı, bundan sana koca olmaz diyorlar, umursamıyor, beni çok seviyor, düzelir diyor, ben ona yardım ederim diyor filan. Kafası çalışan bir kız, üniversiteye gidecekmiş, sevgilisi kafasına giriyor ve kız tutup okulu bırakıyor, bir iş bulup çalışıyor, parayı da çocuğa yediriyor. Sonra bir gün sevgilisini kızın biriyle yakalıyor arabada. Yıkılıyor tabi. Bir yılı boşa gitmiş, hayali bitmiş filan. İyi kızlar severken kendilerinin mahvolmasına yol açar demiş annesi, gördüklerini anlatınca. Sevinmiş; en kötüsü onunla kaçıp hamile kalması olurmuş. Öyle durumlarda olabiliyor.” Ayla Gülcan’a imalı biçimde baktı. “Ne baktın öyle, ne var?” “Yasin adam olmaz. Kendine kötülük edersin.” “Onunla o anlamda işim olmaz.” “Bırak ya, geçimsiz ve kavgacı biri için yüreğini boşa yoruyorsun.” Gülcan, arkasına baktı: “Ay! Şu adam bizi takip ediyor.” Nuray, güldü. Nuray, yine bir şeyler anlatmaya başladı. Ara ara şakalar yapıyordu: “Sizi çalışma kampına götürüyorum. 20 sene kazma kürekle çalışacaksınız.” Kendi diyor, kendi gülüyor. Sonra dedi ki: “Biri neden kötülükler yapıp durur? Aklıma babamın dediği bir söz geldi: Çocukken alnınıza konmamış bir öpücüğün yerini hiçbir bilgi dolduramıyor. Sanırım Yasin bu eksiklik yüzünden kavgalara, yanlışlıklara bulaşıyor. Bilmiyorum. Ailesini, yaşadığı şartları hiç bilmiyorum.” Kar yağmaya başlamıştı. Nuray, ilerdeki evi işaret etti. Siz burada bekleyin. Ben arkadaşı alıp geleceğim.” Ama beklemediler, yarış başladı gülüşerek. Tek katlı sıvasız evin avlusuna girdi, girmesiyle çığlıklarla çıkması bir oldu, evin iri köpeği saldırmıştı. Gülcan, korkuyla en yakındaki elektrik direğine tırmandı, Ayla ise ne yapacağını bilemedi; ama park hâlindeki kamyonetin kasasına çıkmayı başardı. En sondaki Nuray ise çığlık atıp imdat diyerek koşuyordu yolda. Evlerden birinden bir kadın çıktı ve tanıdığı köpeği kışlayıp yerine geçmesi için çabaladı. Nuray, o kadar korkmasına rağmen ağlamamıştı, gülüyordu. Nuray, arkadaşını aradığını söyledi. Kadın onun bir ay önce taşındığını anlattı. Nuray, Yasin’i sordu, kadın onu tanıyordu, yolun sonundaki tek katlı evde oturuyordu. Ama Yasin şimdi evde olmazdı. Gülcan ve Ayla geldi. Tezden burayı terk etmelerini söyledi kadın, “burası sizin için güvenli değil.” Ayla ve Gülcan geldi. “Ev şurada, gidip gözlem yapalım.” “Geç oldu, bu işi bırakalım.” dedi Ayla. Gülcan da bunu destekledi. Artık yeterdi. Çok meraklıysa kendi bakıp gelsindi. Nuray da tek başına gitmeye korktu. Durakta otobüs bekliyorlardı. Nuray, acıktığını söyleyip duruyor, aklınca şamata yapıyordu, “müthiş bir deneyim yaşadık. Kardayız kızlar. Soğuğun ve korkunun çarptığı suratlarınızla daha bir çekici olduğunuz farkında mısınız?” Evde neler yiyeceğini ballandırarak anlatıyordu: “Köfte olacak, kesinlikle köfte. Üşenmeyip yapmazsam namerdim. Kimseye de vermeyeceğim.” Yolda dört tekerli itmeli araba göründü, bu bir köfteciydi, araba durdu, biri köfte istiyordu. Nuray, harekete geçti. Diğerleri de onu durdurdu. “O Yasin değil mi, müşteriyle yarım ekmek köfteyi veren?” dedi Gülcan. “Ay, evet, o!” dedi Ayla. “Senin ağzına sıçayım Ayla!” dedi Gülcan, orospunun tekisin sen!” “Babam hasta ayağına okula gelmeyip köfte satıp evini geçindiriyor demek ki. Karakterli olduğu açık. Değil mi Ayla?” “Yanılmışım. Kusura bakma; aşkım!” “Bunu bana değil; ona söylemen lazım. Öyle sayalım.” “Peki. Ama bu işi yaptığını neden saklıyor? Herhalde üstünde acıyan bakışları görmek istemediği için. Her neyse. Nuray, koş bize de köfte al. Para çıkarıp verdiler. Geride saklanıp beklemeye başladılar. Nuray, poşette yarım ekmek arası üç köfteyle geldi. “Babası üşütmüş, evde yatıyor, o düzelene kadar işi yapacakmış. Dün hastaneden getirmiş babasını.” “Güzel!” dedi Gülcan, “çok lezzetli köftesi varmış!” Diğerleri de bunu onayladı. Gülcan, söze devam etti: “Yasin’i köfte satarken suçüstü yakaladık. Şu kavgacı Yasin’e bak. Bayağı becerikliymiş. Annemden güzel köfte pişirmiş. Annem ki yeryüzünde ondan iyi köfte pişiren olduğuna inanmazdım. Çocuğun elinin lezzeti varmış. Yumrukları da pek sağlamdır o zaman, dayağını yiyene sormak lazım.” Gülüştüler. Nuray dedi ki: “Bizim mahallede Mustafa abi vardı. Cezaevine birkaç kez girip çıkmış kavga yüzünden. Asabiydi, haksızlığa ya da yanlışlığa karşı susmaz, efelenirdi. Korkusuz tarafı güçlüydü. Mert, iyi biriydi oysa. Mahallede bir kızı sevdi. Evlendiler. Hayatı çok güzelleşip iyileşmiş. Öyle diyormuş sevdiklerine. Karısı hamileydi. Bir gün iş yerinin aracıyla trafikte yol verme yüzünden fırlamış araçtan; ama yanına odunu da almış, o sinirle gitmiş adamın üstüne ve adam bunu kalbinden bıçaklamış. Bebeğini göremeden hiç uğruna ölüp gitti. Ondan yaşça küçük, ona abim diyen kuşçu bir arkadaşım o yoğun bakımda yatarken beklemiş durmuş, dua ederek. Ona bir gün önce şöyle demiş: Yeni bir Arap aldım (taklacı güvercin) ondan umudum var. Çok sevdim bu kuşu. Bebek için de giysiler ve beşik aldım. Büyüyünce artık oğlum uçurur güvercinleri… her şey güzel oluyor giderek, oğlum da doğunca hayatım çok güzel olacak… İşte böyle. Bizim okuldan mezun olan bütün öğrencilerin parlak bir kaderi olmayacağını, bazılarının da böyle ya da buna benzer bir sona sürükleneceğine inanıyorum. Umarım Yasin’in sonu da böyle olmaz. Ne kadar düzgün yaşarsan yaşa belanın sana gelmesini engelleyemezsin, gelirse gelir.” Otobüs gelmişti. Kızlar otobüse bindi keyifle. İçleri çok rahat ve huzurluydu. not: Şu karısı hamile olan kuşçu adam, trafikte öldürülen, gerçek bu. Tıpkı yazdığım gibi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |