Umutlarım her zaman gerçekleşmiyor, ama yine de her zaman umuyorum. -Ovid |
|
||||||||||
|
“Aman kızım üşütme… aman kızım geç gitme eve diye senin için endişelenen tek bacaklı anneni hatırla. Bir de otomobil tamirhanesinde arkadaşlarına senden övünerek bahseden abini hatırla. ‘Kız kardeşim çok zeki, okuyor, doktor çıkacak.” Akşam oluyordu ve Ayla’nın sıkıntılı saatleri başladı. O yoğun aşktan sonra onun yokluğuna dayanmak insan işi gibi gözükmüyordu. Bunu kabullenemiyordu, Ayla. Eski sevgili sıkıldığını söyleyip ilişkiyi bitirme kararı aldıktan sonra yapabileceği hiçbir şey yoktu, işine yoğunlaşacaktı, bardaki işine, yaz bitince de okuduğu üniversiteye. Ayla, yapayalnız geçen günlere alışmaya çalışıyordu. İyi ki de işi vardı, akşamları bara gidiyor, sabah yaklaşana dek garsonluk yapıyordu. Özelikle yalnızken, evdeyken eski sevgiliyle olan hatıraları düşünmeye başlıyordu aniden, bardağa su koyarken mesela, bir hücum, baskın gibi bir şeydi bu, buna engel olamıyordu, içinden atmak istediği eski sevgiliye canavarca bir üslupla sarılıyor, saldırıyordu. İlişki biteli yalnızlığı yaralı bir ayı gibi çığlık atıyor, geceleri evin içinde dolaşmaya korkuyordu, garip sesler duymaya başlamıştı, ruh hali bozulmuştu, gece yatağında yattığında sanki evin içinde birileri geziyordu, ayak seslerini duyuyordu, “kim var orada?” diyordu, bekliyordu, yanıt gelmiyordu, kalkıp korkuyla kontrol ediyor, kimseyi bulamıyordu. Garip garip kabuslar görüyordu. Eski sevgiliye çok kızgındı: “Sıkıldım ne demek yahu, insan canı gibi sevdiğine bunu diyebilir mi? Geri zekalı pislik herif!’” Ete dişe dokunur bir sebep değildi ki bu, genç adamın ayrılma sebebi sağlam olsa neyse. İnsan sevdiğinden nasıl olur da sıkılır ki?’!” “O artık sonsuza dek yok. İşim bitti” diye düşünüyor, sık sık ağlıyor, memleketteki annesini arıyor, hayatı yolundaymış gibi onunla sohbet ediyordu. Bir haftadır duygusal, ruhsal durumunda işler yoğun bakım seviyesine gelmişti ve Ayla delireceğini düşünüyordu. Son 3 gündür ise berbat durumdaydı. Adeta ölüm kalım savaşı veriyordu. O gün bardan izinliydi. Gündüzü yatakta geçirdi ve akşam olunca uyandı. Bir şeyler yedi ve televizyonun karşısına geçip uzandı. Cep telefonu çaldı, arayan üniversiteden arkadaşı Sevgi’ydi, memleketinden arıyordu, eski sevgiliyle tanışmalarını o sağlamıştı. Uzun bir süre muhabbet ettiler ve konu Ayla’nın biten ilişkisine geldi, Sevgi dedi ki: “Erkekler başka. Bir şey yapacak olur. Önemli bir şey. Her gün seni aramak zorunda değil. Böyle bir beklenti içinde olman çok saçma. Hayat zor ve acımasız. Ailevi sorunları var, sana hiç söz etmedi, para göndermiyorlardı, ondan bundan borç para alıyordu, alamıyordu filan. Nerdeyse okulu bitiremeyecekti. Ailesi bırak okulu gel eve diyordu. Babası hapse düşmüş. Kız kardeşi eroinmanla kaçmış. Erkek kardeşi mafyaya girmiş. Sana sıkıldım demesi tamamen yalan. Ondan nefret et diye öyle dedi sana. Ayrıca sürekli ona bak bak nereye kadar, hep onunla vakit geçirmek isterdin, gidip başka şeylerle ilgilenmek yerine hep onunla ilgilendin, am biti gibi kaldın evinde, gece gündüz. Dedem böyle izah ederdi konuyu. (Güldüler) Sana yapışkanlık yapma demiştim, uyarmıştım seni; ama beni dikkate almadın, evleneceğiz deyip durdun, ne oldu. Onu kaybettin. Onunla mesafeyi korusaydın iyi ederdin. Onu tükettin. Cılkını çıkardın sevmenin. Böyle hissetmen normal. Bir rüyaydı, kapılıp gitmiştin, sevme işleri böyledir, kafanı topla. Biri giderse biri gelir. Bu iş böyledir.” “Teşekkür ederim söylediklerin için” dedi ona. “Ne kız ne de üzül. Üçüncü, dördüncü, beşinci seçenekler vardır mutlaka, çabuk düzelt düşüncelerini, yaralı kalbini… Aman kızım üşütme, aman kızım geç gitme eve diye senin için endişelenen tek bacaklı anneni hatırla. Bir de otomobil tamirhanesinde arkadaşlarına senden övünerek bahseden abini hatırla. Kız kardeşim çok zeki, okuyor, doktor çıkacak.” “Hıı.” “Doktor çıkmak yerine kafayı yeme sakın. Benden söylemesi. Birkaç kutu hap içersin. Birkaç saat içinde ölürsün. Çok kolay bu. Bunu üniversitenin ilk yılında, üniversitenin ilk haftasında yapan bir sürü genç var. Aileni hatırla. Kendine gel derim.” “Hıı.” “Gel istersen bir süre bende kal. Birkaç gün. Kendine iyi bak. Yarın sen ararsın. Öptüm.” “Tamamdır, yarın ararım. Hoşça kal. Tavsiyelerin için minnettarım. Öptüm.” Ayla, telefonu kapattı. Ayla, bir süre daha televizyon seyretti karanlıkta, boş gözlerle, düşüne düşüne. Sıkıldı. Kalktı. Sokağa çıkacaktı, ışığı açtı, yaz akşamıydı ve en iyisi sokağa çıkıp biraz gezmek iyi gelebilirdi, içi açılırdı, nefes böyledir! Alt katta oturan ev sahibi yaşlı kadın kapıyı çaldı, bir tabak kıymalı patates yapıp getirmişti: “Acıkmışısındır, ışığın kapalıydı, bahçede oturuyordum, komşuyla semaverde çay içiyordum, ışığını görünce getireyim dedim, yatacaktım.” “Teşekkür ederim, Züleyla teyze” dedi. Bir keresinde sevgilisiyle bahçeden ilerlerken etrafı unutmuş sevgilisiyle öpüşmüştü. Bahçede oturan yaşlı ve dindar kadını fark edince utanmıştı. Yaşlı kadın; “eyvah, süper ahlaklı ve güzeller güzeli Ayla’yı da sonunda kaybettik” der gibi acıyarak bakmıştı. Ama Ayla sonra yaşlı kadının onu fark etmediğini anlamıştı, yaşlı kadın o an geçen sene ölen kocasını hatırlayıp üzülmelerdeymiş. Gözleri yaşlıydı. Ayla, hemen sevgisinin kolundan çıkmış, bir ciddiyetle ev sahibi kadını selamlamış, fırlayıp yanında bitmişti öz kızı gibi: “Ah pamuk yanaklı tontişim, Züleyha teyzem neden ağlıyorsun?” deyip ona sarılmıştı. Yanaklarını okşayıp öpmüştü. Sonra sevgilisini okuldan arkadaşım diye tanıştırmış, az sohbet etmişler, sevgilisine işmar edip “kaybol hemen” demişti ve genç adam oradan ayrılmıştı. Ayla, ilk onu cidden sevmişti. Diğerlerine karşı hep direnmişti. Ama Ahmet çok iyiydi, kibardı, ürkek ve tertemiz Türkiye milli parklarındaki geyikler gibi. Ve Ayla giderek ilişkide kaplanlaşmış, Ali kıran baş kesen olmuştu. Kıskanç oluvermişti, hırslı. Onu kontrol ediyordu. Denetliyordu. Aslında ilişkiyi mahveden bunlardı. Ayla yemeği dolaba koydu. Siyah mini eteğini giydi, makyaj yaptı. Parfüm sıktı. Ayna önünde dönerek kendine baktı, güzeldi, masalsıydı, kıpır kıpır bir sokak kuşu gibi, kendini seyredip çok mutlu oldu. Aşağı indi, bahçeye. Bahçeden çıkarken bahçe kapısını kapattı. Dönüp baktı iki katlı eve. Seviyordu burayı. Bahçe çeşit çeşit bitki, çiçek, gül doluydu. Yaşlı kadın kocası öldüğünden beri kafayı yemiş ve çiçeğe böceğe kafayı sarmış ve bahçeyi küçük bir cennete çevirmişti. Ayla, sahile inmeyi düşündü; ama orası kalabalık olurdu. Kafasını dinleyemezdi. Ve yine kendini karanlık, huzursuz hissetmeye başladı. Sahile inip iki bira aldı ve yukarı çıktı. Yürüyor, bira içiyor ve sigara tüttürüyordu, ikinci bira çantasındaydı. Ve biraz fındık fıstık. Rotasını sağlamlaştırmak istiyordu, bilirsiniz, her biten ilişki ruhu sarsar ve insan kendini tamir etmezse yeni yeni arızalar çıkar kişinin hayatında. Önce içe kapanma ve kendi kendini iyileştirme süreci uygulamalıydı, uyguluyordu; ama bir boka yaramıyordu. Bazı sürülerde hayvanlar öleceklerini anladığında, çok hasta olduklarında sürüden ayrılır, orada ölümü bekler. Ayla’nın durumu da buna benzerdi, o ölümcül histen ruhunu ve kalbini kurtarması gerekliydi aksi halde hayatta kalamayacaktı, derinden, bütünüyle sevmişti, ruhunun bütün gücüyle. Onun yokluğunu benimsemeliydi. Bütün mesele buydu: “Bitti! Dönüşü yok! Tamamen bitti!” İkinci bir sigara yaktı, tepeye doğru ilerliyordu. Burada insan yoğunluğu az, ve evler seyrekti. Sokaklar loştu. Yarım saat sonra tepeye geldi. Şehri tepeden seyrediyordu şimdi, binlerce ışık yanıp yanıp sönüyordu, titreşen çeşit çeşit ışık, yollar… Ağaçların arasına geldi, çimene, ayakkabılarını çıkardı, eline aldı, yeni bir sigara yaktı, ayakları yeşil çimenler içinde müthiş rahat etti, ötede küçük bir orman vardı. Burada insanlar piknik yaparlardı. Oraya gidecekti; ama yokuş çıkmaktan yorulmuştu. Çimene bağdaş kurup oturdu, manzarayı seyre daldı, hayatını, gelişen olayları düşündü, “bakalım kim arkadan vuracak ya da yanlış yapacak” diye düşündü, kalp acısı, yara yapan biri mutlaka çıkardı, ya sevgili ya dost, ya okuldan biri, aileden, çevreden, akrabalardan biri. Bira etkisiyle mayışmış, keyiflenmişti, bu gecenin, çimenlerin sihirli olduğunu düşündü, toprağın. Eski sevgiliyle olan durumu düşündü, çözümledi, ağladı, içi rahat etti, okulu bitecek, sınavlara girecek, kazanırsa işe başlayacaktı. Uzun yıllar alan bir işti bu. İkinci birayı içecekti, caydı, sigara yaktı ve kalktı oturduğu yerden. Aşağı iniyordu. Birkaç adım atmıştı. Yoldan geçen bir araç Ayla’nın yanında durdu, “Ateşiniz var mıydı hanımefendi. Çakmağımın gazı bitti de.” Gösterdi. Çakmak yanmıyordu. Ayla, “ateşim yok” diyecekti. Ama elinde yanan sigara vardı ve ateş vermese kaba ya da aşağılık biri olarak algılanırdı, başı belaya girerdi belki de. Araca yanaştı. Çakmağını çıkarıp uzattı. Yirmili yaşlarda kumral ince bıyıklı genç adam çakmağı alıp sigarasını yaktı. Çakmağı uzattı. Aracın arka iki kapısı açıldı aniden, iki kişi fırladı, “Yapmayın lan!” diyordu şoför. Ayla’yı zorla arka koltuğa attılar. Araç gazladı. “Delirdiniz mi oğlum!?” Onlara ana avrat küfürler saydırıyordu. Biri sıfır numara tıraşlıydı, sakallıydı, diğeri ise uzun saçlıydı ve ufak tefekti, ikisi de 18 yaşındaydı. Ayla, bağırmaya, aracını kapısını açıp dışarı çıkmak için çırpınıyordu. Ama ağzını kapatmıştı uzun saçlı. Diğeri de ona yardım ediyordu. Ayla, ağzına yönelen o eli ısırdı. Sıfır numara tıraşlı acıyla bağırdı, iriydi, dirseğiyle bir yumruk attı, Ayla bayıldı. Sonra… Ayla, gözleri açtı, karanlıktı her yer, gözleri bir şeyle örtülmüştü, ve ağzı bantlıydı, elleri de arkadan bağlıydı, seslere bakılırsa aracın bagajında olmalıydı. Çenesinde çivi gibi keskin bir ağrı vardı. Üç gencin aralarında konuşup güldüklerini, sohbetini dinliyordu, araç nereye gidiyordu? Araç, ormanlık alana yol aldı, en kuytu yerine gitti, park etti. Ayla’yı bagajdan çıkardılar. Onu ağaca bağladılar ve ötede biraları çıkarıp içmeye başladılar, çerez, cips yiyorlardı. Bıyıklı: “Salalım kızı gitsin, başımız büyük belaya girecek.” Sıfır numara tıraşlı: “Hepimizi gördü, bence yapacağımızı yapalım.” Uzun saçlı: “Peki sonra?” Bıyıklı: “Lan siz kafayı mı yediniz?! Ben size şakasına demiştim şu kızı kaçırsak diye. Kızı bırakacağız aldığımız yerde. Tamam, bacakları yüzü süper, seyredin mutlu olun; ama kızı bırakacağız!” Biz tecavüzcü değiliz. Öyle bir şey yapsak ailelerimiz, sevenlerimiz ne der, yüzlerine bakamayız lan!” Diğerleri onu onayladı. Gençler içiyorlardı. Bıyıklı aralarından çıktı, çişini yapmak için ve Ayla’nın yanına geldi: “Seni salacağım. Kaç git. Arkadaşların kafası güzel ve ne yaptıklarında haberleri yok. Ama çığlık atma, ses çıkarma, kaç git. Aksi halde peşinden gelirler, tecavüz edip öldürürler seni. Bunlar cahil çocuklar. Bir kızla beş dakika sohbet etmeyi bilmezler. Ağzındaki bandı ve gözlerini açacağım. Sakın bağırma.” Ayla, başını sallayıp onu onayladı. Bıyıklı, onun ellerini çözdü, gözlerindeki ve ağzındaki bandı. “Gitmeden bir isteğim var, seni yanağından öpebilir miyim, izin vermezsen sorun değil.” Ayla, yanağını çevirdi. Tam bu sırada; “seni namussuz! Kızı götürüyorsun, ha?!” dedi arkadan yılan gibi sessiz yanaşan sıfır numara tıraşlı. “Hani salacaktık kızı, pezevenk!” Şişeyi onun başında parçaladı. Ayla, koşmaya başladı. Bıyıklı bayılmıştı. Sıfır numaralı tıraşlı onu yakaladı ve uzun saçlı geldi. Ve ikisi kavgaya tutuştu. Ayla ise düştüğü yerden kalktı ve bütün gücüyle koşmaya başladı. Çok gidemedi, az sonra ayağı kayıp yere yuvarlandı. Uzun saçlı geldi, hemen sonra başı yarılmış halde sıfır numara tıraşlı. Yine kavgaya başladılar. Bıyıklı geldi bu kez, elinde bir dal parçası vardı, kalınca, kuru, dayak atmak için mükemmel. Girişti ikisine, ikisine de ağlatana kadar vurdu. Ayla ise kaçıp gitmişti. Eve girdi. Üstü başı perişandı. Banyo yaptı. Ucuz atlatmıştı. Polise gitmeyi düşündü, “rezil mi olacağım bir de” diye düşündü. Annesini düşündü, olayı öğrenirse çok üzülürdü dindar anne. Tek bacaklıydı, trafik kasasında oldu böyle, pazarcılık yaptığı yıllarda. Baba çoktan gitmişti iş kazasında, öteki dünyaya, onu hiç görmedi. Tek abisi vardı. Sağ kaldığına göre bu işi kapatsa, aksi halde herkes duyacaktı olayı. Okul hayatı vardı, mahkemelerle mi uğraşacaktı üç zavallı serseri için. Üç kayıp piç için. Onlara öfkeliydi. Onları bulup hepsini öldürmeyi düşündü. Ama böyle bir şey de yapamazdı. Yattı. Uyandı. Sabah bir ara çok kötü hissetti kendini; ama bir hafta sonra olup biteni unuttu. 2 hafta sonraydı. Ayla, barda çalışmıştı gece boyu, sabaha karşı evine dönüyordu. O malum siyah araç yolda yanında durdu, o sempatik bıyıklı şöyle dedi: “Olanlar için özür dilerim. Sana selam vermemin sebebi şu: Onlardan biri senin peşinde. Sana aşık olduğunu söylüyor, evini öğrendi, senle kafayı çok pis bozdu, kendine dikkat et. Benden söylemesi. Önlem al. Uyanık ol. O evi terk et bence.” “Kim onlar? Adları ne, nerde otururlar?” “Onları ele veremem. Biri anasız babasız büyümüş, dazlak olan, diğeri ise anası kaçıp gitmiş bir adamla, babası hapiste, fakir çocuklar… bir bok yiyemezler. Ama ya yerseler, gece geç saate kalma. Bir bıçak taşı yanında ya da sprey.” Araç bastı gitti. 3 gün sonraydı. Ayla’nın annesi Sevda onu ziyarete gelmişti, birkaç gün kalıp gidecekti. Ayla, “bir süreliğine gel, seni çok özledim diye çağırmıştı onu, böylece güvende olacağını düşünmüştü. Gündüz vaktiydi, saat biri gösteriyordu. Sevda, kızının buzdolabının boş olduğunu görmüştü, “neden boş?” diye sormamıştı. “Ben bir dolaşıp geleyim” demişti, aşağı, bahçeye inecekti hesapta. Markete gidip alışveriş yapacaktı. Sevda, çıktıktan az sonra kapı zili çaldı. “Anne, daha yeni çıktın. Ne unuttun?” diyerek kapıyı açtı Ayla. Dazlak kafa daldı içeri. Kolları dövmeliydi. Bant vardı elinde, Ayla’yı yere yatırıp ağzını, ellerini bantlamak istiyordu. Ayla, yere bıraktığı büyük valizi görmüştü, o boğuşma esnasında. Ne olacağı belliydi, onu bağlayıp valize koyup alıp götürecekti. Çığlık atmak aklına gelmemişti ve can havliyle onun elinden kurtulmaya çalışıyordu, ayrıca çığlık atmaya zaman yoktu. Dazlak kafanın elini ısırmak aklına geldi ve ısırdı, genç adamın canı çok yandı, onu bırakmak zorunda kaldı: “Yine mi pis orospu!” dedi, “aynı parmağı ikinci kez. Öldüreceğim seni! Kurtuluşun yok! Ya karım olursun ya kara toprak.” Ayla, hemen mutfağa kaçtı. Az önce tost için ekmek kestiği iri ekmek bıçağını kaptı. Döndü. Süratle onun peşinden mutfağa koşan genç adam acıyla inledi, sarsıldı, bir eliyle karnını tuttu, Ayla, geri çekilmişti, ona bakıyordu, genç adam bir adım attı Ayla’ya, dizleri üstüne düşerken tutunmaya çalıştı masaya, dizleri üstüne düştü, bir elini kaldırdı, işaret parmağını kızarak sallıyordu, çuval gibi yüzü koyun yere düştü, paspasın üstüne. Ayla, bir süre ona baktı, donup kalmıştı. Sonra afalladı, kapıya gitti, kapıyı kapattı, hemen sonra tekrar açtı, valizi aldı ve kapıyı kapattı. Genç adamın yanına, mutfağa geldi, onu çevirdi, genç adamın iri gözleri açıktı. Onları kapattı. Boğazındaki zincirde muska vardı, sarkıyordu. Onu çekerek yatak odasına taşıdı, serdiği battaniye üstünde rulo yaptı onu. Mutfağa yayılan kanı temizlemeye başladı panikle. Kuru bez ve su dolu kova almıştı banyodan. Paspası alıp banyoya atıp yıkadı. Ceset ne olacaktı? Valiz aklına geldi. Kan ter içinde kalmıştı ve iş bitmemişti, annesi gelmeden işi bitirmeliydi. Cesetten kan sızıyordu, battaniyenin bir yeri vıcık vıcık kandı, balkona koştu, naylon masa örtüsünü aldı ve cesedin o bölgesini iyice sardı. Cesedi valize sokmaya çalıyordu. Tam bu sırada kapı zili çalmaya başladı. “Kızım, kapıyı açar mısın? Ağaç oldum burada.” Ayla, ayna önünde kendine baktı, mutfağa, sağa sola, kan göremedi, her şey normaldi. Annesine kapıyı açtı. “Bak sana neler aldım, tek bacakla panterim değil mi?” (bir ayağı protez) “Ah anneee! Paran var mıydı ki?” “Şaka yaptım, marketçi çocuk kapıya kadar getirdi.” Şen Şakrak anlatıyor markette ne yaptığını, bir hadiseymiş gibi, yaşlı kadınlar böyledir, ki hayatta asansöre binmek bile mühim bir hadisedir. Anne, odasına gidiyordu, üstünü değiştirmek için, Ayla, odasının kapısını açık unuttuğunu fark edip hemen örttü. Cesedi bavula sokmaya çalışıyordu. Sevda ise üstünü değiştirmiş, mutfağa gitti, çay suyu koydu ocağa, kaynaması için. Balkona gidecekti, kapı zili çaldı. “Anne, sen bakıver, ev sahibidir, kirayı almaya gelecekti, para mutfakta ekmek kabının yanında, kavanozda.” diye seslendi. Ceset valize sığmıyordu. Başı keserse eğer ceset sığardı valize. Bir an bunu yapmayı düşündü; ama ona göre ceset canlı gibiydi, sıcaktı ve tiksinti duyuyordu ona dokunmaya. Bir de nasıl kessin o et yığınını, midesi bulandı. Bir an demir parmaklıklar ardında gördü kendini, hayatı biterdi, ve güç buldu: Bütün gücüyle bastırdı ve bir ayağıyla ittirdi başı, elleriyle de fermuarı kapamaya çalışıyordu. Çekiştirme sırasında cesedin gözleri açıldı ve ona bakıyordu pis pis. Başaramadı, valizin o kısmını koli bandıyla bantladı. “Nereye gitti canım masa örtüsü?’” diye bağırdı annesi. Feryat ediyordu anne. “Ayla, güzel kızım, odandan çıkmak bilmiyorsun, ne yapıyorsun orada?” “Az sonra geleceğim anne, bir işim var.” Ayla, odadan çıkıyordu, Sevda içeri daldı: “Sen ne karıştırıyorsun burada bakayım?!” “Hiç.” “O valiz de nedir?” Ayla’nın korkuyla zıpladı kalbi. “Eşya işte.” Kadın bavula yanaştı, kaldırmaya çalıştı: “Kız beton mudur, eşek ölüsü mü var içinde.” (gülerek) Kaldırayım dedim. Olmadı. Belim çıktı. Açayım dedim açacak yeri yok.” Güldü delice. “Okuldan Süheyla’nın valizi. Dayısınınmış. Mermer varmış içinde. Dayısı el sanatları uzmanı, küçük heykel ve eşyalar yapıyor mermerden. Okul bitmeden bana bırakmıştı. Unuttu. Birkaç gün sonra gelip alacak.” “Peki, o caaaanım masa örtüsünü nerene soktun kızım, deli oldum?” “Ha, bir arkadaşa verdim.” Şaka yollu söylüyordu: “Nasıl yaparsın bunu ya! Üniversiteyi kazanmıştın ve sana onu yolcu etmeden önce vermiştim, evlendiğim günün sabahı babanla onda kahvaltı yapmıştık. Zeytin ekmek yiyip çay içmiştik. O masa örtüsü kutsal benim için.” Anne ciddileşti birden: Bak, ağzını yırtarım senin Ayla, hemen o masa örtüsünü bul getir bana! Baldırı çıplak iki fakirdik, babanın götündeki don yırtıktı.” “Of anne, eski dandik bir masa örtüsü, arkadaş getirecek, merak etme. Nişan töreni var da, antika geldi masa örtüsü, kullanacak törende.” “Haa, öyle mii, bak bunu sevdim. Tamamdır, kullanıp getirsin.” Gece oldu. Annesi yatmış, horluyordu. Ayla, bekledi. Saat bire geliyordu. Yatağından sessizce kalktı, üstünü giydi. Valizi ikinci kattan merdivenlerde çeke çeke indirdi. Evin bahçe kapısına kadar sürüyerek, kan ter içindeydi. Sokağa çıktı. Tam bu sırada kaldırımdan komşulardan biri aracını park etmiş, geçiyordu. “İstersen yardım edeyim Ayla” dedi adam, öğretmendi lisede, matematik dersi verirdi. Ayla’yı çok severdi. Ayla, onun lisedeki kızına üniversite sınavlarında başarılı olsun diye bedava günlerce ders vermişti. “Sevinirim hocam.” “Ne var bunda? Eşek ölüsü kadar ağırmış be.” Güldü. “Mermer.” Ayla, cesedi caddede çöp kutusu yanına bırakacaktı, her yerde kameralar var, gören olurdu. Caydı. “Hocam, arkadaş gelecekti yardıma, gelemeyeceğim dedi, sen araçla beni gideceğim yere kadar bıraksan, olur mu?” “Olur.” Adam, Ayla’yı sahilde bir noktaya bırakıp gitti. Ayla, aralarının çok iyi olduğu erkek arkadaşlarından birini aradı ve genç adam aracıyla geldi. “Bavulda ne var?” “Ebenin amı var”. “Ya ne kızıyorsun. Merak ettim.” “Çekelim şunu, denize atmamız lazım, iskeleye götürmeliyiz.” Genç adam el attı, “Ayla, bu çok ağır, eşek ölüsü mü var içinde?” “Nerden bildin bay süper zeka?” “Yok; sen birini öldürdün kızım!” “Eee, ne olacak, yardım etmeyecek misin?” “Anamı siksinler bu işe girmem. Ne halin varsa gör, okulum önemli. Babam sıçar ağzıma. Bok yoluna gidemem senin yüzünden, çıkalım dedim hep reddettin, o mal Ahmet’le yedin içtin sıçtın. Ben sana demiştim o seni bırakır diye. Bıraktı. Şimdi beni kullanmak istiyorsun.” “Siktir git o halde. Pis korkak! Bok herif! Bende hata seni çağırmak.” Ayla, bu hayalden sıyrıldı. O salağı çağırsa kesin polise giderdi. Babası polisti zaten. İskelede tamirat olduğu için orada kimse olmazdı, en uygun yerdi orası, cesedi denize atmak için. Hoca sordu: “Kızım sen nerde bırakayım?” “İskelede hocam.” “Arkadaşın iskeleye mi gelecek?” “Evet.” “Ama ışıklar da kapalı bu gece, hep açık olurdu, senin için güvenli olmayacak.” “Yok yok, burada sorun olmaz. Daha iyi. Arkadaşı ararım gelir hemen.” Hoca bavulu indirdi ve aracıyla gözden uzaklaştı. Ayla, bavulu çeke çeke iskelenin ucuna götürdü. Cesedi bavuldan çıkardı, masa örtüsünü aldı. Cesedi bavula koydu, yanlarına taşlar bağladı ve denize attı. Ayla, ertesi akşam bara çalışmaya gitti, emanet bir tabanca aldı. 2 gün sonra annesini evine yolcu etti. Artık evde yalnızdı. Uzun saçlı zibidiyi bir gece evinin önünden geçerken gördü. Çocuk parmağını salladı. Binaya iyice yanaştı. “Yarın geleceğiz, işin bitti.” diye fısıldadı aşağıdan, “Yiyorsa gel ormana, yarın orada alem yapacağız. Sen gelmezsen biz evine gelip ormana götüreceğiz seni! Ali sana aşık oldu, kaçıp terk etti şehri. Sorumlusu sensin! Sen öldün kızım!” Ertesi akşamdı. Ayla, üstünü giyinip evde çıktı, sırt çantasını da almıştı. Nerdeyse tecavüze uğrayacağı yere geldi. Uzun saçlı ve iki arkadaşı içiyordu, mangal yakmışlar, et sucuk pişiriyorlar, büyük bir ateş yakmışlardı. “Sen ha, hangi cesaretle geliyorsun buraya, pis oruspu! Ali’ye ne yaptın, söyle!” dedi uzun saçlı. Bıçak çıkardı. Ayla’ya yaklaşıyordu usulca. Ayla, geri geri gitti: “Yaklaşma” dedi, “size bir hediyem var.” Sırt çantasını çıkardı, bir poşet ve poşetin içine elini attı ve içindekini onlara yuvarladı. Genç adamlar dehşete kapılıp geriye doğru kaçıştı. Ayla, kestiği başı top gibi yuvarlayarak önlerine atmıştı. “Size arkadaşınızı getirdim çocuklar.” Kesik baş tam mangalın yanında durdu ve cızırdamaya başladı. “Aman Allah’ım, nedir bu başımıza gelen, zavallı Ali’nin başı bu!” diyordu uzun saçlı, ağlıyordu, canım arkadaşım, of of kardeşim! Sana ne ettiler böyle, of anam offff!” Ayla, cesedi denize atacaktı başıyla; ama caymıştı. Baş yoksa ceset su yüzeyine çıksa da tespiti zor olur diye. İyi ki de almış başı. Midesi bulanmış, sonrasında kusmuştu. İğrenç bir şeydi bu. Ayla, uykudan uyandı, henüz gün doğmamıştı, odası karanlık içindeydi, açık pencereden içeri yaz esintisi dolmuştu, tül hareketlendi. Kaç gündür onu düşünüyordu, onu kafadan atamıyordu, Eski sevgili ve şu kabuslar. İğrenç ötesi kabusları. Gerçek gibiydi. Gün doğunca annesi gelecekti, epeydir onu görmemişti. Evde yalnız dolaşmaya korkuyordu. Yalnızlık başa belaydı, bir kedi ya da köpek mi alsa? Gülümsedi, şu cinayeti, şu kesik baş, bardaki iş arkadaşıydı ve dün gece onunla saçma sapan bir sebepten dolayı tartışmıştı, Ali, dünya tatlısı bir çocuktu. Yarın ondan özür dileyecek, bir şekilde gönlünü alacaktı. İsa Kantarcı
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |