Konuş ki seni göreyim. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
İKİ YALNIZ Bir yalnız orada… Birikmişti. Dolu dolu bakıyordu. Kadını fark etti. Ondan önemlisi yanındaki devasa boşluğu ve güzelim gözlerindeki derinli kahverengisinin. Onun yanına oturmak istedi. Düşündü çekindi. Döndü, gidiyor. Aklı oradaki boşlukta, aklı kadında. Karşıdan bando geliyor. Kapatıyor yolu. Döndü geri. Utana sıkıla geçti kadının yanına. Oturdu. İki yalnız. Çok büyükler çok. Yürek tarafından. Ama orası boş. Tozları uçuşur. Kocaman bir rüzgârı vardır. Sonrası sınırsız. Gök ve toprak arasında melekler. Bolca kırığı var kalplerinin. Çöller kadar. İki yalnız, su gibi. Bir bakışta kendini ele verir onlar. Gizlenemezler ki. Maskeli baloda bile parmakla gösterilirler. Kadın derya gibi. Kadın uzun bir yolculuktan dönmüştü. Geçilmez yollarla doludur yaşam. Bir noktada bitersiniz. Hiç gücünüz kalmaz. Terk edersiniz yolu. Belki de tam ters istikamette yol almaya başlarsınız. Kimse bilemez başladığı yolun sonunu. Kadın döndü, belki de yuvarlandı bir yerden. Çetin bir noktadaydı ya da şansı yoktu. Terk etti hayallerini. Kim bilir? Kadın oradaydı bütün genişliği ve güzelliğiyle. Adeta bir gemi gibi, transatlantik gibi. Evet, Bakılmaya doyulmayacak kadar, hatta kör edecek kadar güzeldi. Adam dönmüştü bir yerlerden incele incele, döne döne. Çok zor bir yerlerden. Dağlara kavgalıydı sanki. Ağzı karanfil tadındaydı sıkı sıkıya. Cebinde ölü yıldızlar vardı. Kim bilebilir cebinde esrar taşımadığını? Kim bilir bir veda mektubu taşımadığını? Kim? Koyu bir acının çiçekli tepesinden yuvarlanmıştı belki de. Onları toplamaktan bitkin. Onları vazolara koymaktan, sulamaktan solgun. Erik ekşisi. Ve elma tatlısı... (hayat bu ikisinden başka nedir ki?) Bu acıya tutuna tutuna yaşamda kalmasını bilmişti. Şimdi azgın sularında soğuk boşluğun. Kadının ırmakları dolu dolu. Deniz özlemiyle parlayıp sönüyor gözleri. Kırılgan ve denizler kadar utangaç. Bekliyor. Neyi, kim bilebilir? Belki de şişman bir kocası vardı, koyun kokan, nefret kokan, kötülük kokan bir adam... Bıkmıştı kadın ondan ve her şeyden. Bıkmıştı. Çünkü köpeğiydi hayatının. Şimdi burada olmak bir hayaldi. Yürüyüş yolunda oynayan çocuklar vardı, neşeli insanlar vardı. Belki de ölü çocuklar. Doğduklarında ölmüşlerdi. Ya da cami avlusuna bırakılmayıp bir anne ya da bir sevgili tarafından boğularak öldürüldüler. Bir trafik kazası belki de. Çocuklar vardı. Kimse onlara zarar vermezdi. Hiçbir şey onları engelleyemezdi. Hiçbir şey onlara çarpamazdı. Vardılar ama görünmez, ezilmez, öldürülmezlerdi. Sıcak, gülen, mutlu hayaletlerdi. Kadın gençti, güzeldi, inceydi. Delice dans edebilir ruhu. Susması ölüm gibi olur. Kim tahmin edebilir, kim bilir? Belki de zihnine beton döküyor. Yoruldu savaşmaktan. Kalbi çok arkada. Öyle ki, arkada bir çıkış yolu buldu, onu terk etti. Aylardan Nisan, salkım salkım. Kalpsiz de yaşayabilir Nisan. Kadın şeker tadında bakıyor, iyi film kadar sarışın düşünceleri. Hava deli gibi güneşliydi. Yıllardır böylesi görülmemişti. Bal bırakıyor insan ilişkileri. Kış kötü geçmemiş miydi? İnsanlar karla mahvolmamış mıydı? Adam da dönmüştü bir yerlerden. Kaya gibiydi. Karaydı gözleri. Karamsardı zehir zehir. Oturacak bir yer aramıştı, yorgundu ayakları. Yıllarca koşmuştu bir arzunun asfaltında. Eşsiz bir arzuydu. Ama… belli bir zaman sonra her arzu biter. Kim bilebilir, bando, bando değildi. Belki de o koyun sürüsüydü ya da kadın sürüsüydü. Kadın belki dönüşsüz bir yoldaydı. Başlangıçta sonsuz görünmüştü. Ama… Belki buzun üstünde yaşıyordu ve buzda kocaman bir çatlak oldu olacaktı. Bir karar vermeliydi. Allah’tan bir işaret bekliyordu. Kadın belki çantasında bir tabanca taşıyordu. Bir saat sonra birini öldürecekti. Hayatını karartan birini. Bir kadını ya da bir adamı. Güç topluyor… Kadın belki arkadaki apartmanda oturuyordu. Yeni evlenmişti zengin adamla. Sadece parası için. Onu öldürmeyi düşünüyordu. Bu adam ise fena görünmüyor. Kırmızı bir banktı. Önceden keresteydi. Ondan önce ağaçtı. Genç bir adamın baltasıyla ölmüştü. Adamın karısı hamileydi. Kör bir babası vardı belki de. Gururlu bir baba. Hep Allah diyen. Önüne yemek koymazsan açım demez. Yük olarak görür kendini. İsyan etmez. Kadın belki de çocukluğundan dönmüştü. İçli, gülmez, yeşildi gözleri. Yine de hoşnut olabilir bir sıcaklık dalgasıyla, milyon tane kapısını açık bırakmış dünyaya ve dünyaya bedel gülümseyebilir; ama zamanı gelirse. Hatta korkusuzca. Çıkılacak en yüksek yer neresiyse dişiyle, tırnağıyla, ırmağıyla çıkmaya hazır. Bilenmiş ruhu. Kaplan sanki. Kırmızı bir banktı. Değildi belki de. Özünde sarıydı belki de. Yalnızdı ormanda. Bu yüzden kesilmişti. Ölmemişti. Can çekişiyordu yıllardır. Bir filizi çıkmıştı. Kadın belki de vefasız bir adamdan dönmüştü bir yerleri eksile eksile. Kolay olmamıştı. Hiç kolay olmaz hayat. Yıllar, mevsimler, geceler, gündüzler… Adam dağ gibiydi. Ne iriydi ne inceydi. Gözlerinde yorgun bir çocuk. El sallayıp sallayıp kayboluyor. Adamın yüreği parmak şıklatıyor. Kayıp bir şeyleri çağırıyor. Kadın denize bakıyordu. Deniz temizdi. Masmaviydi. Belki de plastik şişelerle doluydu. Kirliydi. Çok kirliydi. Temizdi kadının gözleri. Ölüm gibi gözleri. Bakıyordu kayıklara. Beş kayık vardı. Beş kayıkta beş çift vardı. Beş mutlu çift. Belki de beş nişanlı çift. Deniz masmaviydi. Dudaklarını boyuyordu. Diriydi… Kadın paldır küldür dönmüştü bir yerden. Kırmızı bir sorunun amansız bakışından. Belki de pembe bir sevdanın yılan kollarından. Dönmüştü. Sönmüştü. Sağ kaldığına dua ediyordu. Bir daha yapmayacaktı. Asla ama asla. Kendi kendine yeterdi. Hiçbir adamı sevmeyecekti. Asıl sevmek insanın kendisinde başlardı. Öteki olmasa da olurdu. Adam dönmüştü bir yerden. Korkuyordu. Ölüyordu düşüncelerinde. Sonra gerçekten ölecekti. Ama aniden. Bir kalabalıkta ya da kör bir karanlıkta. Her an olabilir ölüm. Belki de bir kurşun vardı ardında. Takip bir yerde kanlı noktalanacak. Belki bir genç kızı hamile bırakmıştı. Kandırmıştı onu. Kullanmıştı. Mahvetmişti. Paramparça etmişti. Adam dönmüştü bir yerden zınk diye. Bazı şeylerde ısrar, adamı öldürür. Sınırları bilmek gerek. Ölçülü yaşamak gerek. Rüyalarımızda bile. Belki de sınırsız bir sevgi arıyordu. Ne olursa olsun aşk. Sonu nasıl biterse bitsin. Aşk için yaratıldığına inanırdı. Belki de bir şiiri, bir öyküyü, bir çiçeği yarım bırakmıştı. Devamını getirmeye korkuyordu. Yanlış bir hareketle korkunç bir yaratık oluşturabilirdi. Sonra bu dev yaratık onu rahat bırakmazdı. Benim babam kim, ben neyim, der durur, soruları bitmez, yaşamda korku sala sala belki de insanları mahvede mahvede yaşardı. Adam belki de kadınlardan ürküyordu. 40 yaşındaydı. Memurdu. Hayatı boyunca içine çekile çekile yaşamıştı. Vücudu bile içine çekiliyordu. Çekile çekile yok olmuştu. Sanki bir gölgeydi. Hiçbir kadın onu tanımazdı. Bu adam çok mutsuzdu. Artık bir adım atmak istiyordu. Dışa doğru yaşamak istiyordu. Belki de bu kadın onun son şansıydı. Kaderiydi. Kadın belki de otuz beş yaşındaydı. Bankacıydı. Belki de ayakları protezdi de salak adam fark etmiyordu. Saçı da peruktu meselâ. Ruhu da peruk meselâ. Kalbi de peruklu. Her şeyi… Salak adam anlamıyor. Kadın incele ezile bakıyor. Adam da süzüle büzüle bakıyor. Ama birbirlerine belli etmiyorlar. Birbirlerinin gizemli sıcaklıklarını ürpere ürpere duyuyorlar. Adam belki hayatı boyunca başladığı bütün işleri yarım bırakmıştı. Bundan belkiydi. Sevdaları, işleri, sözleri... Hiçbir şeyin arkasında durmaz belki. Acayip bir şey. Güçlü görünür ama değil. Adam görünür ama değil. Vay düzenbaz! Kadın belki de dilsizdi. Babası kesmişti dilini. Yanlış biriyle konuştuğu için… Adam belki de sağırdı doğuştan… Kadın belki kekeme. Bu yüzden korkuyor bir merhaba demeye. Adam yarısını kaybetmişti belki de. Ayran gönüllü sarışın bir kadında. Asi gözlü ve erotik sesli bir kadın… Adam belki de oğlunu kaybetmişti. Ona hasretti. Belki de can arkadaşının ölümüne sebep olmuştu. Güneş biraz geri çekildi. Serin bir rüzgâr fırıl fırıl esmeye başladı. Çok genç bir rüzgârdı. Göğüsleri yeni yeni büyümeye başlamıştı. Yaşıtları arasında çok kıskanılırdı. Bütün ruhunu açıyor, iplik iplik oluyor. Saçılıyor deli deli. Kadın gibi ve adam gibi. Bando gümbürdüyordu. Şırıl şırıl bakıyor kadın, adama göz ucuyla. Mırıl mırıl bakıyor adam, kadına göz ucuyla. Bando: Castara castara cas. Casrata castara cas. En önde güzel bir kız. Asayı sallıyor. Kızları kırmızı, erkekleri beyaz, bandonun. Arkada davulu şişman bir çocuk çalıyor. Davulları hep şişman çocuklar çalar. Islık çalıyor takiptekiler. Bayrama hazırlanıyor liseli gençler. Kayıp bir çocuk bitivermişti önlerine. Beş taş oynuyordu. Görmüyorlardı. Adam kadına baktı. Sigara yaktı. Karşıya baktı. Sonra kadın adama baktı. Saçını geriye attı. En kesin olan şuydu: Adam bulutlar kadar yalnızdı. Kadın daha çok yalnızdı. Topraklar kadar. En kesin olan şuydu: Bir doğru ediyorlardı, ne var ki görmüyorlardı. Ama ikisi de o bankta yan yana sonsuza dek oturmak istiyordu. Çocuk bir papatyayı eline almıştı, söylüyordu: Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor… İsa Kantarcı
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |