Uygarlık, gereksiz gereksinimlerin, sonsuz sayıda artmasıdır -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Elbette severek, haz duyarak seyrettiğim muhteşem Türk filmleri de var. Örneğin; Gurbet Kuşları, Susuz Yaz, Selvi Boylum Al Yazmalım, Eşkıya, Uçurtmayı Vurmasınlar, Uzak, Kış Uykusu, Bir Zamanlar Anadolu’da ve Ahmet Uluçay imzalı Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak… Aslında bu filmlerin sayısını çoğaltabilirim ama zihnimin çeperlerinde kalan isimler şimdilik bunlar. Zira bu yazının konusu izlediğim bu filmler değil, yönetmeninin de ismini zikrettiğim Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak hakkında birkaç kelam etmek istiyorum. İzlediğim Türk filmleri arasında gerçekten çok etkilendiğim bir film bu. Uluçay’ın filminin diğer Türk filmlerinden ayıran bir sürü farklı özelliği olduğunu peşinen söylemeliyim. Hatta bu filmin sevdiğim yanı Türk sinemasından tanıdığımız o bilindik ezberlerden habersizmiş gibi yapmasıydı. Sinemanın gündelik hayata ilişkin işaret dilini bozup farklı bir işaretler dizgesinin adeta bir habercisiydi. Bu filmde genç bir kızı bir oğlana mektup yazarken görmeniz kızın o mektubu göndereceğini filan ima etmez; sadece kadının mektup yazdığını gösteriyordu. Bu film, köydeki iki acar gencin hayallerine kavuşmasını anlatmıyor; sadece hayal kurduklarını anlatıyordu. Bu filmde kasabanın girişken ve şen dul kadınları -Türk filmlerinin “taşrada dul bir kadın” ezberinin aksine- tacize uğramıyor, genç ve güzel kızlarıyla yaşayıp gidiyorlardı. Bu filmde küçük ya da ergenlik çağındaki erkek çocuklar, çelik çomak oynayıp koyun gütmüyor; Türk sinemasının “yeni gerçekçilik” ve “yeni dalga” ekollerini kopya etmeye çalışan türlerinde olduğu gibi kadınları köyün hamamında ya da dere kenarında yıkanırken “röntgenlemeye” çalışmıyordu. Oturup tahta ile çivi ile alet yapıp film göstermeye çalışıyorlar; ampulleri birbirine ekleyip projektör filan yapıyorlar… Rahmetli Uluçay’ın en beğendiğim ve sevdiğim tarafı ise yıllar önce kendisini Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’nda aşağılayan ve 2012 yılında vefat eden Yusuf Kurçenli gibi tanınan yönetmenimizin kibrinden taşan “köylüden sinemacı mı olurmuş? bu ne cüret?” ezberlerini alaşağı etmiş olmasıydı… İşte bu film hepimize normal hayatın; ama özellikle de köy-kasaba gerçekliğinin içinden taze, muhteşem, leziz medeni bir filmi sunuyordu hepimize. Üstelik kente karşı köy güzellemesi yapmaya filan ihtiyaç duymadan yapıyordu bunu. Köyde film göstermeye çalışmak ve ilerde kendi filmlerini çekmek isteyen iki gencin hikâyesi gibi sürreel bir hikâye yönetmenin özgeçmişinden taşıdığı izlerle gerçekçi ve tanıdık bir lezzete dönüşüyor ve yayımlandığı yıllarda Ankara Film Festivali başta olmak üzere yerli ve yabancı bir sürü birçok otoriteden ödüller almıştı. Elbette üstad Yusuf Kurçenli bu ödüllere o dönemde ne diyordu bilemiyorum… “Bir çoban, yaşadığı tabiat parçasının güzelliklerine bakıp hayran olmaz; çoban onu kanıksamıştır ve o güzellik onda bir yapıt için gerekli olan coşkuyu uyandırmaz. Pastoral şiir, çobandan çıkmaz; pastoral şiir o güzellikleri bir saatliğine izleyip hayret eden kentli adamdan çıkar”. İşte bu tez kimin teziydi bilemem amma sinema tarihinde bu tez Uluçay tarafından net bir şekilde çürütülmüştü. Türk sinema tarihinde elbette yukarıda da bahsettiğim gibi klasikleşmiş yapıtlar var. Ve bu yazımda sizlere rahmetli Uluçay’ın kamerasıyla şiir yazdığını iddia edecek filan değilim. Ama Uluçay’ın yaşadığı gerçekliği kanıksama ve elindeki nimete körleşme tuzağından kurtulmuş ender yönetmenlerden biri olduğunu çok rahat bir şekilde iddia edebilirim. Tabii ki kenti bilen; kente, orada yaşayan izleyiciye hayatında neyin eksik olduğunu duyumsatacak kadar vâkıf bir yönetmen olması, onu yukarıda alıntıladığım tezin içerdiği “çoban”dan elbette ayırıyor; yani bu manada söz konusu tezin sahibine de tamamen haksızlık etmemek lazım. O halde şöyle diyelim: Uluçay, köyde doğmuş büyümüş ve köyde sinema yapmaya başlamış ve hali hazırda “köyde” yaşamayı seçen birinin köy malzemesinden kentte yaşayan adamı da kuşatabilecek bir yapıt çıkarabilmesinin mümkün olduğunu kanıtlayan ilk Türk yönetmen ve senaristlerimiz arasına girmiş nadir insanlardan biridir. Evet, Uluçay’ın yansıttığı “köyde hayal kurma” öyküsü bir anıyı puslu bir şimdinin vizöründen canlandırmaya kalkmıyor; hali hazırda o gerçekliği, o saflığı o pürüzsüzlüğü koruyan bir insanın imgelemiyle yaşama dahil ediyor. Çok basit bir örnekle izah etmek gerekirse; kentli bir yönetmenin ustasından dayak yiyen çocuğa bir “drama nesnesi” olarak bakması olasılığı çokça yüksektir değil mi? Zira çocuk işçilerin durumundan tutun da ataerkil bir yapıda yetişen bir çocuğun birey olabilme sürecine kadar, zihnini donatan birçok sahici kaygı vardır. Oysa Uluçay böyle bir olguyu ve o olguyu kuşatan gerçekliğin içinde kalarak, hiç de abartmadan ve kentli insan tarafından da değil, çocuk tarafından nasıl algılanıyorsa öyle sunuyor hepimize. Zira, Uluçay için Recep’in sevdiği kıza vermek için uzattığı cevizleri yere düşürüp bir daha toparlayamaması ya da saçlarını bir kumpas sonucu kestirmek zorunda kalıp tek cazibe aracını yitirmiş olmaktan dolayı müthiş bir acıya gark olması, diğer çocuğun; Mehmet’in, ustasından dayak yemesinden daha hüzünlü, daha gerçek bir şeydir. Çünkü perdede izlediğimiz kentli duyarlılıkları kopya eden bir yönetmen değil adam. İçindeki köylü çocuğunu konuşturan bir köy yönetmeni kendisi. İşte bu fark, Uluçay’ın sinemasını özgün ve muhteşem bir yapıt haline getiriyor. Umarız bu ülkede sinema sektörünün tekelini elinde tutanlar tarafından bilinçli bir şekilde bu tarz insanların önüne serilen engeller ve imkansızlıklar bir şekilde kalkar Yeni Türkiye Yüzyılı’nda Ahmet Uluçay gibi yönetmenlerin sayısı artar diye ümit ediyorum. Başka bir karpuz kabuğundan sinemanın ezberini bozacak yeni yeni yüzlere, yeni sözlere bu ülkenin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Haksız mıyım? Kalın sağlıcakla.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |