Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Habercilik esasen bir peygamber mesleğidir. Bu mesleğin bir sürü etik kuralları vardır. Habercilik işi o kadar önemlidir ki hiç kimsenin anlatılan gerçeklere sırtını dönmemesi gerekir. Ne yazık ki ülkemiz siyasetinin siyasi dil ve düzeyinin alçalması çoğu insanın habere bakış açısını hem değiştirdi hem de psikolojik etkileri oldu. Peki bu nasıl oldu? Evet, her salı iki büyük siyasi partinin ve yedek parti sözcülerinin yaptıkları konuşmalarda bu zamana kadar kendi maaşları hariç, ülkemiz adına; birlik ruhunu, nizamı, intizamı, ekonomiyi ilgilendiren alanlarda bir adım atılamadı. Sadece bu sebep bile ülkemizin iki yaprak olmasına engel teşkil edebilir değil mi? Çünkü millet olarak; ilkesiz siyasete, insan vicdanını sollayan eğlence ve israfa, çalışmadan zengin olan mürailere, bilgili ama karaktersiz insanlara, ahlaktan yoksun iş, spor, sanat sepet tayfasına, insan sevgisini alt plana itmiş bilimin ve yaşanmışlıktan yoksun din anlayışını benimseyen tiplere karşı bile ortak bir tavır geliştirememişiz… Daha kötüsü Cumhuriyet tarihinden beri bu ülkede eşi benzeri görülmemiş bir ideolojik ayrışmaların kenarında gezinip duruyoruz. Peki niye? Çünkü insanların siyasi görüşünü, her türlü erdem ve ahlakın önünde tutan basın-yayın ve sosyal medyamız varda ondan! Vasat bir vicdanın dahi reddetmesi gereken bir dolu melanet, salt siyasi kampımız öyle istiyor diye bize normal olarak dayatılıyor, savunuluyor üstüne üstlük bunun kavgası veriliyor. Ortalıkta uçuşan seviyesiz cümleleri, küfürleri, hakaretleri buraya taşıyıp bir de ben alet olmak istemiyorum bu müptezel gidişata. Ama normal zamanda birbirinin yüzüne söyleyemeyecekleri, mikrofonu ya da medyayı gördükleri anda hiçbir vicdan ve iz’an kıstasına tabi tutmadan söylemelerin hiç kimseye bir faydası olmadığı gibi aksine söz konusu bu ayrışmayı en tepelere çıkartmaya yetiyor da artıyor! Ve bu gidişat bence hiç de hayra alamet değil.. Susmaktan, sükûtun değer ve kıymetini idrak etmekten toplumca vazgeçtik. Sakin bir şekilde derdimizi anlatmayı da unutalı çok oldu. Yüksek sesle konuşmak, hakaretamiz ifadelerle gönülleri yerle yeksan etmek bir norm kabul edilir hale geldi. En çok bağırıp çağıran, ağzındaki dili ineğin geviş getirdiği gibi yayarak konuşan, ülke ve milletin menfaatine olmamasına rağmen söylemlerinde haklılık olduğu algılatılan birçok siyasi lider çirkinlikte ve ilkesizlikte en önde giden atlılarımız oldu. En ağır hakaretleri dile getirmelerine rağmen dinleyen yığınların bu söylemlere karşı gelmesi gerekirken alkışlayıp “nasıl verdi ağzının payını” diye liderlerin sırtını sıvazlaması bana çok korkunç geliyor. Beri taraftan ötekinin ne dediği umursanmadıkça, seviye de iyice çukurlaşmaya başladı… Hakaret, aşağılama artık küfür ve bel altı düzeye kadar iniverdi. Siyasi terminolojinin özellikle de sol cenah tarafından böylesine sokak jargonu ile tekrar ve telif edilmesine hayret ediyorum. Ediyorum çünkü ben burada daha sizlere zıtlaşmaktan, tartışmaktan, farklı fikirlerden ya da değişik çözüm yaklaşımlarından bahsetmiyorum bile… Bu anlamda çeşitliliğin, hatta zıtlığın bir değer ve zenginlik olduğuna inanmaya hâlâ devam ediyorum. Ama bazen aynı konuda neredeyse aynı görüşleri bile birbirine hakaret ederek dile getirenlerin bu durumun farkında olmaması hepimizi tedirgin etmeye başladı. Herhangi bir isim üzerinden bir söz söyleyip meramımı özellikle dile getirmiyorum. Geçmişte yaşananlarla günümüzde yaşananları yumurta tokuşturur gibi tokuşturma niyetinde filan hiç değilim. Siyasetin idrak boyunun kısaldığını görememek için çamurlaşarak akan azgın nehrin içinde olmak gerekiyor herhalde! Devlet adamı ciddiyetinde -neredeyse- kimsenin kalmayacağı bir sürece doğru hızla gidiyoruz ne yazık ki! Seçime ve seçmene endeksli kaygıların güdülediği günübirlik saçmalıklar ne yazık ki parti politikalarına dönüşmüş durumda. Buna bir de siyaset yapan medyacı, politik kaygıları her şeyin önünde duran bilim adamı, seçmene göz kırpan işadamı, ideolojisini sanatının önüne yığan sanatçıyı da eklersek, memleketin nasıl bir maymun kafesine dönüştüğünü rahatlıkla görebiliriz. Özellikle ülkenin çıkar politikaları söz konusuyken herkesin bir olup gerekene ağzının payını vermesini umarken, tam tersi istikamette yol izleniyor oluşu: “Acaba bu birleşmeyenler satılık mı?!” sorusunu akıllara getirmeye başladı. Bozulan dengeleri ABD’nin, İngiliz’in kısaca Batı’nın demir paletlerinin altında düzeltmeye alışmış ülkem sol kültürünün, siyasi gidişatını başka türlü yorumlayamıyorum ne yazık. Bu yazıya bile alınacak dostlarımın olduğundan eminim. Onlara da insanlıktan, vicdandan uzaklaşmamalarını tavsiye etmekten başka bir şey gelmiyor gayri elimden… Bu konuda solun çirkin ve iğrenç siyasetine milletten bağımsız hareket tarzına bakmayanların söylediği hiçbir sözü artık zerre kadar ciddiye almıyorum. Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |