Dünya hiçbir padişaha kalmadı, sana da kalmayacaktır. -Nizamî |
|
||||||||||
|
Evet, sanıyorum 2014 yılında İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nin açılış filmiydi “Big Eyes” (Büyük Gözler)… İlk seyrettiğimde girişte yazdığım soruyla birlikte sanatı ilgilendiren pek çok meseleyi film sayesinde genişlemesine düşünme imkânı bulmuştum. Film benim için çok anlamlı ve bir o kadar da ibretlik sahneler içeriyordu. Zira sayesinde kız çocuklarımızın karakterlerinin güçlenmesi için bir kız babası olarak üstüme düşenleri not etmiştim… Diğer taraftan, bu film Tim Burton’ın filmleri arasındaki “normal” duruşun yorumunu sinema eleştirmenlerine bırakarak ben söz konusu meselelere kendi bakış açımı paylaşmak istiyorum. Şöyle ki: 50’li yılların sonundan itibaren bütün dünyayı saran büyük gözlü çocuk resimlerinin hikâyesini anlatırken gerçek olaylara dayanan “Büyük Gözler” her şeyden evvel bize sanatkârın hayatının kendi kurgularından daha ilginç olduğunu gösteren bir yapıt. Bir isme sahip olmak ve ona sahip çık/ama/mak “Büyük Gözler”in eksen hikâyesi. Öyle ki isim, varlık anlamına geldiği anda isme dair haksızlık her türlü gerekçenin önüne geçiyor ve ismin gerçek sahibi için saklanmak artık imkânsıza dönüşüyor. Belki gerçek, tek kişiyi değil herkesi ilgilendirdiği için böyle… Çünkü sanatçı görünen imzasından çok görünmeyen tarafıyla sanatçıdır ve eğer bir isme sahip olmuşsa o ismin topladığı beğeniler kadar eleştirilerin de muhatabı ve muhtacıdır. Sanat eserinde samimiyet ve duygusallığın dozu da bu metnin meselelerinden biri. Doğadan iyice kopmuş soyut sanat eserlerinin, Kandinsky’lerin talep gördüğü bir dünyada amatörce, ucuz, kitch ve bayağı bulunsa da bu naif resimlerin gördüğü ilgi insanların doğal ve samimi olana gösterdiği itibar olarak anlaşılabilir. Ama kolayca sömürülebilecek bu tarz aynı zaman da tehlikelidir. Aşırı duygusallık bir anda zevksizlik örneğine dönüşebilir. “Büyük Gözler”in meselelerinden bir diğeri popüler ve estetik sanat arasındaki gerilim… Popüler sanatın her dem var olduğu düşünülürse metnin itirazı onun varlığından çok gerçek sanatın yerine ikame edilişine dair çıkarımlara sahip… Filmin başındaki cümle bu açıdan kışkırtıcı. “Kötü olsalardı bu kadar insan beğenmezdi!” Ama asıl soru şu: “Çok sevilmek, çok talep görmek bir sanatçının gerçekten iyi olduğu anlamına gelir mi?” “Satış mı sanat mı?” sorusuna “Satış” cevabını veren popülizmin gereği olarak sanatın nasıl metaa dönüştürüldüğü de metnin sorularından biri. İlginç sahneler var. Danışıklı dövüşler, senaryolar, kavgalar. Bir kez manşete çıkınca sebebin ne olduğu önemli değildir çünkü. Çark bir kere dönmeye başladı mı arkası kendiliğinden gelir. Her şey kullanışlıdır bu pazarda; tablolar, tabloların resimleri, sonra da tabloların resimlerinin kartpostalları. O zaman resim, marketler dâhil her yerde satılabilir ve lavabo pompası ile aynı sepete konulabilir. Oysa açlıktan ölen gerçek bir ressama göre bu şeyler on dakikada yapılabilir. Ama “Müşteriler fark etmez ki!” ve müşteriler fark etmediği için bu şeyler bir akıma dönüşerek resim dünyasını ele geçirebilir. Ve eleştiri müessesesi. Ciddi sanat eleştirmenlerinin itibar etmediği ama ressamını zengin ve meşhur eden bu portreler pazarlanabilir bir metaa dönüştüğü anda sanatı bekleyen tehlike bize eleştirinin neden gerekli olduğunu hatırlatıyor. Popülaritesinin zirvesindeki ressam ile ciddi eleştirmen arasındaki diyaloglar bu açıdan çok önemli. Ressam soruyor: “İnsanların eserlerimi beğenmesi onları otomatik olarak kötü mü yapıyor?” Eleştirmen diyor: “Hayır, lakin sanat eseri de yapmıyor.” Metnin etkileyici yanlarından biri de uzaktan ressama benzese de yaklaştıkça pek bir şey kalmayan kahramanın kendisine ait olmayan ama üzerinde imzası bulunan eserleri sahiplenmekteki ifratı. Başlangıçta yeteneksizin ihtirası ile ticari arsızlığın birleşimi olan bu sahiplenme giderek yerini saplantılı bir ressamlık arzusunun patolojisine bırakıyor ve insanın bir noktadan sonra kendi söylediği yalana bile ne kadar inandığını gösteriyor. İki ressamın son sahnedeki görüntüleri düşündürücü. Birinin kendinden emin sükûnetine karşılık diğeri cerbezeli, hezeyanlı. Ama olmuyor. Gerçek; soğukkanlı, asil ve ağır başlıdır. Onun kendisinden şüphesi yoktur ki telâşa mahal olsun. Sahte ise her zaman telaşlıdır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |