En bilge insanlar bile arasıra bir iki zırvadan hoşlanırlar. -Roald Dahl |
|
||||||||||
|
İşte o filmlerden birini dün gece seyrettim, ismi de başlıkta gördüğünüz gibi: Tous Les Matins Du Monde Fransızca ismi ismiyle Türkçe’ye “Dünyanın Bütün Sabahları” olarak çevrilen film… 1991 yılında gösterime giren ve bir Fransız filmi olan Dünyanın Bütün Sabahları’nı Alain Corneau yönetmiş, öyküsünü Pascal Quignard yazmış ve “All the World’s Mornings” eserinden uyarlanarak beyaz perdeye aktarılmış… Yazının başında bir hatırlatma yapmak isterim, bendeniz bir müzisyen değilim. Hatta müzik aletlerinden bağlama haricinde bir enstrümanı da çalamam. Fakat müzik kulağım iyidir. İyi de bir müzikseverim. Film müzikalite içerdiğinden dolayı biraz da bu yanıyla ilgimi çekti. Bu sebeple sizlere tekrar anlatmayı, seyretmişlere tekrar hatırlatmayı istiyorum… Zira herhangi bir filmden farklı çıkarımlar yapmayı ve yapanları önemsiyorum… Filmin konusu müzik ve hayat, müzisyen ve çalgıcı arasındaki bariz farkları ele almış. Aslında filmi izleyene kadar ben de yapılan bu ayrımın farkında değil idim. Çünkü çoğunuz gibi ben de dinlediğim bir müzikle ilgilenir; hoşuma giden, kulağımı okşayanı tercih eder, sezgilerimi kullanarak kötü olanla uğraşmazdım. Profesyonel manada bir müzikle uğraşmıyorum dedim diye; “e bunu anlatmak sana mı düştü” diye yapacağınız tüm eleştirilerin en doğal hakkınız olsa da ben filmde müzik ve sanatçıyla değil de daha çok “müziğin hayatla olan bağlantısı” ile ilgili çıkarımlarda bulunmaya çalışacağım. Çünkü film anlatmak istediğim bu ikili ilişkiyi anlatan en iyi ve klasik olma yolunda ilerleyen yapıtlardan biri diyebilirim… Şimdi gelelim filmimize. Film 17. yüzyılda geçiyor. Viyola sanatçısı Saint-Colombe ile öğrencisi Marais başrol oyuncuları. Sanatçımızın iki tatlı ve yetenekli yetim kızları var. Onlar da babaları gibi viyola çalıyorlar. Saint-Colombe çok sevdiği karısını kaybettikten sonra Fransa taşrasında inzivaya çekiliyor, hayatını da yine bu bölgelerde öğrencilere ders vererek geçindirmeye çalışıyor, bir taraftan da kızlarına hem babalık, hem de annelik yapıyor… Colombe’nin viyola sanatındaki ustalığını duyan soylu kral saraya gelmesi ve bestelerini ona çalması için adamlarını sanatçımıza davet için gönderiyor. Sanatçımız da bu isteği kibar bir dille reddediyor! Ancak kendisine bu isteğin emir olduğu hatırlatılıyor, yine de yapılan bu teklifi reddediyor. Tabii Kral bu red cevabını beğenmiyor ve geri çevrilen teklifi bir türlü sineye çekemiyor olsa gerek adamlarını Colombe’ye bir kez daha yolluyor. Sarayın elçileriyle sanatçımız Colombe arasında geçen konuşmalar ise şöyle cereyan ediyor: Saraylı (Perukalı, süslü püslü, tepeden bakan bir adam düşünün): -Antik çağın müzisyenleri ve şairleri şöhretten hoşlanırlar, imparatorlar onları huzurlarından uzak tutarsa gözyaşı dökerlerdi. Siz, adınızı hindilerin, tavukların, küçük balıkların arkasında saklıyorsunuz. Tanrının size bahşettiği yeteneği toza toprağa ve gururlu bir yoksulluğa gizliyorsunuz. Şöhretiniz kralımız ve sarayı tarafından duyuldu, öyleyse çuha elbiselerinizi yakıp onun size sunduğu hizmetleri kabul ederek kendinize bukleli peruka yaptırtmanızın zamanı geldi. Eski çamlar bardak oldu artık ve…. (Saraylı konuşurken etrafta tavuklar , kazlar dolaşıyor , bir taraftan tiksintiyle bakıyor.) Colombe (Gururlu, kimseye aldırmayan bir yüz ifadesiyle, dimdik durarak konuşuyor.): -Asıl modası geçen benim beyler! Yüce kralımıza teşekkür ediniz. Ben onun bana teklif ettiği altınların yerine ellerimin üstüne batan güneşin ışığını tercih ederim. Bukleli perukalarınızı değil , kendi çuha giysilerimi tercih ederim. Kralın kemanları yerine kendi tavuklarımı, sizlere kendi domuzlarımı tercih ederim. Saraylı: -Tahta kulübenizin dibindeki küçük fare gibi kuruyup kalacak, kimse tarafından tanınmadan ölüp gideceksiniz. Colombe: -Sizin sarayınız bir kulübeden daha küçük, oradaki kuru kalabalık bir kişiden daha azdır benim gözümde. (Müthiş bir replik , daha iyi anlatılamaz.) der ve elçiyi ve yanındakileri oradan kovar! Aradan yıllar su gibi geçer ve küçük kızlar artık büyümüştür. Saraydan bir müzisyenin tavsiyesiyle yoksul ve yetenekli bir genç, usta sanatçımızdan bir ders almak ister. Bu genç filmin diğer kahramanı olan Marais’tir. Genç Marais öğrenci olarak kabul edilmek için bir parça çalar ve usta sanatçımız bu öğrenciyi hemencik reddeder. Marais nedenini öğrenmek ister. Colombe; “Siz, çalgı çalıyorsunuz, ama bir müzisyen değilsiniz” der. Sanatçı karşısındaki delikanlının yetenekli olduğunun aslında farkındadır! Fakat buna rağmen müzisyen olmak için gereken derinliğe sahip olmadığını altıncı hissi ile hisseder ve müziği şöhret edinip saraya kapağı atmak için kullanacağını da sezer. Usta haklıdır. Delikanlının tek amacının müzisyen olmaktan çok, babası gibi bir ayakkabıcı ustası olmamaktır. Araya hemen kızları girer ve iki kızının ısrarına dayanamayarak bu genci öğrenci olarak kabul eder. Viyola sanatının bütün inceliklerini bu gence tek tek öğretir. Genç Marais bir gün kralın kilisesinde çalar, Saint-Colombe bunu duyunca sinirden küplere biner ve adeta çıldırır! Gencin viyolasını paramparça edip önüne fırlatarak: “Mösyö bir çalgı nedir bilir misiniz? Çalgı aleti müzik demek değildir. Kralın önünde soytarılık etmek için bir sirk atı alacak kadar paranız var artık” der çocuğu evinden kovar. Bu kovma olayına en çok büyük kızı çok üzülür çünkü, kız kovulan bu çocuğa sırılsıklam aşık olmuştur! Hatta babasından öğrendiklerini gizli gizli ona öğretmeye devam eder. Genç Marais gel zaman git zaman artık bir saray çalgıcısı olmuş çıkmıştır. Büyük kızdan öğreneceği bir şey kalmayınca da yallah der ve onu da terk eder. Tatlı bir hayatla geçen uzun yıllardan sonra ustasının sözlerini idrak edip ona hak vermeye başlar… Büyük bir pişmanlık içinde ustasının kapısını bir gün tekrar çalar. Ondan son bir ders daha rica eder. Colombe; “İlk ders desek nasıl olur” der. “Bu iş zordur, müzik en kısa deyişle, sözle ifade edemediklerinizi dile getirmeniz içindir. Bu anlamda insana özgü değildir. Öyleyse kral için yapılmadığını da anlamış olmalısınız” diye hitabete devam eder. Ona ilk ve son dersini bir daha verir. Film de tam olarak burada biter. (Bu arada trajik bir olay olur. Büyük kız aşkını yıllarca unutamaz, hastalanıp yatağa düşünce, babasından Marais’in onun için bestelediği parçayı çalmasını rica eder, baba öfkelenir, çalmayı reddeder, Marais gelir, çalar ve gider, Marais’in yıllar önce hediye ettiği ayakkabının bağıyla kız kendini asarak intihar eder. Yaşamını böyle çıkarcı ve menfaatçi bir adama heba ettiği için kendine kızar, hınçlanır, üzülür ve bu üzüntüyü artık küçük omuzları kaldıramayarak onu kara toprağın altına girmeye razı eder!) Marais, büyük kızla olan aşkını ve hayatını da müzikten ne anlıyorsa öylece yaşamıştır. Kendisini müzisyen zannetme yanılgısı içinde, çalgıcı olarak kalmış, onu büyük bir aşkla seven bir kadının intihar etmesine sebep olmuştur. Film 17. Yüzyılda geçse de günümüzde de pek bir şey değişmemiş gibi geldi bana oturup düşününce… Konu müzikle olduğu kadar hayatın nasıl yaşandığıyla da ilgili bir takım çıkarımlar yapabilmemizi sağlıyor. Buradan kadın-erkek ilişkilerine değinecek olursak, sorunlarımızın kaynağı kadın-erkek olma halinin daha da ötesine uzanıyor gibi geliyor bana. Müzikte olduğu gibi, müzisyen – çalgıcı olma durumuna bağlanabilir belki. Müzisyen ruhuna sahipsek, karşımızda yetenekli ve birtakım hesapları olan bir çalgıcı varsa ve biz ikisini birbirinden ayıramıyorsak; acı çekmemiz kaçınılmaz. Kendimize karşı tarafsız olup daha ileri gidersek; çalgıcı ruhuna sahip olduğumuz halde kendimizi müzisyen sanma yanılgısı içindeysek, acı çektirmemiz de kaçınılmaz bir durum yaşanmasına sebep olabiliyor. Evet, uzun lafın kısası hanımlar beyler dünyanın bütün sabahlarını bitirmeden, hayatımızı, aşklarımızı ve müziği hakkettiği derinlikte ve incelikte yaşayalım; bunu beceremiyorsak kimseye kızmayalım ötesi yalan çünki… Değil mi? İyi seyirler herkese…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |