Konuş ki seni göreyim. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Elias Canetti soğuk bir mizahın, incelikli, mesafeli bir kara yerginin eşliğinde yazmış bu biricik romanını. Meramımı biraz daha açmak için kitaptan alıntı yapacak olursam: Mağrur bilim adamı Kien, kitaplarına iyi baktığı için hizmetçisi Therese’yle evlenir. Nikâh töreninden sonra; “Rastladıkları ilk durakta tramvay beklemeye koyuldular. Kien, bugünün diğerlerinden ayrı hiçbir yanı olmadığını belirtmek için taksiye binmekten kaçınmıştı. Tramvay geldiğinde basamaklara önce kendi sıçradı. Ama daha vagonun sahanlığındayken, önce karısını bindirmesi gerektiği aklına geldi. Arkası dönük olduğu halde tramvaydan aşağı inerken, Therese’ye şiddetle çarptı. Biletçi öfkeyle yola devam işareti verdi. Tramvay, ikisini de durakta bırakarak hareket etti.” Canetti, Kafka’yı tanıdıktan sonra, aradığı üslubu bulduğunu söyler. Belki de bu yakın gelecekte olup biteceklerin kaygısını taşıyan bir üsluptur. Günümüz okur yazarlarına saçmalık gibi gelen ancak dört beş yıl sonra o saçmalık korkunç gerçekliğin kendisi olup çıkmıştır. Körleşme’yi zaman dilimi belli, tarihe kanlı damgalar vurmuş bir dönemin habercisi sayarsak hiç birimiz bu üslubu yadırgaayız. Zira kitabın bölüm başlıkları bile kendi döneminin sebeplerini on ikiden simgeleyerek: “Dünyasız Bir Kafa”, “Kafasız Bir Dünya”, “Kafadaki Dünya” olarak belirtilmiş. Kitapta, mağrur, bencil, işlevsiz, faydasız bilim insanı Kien’in çözümlenmesinde faşizme adım adım yaklaşan Avrupa’nın bir açımlanması ile karşılaşırız. Faşizmden, nasyonal sosyalizmden, sloganlardan hemen hiç bahsedilmez bu kitapta. Öte yandan bu roman, yalnızca bu sloganları kılgıya geçirecek karanlık bir ortamın bütün panoraması gibidir. Üstelik daha ortalık süt limanken, uygar yaşam yerli yerinde dururken… Kien için dış yaşam, başkalarının ortak dünyası kaybolmuş; dahası hiçbir zaman var olmamış gibidir. O, maddi gerçeklikleri yok sayan, kitaplar dışındaki dünyayı, çoğunluğun dünyasını küçümseyen “kafasız bir dünya”nın adamıdır. Bundan da sonsuz bir mutluluk duymakta, kendi kabuğu içinde Çin dil ve uygarlığının görkemiyle haşır neşir yaşamına bakmaktadır. Therese ise kitapsız (kültürsüz) bir dünyanın, basit, yaygın anlamıyla maddi dünyanın simgesidir. Kitapları eşya diye gördüğünden korur ama okumaz… Kien’le Therese’nin bileşkesinden doğacak cehennem, çok değil, Körleşme’nin yayımlanışından birkaç yıl sonra, bütün Avrupa’nın genel görünümüne dönüşecektir. Böylesi bir kehanet romanı söz konusu olunca, Dostoyevski’nin Ecinniler’i ve Stalin Rusyası da aklıma gelmedi değil.. Kien için dış yaşam kaybolmuştur dedim. Şöyle de denebilir: Kien, yaşadığı dünyada gerçekliklerle olan organik bağlantısını tümüyle yitirmiştir. Avrupa’nın gittiği yerden habersiz, kendi sarsak değerlerine körü körüne bağlı yaşamaktadır. Bu da ilginç bir tarzda romana yedirilir. Örneğin, Kien, kendisine bir caddeyi soran yurttaşını dinlemez. Körleşme sonucu, bir üçüncü kişinin, yanıt verecek sıradan bir başka yurttaşın varlığına inandığından, sorunun tekrarlanmasını ve yanıtsız kalışını büyük bir hazla izler. Yanıtlamaktan kaçınan üçüncü kişi, Kien’in gözünde, böyle adi soruları yanıtlamadığı için saygın bir kişi konumundadır. Caddeyi soran yurttaş, sonunda bir güzel tokatlar Kien’i. Ama Kien, başına gelen olayı, gündelik, sıradan bir bayağılık şeklinde algılar. Artık hiç sokağa çıkmaması gerektiğini düşünmeye başlar. Canetti’nin cehennem dünyasına bakışında yüce gibi gözüken, ama gerçekliğe ayak uyduramamış ülkülerin tümü kapı dışarı edilmiştir. Körleşme neredeyse umutsuzluk üzerine kurulu bir roman olarak durur. Söz verdiği tek umut ise cehennem ateşinden semenderin sağ çıkabileceğidir! Therese’nin tutumundaysa, kör iktidar hırsını kavramak olası. Aslında maskesiz bir yüzle Kien’in karşısına çıkıyor hizmetçi kadın; saklamadığı istekleri ve tercihleriyle: Ev, eşya, para, daha çok para, paranın sağlayacağı şan, şöhret ve o meşhur görkem! Bunlardan ibaret Therese. Sonu gelmeyecek ihtirasıyla başarıya koştuğunu sanır. Körleşme dış görünüm olarak, yaşadığımız dünyanın somutluğuyla hiçbir özdeşlik taşımaz. Bir delinin bakış açısından yazılmışçasına çarpıktır ortaya çıkan atmosfer. Ne var ki, 1935-1945 yıllarının keskin çizgili bir maketi bu romanda eksiksiz biçimde karşımıza çıkarılmıştır. Somut dünya, Körleşme’nin yayımlanışından biraz sonra, romanda anlatılanların hepsini tek tek yaşamaya başlar. Kafasız bir dünyada, dünyasız bir kafayla yaşamanın dehşet verici bedeli bir bir ödenmektedir. Romanın sonlarına doğru, ‘bilim adamı’, ‘hizmetçi’, ‘kapıcı’, ‘cüce’ ve ‘karakol’ simgeleri Avrupa kültürünün içine atılmakta olduğu cehennem ateşini hissettirirken, bir yandan da ‘Amerika’ hayali patlak verir. Canetti’nin soğuk mizahı artık doruktadır. Batan Avrupa yalnızca Amerika’nın işine yarayacakken; Kien de Therese de, ötekiler de Amerikan rüyasını görmeye başlar. Her şeyi küçümseyen, içine kapandıkça sanrılara sürüklenen, küçümseyişi ve içe kapanışıyla kendi ürkünç, ibret verici sonunu hazırlayan Kien, hâlâ kurtarış, aydınlatış reçetelerini sunmaya devam eder. Tabii, Therese de yeni kocasının ve eski efendisinin kurtarış, aydınlatış reçetelerini azdırmaktan geri durmaz. Örneğin, Therese birdenbire okumak, aydınlanmak arzusuyla yanıp tutuşmaya başlar. Kien ise eski hizmetçisi, yeni karısı Therese’ye nasıl, ne türden bir kitap seçmesi gerektiği konusunda düşünmektedir: “Yalnızca bir roman söz konusu olabilirdi Therese için. Ne var ki roman okumak hiçbir ruhu zenginleştiremezdi. Romandan belki alınan zevk için ödenen bedel, pek yüksek olurdu; en üstün kişilikleri bile bozardı romanlar. Romanlar sayesinde insan; kendini her türlü insanla özdeşleştirmeyi öğreniyordu. Değişiklikten zevk almaya başlıyordu. Kişilikler parça parça çözülüp, hoşa giden kahramanların kalıbına giriyordu. Her görüş açısı savunulabilir oluyordu. Okur, gönüllü olarak kendini yabancı hedeflerin akışına bırakıyor, bu yüzden uzunca bir süre için kendi hedeflerini gözden yitiriyordu. Romanlar, yazarlık yapan bir oyuncunun, okurlarının bir bütün oluşturan kişiliklerine batırdığı kamalardı. Oyuncu, kamanın gücünü ve karşılaşacağı direnci iyi hesaplayabildiği oranda hedef aldığı kişiliği parçalayabiliyordu. Devlet, romanları yasak etmeliydi.” der. Kien’in sağıltacakken zehirleyen reçeteleri, Therese’nin işine bir süre yarar. Onun derdi tasası Kien’i ortadan kaldırmak, evin, malın mülkün üstüne oturmak, mutlak iktidarının zaferini yaşamaktır. Fonda Avrupa cayır cayır yanarken… Körleşme’yi okurken bu ülkeyi de zihnimin içinden geçirdim. O kadar çok benzer durumlar var ki kendi kendime şaşırıp kaldım… Her ne ise Dilerim Kien, Therese, Avrupa ve isimleri olduğu gibi kalır ve bu okuduğum isimler hiç değişmeden romanın içinde sonsuza kadar kalır, durur… Sağlıcakla kalın…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |