640K bellek herkese yetmelidir. -Bill Gates, 1981 |
|
||||||||||
|
AÇ KURT SÜRÜSÜ Aç kurt sürüsü kar fırtınasında ilerlemeye çalışıyordu güçlükle, canlarını dişlerine katarak, böcek gibi acizdi görünüyorlardı; ama kurtlar çok dayanıklıdır, özellikle böyle hava şartlarına ve açlığa. İçlerinde en güçlüsünü bile bir zorlanma, can acısı sarmıştı, böyle bir kar fırtınasında her canlı aciz kalır, kalmaya mecbur görünür, bu hava koşulları kafa tutmaya gelmez. En başta ilerleyen siyah kurt da perişandı;ama yaratılışı zor şeyleri aşacak biçimde ayarlanmıştı, mayası. Ve belalı çok gün görmüştü, aşılamayacak gibi görünün ölümcül günleri sağ atlatmayı başarmıştı. Şimdi geberecek bile olsa geri adım atacak değildi. Onun pençeleri bildik kurtların pençeleri gibi değildi, onun çenesi ve dişleri, onun derin ve keskin bakışları, o güzel güneşli zamanlarda durup uzakları gözleyip analiz eden araştırmacı bakışları, onun soruşturmacı burnu vardı. En önemlisi çetin tecrübeleri ona işe, yürüdüğü yola yüreğini koymasını öğretmişti, bir zaman sonra işe ruhunun gücünü, parlak ruhunun gücünü ortaya koymasını öğrenmişti. Yaşam enerjisini: Chi. Bunu gezgin bir kurttan öğrenmişti, onunla çok kısa bir süre takılmıştı. Uzak doğudan ta Türkiye topraklarına gelen bir kurttu bu. Dünyayı gezmeyi kafasına koymuş ve bunu başarmıştı da. Dünyanın her yerini gezmişti. Pakistan, Nepal, Hindistan ve Çin… Himalaya… Oraların dağ soğuklarında hayatta kalmıştı. Oralardaki dağların zirvelerinde (Plato) adeta bambaşka bir hayat, bir şehir vardı. Alpler, Avrupa’daki, Sibirya’daki, Amerika’daki kurtlarla tanışmıştı. Oraların dağlarında, milli parklarında yaşamıştı. İlk başta siyah kurt onu dikkate almamıştı, gezgin kurt çok zayıftı çünkü ve yaşlı olduğu hemen göze çarpıyordu, ona bakar bakmaz şu düşünce ışıklar içinde belirirdi içinizde: “Bu kurdun işi bitik, ha öldü ha ölecek.” Siyah kurt onun son zamanlarını yaşadığını ve bir hastalık taşıdığını düşünmüş, ona sokulmak istememişti. Hastalık bana da bulaşır korkusuyla. Yaz ayıydı ve sıcak ormanı kavuruyordu, akşam olurken rüya gibi bir serinlik bütün canlıların imdadına yetişmiş, siyah kurdun umutsuzluğa ve iflasa düşen zihnine sihir gibi dokunmuştu, tünediği yerden sevinçle kalkmış, gerinip omurgasını güzelce esnetmiş, yerinde zıplamış, bir pençesini silkelemiş ve etrafı zevkle koklayarak, sağa sola bakarak ve eğilip kokuları analiz ederek ormandan çıkarken bu vakte kadar canlı kalabildiğine minnettardı. Ormandan çıkıp dere kenarına indiğinde sakin ve huzurlu biçimde akan derenin sesine kulak verdi, hoşnutluk duydu. İri yapraklı bitkilerin ardından başını uzattı, dereyi gördü ve tam karşısında, on metre kadar ilerde yabancı kurdu fark etti. Çekinip donakaldı ve onu izlemeye koyuldu. Geri çekildi, saklandı, gözler hedefe mühürlüydü. Yabancı kurt sakin sakin su içiyordu başını dereye uzatmış. Siyah kurt, ona arkası dönül yabancı kurdu tam incelemeden içine bir güzel his çöktü. Yalnızdı ve bir dost bulduğuna sevinmişti. Yalnızlık insanı da kurdu da yer bitirir. Ekip; diğer deyişle yoldaş olmazsa olmazdır bir kurt için ve bir insan için. Evet, bu dost olabilecek bir kurttu. Ama esrarengiz kurt yan dönünce onun zayıflığını, sayılan kemiklerini gördü, hayal kırıklığına uğradı. Hiçbir güçlü kurt güçsüz bir kurtla arkadaşlık yapmak istemez. Ama bir sürü içinde olsaydı zayıf kurda yoldaşları destek olur ve sürünün güvenli kanatları altında olur, yaşama tutunur, ölecek gibi olsa da uzun süre direnir, sürü sayesinde karnı doyardı. Siyah kurt, yaşlı kurdun su kenarından çekilmesini bekledi; çünkü onunla muhatap olmak istemiyordu; ama yaşlı kurdun oradan uzaklaşacağı yoktu. Kenara çöktü, pençelerini huşu içinde yaladı, karnını yaladı, boynunu sol arka ayağıyla kaşıdı ve keyifle etrafı izlemeye başladı, suda taşların üzerinde çıkıp öten kurbağaları. Çevreyi, yaşama sevinci veren tatlı akşamı ve uzaktan gelen sesleri dinliyordu. Gökyüzündeki binlerce yıldızı izledi bir süre. Hayalet gibi ve süratle geçen baykuşa baktı. Çekilip gitmiyordu kurulduğu yerden. Siyah kurdun canı sıkıldı bu işe. Çünkü dereye inen tek patikaydı bu ve yaklaşıp su içmek için en uygun yerdi. Başka yer bulmak için epey yürümek zorunda kalacaktı. UZAK DOĞULU BAY GEZGİN VEGA Vega, Lir Takımyıldızı'nda yer alan en parlak yıldız. Göğün beşinci parlak yıldızıdır. Kuzey yarıküresinde Arcturus’tan sonra ikinci parlak yıldızdır. Güneş’e 25,3 ışık yılı uzaklıkta olduğundan Güneş’e nispeten yakın bir yıldız sayılır. Siyah kurdun susuzluktan ağzı kurumuş ve adım atacak gücü kalmamıştı ve dolanmak istemedi. Onu umursamadan yanaştı ve su içmeye başladı. İşi bitince dönerken onun bakışlarıyla karşılaşınca nezaketten selamladı onu. Karşılık hiç ummadığı kadar hayat ve muhabbet doluydu. Gözleri parlamıştı yabancı kurdun. Bu siyah kurdun çok hoşuna gitmişti. Tanışma daveti vardı bakışlarda. Onun koklamak istediğini belirmişti başıyla. Siyah kurt onay verdi buna. Yaşlı kurt dostça daveti kabul gördüğü için pek memnun olup kuyruğunu salladı ve yine bir selam verdi, yaklaşabilirsin kabilinden, burnunu ileri uzattı. Siyah kurt ona yanaşacaktı, ondan hastalık kapmaktan korktu, ama hasta kurtlar böyle parlak ve güçlü bakışlara sahip olmazdı, belki de bir baş belasıydı, bilemiyordu. Belki de birkaç güne ölürdü. Bir yanı ona yaklaşma diyordu. Çünkü iyi bir kurt olmayabilirdi. Ama içindeki kurt içgüdüsüne, yoldaşlık ve merak dürtüsüne engel olamayıp ona sokuldu. Beri yandan ondan ölümcül hastalığı kapma endişesi duyuyordu. “Çekinme, yanıma gelebilirsin, benim gibi bir işi bitikten zarar gelmez. Birkaç güne öleceğimi düşündüğünü biliyorum. Merak etme. Hasta falan değilim.” dedi yaşlı kurt, mırıldanarak. Güven veren bakışlarla. Siyah kurt düşüncelerinden utandı. İçinin okunması onu çok rahatsız etti, şaşırttı ve iyice meraklandı bu kurdu tanımak için. Ona yanaştı. Koklaştılar ve siyah kurt onun yanına rahatlıkla ve bir yoldan bulmanın hazzıyla uzandı. Böylece aralarındaki sohbet başladı. Yaşlı kurt çok farklı gelmişti gözüne: “Buralardan değilsin, sanırım?” “Gezginim. Uzaklardan geldim. Peki sen?” “Buralardanım. Dolaşıp duruyorum. Yiyecek bir şeyler bakınıyordum.” “En son ne yedin?” “Çok uzun zaman oldu. Hayal meyal bir şeyler hatırlıyorum. Kokmuş bir şeydi. Karga leşiydi sanım. Onu da çok aç olduğum için güçlükle yedim; nerdeyse çıkarıyordum.” “Bilirim. Buralardaki ne tür avlar var. Buralarda takıldığına göre bilirsin?” “Sabit değilim. Geziyorum senin gibi. Ben de gezgin sayılırım.” “Birlikte avlanalım mı? Siyah kurt güldü: “Senin bir av peşinde koşabileceğini sanmam.” Beriki güldü. Siyah kurt, nezaketen ve ister istemez bir dostluk yapmıştı onunla ve buradan, bu çaresiz ve kendini bir halt sanan işi bitik kurdun yanından uzaklaşsa iyi ederdi. Bir hazırcıya, beleşçiye dayanamazdı. Başa bela olurdu böylesi. Yoluna gitmeliydi, muhabbetin kısası iyiydi. Yiyecek bir şeyler bulmalıydı, boşa vakit geçiremezdi lak lak için. Delice açken üstelik. “Beni yanlış anlama; ama gidip yiyecek aramam lazım.” “Bol şans. Bir şey yakalayamazsan buraya gel. Senin için yiyecek ayarlarım.” Siyah kurt, onun kaçığın teki olduğunu düşündü, “sen kendi başının çaresine bakamıyorsun ki moruk. Bir de bol keseden atıyorsun.” İçinden güldü ona. “Teşekkür ederim” deyip basıp gitti. Gece geldi zifiri biçimde, avlanmak için muazzamdı orman. Gece avlanan hayvanlar geceyi iple çeker. Siyah kurt sevinçliydi. Ormanın açıklık, seyrek alanlarında epey gezdi, birkaç saat. Büyüleyici kokular yakaladı, geyik ve domuz kokuları, sonra tavşan, koku ve izleri takip etti heyecanla, sarsıcı açlığını unutarak. Bütün çaba ve azmine rağmen istediği sonucu alamadı, bir noktadan sonra izleri ve kokuları kaybetmişti. Yorulmuştu da, kalan gücünü yarına saklamalıydı. Buralarda avlayacak bir hayvan bulamamasına üzüldü. Akşamın başında gelen o harikulade serinlik de uçup gitmiş, boğucu bir hava hüküm sürüyordu ormanda. Dereye inip su içti kana kana. İçi ferahladı. Dille ağzına suyu ustalıkla almak her zaman zevkli gelmişti ona. Tam bu sırada aklına yaşlı kurt geldi ve dereyi takip edip o tarafa ilerlemeye başladı, “bakalım bu moruk ne yapıyor?” diye düşünüyordu. Asıl mesele şuydu: Ormanda açlıkla ve yalnızlıkla sefilleşmişsen yaşlı bir kurt kıymete biner. Şimşek gibi güçlü biçimde bunu hissediyordu, bir nefes de olsa o kurdu görmek ona moral olacaktı. Ormandaki diğer kurtları düşündü, şöyle kuvvetli, kendi gibi azimli ve genç kurtlarla tanışsa, yoldaş olsa ne güzel olurdu. Can sıkıntısı hissetti. Avlanacak gücü olsaydık keşfe, kurtlar ormanda bu vakitlerde araştırmalarını yapar ve avlanırını ele geçirirdi. Siyah kurt açlıkla sersem ve bayılacak gibi halsiz ilerliyordu. Av bulamadığı için kendini beceriksiz olarak düşündü. Ama ormanda her gece yiyecek bulunmazdı, bir kurt bir gece avı yakalamışsa ve sabah da kalanlarla yetinmişse, kalan ufak parçası diğer hayvanlar yerdi; kuşlar, kargalar, çakal ve tilkiler, kirpiler. Böcekler. Ve kurt yeni bir av yakalayana kadar aç gezerdi. Bıkıp usanmadan av arardı ve bu giderek bir delirme halini alırdı, zihni ve içgüdüleri en uç, en imkansız görünen noktalara ilerlerdi. Açlıkla; yani hayatta kalma içgüdüsüyle bambaşka bir bilinç eşiğine varırdı. Tek koyunla doyacağı halde çiftçinin onlarca koyununu boğazlardı kurtlar. Öldürmekten büyük haz duyarlardı çünkü. Günler süren açlığın tepkisi. İçgüdülerinin yazılımının neticesi. Siyah kurt yaşlı kurdun dediklerini hatırladı aniden: “Bol şans. Bir şey yakalayamazsan buraya gel. Senin için yiyecek ayarlarım.” “Acaba bunu yapabilecek bir sırrı mı vardır? Yaşlı kurtlar muazzam tecrübe ve bilgileri sahiptir” diye düşündü, onu hafife almıştı. Hatta işe yaramaz görmüştü. Belki de o bunak bir kurttu. Her neyse. İçinden güldü: “Ben sefilsem o kesin benden daha sefil haldedir.”diye düşündü. Yalnız olmaktansa onunla geceyi geçirmek iyi bir fikir olarak göründü gözüne, hatta vazgeçilmez tatlı bir fikir. Onun Yanında atalarını, eskileri yad edebilir, iyi hissedebilirdi. Yaşlı kurdun pinekledi bölgeye geldi, onun tam su içtiği noktaya geldi, çamura girdi, az daha ilerledi, burası suyun temiz aktığı bölgedeydi, onun gibi hareket ediyordu, onu taklit ediyordu, pamuk gibi yumuşak tabanları serinlikle rahatladı. Pençelerinin arasındaki kir, çamur toprak gevşeyip akıp gitti suyla. Ay ışığı düşmüştü derenin üstünde, suyun altındaki kimi taşlar parlıyordu. Onurlu ve sakin hareket eden dereye zevkle baktı. Kimi taşların yarısı suyun altındaydı. Ay ışığı onları parlatıp ışık oyunu başlatmıştı, birinin üzerinde bir kurbağa duruyordu. Derenin durağan kısmında vıraklayan kurbağaların sesini dinledi, sivrisinekler vardı, yüzüne hücum etmişlerdi. Dereden çıktı. “Nerdeydi şu moruk ?” Canı iyice sıkıldı. Üzüldü. Açlıktan daha beter olan yapayalnız olmasıydı. Aniden bir ses duydu, ince bir ayak sesi, çıtırtı. Sese doğru gidiyordu, ses kesildi, ne tarafa gideceğini bilemedi, çöküp bekledi seslere kulak kesilerek. İyi bir şey olacaksa bütün kalbiyle, kötü bir şey olacaksa bütün gücü ve tecrübesiyle bekliyordu. Ses çok geçmeden yine başladı ve siyah kurt o tarafa gitti. Sesin geldiği yönde çok iyi bir ağaç vardı, siyah kurt gözlerini oraya dikti, bu yaşlı kurt olmayabilirdi de. Ağacın ardından bir karanlık belirdi, yavaş hareket ediyordu ve ay ışığının etki alanına, coşkulu parlaklığına girdi, bütün gövdesini ay ışığı yiyordu, ya da ay ışığı o gövdede asıl şanını elde etmiş, çok mutlu biçimde gülümsüyordu, o harikulade gövde çok parlak ve gösterişliydi. Evet, bu yaşlı kurttu ama sanki bir dönüşüşüm geçirmişti. Yaşlı kurda ne olmuştu böyle? Nasıl böyle genç ve dinamik bir görüntüye sahip olmuştu. Sanki bu genç hali o yaşlı hali üzerinden silindirle geçmiş gibiydi. Bir an o kurdun başka bir kurt olduğunu sanmıştı.Ama onu sezgisel olarak tanımıştı, yani onun yaşlı kurt olduğunu hissetmişti. Gerçek üstü bir şeydi bu. Doğaüstü bir şeydi bu. O an öyle bir olmuştu ki siyah kurt bunu zihninin yorgun ve gözlerinin bulanık bakmasına yordu. Bir ya da iki saliseydi o garip durum. Sıska ve işi bitik kurt nereye gitmişti? YARATICININ BÜYÜKLÜĞÜ ve GÜCÜ Dağlardan alan şelalelerin dibindeki parlak beyaz taşlar gibi bir beyazlık gözüne çarpmıştı. Antik yunandaki ya da yüzyıllardır çocuklara anlatılan hayvan masallarındaki, efsanelerdeki canlanan heykeller gibi bir heykel gibiydi gördüğü, taşken aniden canlanan. Kusursuz bir başyapıttı, siyah kurdun ona sarılmak, onu yalamak, sırnaşmak ve koklaşmak dürtüsüyle kucağına atılmak isteyeceği bir çekim vardı onda. Parlayan bir canlı heykel… En değerli ve en güçlü ruhların ışığı taşıyan heykel. Mucizevi heykel ve ay ışığı sırtına vurunca kırmızı köpüklü bir çizgi oluşturmuştu. Gözleri açık pembeydi. Dipdiri bir kurttu, boyu posu harikuladeydi. Siyah kurt şimdiye kadar hiç o kadar cüsseli bir kurt görmemişti. Harikulade fantastik bir şey vardı gözünün önünde, akıl almaz güzel ve fantastik bir kurt. Onda yaratıcının büyüklüğü ve mükemmel gücü parlıyordu. Siyah kurt bu güzellik ve iyilik karşısında korku duydu, şoke olmuştu. Gencecikti bu kurt. Ama 50 kurtla tek başına kavga edip sağ çıkmış gibi olgun ve cesur bakıyordu. Ağzı aralıktı ve çok büyük dişleri parıltılar saçıyordu mücevher ışıltısı gibi ve aniden bu görüntü sihir gibi kayboldu ve yerine sıska, ceset gibi bakan bir pislik ve yaşlı kurt geliverdi, hastalıklı bakışlı. Bu hayattan umudunu kesmiş keş bakışı gibi bir bakıştı ve onda bir muziplik de vardı. Gülümsedi yaşlı kurt. Siyah kurt onu genç ve yakışıklı haliyle gördü bir an. O gülümseme çok derin geldi gözüne, gülümseme iyice açığa çıkıp parladı kanatlandı kara burnunda. “Hayal gördüm sanki; ama gerçek gibiydi.” dedi siyah kurt. “Demek öyle.” “Sen bir şey biliyorsun?” “Hayal mi, gerçek miydi, çok garip, şimdi eski halindesin.” “Demek öyle.” “Senin bir sırrın var?” “Her kurdun bir sırrı vardır” dedi, gülümsedi, “Senin bir sersem ve işi bitik zavallı olduğunu düşünmüştüm.” “Olabilir, bazen her kurt bu duruma düşer. Yaşlandım ve eski gücüm kuvvetim kalmadı.” Yine gülümsedi, “sen çok yakışıklı bir kurtsun, dilerim güzel bir geleceğin olur. Büyük ve güçlü bir sürünün lideri olursun. Bütün kalbimle bunu diledim senin için.” Bunu çok içten ve samimi biçimde demişti, siyah kurt onun bir melek olduğunu ya da melek kalpli iyi bir kurt olduğunu düşündü, delice hoşlanmıştı ondan, bu yaşlı kurdun enerjisinde büyüleyici bir şey, bir tatlı şey, bir karşı konulmaz güzellik vardı. Ve siyah kurt onun hakkında hep olumsuz şeyler düşünüp durmuştu, kendinden utandı. Bu yaşlı kurdun bakışlarında ve sözlerinde onu çok rahatlatan, mutlu eden bir şey vardı. Bu eziğin bakışı, gülümsemesi, cana çok yakın bir şeyler vardı onda. Birden koşup ona dalmak istedi, şakadan, hırlayıp ısırmak bir yerlerini. Onunla oynaşmak çocukluğundaki gibi. Kardeşleriyle ya da hoş görülü büyükleriyle yaptığı gibi. Ne güzel burun, tam ısırılası! Kulaklar. Sırt. Ense. Gövde. Her yeri çok ısırılası! Çok güzel! Kardeşlerini sevinçle ısırıp yalardı. Bazen acıdan bağırtırdı, kendini kaptırdığında ve bırakırdı. Bu kez kardeşi bastırırdı hırs ve öfkeyle. Şu pis moruğa hücum edip onu yalamak istiyordu delice. “Seni ucube!” diye mırıldandı sevinerek, hücum edecekti; ama çocukça davrandığını ve sonuçlarının ağır olacağını akıl etti son anda. Bu yabancıyı tanımıyordu ki. “Ne dedin?” dedi yaşlı kurt. “Hiç.” “Bir şey dedin?” “Seni gördüğüme sevindim, usta.” “Usta, ha?” “Ne oldu? Hoşlanmadın mı ya da beni yalaka mı sandın?” Güldü: Y alaka kelimesi hiç hoş değil. Ama “Usta’ kelimesini çok severim. Bir ara öğrencilerim vardı. Bana ‘Usta’ derlerdi. Yollarına ölürdüm, onlar da benim için.” “Senin için ölürlerdi demek. Kendini çok çekici ve havalı biri olarak anlatıyorsun ve çok yaşlısın. Atmıyorsun ya?” “Yok canım. Sana yalan borcum mu var, beni tanımıyorsun.” “Bak orasını iyi dedin.” “Kafasıza benzemiyorsun; umarım öyle bir kurt değilsindir.” Güldü: “Yok, usta.” “Demek öyle.” Gülümsedi, “Sen bana az önce seni ucube demedin mi?” “Yok, sana öyle geldi, “kendi kendime konuştum.” “Gel yanma” dedi, “karanlığa girelim.” “Neden?” “Gir gir.” “Bana orada kötü bir iş yapmazsın, değil mi?” Yaşlı kurt güldü: “Ben yaşlı bir kurdum, sen gençsin ve ben dostum.” “Umarım.” Siyah kurt, onun peşinden korkarak ilerledi. Yaşlı kurt, kısa bir yürüyüşten sonra onu gizli yerine, buzdolabına götürdü. Siyah kurt, orada gözlerine inanamadı. İyice yaklaştı ve kokladı yerdekileri, kan kokusu baş döndürücüydü: Yerde üç av vardı otların üstünde ve çok leziz görünüyorlardı. “Bunlar da ne böyle?!” “Sülün. İki tane yakaladım.” “Nasıl becerdin bu işi?” “Açsan yiyebilirsin.” “Ya sen?” “Aç değilim.” Siyah kurt, sevinçle yumuldu sülünlere. Kanatları çekip attı. Tüy müy demeden neredeyse sülünleri bütün yutmuştu. Bacakları bile kıtır kıtır çiğneyip yuttu. Tam doymamıştı; ama midesindeki isyan susmuştu, kanlı suratını, burnunu temizlemeye başladı, sonra onun yanına uzandı, pençelerini yalamaya başladı, temizlik olmazsa olmazdı, o ara sordu: “Bunları nasıl yakaladın?” “Sen gittikten sonra bekledim. Beni ilk gördüğün yerde. Orası ormanda gizlenen birçok hayvanın, kuşun dereye inip su içtiği patika… Sen anlaşılan kuş yakalama işini hiç bilmiyorsun.” “Hayır. Böyle bir şeyi hiçbir kurtta görmedim, duymadım da. Senden öğreneceğim çok şey var anlaşılan.” “Dost olacağımızı da nerden çıkardın?! Ayak bağından hiç hoşlanmam.” “Ben öyle asalak, yaramaz ve beceriksiz bir kurt değilimdir, usta.” “Yalakasın sen!” “Yok usta, bu kelime hiç hoş değil demiştin?” “İlk sen kullandın ama.” “Orası öyle. Tamam; dost olman gerekmiyor benle. Kuşları nasıl yakaladın?” “Uyuzun tekine benziyorsun, ucube bir yön de var sende; ama bilgi vereyim sana. Ormanda saklanan hayvanlar gece ya da gündüz su içmek için dere kenarına inerler. Belli yolları kullanırlar. O yollarda pusuya yatarsan istemediğin kadar havyan yakalama şansı elde edersin. Tabi onlardan hızlı, kurnaz, çevik ve akıllı olabilirsen. Uçan hayvanı yakalamak çok zordur. Sülün tavukgillerdendir, vahşi doğada yaşanları var, çiftlikte yetiştirilenleri var, yakaladıklarım çiftlikten kaçmış olmalı. Kaçmayı beceremediler; onları çok kolay yakaladım. Ormanda ördekler irili ufaklı kuşlar vardır, otların arasına gizlenirler bazen. Yuva yaparlar. Yiyecek bulmak için yerde gezinirler. Ördek ve kazlar yeşil otları, sürgün otları pek severler.” “Hiç bilmediğim şey bunlar.” Zamanla deneyim kazanırsın, kafanı çalıştırırsan. Senin yakaladıklarını yedim, kendimi asalak gibi hissettim. Emin ol sana borcumu ödeyeceğim.” “Senden hiçbir şey istemem, evlat.” Siyah kurt, onun saygı duyulacak cinsten bir kurt olduğunu anlamıştı. Kendini onun hizmetçisi gibi hissediyordu; ama beş gram bir iyilik yapmamıştı onun için. Ayaklandı. “Usta sen rahatına bak, güzel güzel uyu, ben etrafı gözetlerim.” “Yok; asıl sen rahatına bak. Öyle derin uyumam ben.” Siyah kurt ona sorular sorup duruyordu. Onunla sohbet açmak ufkunu açmış, yalnız yüreğine çok iyi gelmişti. Kimileri yaşlı kurda bay gezgin Vega diye hitap edermiş. Vega ona birkaç serüvenini anlattı, bu serüvenler tam da Siyah kurdun içinde olmak isteyeceği tehlikeli ve sürükleyici serüvenlerdi. Bir geyik peşinde haftalarda gidip onu indirmeler, bir ayıyla kavga, sekiz kurda karşılık tek başına verdiği kavga. Siyah kurt en çok bunu sevmişti, yaşlı kurt genç erkek kurtlardan oluşan bir çetenin topraklarına girmişti yanlışlıkla ve çete gece vakti baskın yapıp onun çevresini sarmıştı, öldüresiye bir kavga başlamış, yaşlı kurt sürünün üç üyesini öldürünce diğerleri bir savaşçıyla karşı karşıya olduklarını anlayıp korkup geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu olay geçen sene olmuştu. Siyah kurt onun yaşlı haliyle sekiz kurdun hakkından gelmesine şaşmıştı. “İşte o anlar senin yanında olmak için neler vermezdim ki” dedi siyah kurt. “Şiddeti hiç sevmem, özellikle diğer kurtlara karşı. Mecbur kaldım ve onlara bir ders verdim. Bir savaşçı kurt sevginin var olabilmesi için savaşmalıdır sadece, barış için. Canını kurtarmak için. Çünkü yaratıcının büyüklüğü ve gücü bunu emreder.” dedi yaşlı kurt, gözlerini gökyüzüne, parlayıp sönen yıldızlara dikti. Oh yıldızlar öyle güzel ki. Onları her gece seyrediyorum. Siyah kurt yıldızlara mızıldır ha diye düşündü, açlıktan yıldızları seyredecek hal mı kalıyor ki. “Yoksa sen onları seyretmiyor musun?” “Hayır.” “Sen o sülünleri nasıl yakaladın? Aklım almıyor, pek yaşlısın.” Yaşlı kurt güldü:“Zeka, tecrübe.” Sabahları uyanınca ne yapıyorsun Ne yapayım, açlık hissedip kalkıp dolanıyordum. Aptal aptal esnerim. Kaşınırım. Gerinirim. Lanet olası ormanda yine yiyecek bulmam lazım diye düşünürüm, midem guruldar. Öfe duyarım çayıra çimene ota böceğe dalarım hırsla. Kelebek gelir, sinirlenirim, böcekler üşüşür, sinekler, en nefret ettiğim lanet olasıca şeyler. Sabah ormanda bir başka güzeldir, gün doğarken, günün ilk ışıkları ormana vururken, o alaca karanlıkta hep ilk gençlik zamanları hatırlarım, ışık dalların arasında dans eder ve her yerde başka bir yansıması vardır, kıvrılıp süzülür, uçar gider, kuş gibi ve yeniden gelir, dalların arasında, en gizli yerlere dalar yumuşak biçimde. Bazı yerlerde uykulu bakar, bazı yerlerde aşık, bazı yerlerde savaşçı, bazı yerlerde mücadeleci. Usta, düşündüm de yarın uyanınca söylediğin şeylere bir bakayım, yani sen sanki başka bir gezegen anlatıyorsun, böyle hiç görmemiştim. Efsane ol. Her zaman. Her durumda. Nasıl. Zamanla öğreneceksin. Hayata en güzel şey nedir sence?” “Bilmem.” “Bir şey bulmuşsundur.” “Ailem” diyecekti. Üzüldü. Kalbindeki acıyı hissetti yüreği acıyla doldu. Gözleri doldu. “Neyin var?” “Duygulandım birden.” “Neden?” “Boş ver.” “Anlat istersen iyi gelir.” “Sonra belki. Bu bana acı veriyor.” “Acısız öğrenemez kurt.” “Beni geç usta. Sen konuş. Hayattaki en güzel şey nedir sence?” “Mücadele etmek.” “Ne için?” “İyi bir şey için. Güzel bir şey için. Kayda değer bir şey göremiyorsam bile taşıdığım yürek için devam ederim.” “Yok be usta, tek başına ormanda kalmak zor.” “Tek olursan ormanın ruhunu kavrarsın. Yanında başka kurtlar varken onu anlaman zorlaşır. Yalnızlık iyidir. Yalnızlık savaşçı yapar seni.” “Sen nasıl katlanıyorsun?” “Öyle bir şey hissetmiyorum ki. Hayata en güzel şey baş belalarını aşabilmek azmidir. Engel ve zorlukları aşmak istemesidir kurdun, bu uğurda dökülen her emeğin anlamı vardır, bana İlham eren işte bu. Çetin işlerle mücadele etmek…beni en çok mutlu eden şey budur.” “Bana hiç öyle gelmiyor, ölü kurtulsam çok iyi olur. Hayat beni çok yordu, onu bir türlü anlayamadım.” (bunu cidden demiyor) “Zamanla öğrenirsin. Kendini önemsememeyi. Kendini önemsemezsen dünyayla bir olursun.” “Demek öyle. Dedim; ama anlamadın.” Diğeri güldü. “Zamanla anlarsın. Ormanın ruhuyla birleşebilmen için kendini hiçleştirmen lazım.” “Nasıl?” “Seveceksin, her şeyi ve hayatı seveceksin. Yumuşak olacaksın” Güldü siyah kurt. “Bazen dayanacak gücüm hiç kalmıyor, ertesi güne sağ çıkmayacağım diyorum; ama çıkıyorum, bıktım usandım. Açlıktan. Teklikten.” “Unutma. Sen ay ışığısın.” “O da nerden çıktı?” dedi gözleri parlayarak. “Öylesin.” “Neden?” “Öylesin. Senin görevin bu.” “Benim görevim mi… hiçbir şey anlamadım. Neden bana ay ışığısın dedin, ben malın tekiyim.” Öylesin çünkü. Malın teki olduğunu onaylamadım. Sen ay ışığısın. Benim fazla ömrüm kalmadı. Sonra sana neden öyle dediğimi anlarsın.” “Şimdi açıklar mısın?” “Efsane ol. Her durumda. Bunu sakın unutma.” Siyah kurt, her nedense korkunç bir kalp sıcaklığı hissetmişti yaşlı kurda karşı, ona sokuldu, bana kızar diye korkuyordu, az sonra biraz daha sokuldu ona, az sonra biraz daha, siyah kurdun gövdesi yaşlı kurdun gövdesine değiyordu şimdi. Babasına ya da annesine sokulduğu anları hatırladı, muazzam mutluydu, bu yaşlı kurt ilginç şeylerle doluydu. Akıl almaz güzel bir şey vardı bu yaşlı kurta. “Ay ışığısın” diye kendi kendine mırıldandı. Yaşlı kurt şöyle dedi: “Burnuna iyi bak.” “Neden burun?” “Burun çok önemlidir.” “Çok garip kendi bana.” “Kurt burnu sayesinde hayatta kalır.” “Hah! Gerçekten malın tekiyim, bunu bile anlayamadım.” “Oraya sihirli bir öpücük koydum.” Siyah kurt güldü: “Şakacı kemik torbası seni. İyi palavra sıkıyorsun, hepsi çok güzel, hepsine bayıldım. Seni buruşuk bunak, seni tatlı bunak!” “Mankafa seni! Sen öyle san. Çok zoruma gitti. Konuşmuyorum senle. Küstüm sana. Sefil! Aç! Dünya kurtlar arası zeka şampiyonu!” Öteye gitti, ağacın arkasına. Sesi geldi: “Tamam, sakin ol, sen bilgesin, bu kadar az anlayanı ilk kez gördüm ama, sinirlenmekte haklıyım, taşa anlatsam anlar, ama bu anlamıyor. Deli etti beni. İstifa ediyorum bilgelikten, bana bunak dedi ya, boğazına yapışacaktım zor tuttu kendimi, buna laf anlatmaya çalışmaktan göbeğim çatladı ya, beyni yokmuş gibi konuşuyor, yok, sonunda ben bunu döveceğim” diye kendi kendine konuşuyordu. “Şaka yapmıştım sadece. Yedin! Hah Hah hah!” dedi, gülümsedi, yaşlı kurt da gülümsedi: “Ben de şaka yaptım. Gülerek mutlu olmanı istediğim için.” “Hım” dedi ona göz kırptı, “sende iş var moruk. Yani usta kurt!” “Evlat ruhunun üstüne kalbimin en üstün ışıklarını döktüm, kalbimin ışıklarıyla kalbinin üstüne annemin sütünü ektim, enerjinin üstüne ölmez yıldızların taylarını bıraktım. Her zor durumda efsane ol, unutulmaz ve yenilmez ışıklar saç. Tanırının ve ekibinin en sadık direnişçisi ol. Öleceğim çok yakında ve en zor durumlarda ruhum seninle olacak. Bunu sakın unutma. Birçok dediğini. Anlamadım ama kulağıma çok hoş geldi. Sen seçildin evlat, seçildin, sen en şanslı olanlardansın.” “Ne için seçilmişim, benim ne özelliğim varmış ki tek av yakalayamadım ahmağın tekiyim.” “Ruhunun parladığı zaman gelecek. Kafan gökkuşağı gibi parlayacak. Zihin çok kuvvetlenecek. Kalbin çok kuvvetlenecek. Ruhun çok parlayacak.” “Benim gibi bir aptalın ha. Neden?” “Çünkü sen Tanrı’nın kendi için ayırdıklarındansın.” “Anlamadım.” “Tanrı varsa neden her gün açım. Sefilim. Gökyüzündeki Tanrı hiç de urumda değil.” Yaşlı kurt güldü: “Şimdi uyuman gerek” dedi usul sesle. Aniden siyah kurdu ağır mı ağır bir uyku bastırdı. Uyumak istemiyor; ama göz kapakları kapanıyordu, yaşlı kurdun bal gibi tatlı sözlerine doymamıştı daha. Siyah kurt, alaca karanlıkta uyandı, burnuna bir kelebek konmuş, onu kaşındırıp uyandırmıştı. Çevresine bakındı, ışıklar dikkatini çekti, gün doğuyordu ormanda. Güneş ışığı ormanda farkı farklı yansımalara, ışıklara yol açıyordu, harikulade ışıklar ilk kez dikkatini çekiyordu, daha önce bakar körmüş meğerse. Yaşlık kurda bakındı, yoktu, gitmişti, derin bir üzüntü hissetti, kalbi sızlıyordu, gözlerinden yaşlar düştü. Karnını doyurmak için ormanda dolaşıp durdu, sonra çalıların içine yattı, canı sıkkın biçimde, kuru ot kokuları, ağaçların kokuları hoşuna gitmişti, yüzyıl uyurdu böyle, karnı açtı ama huzurluydu. Akşam oldu. Siyah kurt hava tam kararınca ayaklandı. Burayı terk etmeye karar verdi, gündüz bir domuz bile görmemişti, domuzların olmadığı yerde yiyecek bir şey bulunmazdı. Gökyüzünde ay vardı, karnı çok açtı ve gözünü dört açmıştı. En ufak ya da önemsiz fırsatı değerlendirecekti. Durdu ve aya baktı. Yaşlı kurdun dediklerini hatırladı: “Ay ışığısın.” Güldü. “Saçmaladı işte, bunak herif” diye düşündü. Yol alıyordu ve yaşlı kurtla başından geçenleri düşünüyordu, yaşlı kurt rüya gibiydi. Onunla geçen her saniye. Onun kadar asil ve güzel bir kurt tanımamıştı. Tanıdığı için mutluydu. AÇ KURT SÜRÜSÜ Kar fırtınasında siyah kurt ve sürüsü tek sıra halinde ve ağır ağır ilerlemektedir, her biri tam diğerinin arkasındaydı, böylece karın ve çok şiddetli rüzgardan az da olsa korunabiliyorlardı. En öndeki siyah kurt en korumasız olandı. Şiddetli rüzgar burun deliklerinden içeri girip zorluyordu, nefes kesiyordu, gözlere hücum ediyor, bakışı tamamen köreltiyordu. Siyah kurt başını iyice öne eğmiş ilerliyor, arada gözlerini açıyordu, kar, şiddetli rüzgar canavarca hücum ediyordu sürüye, az sonra işinin biteceğini düşünüyordu ama devam etmeliydi. En kötü anımdayım diye düşünürken imdadına yetişti bir söz. Siyah kurt yaşlı kurdun sözlerin hatırladı: “Evlat ruhunun üstüne kalbimin en üstün ışıklarını döktüm, kalbimin ışıklarıyla kalbinin üstüne annemin sütünü ektim, enerjinin üstüne ölmez yıldızların taylarını bıraktım. Her zor durumda efsane ol, unutulmaz ve yenilmez ışıklar saç. Tanrı’nın ve ekibinin en sadık direnişçisi ol. Öleceğim çok yakında ve en zor durumlarda ruhum seninle olacak. Bunu sakın unutma.” Siyah kurt durdu, sürüden sesler geldi. Arkada ne oluyordu acaba? Şimdi bir de geriye mi gidecekti, bu baş belalarını yönetmek de pek zordu. İlerlemeliydi. Birkaç adım attı, yalnız günlerinde pek huzurluydu, açtı ama huzurluydu, gökyüzündeki aya keyifle bakar, kafasına esti mi yatar uyurdu, bu baş belaları hep sorun çıkarıyordu, “arkada ne oluyorsa olsun, ilerlememiz lazım” dedi kendine, birkaç adım attı, daha ileri gidecek güç bulamıyordu kendinde. Bir damla gücü kalmamıştı sanki, zorladı, gidemiyordu. Dinlenmeliydi. Zorlamak yenilmek demekti. Arkada ne oluyordu? Bununla ilgilenmeden önce kendini sakinleştirmeliydi, gidip oraya onlara, sorun çıkaranlara hırlamak istemiyordu. Bu baş belalarına iyi davranmalıydı. Güzel şeyler düşünerek motive etmeye başladı kendini: Fırtına dindiğinde, gün doğduğunda birçok hayvan leşi olacaktı buralarda, kar fırtınasına dayanamayan ya da yolda yakalanan ya da uygunsuz yakalanan birçok hayvan ölecekti. Önceki kıştan böyle olduğunu biliyordu. Şimdi ilerleyecek güç bulmuştu kendinde, bir şey fark etti ilerde, bir ışık, köy evinin penceresinde görünen kirli aydınlık. Çok ilerdeydi, cılızdı, hayal ve gerçek arasında gibiydi, moral vericiydi. Bu kaybolmadıklarının, doğru rota üstünde olduklarının işaretiydi. Bir ara rotadan şaştıklarını düşünmüştü, şimdi içi çok büyük biçimde rahatlamıştı. Öteki taraftan bir koku aldı. İlerledi. Eski bir samanlıktı burası. Yüz yılık olmalıydı. Birçok yeri kırılmıştı. Siyah kurdu takip etti diğerleri. Çer çöp olmuş saman vardı içerde. Birkaç güvercin samanlığın tepesinde uçuştu. Bir süre burada pinekleyeceklerdi. Samanların arasında sıcaklık vardı ve siyah kurt bütün ekiple ilgilenmeye başladı. Arkada olan olay ise; iki genç erkek kurdun birbirine sataşmasıyla olmuştu, açlık sinirlerini bozmuş, biri kayıp ötekine toslayıp üstüne çıkınca kavga çıkmış, bir süre sürmüş, ötekiler araya girip ayırmış bunları. Siyah kurt her birinin durumunu soruşturuyor, ne düşündüğünü ve hissettiğini öğreniyordu. Her biriyle sohbet etti ve en son Zifin’in yanına geldi. Ona şöyle dedi takılarak: Çok yakışıklı görünüyorsun; ama çok moralsizsin. Seni hiç böyle görmemiştim. Bitiksin. “İğrenç demek istediğini biliyorum.” Güldü, siyah kurt da güldü. “Herkes iğrenç” dedi Zifin, “bu aralar hep böyle.” “Sen herkes gibi olamazsın ama; bunu çok iyi biliyorsun. Az önce kavga eden ikisiyle konuştum, yok bana çarptın ettin diye birbirlerini yiyorlardı. Sen Zifin’sin, sen bu az gelişmiş hayvanlarla bir olabilir misin?” “Onlar genç çocuklar usta, zamanında ben de öyleydim..” “Hiç sanmıyorum. Senin onlara ve diğerlerine örnek olman lazım bu zor günlerde. Ama o ateşini hissettiğim azim ve kuvvet ateşi yok gözlerinde. Kıvılcım atardı zor günlerde. En güçlü hale gelirdin. Senin neyin var dostum?” “Ne bileyim. Çok açım. Hayatımın en berbat gecesi bu. Şu fırtına olmasaydı eğer. Sen nasıl katlanıyorsun. Kapasitene şaştım. Çoktan pes etmeni bekliyordum. Fırtına çıktığı ilk an çok fazla gitmez, sabaha kadar bir yerde konaklarız, diye düşünüyordum. Hayal kırıklığına uğradım. Nasıl oldu da pes etmedin. Hayretler içindeyim. Senle tanıştığımız ve dost olduğumuz ilk günden beri hep düşündüm, diyelim bir sebeple düşman olduk ve hayatta kalma savaşı vereceğiz, birimiz ölecek, o kavganın sonunda hangimiz hayatta kalır? Bunun cevabını buldum, kesin beni yenersin. Oysa ben seni yenebileceğimi düşünürdüm hep.” Demek öyle ha, bu belli olmaz, belki de sen beni yenersin. Seni ilk gördüğüm zamanlardaki halini hatırlıyorum.” “Gel şöyle” dedi Zifin, “sana bir şey göstereceğim, kırık tahtanın aralığından baktı ileri: “Şu ışığı yanan köy evi. Basalım orayı.” Siyah kurt onun baktığı yöne baktı ve güldü hafifçe: “Demek fark ettin orayı.” “Evet, ahıra girmeden bir an önce. Zınk diye. O kadar açım ki, gözlerim çareyi mıknatıs gibi çekti.” “Bak dostum, orayı kimseye deme. Akıllı bir kurt yolunun insanlarla kesişmemesine dikkat eder. Yahu tamam, beylik laflar etme, biliyoruz bunları biz, dünkü çocuk değiliz. Ne olursun usta, bana bırak, oraya gideyim. Orada bir ahır var. Sessizce hallederim işi. Kimsenin ruhu duymaz.” “Olmaz, Zifin, böyle şeyler söyleme, bana yalvarma.” Gel şu tarafa gidelim. Kimse duymaz bizi.” İlerlediler ve samanın içine uzandılar. “Oh be, dünya varmış, her yerim ağrılar içinde birader, nicedir böyle yumuşacık samanlar üstüne uzanmamıştım” dedi Zifin, sürüdeki gençler, biraz daha zaman geçsin sana kafa tutacaklar “O biraz zor.” “Neden?” “Çok zorlu bir gençlik yaşadım. Peki sen?” “Zordu.” “Çok acı çektin mi?” “Evet. Dövüldüm. Kurşunlandım, nerdeyse ölüyordum.” “Ama hayatta kalmayı başardım. Şu insanlar…onlardan delice nefret ediyorum. Mümkün olsa hepsinin gırtlağını sıkıp öldürmek isterdim.” Siyah kurt ona gülümsedi. “Bizi nereye götürüyorsun?” diye sordu Zifin. “Yiyeceğin bol olduğu bir yerlere. Bilmiyorum.” “Bırak şimdi. Bildiğin bir şey var, söyle? Bu aramızda kalacak.” “Bir geçit var, oradan gece geçersek iyi olur. Çünkü gündüz geçemeyiz.” “Neden?” “Burası başka kurtların bölgesi. Çok da acımasızlar. Korkunçlar ve bizden iriler.” “Buradan daha önce geçtin mi?” “Hayır. Ama geçitten geçmeyi başaranlardan bilgi aldım, onlar da gece geçmişler. Fırtınalı havada.” “Yani mesele yiyecek meselesi değil meselemiz.” “Bu havada hiçbir kurt yiyecek aramaz. Açlıktan ölecek gibi olsa bile.” “Bizi kandırdın. Bizi manipüle ettin.” “Hayır dostum. Birçok şeyi sürü başı bilir, gerisinin bilmesine gerek yok. Korkarlar, azimlerini yitirirler, dirençleri düşer, motivasyonlarını yitirirler.” O halde bu gece burada dinlenelim. Sabah fırtına geçer. Gece yola çıkarız.” “O geçitten ancak fırtınalı hava geçebiliriz dedim ya.” “Bölgenin sahibi kurtlar acımasız dedin.” “Evet.” “Biz onları ezip geçemez miyiz?” “Duyduklarımı duymak istemezsin. “Bence gündüz vakti sakin sakin geçmeliyiz oradan, sinikliği kendim bildim bileli sevmem ve hazmedemem, saldıran olursa icabına bakarız. Yoksa korkuyor musun?” “Korkmakla ilgisi yok.” “Neyle ilgisi var?” “Ailenin iyiliğiyle. Büyükler var, küçükler var, ufaklıklar var. Başına buyruk kararlar verirsen ortada sürü mürü kalmaz. Akıllı, planlı ve zekice hareket eder usta kurt, savaşmadan savaşı kazanır. Kan dökmeden zaferi kazanır.” “Hım, aklıma çok yattı, sık sık mankafa olduğumu bana çok güzel anımsatıyorsun dostum. Kalın kafalının teki olduğumu bu gece bir kez daha anladım.” “Yok. Cesur, yürekli ve gururlu bir kurtsun.” “Teşekkür ederim, keyiflendim, bir süredir açlığımı unuttum, bu sohbet çok iyi geldi bana.” “Konuştuklarımız aramızda kalsın.” “Elbette dostum.” “Gün aydınlanmadan geçitten geçmemiz lazım. Ve oraya çok az kaldı.” Güldü: “Ben bitiğim. Burada uyur kalırım herhalde.” “Bunu sakın yapma.” “Ciddi demedim.” “Senle nasıl tanışmıştık? Hatırlıyor musun?” “Bunun bir önemi yok şimdi? Çok eski bir masal o. Güzel günlerdi, hayat hakkında pek bilgi sahibi değildim o dönem.” “Senle tanıştığımız günü hatırlıyor musun?” “Evet. Taze geyik kanı gibi.” “Şu zor zamanda lütfen biraz fazla diren. Bu gece bitmeden hedefimizi gerçekleştireceğiz. Fırtına bitecek ve gün aydınlandığında yeni topraklarda ilerleyeceğiz, avın bol olduğu bir yer bulacağız ve oralar bizim olacak.” Zifin sevinerek dedi ki: Şöyle 60 geyik hayal ediyorum, hepsinin boynuna dişlerimi geçirdiğimi ve dilimin kan tadı aldığını hissediyorum, sıcak kan, şah damarının sıcak leziz kanı, köpük küpük kanı, kaygan ve pelte pelte gırtlağımdan aşağı süzülüyor kaba et gibi, yağlı et gibi. Sıcak ıslaklık hissi muhteşem, geyiklerin delice koktuğu an öyle zevkli ki. Kaçışıyorlar dere yatağında, onları kurumuş dere yatağında sıkıştırdım, kaçacak yerleri yok. Dişlerim kaşınıyor, parıltısı kaşınıyor delice açım, geyik gebertmek istiyorum, birini öldürüyorum ve tıka basa yemeye başlıyorum. Yolda bir ara konuklamıştık bir yerde, orada gördüm bu rüyayı, uyandım ve karnım doymuş gibi hissettim. Şu köylünün ahırına bir gideyim, koyun doludur. Müsaade et bana lütfen.” “Senden böyle saçma sapan şeyler duymak istemiyorum.” “Şaka yapmıştım patron” dedi Zifin, güldü. “Senle nasıl tanışmıştık? Başın büyük beladaydı. Bunu düşün. Şu tarafa git. Araştır oraları. Mekan güvenilir mi, kontrol et.” Zifin, ilerledi samanlığın öteki tarafına, burası bir yere açılıyor olmalıydı. Onun merak, keşfetme duygusu durdurulamazdı. Siyah kurt ise diğer kurtların arasına döndü. SİYAH KURT ve ZİFİN’İN KARŞILAŞMASI Siyah kurt Vega’da ayrılalı 21 gün geçmişti. Doğru düzgün yemek özlemiyle kavruluyordu, tahta gibi dümdüz olmuştu midesiyle çok acınası görünüyordu, çirkinleşmişti. Ona uzaktan şöyle bir bakan kemiklerini sayabilirdi. Güç ve kuvvet veren kasları süratle erimişti, 3 haftadır doğru düzgün bir yemek yememişti. Dağlık alandan aşağı inmişti, dereyi takip etmişti, bir süre nehir ormanında yol aldı, gece gündüz demeden yol alıyordu, yorgun hissettiğinde yatıp uyuyor ve yola devam ediyordu, ancak böyle devam ederse çok güzel, avın bol olduğu bir yer ve dostlar bulabilirdi. Yolda rastladığı ufak tefek leşlerle besleniyordu, arada yeni ölmüş bir hayvan bulunca çok seviniyordu. Akşamları ve geceleri yol almak büyük keyifliydi, bu o kadar çok hoşuna gidiyordu ki açlığı umurunda olmuyordu, Vega’nın dediklerini hatırlıyor, onun gibi bir kurt olmaya çalışıyordu, bilmediği yerleri keşfetmek, yeni şeyler öğrenmek bütün sıkıntılara değiyordu. Geceden sabah’ın ilk ışıklarına kadar yol almak kolay değildi; ama alışmıştı bir kere. Nehir ormanı çok geride kalmıştı ve bozkırda ilerliyordu. Uçsuz bucaksız yeşil düzlük sinir bozucuydu. Çalı ve taşlarla doluydu burası. Bir tavşan gördü, yakalamak için fırladı; ama tavşan da yıldırım kadar hızlı çıktı. Tavşanlar yuvalarını toprağın altına yapar. Bunu iyi bilirdi, girişi toprakla kapatır, ot yemeye giderlerdi. Geldiklerinde pençeleriyle toprağı kazar, yavrularını emzirip yuvayı tekrar kapatırdı. Siyah kurt tavşanın kaybolduğu yerde araştırma yaptı; ama yerini tespit edemedi. Bastı. Gündüzün kavurucu sıcağında yol almak akıllıca değildi ve gündüzleri genelde uyuyup akşamı bekliyordu; ama gündüz de yol aldığı oluyordu. Çünkü bir yerde pinekleyip beklemek deli ediyordu onu. Gündüz yol almak tehlikeliydi çünkü köpeklerle ve sahiplerle karşılaşma riski vardı, koyun ve inek sürüleri, keçi ya da at sürüleri…onları fark edince en uzak noktalarından geçiyordu. İnsan geçtiği yeri hissedince, insan kokusu alınca hemen oradan uzaklaşıyordu. Üçüncü günün gecesiydi, gün doğmasına az zaman kalmıştı, yavaş yavaş ağaçlar çıkmaya, çevre değişmeye başlamıştı. Bilge kurdu düşünüyordu, onu düşünerek, söylediği sözler, paylaşımları…yolu düşsel oluyordu, karnı açtı ama zevkli oluyordu ilerlemek. Çok sürmedi, bilge kurdu unutunca eski ruh haline döndü, açlık sinir bozucuydu, aldırmamaya çalışarak ilerliyor, orayı burayı kokluyordu. O aranırken biri bir fare fırlıyor otların arasında, siyah kurt hücum ediyor, bütün duyularıyla zaten böyle bir şey bekliyordu, onu yakaladı ve çarçabuk yuttu. Gündüz vaktiydi, akşamı beklemeye karar verdi, otların arasında kıvrıldı. Fazla fazla uyudu, vakit dolsundu, akşam serinliği çökme başladığında gözlerini açtı, bacakları üstüne uzattığı kafasını kaldırdı, esnedi. Kalktı, gerindi, omurgasını iyice gerdi, sonra dereye indi, su içti ve bastı, dün yediği iri fare vardı; ama yine de açtı. Bilge kurt vegayla konuştuktan sonra daha uyanık olmuştu, olduğu çevreye bakışı, hayata bakışı değişmişti. Ama yine de eski angut siyah kurt olduğunu biliyordu, zamanla gelişirim diye düşünüyordu, bilge kaz sürülerini anlatmıştı, binlerce kilometre uçtuklarını, nehirleri, yoları, denizleri, dağları köprüleri yapıları takip edip rota çıkardıklarını. Onlar da çok akıllıymış diye düşünmüştü. Ay çıktı, ayı kendini bildi bileli sevmişti, ay ile ilk izlenimleri çocukluğunla, kardeşleriyle ve sürüsüyle vakit geçirdiği zamanlara aitti. Akşamın kokusu, ormanın kokusu başkaydı, o kokuyu şimdilerde duyamıyordu. Karanlık gölgeler çıkmıştı. Bir ormanda ilerliyordu. Burnu sürekli bir yerleri tarıyor, koku analizleri yapıyordu. Burnu hep yerdeydi. diri ve heyecanlı saatleriydi akşamın ve siyah kurt da böyle hissediyordu, çevik, azimli, çelik. Ama çok geçmeden bu azim yerle bir oldu, çünkü yiyecek kokusu almıyordu, isyankar ve umutsuzca ilerlemeye devam ediyordu, bir lokma yiyecek için neler vermezdi, Düzgün yemek özlemiyle kavruluyordu, tahta gibi dümdüz olmuştu midesi, kemikleri sayılıyordu, güç ve kuvvet veren kasları süratle erimişti, en son şişko bir fare yemişti ama ondan beri ne kadar yol gitmişti. Deme gitsin. Yiyecek lazımdı yiyecek. Hayali bile güzeldi ve moral veriyordu, basit bir yiyecek hayali, bir domuz, bir geyik mesela. Bir tavşan gördü, fırladı, ama tavşan uyanığın teki çıktı ve hemen deliğinden içeri girdi. Biraz daha seri olmalıydı, işi ağırdan almıştı, anında fırlamalıydı, bu av işi böyleydi, tek saliselik bir fark avın hayatta kalmasını sağlardı, en ufak hata açlıkla ölmek demekti, kendine çok kızmıştı, o şişko ahmak tavşanı kaçırdığına inanamıyordu. Kaçamaz, bunu kesin yakalarım diye düşünmüştü, işte en büyük hatası buydu. Bunu unut gitsin dedi kendine, deli olacaksın, ders çıkar, tamamdır. Bastı. Bir yılan gördü, yaprakların arasında, yılanlardan hiç hoşlanmazdı, hiç yememişti; ama bu yılana yaklaşmaya değmezdi, oradan uzaklaştı. Burnunu havaya kaldırdı ve havayı kokladı, bir domuz gurubu, bir geyik mesela.ç burnuna vaşak kokusu geldi, ve bir ayık kokusu, ayı iyiydi ve vaşak da iyiydi, eğer bir av yakalamışsa onlardan çalabilirdi. İçindeki ses ayının kokusu takip et diyordu. Fırladı. 3 kilometre kadar gitti. ayının kokusu yoğundu ve az sonra dışkısını buldu, devam etti burnuna taze et kokusu geziyordu, taze et kokusu çok caziptir. Kokuya ilerledi. İri boynuzları olan geyik orada taşıyordu, kuru otların üstünde. Fırladı. Geyiğin karnını deşmişti. Bir budu parçalanmıştı. Yaklaştı ve bir ısırık almak için çenesini uzattığında ayının pençesini suratında buldu, cıyaklayarak kaçtı, ayı öldürdüğü geyiğin hemen yanında uyuyormuş. Gölgede kaldığı için onu hiç fark etmemişti. Orada ir karanlık vardı; ama onun ayı olabileceğini nasıl hesap etsindi, ama kokudan ayının çok yakında bir yerde olduğunu düşünmesi, çok titiz davranması lazımdı, boynu kırılacak gibi acımıştı. Sarsıcı açlıkla hesabı kitabı unutmuştur ve işi bitiyordu nerdeyse. Canını kurtardığına seviyordu, olsun kokusu bile moral vermişti. Kan ve et kokusu gibi güzel bir şey yoktur. Bu koku hayatta kalma azmini diriltip onu yeniden av arayıp bulmaya iten vahşi gücünü bulmasını sağlamıştı, ete ve kana susayan, kanla ve sıcak etle mutlu olan fiziksel varlığı az ve yalancıktan da olsa doyma hissi yaşamıştı. O mükemmel doyma hissi. Dişlerini öldürdüğü hayvanın karnına, etinin en lezzetli olduğu yerlerine gömerdi, koparıp bir lokma almak için, et lastik gibi kayardı, kan sımsıcak akardı, baloncuklar oluştururdu, bütün suratı, patileri kan içinde kalırdı. Ah en azından birkaç fare yese ne olur, (“nerdesiniz tatlı ve sevimli farecikler, ben dostum, çıkın ortaya, saklanmayın”) açlığı yatışırdı; ama iri bir hayvanın köpüklü kanlı etini çiğneyip yutmanın hazzı hiçbir şeyde yoktu, hiçbir ufak av bu coşkuyu, hazzı ve mutluluğu vermezdi, karnı güzelce doyduktan sonra avın az ötesinde oturup yalanmaya başlar, orasını burasını temizler, bu sırada tatlı bir rahatlama hissiyle uyku şeker gibi bastırırdı. Dirilmiş, son derece çevik ve kuvvetli hissederek uyanırdı, sürüsüyle olduğu zamanlar yaşamıştı o muhteşem günleri. O zamanlar avlanma konusunda ciddi bilgileri yoktu ve ailesiyle yaşadığı civarı yeni terk etmişti. İşte o yıl içindeydi: Düzgün bir yemek bulma ümidiyle, bir sürü bulma düşünceleriyle ilerliyordu. Kurdun iş böyledir, sürekli yenilgi yaşar ama ve sürekli umutla hareket eder, bu ikisi arasında kurduğu denge hayatta kalmasını sağlar. En zor duruma dayanma kabiliyeti ve en zor durum hiç bitmez. Her gün en zor durumdur. Aklına bilge kurdun anlattıkları geldi. Avcılar ya da çiftçiler kimi hayvan leşlerini tuzaklara koyar ve kurtları beklerdi, tuzak çsevresine kan damlatırlardı, kokuşmuş et koyarlardı, tuzağa giren kurdun de işi biterdi, avcı gelip kurdu tüfekle vurup öldürürdü. Ona şöyle demişti: insan kokusu alıyorsan oradan hemen uzaklaş, o koku hemen sırıtır. Anla ki onu oraya bir insan koydu, seni yakalamak için. İnsna kokusu alamasan ki almaman için hile yaparlar, başka kokular sürerler, anormal bir koku hissedersin, o zaman o leşe ağzını sürme. Çoğu zaman ufak tefek şeyler, leşler, hayatta tutacak kadar yiyordu. Ne yaşıyor, ne öldürüyor bu şeyler, işte bu son derece can sıkıcıdır. Doyurmayan yemekler, ot ya da toprak yemek gibidir, tatları berbat değildir; çok lezzetli gelir kurda, ama çabuk tükenir ve kurt bu işe çok bozulur, ufak öğünler, ufacık atıştırmalıklar teselli eder ama kanser de eder kurdu; çünkü doymuyordu. Düzgün bir yemek özlemiyle, korkarak, çekinerek, geçtiği yerleri analiz ederek yürüyordu ormanda. Büyük bir av vurgunu yapmayı hayal ediyordu, bunu nasıl yapacaktı bilmiyordu; ama yapacaktı. Bitmeye bir et kaynağı. Sürüsüyle yaşadığı zamanlardı. Sürü üç domuz öldürmüştü, yetişkin domuz ve 9 yavrusu. Yetişkinler 300 kilo vardı. O gün tıka basa yemişti kurtlar domuzları, uyanınca açlık hissetmişler, yeniden yumulmuşlardı leşlere. Etler bozulmaya başlayana kadar orada kamp kurmuşlardı, bir hafta mükemmel zahmetsiz ve mutlu geçmişti, sonbahar ayıydı ve et kokup kurtlanınca oradan ayrılmaya karar vermişlerdi. Uyanıp hemen taze etin başına geçip karın doyurmak harikulade bir histi ve hemen sonrası kardeşleriyle şakalaşmak, onlardan birini boyundan ısırıp yere yıkmak, sımsıcak ve kanlı nefesini yüzünde ve vücudunda hissetmek, o ıslak ve yumuşacık dili hissetmek, canı yanınca pes ettiğini belirtmek, lütfen daha sıkma mesajı verip ufak bir cıyaklama, karşı taraf bunu anlar ve durur, bazen kendilerini kaptırırlar, ki düşman algılarlar birbirini, pata küte girerler birbirine, kavga fena ciddileşir ve araya yetişkin kurlardan bazıları ya da bakıcı girer, ortamı sakinleştirirdi. Küçüktü, bilgisizdi, hayat nedir hiç kafa yormazdı, anı yaşardı, coşkusu ve saflığı vardı, ailesinin güvenli kanatlar altındaydı, ailesi ve akrabaları olan kurtların arasında vahşi ormanda ama kaledeymiş gibi korunuyordu, o zaman ne kadar rahatmış, o rahatlığı kaybedince ne olduğunu fark etmişti. Tabi ufak bir kurt olsa da bazı geceler yıldızlara bakıp dalar, ormanın kuytularından gelen garip ve korkutucu sesleri kendinden geçerek, aşka ve büyülenmişcesine dinler, işlerin hep böyle gitmeyeceğini bilirdi, kardeşlerinin oyun sırasında sırmaları başka olmaya başlamıştı, oyun sertleşiyordu iyice, her bir kurdun yeni huyu, karakteri ve kişilikleri zaafları ya da güçlü yanları ortaya çıkıyordu, kardeşlerini ilk hatırladığı zamanlar gibi görmüyordu, her geçen gün onlar da yetişkin kurtlara benzemeye başlamıştı, oyun oynamaktan çok hoşlandığı kardeşlerinden biri donuklaşmış ve oyuna girmek istemiyordu mesela, hırlayıp bana yaklaşma diyordu, pratik yapmalıyız kardeşim pratik, yoksa işimi bitiktir ormanda, öyle kös kös yatsan etrafı izlersen oturup vücudun gelişmez ki. Her şey ilk kez yaşandığı tadı ve büyüsünü kaybediyordu. O ilk zamanlar ne güzeldi. Dünyayı ilk gördüğü ve yaşadığın hissettiği anlar. Zifiri ormanda karanlıkta sürü kamp alanındaydı ve gece yarsı yavru siyah kurt uyanmış, gezinmek ve tuvalet ihtiyacın gidermek için sürüden uzaklaşmıştı, tuvaletini yaparken uzaklardan sesler duydu, garip sesler, baykuş sesleri. Uzaklarda tehlikeli ve onu korkutan bir şeyler vardı, panikle koşarak sürüsünü yanında dönmüştü. Yalnızlık denen şeyi o zamanlar hissetmişti birkaç kere, bir şeye takılıp sürüden uzaklaştığında da kaybolduğunda, birkaç kez kaybolmuştu, sürüsüz kalmanın korkunç hissini yaşamıştı o gün. İnsan ayağı değmemiş vahşi ormanın çalılıları yoğundu, dikenlerin arasına sıkıp kalmıştı, dikenler vücuduna bakıyordu ilerlemek istedikçe, geri de gidemiyordu bir poturun (dikenli ağaç) içinde hapis kalmıştı. Ve buraya sır merakından girmişti. Acı acı ciyaklıyor, yardım istiyordu, ve aniden bir uluma, nerdesin evlat çağırısını işitti ve daha çok cıyaklamaya başladı ve yetişkinlerden biri gelip onu oradan çekip çıkardı canı yandı ama kurtulmuştu. Evet, tek başınaydı, haftadır düzgün bir yemek yememişti, ufak tefek atıştırmalılarla öğünleri atlatıyor, bazen günde bir atıştırmalıkla idare ediyordu, canı sıkıcı bir sonbahardı, orman bütün gücüyle kışa hazırlanıyordu. Bilge kurdun sülünleri ne lezzetliydi be. Kederliydi, en kötüsü tek başına olmasıydı, ne diye yaşıyorum ki ben diyor, keşfe ailemle ölüp gitseydim ya diye düşünüyordu. İlerken bir kulübe ilişti gözüne, içinde bir tehlikeli sinyal ötmeye başladı, sakın yalamaya oraya, ama orada ne olup bitiyordu, her zamanki gibi merak duygusu delice tatmin olmak istiyordu, korkarak, çekinerek ve yavaşça yaklaşıyordu eve, hiçbir canlı görünmüyordu burada. Aniden, birkaç metre ötede kuru yaprakların ortasında bir gövde fark etti, gri bir kurttu bu. Uyuyor muydu ne, ya çok güçlü ve saldırgan bir bireyse, çekiniyordu ve tam arkasındaydı, çevresinde dolanmaya başladı, uykudaki kurt sıçrayarak uyandı ve başını kaldırdı. Mahzun bakıyordu ve siyah kurdu görünce sevinçle parladı bakışları. siyah kurt üstüne gelecek saldırıyı bertaraf etmek için tetikte bekliyordu, hırlamaya başladı. Ama yabancı kurt ona atak yapmıyordu, siyah kurt onun ön sağ ayağına baktı, ayak bir şeye bağlıydı. O zamanlar kurtlara insanları kapan kurduklarını henüz hiç bilmiyordu, ailesi bundan hiç söz etmemişti, sürüde lafını bile işitmemişti, bunun bilge kurtun anlattığı tuzaktan olduğuna karar verdi. Bir ayağı kapana takılan kurt hareket etmek istiyor, ayağını çekiyor, çektikçe de ayağı acıyor ve bu işi bırakmak zorunda kalıyordu. Esir kalmıştı burada, zavallının işi bitikti, buraya ya açlık ve susuzluktan ölecek ya da kapanı kuran gün doğunca gelip onu bulacak, tüfekle öldürecek ve derisini yüzecek ve leşini vahşi hayvanlara bırakacaktı. Ev sahibi kurtlardan korktuğu için gitmeden evin çevresinde kimi yerlere kapan yerleştirmişti. Kışın gelir birkaç ay kalırdı burada sevgisiyle. “Bana yardım et ahbap, ayağımı kurtar. 3 gündür buraya çakılı kaldım. Açım ve çok susadım! Beni kurtarırsan ölene dek hizmetkarın olacağım. Yemin ederim.” Siyah kurt, ona acıyarak baktı, onu şüpheyle karşıladı. Gördüğüne de inanmak istemedi, numara olabilir, çevrede başka kurtlar olabilir, başka kutların bölgesine girmek ölüm demektir, o kurdun işi orada bitirilirdi. Kurtların kanunu buydu. Ve o bul bölgede dolanırken kurt kokusu almıştı. Takmamıştı. Yabancı kurdun ayağına dikkatle baktı. Çok titiz biçimde, kokladı. İnsan koksu aldı. (Dağda kayaların arasına sıkışıp kalan dağcı oradan kurtarabilmek için bir kolunu bıçağıyla keserek oradan kurtulmayı başarmıştır. ) “Ya beni de yakalarsa?” “Sanmam. O benim içindi.” “Bu işte başka bir numara olabilir ya da bu şeylerden burada birçok varsa ve ben de yakalanırsam işim biter.” “Orasını hiç düşünmemiştim, dostum. O zaman geri çekil. Kaderim neyse yaşarım, ölür giderim artık.” Siyah kurt, korkarak geri geri gitti korkarak. “Üzgünüm. Senin için bir şey yapmak isterdim; ama bir çare göremiyorum dedi. Nasıl takıldın o demire?” “Ne bileyim. Aniden oldu. Açtım. Yiyecek arıyordum. “Adın nedir senin?” “Zifin.” Masumiyet vardı Zifin’in gözlerinde ve salaklık.. Siyah kurt bundan çok hoşlanmıştı. “Zavallı pis pisine ölüp gidecek” diye düşündü. “Oldukça yakışıklı ve kuvvetli de görünüyor.” Ama ne var ki onun sevecen bakışlarının parıltısı içinde çok güçlü ve su götürmez bir salaklık fark etmişti, bu yüzden o kapana yakalanmış olmalıydı, “bir şey olmaz bu mankafadan” diye düşündü, acıdı ona, güzelim kurt ölüp gidecekti. Çok yaralayıcıydı bu. Böyle yakışıklı bir kurdun ziyan olup gitmesi çok acıydı. Çok açtı ve gidip yiyecek bulmalıydı; ama “şununla biraz yarenlik etsem iyi olur” diye düşündü, en son bilge kurtla dosttu, çok mutlu olmuştu, şu tutsak serseriyle de sohbet iyi olurdu herhalde, ve en azından son zamanlarında onu mutlu etmiş olacaktı, her nedense içinde böyle gelmiş, “hemen çek git buradan, aksi halde onun durumuna düşeceksin” dediği halde iç kafa sesi; gidememişti, açsın git karını doyur, aç kafayla muhabbet olmaz. Yok, birkaç dakika da olsa burada onunla vakit geçirecekti. Sonra buraya nasıl girdiyse, tek adım şaşmadan ağır ağır çıkmalıydı buradan. Çünkü civarda başka tuzaklar varsa ve yakalanırsa onun da işi biterdi. Siyah kurt dedi ki: “Kimlerdensin, nereden geliyordun ve nereye gidiyordun. İmkansız yoktur demişti bilge bir kurt. Belki sen konuşurken aklıma seni kurtarma formülü gelir. Ve siyah kurdun saatleri geçecekti orada. Zifin başladı anlatmaya. PLATODAKİ YUVA: ZİFİN ve AİLESİ Zifin’in yaşadığı yer platodaydı, burası volkanik kayalarla doluydu, bir sürü irili ufaklı mağara vardı. Sürü beş kurttan oluşuyordu, Zifin ve üç yavru daha vardı, lider kurtların ilk yavrularıydı bunlar. Baskın dişi ve erkek ormanda birbirini bulduktan sonra güvenli bir yer aramaya giriştiler, ıssız steplerden gece gündüz yol alıp Sibirya’dan Türkiye’ye girdiler. Bazı insanlarla karşılaştılar ve tüfekleri vardı, çok korktular ve ormanın iç bölgelerine oradan da platoya kaçtılar. Burada kamp yaparken insanla hiç karşılaşmadılar ve burada av boldu, buraya yerleşmeye karar verdiler. Şayet bir sorun olursa burayı da kestirme ve gizli yollarla terk edeceklerdi, mutlu ve güvenli günler geçerken üç yavru dünyaya geldi mağarada. Bahar göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti ve Yaz ayıydı, platonun kışı çok sertti, kış gelmeden yavruların gelişip büyümesi çok önemliydi, anne ve baba çok endişeliydi. Sürüde bir yaşlı dişi ve iki de genç erkek kurt vardı. Genç kurtlar avlanmada çok fayda sağlıyordu liderlere, yaşlı kurt iste kampta bekleyip yavrulara göz kulak oluyordu. Yavrular büyümüş, mağaradan dışarı çıkıp oyun oynuyorlar, birbirleriyle güreşiyorlar, tehlikeli bir şey olduğunda, ya bir sesten ürktüklerinde kaçıp mağaranın derinliklerine saklanıp birbirilerin sokulup bekliyorlardı. Bakıcı yaşlı dişi kurt bu işi iyi biliyordu. Bazen ortalıkta olmuyor, yüksekçe ve gizli bir yerden onları gözetliyordu, bazen aralında kalıyordu. Yavrular azıtıp onu çok rahatsız etseler de bakıcı kurt onlara gereken şefkati gösteriyor, yorulsa da bırakmıyordu, arada onları hizaya getirmek için koca keskin dişlerini gösterirce ufaklıklar geri çekiliyordu korkuyla. İşin en zor evreleri atlatılmıştı, yavrular ayaklanmış, bitmek tükenmek bilmeyen enerjileriyle koşturuyorlardı, dişi baksın kurt muyluydu, ama bu mutluluğun bozulmasından çok endişeliydi, bir sıkıntı olursa burayı acile terk ettiklerinde yavrular sürüye ayak uydurabilecek kadar güç kuvvet kazanmıştı, işte o buna çok sevinmişti, yüreği bir parça olsun rahatlamıştı. Günün birinde hiç istemeyeceği şeylerin olacağını annelik içgüdüleri söylüyordu ona; ve daha çok koşturuyor ve daha çok avlanıp eve karını tok dönüyor, yavrulara da avdan belli parçalar getiriyordu. Başlarda eti çiğneyip yumuşatıp önlerine koyuyordu, artık buna yapıyordu, yavrular eti yemeyi öğrenmişti. yavrular zaten doymak bilmeyen bir iştaha sahipti. Sürekli açtılar. Daha çok et. Daha çok et. Daha çok et. Ebeveynler karnı tok gelip her sefer yavrulara et getiriyorlar, artan etleri de yakında bir yerlerde gömüp saklıyorlardı, zor zamanlarda kullanmak için. Kanlı kemikli ete yavrular öyle bir iştahla yumuluyorlardı ki…etin iyi yerini kapmak için birbirleriyle kavga ederek. Ebeveynler süreli yiyecek bulmak zorundaydı, Bu müthiş yorucu bir tempoda gece gündüz süratle adeta göz akıp kapanıncaya kadar akıp geçiyor, genç anne akşam yavruları çevresine dolunca tatlı biçimde uykuya savruluyor, işte o zaman mükemmel hissediyordu, yavruların sütten kesilmişti; ama bir tanesi yine emmek istiyordu. Zifin. O en ufak ve en çelimsiz olan yavruydu. Lider dişi ve erkek ve diğer iki genç erkek kurt avlanmak için platoyu terk ediyor, avlanma sahasını tarıyordu her gün, son zamanlarda büyük bir sorun vardı, erkek bir ayı bölgeye gelmiş, buraya yerleşmişti, sınır araştırmasına giden genç iki kurda aniden saldırmıştı. Bu ayı çok hırçındı ve bölgenin kendisine ait olduğunu vurguluyordu her seferinde. Git git kamp alanına daha çok yaklaşıyordu ve baskın dişi kurt erkeğini ve genç iki kurdu alıp ayının peşine düştüler. O gün onu buladılar, her nereye gitmişse. Dişi kurt gece ava çıkmıştı diğerleriyle. Derede o boz ayıyı görünce hücum etti. Diğer kurtlar da saldırıya geçmişti. Boz ayı iriydi, güçlüydü ama dörde karşı birdi ve bir süre konumunu korudu, kurtlar onu sırımaya başlayınca yenileceğini anladı ve derenin karışsına atlayıp karşı tarafa geçti yüzerek. Boz ayı günlerdir ortalıkta yoktu. Ondan kurtulmuşlardı. Baskın dişi kurt buna çok sevinmişti ama hayatlarının hatasını yaptığını bilmiyordu. Derenin diğer tarafındaki dağda yayla vardı, birçok ev yerleşimciyle doluydu ve aç ayı önüne ne gelirse darmadağın ediyordu, açtı ve öfkeliydi. Yaşlı adam sabah ezanında uyanmış, evin dışındaki tuvalete gidiyordu, sabah karanlığı vardı, boz ayı yaşlı adama saldırdı, boz ayı ilk kez insan sesi duymuştu, yaşlı adam öyle feryat etmişti ki boz ayı saliseler içinde orada kayboldu, ona neyin saldırdığını görememişti. Kolundan biraz yaralanmıştı, ciddi bir yara değildi, kurt uluması duyulmuştu önceki gün civarda, bunu yapan kurt dediler. Av konusunda iyi olan adamlara haber verdiler onlar da köpekleriyle dağı taramaya giriştiler, böylece çevreyi taraya taya aşağı inmişler, platodaki kurtların inine yaklaşmışlardı. Avcıların arasında biri vardı ki iz sürmeyi çok iyi biliyordu. Gündüz saatleriydi. Köpekler platodaki yuvayı buldu. Bakıcı yaşlı kurt oradan kaçıp uzaklaşmıştı, yavrular ininin arka tarafına saklanmıştı. Adamların üçü burada kalacak, diğerleri köpeklerle gidecekti, kurtları gözetleyecekler, geldiklerinde de indireceklerdi. Üçlü farklı noktalara mevzilendi ve beklemeye başladılar. Bakıcı öteden onları seyrediyordu, ne olup bittiğini anlatmak için fırladı aşağı doğru, diğerlerini arıyordu, şelalenin aktığı noktaya gitti, buradan vadi çok net görünüyordu, uludu, bu çağırıyı mutlaka alırdı sürü, gece avından dönmemişlerdi, belki de çok uzaktaydılar.birkaç kez yardım sinyali verdi, yanıt gelmedi. Yaşlı dişi kurt tek başına bir şey yapamayacağın iyi biliyordu ve yerin değiştirdi, o üç adamın peşine takarsa ve sonra onları atlatmayı başarırsa yavruları oradan alıp kaçabilirdi ölüm çukurundan. Akşamı beklemesi gerektiğini hissetti ve bekledi. Akşam olmuştu. Havanın kararması her zaman için kutların lehinedir. Sıkıntılı bir durum olursa yaşlı kurt derenin kenarına inmesi ve orada üç keza uluması gerekiyordu, öyle anlaşmışlardı, dere kenarına indi ve üç kez uludu, yanıt alamadı, canı sıkılarak ve üzülerek orada uzaklaşıyordu ki; sinsi ayak seslerini ona yaklaştığını duydu, tetkikte bekledi, dolunay vardı ve parıltılı gözleriyle baskın dişi kurdu seçti. Ekip av bulmak için çok uzaklara gitmişler ve doğru düzgün bir av bulamamışlardı, iki tavşan yakalayıp yemişlerdi. Yarı aç yarı tok ve oldukça bitkindiler. Baskın dişi kurt burayı terk ediyoruz dedi. Neden acil destek sinyal verdiğini sordu. Yaşlı kurt durumu anlattı. Dişi kurt dün gece hissetmişti, burayı terk etmesi gerektiğini, ama yola çıkmadan yavruların karının güzelce doyurmasını, böylece yola sağlam tutunabileceklerini düşünmüş, yuvayı terk etmeyi bir günlük geciktirmesinin iyi olacağına karar vermişti. Yuvaya doğru ilerliyorlardı. Üç adam bir ateşin etrafında toplanmış çay ve sigara içip muhabbet ediyorlardı, yeni yemek yemişlerdi, kuru fasulye ve pilav. Köyden bir genç adam onlara yemek getirip gitmişti. Kurtlara dair sohbet ediyorlardı. Onları nasıl gebertmek istediklerini, kurt hikayeleri anlatıyorlardı. Onlar gülerek ve coşkuyla ve hırsla şamata yaparken dişi baskın kurt bu durumdan faydalandı ve diğer kurtların bilmediği gizli geçitten yuvaya girdi, yavruları alıp dışarı çıktı. Onlar cehennemden kaçışı gerçekleştirirken genç iki kurt geride kalmıştı, baskın dişi ve eşi onların neden geç kaldığını merak ediyordu. Genç iki kurdun kafasına bir şey esmişti ve onu yapacaklardı. Onlar gelir, merak etme, ne yöne gittiğimizi biliyorlar, aşılmaz sisler içinden geçsek bile onlar iz sürmeyi bilirler…bizi bulurlar..endişe etme…bastılar…ufak yavrular akşam karanlığında ilk kez yuvadan bu kadar uzaklaşmışlar, ormanda ilk kez ilerliyorlardı, korkuları vardı, tehlikeyi hissediyorlardı, ne olup bittiğinden haberleri yoktu, arada bir oyuna kapılıyorlar, annelerini hırlayıp seslenip onları peşlerinden gelmeleri konunda uyarıyordu, kokular çok farklıydı ve onlar bu kokuların keşfetmek istiyorlardı. Gökyüzünde ay vardı, yer yer ormanı aydınlatıyordu ama kurtların gözü karanlıkta iyi görüyordu. Yavru kurtlar bir eğlence, macera ve merak içinde ilerliyorlardı, hayatlarının en güzel anlarıydı bunları. En zevkli atmosfer içindeydiler, uzakları, ormanı, ormanda neler olduğun, ormanda yol almanın nasıl bir his olduğunu çok merak ederlerdi, büyüklerin ormana daldıklarında nereye gittiklerini delice merak eder, peşlerinden gitmek isterlerdi, peşlerinden gitmeye ne zaman müsaade alacaklarını merak edip dururlar, yuva çevresinde aynı oyunlar oynamaktan bıkarlardı. Şimdi tam o hayalini kurdukları şeyin, büyük gezegen ormanın içindeydiler işte. Çok tehlikeli can sıkıcı bir durum olduğunu biliyorlardı, ama anlayamıyorlardı, o dehşet gerilimi hissediyordu, bu gerilim içinde yol almak, adamdan sayılmak, sürüde rol alıp arkadan ilerlemek onları gururlandırmıştı, dikkate değer seçilmese de seçilmişlerdi sonunda, ,evet, ,bu akşam akıl sır erdiremedikleri ormanda yol alıp onunla bütünleşiyorlar, onun hakkında her geçen saniye daha çok bilgi topluyordu burunları. Bazen düşüp dubalranıyor, bazen ayakları keskin bir şeye basıyor, acıyor cıyaklıyor, bazen önde giden kardeşine toslayıp yuvarlanıyorlardı. Tam bu gece işte gerçekten bu sürünün ciddi bir parçası oldukların hissediyorlardı, sınırları aşıyorlardı, sınırları aşmalarına izin vermişti. Geceler boyu, yuvadan dışarı çıktıklarından itibaren onlarda derin bir merak ve korku uyandıran ormanda yol alıyorlardı işte sonunda, bu tarif edilmez bir hoşnutluk doğurmuştu onlarda, çok heyecanlıydılar, korkuları da vardı; ama yalnız değillerdi. Ebeveynlerinin onları mutlu eden mırıltıları ve ayak sesleri vardı. Onların kokuları ve rehberliğiyle arkadan tin tin geliyorlardı. Dört yavrunun da ismi yoktu, anne kurt onların isimlerini henüz koymamıştı, yapacakları bir hareket, bir şeye göre, bir duruma göre onlara o duruma uygun bir ad koyacaktı, şimdiye kadar öyle bir durum olmamıştı. Derken zifin arkada kaldı, bir koksu onu cezbetmişti, peşinden gitti ve çiçeği bulup kokusunu içine çekmeye başladı. Hemen sonra orada yapayalnız olduğunu, sürüsünü kaybettiğini anlayınca cıyakladı, dişi kurt onun yanında aldı soluğu. Senin adın zifin olsun. Zifin. Bir daha asla sürünü kaybetme. Yoksa ormanda tek başına hayatta kalmayı becermezsin. Seni bulamayabilirdim. Annesine sokuldu sevinçle ve onu yalamaya başladı, burunu. Annesi onu başınla itti, bastı, zifin de arkasından koştu. Genç iki kurt ateş başında ısınıp bağıra çağıra muhabbet eden, zevkten kendilerinden geçen üçlüye uzak bir noktadan şöyle bir baktı. Plan yapıp sessiz adımlarla onlara sokuldular. Biri bir taraftan yaklaştı, diğeri bir taraftan. Ses çıkarmışlardı ve üç kafadar bir şeyin onlara yaklaştığını fark edip seslerini kesmiş, gerginlik korku ve dehşet içinde silahlarına sarılmış bekliyorlardı, bir şey görseler ateş edeceklerdi ama hiçbir şey görünmüyordu ve ateş aydınlığından bakınca hiçbir şey göremezsin, kör gibi olursun, genç kurtlar üç kafadarın üstüne çullanacak gibi yaklaşıp sesler çıkarıyorlardı, kafadarlar onlarca kurdun çevrelerini sarış olduğunu düşünüyorlardı, ateş etmeye başlamışlardı, sonunda çok az kurşunları kaldı ve biri dedi ki: “Sıkmayalım artık, kurşun biterse işimiz biter. Genç kurtlar iyice yaklaşıp hırlayıp hemen oradan kaçıyor, sonra başka yerden hırlayıp yine yer değiştiriyorlardı, kafadarlar dehşet içindeydi, korkudan titriyordu ikisi. Genç kurtlar içlerinden kıs kıs gülüp oradan uzaklaştılar. Gecelenin ilerleyen saatlerinde sürüyü bulup onlara katıldılar.. Sonbahardı ve kış ayak seslerini hissettirmeye başlamıştı, Sürü sabaha dek ilerledi. Gün aydınlanırken bir mağara buldular, içerisi boştu ve örümceklerle kaplıydı, buraya yerleşmeye karar verdiler. Bütün sürü yorgunluktan mahvolmuştu ve mağaranın ön tarafında derin bir uykuya çekilirken lider dişi kurt tetkikteydi. Sonunda o da uykuya daldı, arada uyanıp çevresini dinliyor, ters giden bir şey var mı diye kontrol ediyordu. Ve yağmur başladı. Zifin uyanıp annesinin yanına sokuldu. Diğerleri bakıcının yanındaydı. Yuvalarındaki olduğu zamanlarda zifin yağmuru seyrederdi, annesi ona şöyle bir baktı ve gözlerini kapadı. Saatler ilerledi ve sürü uyandı, ebeveynler hiç bilmedikleri bu yerin güvenli olduğuna karar vermiş, birkaç gün burada konaklayıp yollarına devam etmeye karar vermişlerdi. Ama dişi lider kurt rahat değildi, burada kalırlarsa başlarına kötü bir şey geleceğini düşünüyordu ve sonunda yola devam etmeleri gerektiğini diğerlerine inandırdı, özellikle eşine, açlık meselesini de yolda halletmeye çalışacaklardı. Bakıcı yavrulara göz kulak olurken diğerleri diğer dört kurt önden gidip yiyecek bir şeyler bulmaya çalışacaklardı. Erkek kurt yağmurlu havada yola devam etmenin iyi şans getirmeyeceğini söylese de sonunda dişi kurdun istediği olmuştu. İki erkek kurt sal kanattan ilerliyor, sağ kanadı ise lider dişi ve erkeği almıştı, böylece araziyi tarayarak ilerliyorlardı. Her kurdun arasında belli bir mesafe vardı, araziyi tarama bunu gerekiyordu çünkü. Av birinden kaçarsa ötekine yakalanır, ondan da kaçıp kurtulursa kanatın diğer yönüne düşerdi, yani kaçıp kurtulması imkansız olurdu, zaten biri avın ensesinde bitti mi paav panikler korkar aptallaşırdı ve öteki kurtlar zınk diye yetişir, avın kurtulması imkansız olurdu, avın kaçıp kurtulması için ya çok seri olması lazımdı, ya çok zeki, saklanmayı bilen av kurtulabilirdi ama arkada bir kurt olunca av bütün (domuz, tavşan) bildiklerini ölüm korkusuyla şaşırırdı. Ama bu durumda avcı av da olabilirdi, iri bir domuz bir değil birçok kurdun işini bitirebilirdi ve domuzlar genelde sürüyle takılırdı ve çok tehlikeliydiler. Av kantlardan birine düştü mü sonra süratle onu çember içine alırlardı, çember demek ölüm kapanı demekti, çembere düşen bir avın kurtulma şansı sıfırdı. Az vardı yavrular ıslanmış ve üşümüştü ve üşümeye başladıklarında bu tatlı macera hepsi için bir büyük işkenceye dönüşmüştü. İlerlemek istemiyorlardı ama geride yalnız başlarına kalınca ödleri patlıyordu, bakıcı kurt arada başını çevirip onları kontrol ediyordu, ıslak ormanda çamura bata çıka ilerlemek pek güçtü, yavruların hiç yaşamadığı bir şeydi bu, üstüne üstlük dünden beri aç olunca bu iş gerçekten kabus olmuştu onlar için. Bu iş çok başkaydı, yaşamın acı gerçekliğini, korkunçluğunu hissediyorlardı, hayatta kalmanın gerekliliği. Canları acısa da yorulsalar da devam etmeleri gerektiği son derece canı sıkıcıydı, bu iş başkaydı çünkü öyle yuvada masum masum ebeveynleri beklemek yoktu, sıcak korunaklı yuvada beklemek gibi değildi bu, ayaz kestiği vücutları titriyordu, bakıcı kurdun da acıması yok gibi görünüyordu, basmış gidiyordu, arkada kalanın işi bitecekti, panikle kayarak yer yer yuvarlanarak ilerliyorlardı, ıpıslak. İşte o çok merak ettikleri gizemli ve büyülü orman ilk keşiflerinde nasıl da en istenmeyen şeye dönüşmüştü. Bakıcı kurt sert görünüyordu; ama aslında öyle değildi. Onların başarmalarını istiyordu, sık sık onların mızıldamalarını, yani korkuyla acıyla cıyaklamaların duyuyordu ama aldırmıyordu. Çocuklar sessiz olun diyordu. Burada yalnız değiliz. Canınızı seviyorsanız sessiz olun. Bir kurt her zaman tüy gibi sessiz olursa hayatta kalır. Çok geçmedi ve ormanı yağmurdan bir sis bulutu sardı, bakıcı kurt bir büyük ağacın dibinde mola vermeye karar verdi ve onların yanaşmasını bekledi, açlıktan mahvolmuş yavrular üzgün bakışlarla bakıcının çevresine yuvalandılar. Bakıcı kurt da çok acımıştı. Yavruların merak ettikleri hayat, yani bu orman bir düş kırıklığı oluvermişti birdenbire ve o saf kendilerine duydukları özgüven de yerle bir olmuştu. Açlığın etkisiyle ve yorgunlukla sarhoş gibiydiler. Düş ve gerçek arasında sallanır gibi. Bu ne biçim bir işti. Git git yol bitmiyordu. Bakıcı kurt düşünceliydi. Canı sıkkındı, burnundan sıcak nefes ayazlı havaya dağılıyordu. Karnı çok açtı, hem yavrular hem de kendi için çevre yiyecek aramaya çıktı, çevrede dairlere çiziyor, etrafı kokuluyor, bir şey, yenecek bir şeyin izini bulup koklamaya çalışıyordu, bir yiyecek bulamadı ama yuva olabilecek, ısısı çok güzel bir yuva buldu, toprak çıkıntısının altında bir yarık vardı, orası oyulmuştu, yavruları oraya götürdü, burada ısı fazlaydı ve yavrular ısınıp mayışıp rahatladılar ve uykuya daldılar. Akşam oluyordu ve yağmur kesilmemişti. Yine delice yağmıyordu ama yağmıyordu. Bakıcı kurt ormanda bir süre ilerledi ve uludu. Bir süre peş peşe ve acı acı uludu. Avdan dönen ekip yalnız dolaşan (kayıp) bir yaban keçisi yakalamış ve parçalamıştı, her birinin ağzında bir parça vardı, ve bakıcının mesajını işitmişlerdi. Çağrıyı işitmişlerdi. Ekip kamp alanına geldi ve baba kurt ağzındaki keçi budunu yavruların önüne koydu ve yavrular sevinçle ete yumuldu. Karınları şişene dek, kana kana yedileler, ara yer kapma yarışına girişip birbirlerine hırlayıp saldırdılar, sonunda hepsi de mutlulukla doygunluğa erişip rahata erdiler ve sonra uyku bastırdı, uykuya çekildiler. Ekip de yorgundu, onlar da uykuya çekildi. Kurt sürüsü akşam uyandı, can sıkıcı yağmur vardı yine ama şiddetli değildi. Sürü yola koyuldu. Akşamın ilerleyen saatleriydi ve yavrular bu işe alışmış gibi görünüyordu, sürüye ayak uyduruyorlardı ve bu iş bu kez bu kadar eziyetli görünmüyordu, çünkü karınları toktu, sürü dağın eteklerinden ilerliyordu, burası tehlikeli bir bölgeydi, yüz metrelik uçurumun kenarındaydılar, çok yol almışlardı ve geri dönmek zaman kaybı olacaktı, ağır ağır ıslak ataşların toprakların çimenlerin üstünden ilerliyorlardı. Aşağıda dere olmalıydı, derenin sesi geliyordu dişi kutun kulaklarına. Bu kısmı aşağında çok büyük rahat edecekti dişi kurt, bakıcı kurt yavruların önündeydi, kaşıntısı tutunca durdu ve kendini kaşımaya başladı. Yavrulardan biri uzaklaştı, ötekiler de onun peşinden gitti, oyun oynayarak yer arıyorlardı. Fırladılar, yuvalarındaki gibi mutluydular, besin yani süper bir yakıt almışlardı ve güçlü hissediyorlardı, coşkuyla atıldılar, uçurumdan kaymaya başladıklarında çok geçti, toprağa tutunmak istiyorlardı, cıyaklıyorlardı ve usl usul kayarak düşüyorlardı, bakıcı kurt yukardan onlara bakıyordu, yapacak hiçbir şeyi yoktu, aşağı inip onlara yadı9m etmeye kalkarsa o da uçurumun dibine düşecekti, sürü yukarda toplanmıştı, yavruların ilki, ikincisi, üçüncüsü ve son olarak zifin kaydı ve uçurum boşluğundan acı çığlıkları duyuldu, bakıcı kurt aşağıda dere olduğunu biliyordu ve belki bazılarını kurtarırım umuduyla o da bıraktı kendini, kayarak aşağı gitti, bu onun hatasıydı ve belki düzeltebilirdi. Dişi kurt içinden acıyla homurdandı, o da aşağı kaymaya başladı, peşinden erkek kurt da aşağı kaydı ve uçurumdan düştü, geriye iki genç kurt kalmıştı, bunun ölüm demek olduğunu iyi biliyorlardı ve belki başka bir yol bulunur diye düşünerek dağın eteğinden aşağı, dereye doğru inmek için bir yol aramaya giriştiler. Yağışlarla ve dağın yukarılarından gelen sularla iyice taşkın ve yürekli olan dere çalkantılar içinde döne döne aşığı doğru akıyordu, iri taşlara çarpan sular köpükler saçıyor, yoğun bir ses gürültü çıkıyordu. Yavrular derede bata çıkan aşağı doğru işlerlerken su yüzeyinde durmak için savaşıyorlar,, akyalarını hareket ettiriyorlar ve fırsat bulurlarsa cıyaklıyorlardı acı acı, imdat çığlıkları. O akşam zifin derenin bir noktasında baygın halde yatıyordu ve kendine geldiğinde yapayalnız olduğunu fark edince uzun bir süre cıyakladı ve yardım gelmeyince ağlamaya başladı. Korkup bir oyuna girip saklandı. Yaşadığına seviniyordu ama ailesine ne olmuştu, neredeydiler? Dere denen şeyin gücünü ilk kez görmüştü. O gün akşam dek orada kaldı, kafası yerine gelmeye başlayınca dışarı çıkmak için cesaret buldu ve çok açtı, Birkaç böcek yedi. Derede boğulan bir yılan leşini fark etti. İri bir yılandı bu. Korktu. Daha önce böyle bir şey hiç yememişti, ölü olup olmadığını bir pençesiyle kontrol etti. Karını doyunca acı acı uludu, yardım sinyali verdi; ama bir yanıt alamadı. Ertesi gündü, yukarda derede boğulmuş ve sürüklenip gelmiş domuz leşi kıya vurmuştu, bu leş onun günlerce bir ziyafet çekmesine yol açtı. Bir hafta sonraydı, domuz leşi yiyeceği tükenmişti ve artık kurbağalar ve yengeçler yoktu, burada onları avlayan bir yabancının olduğunu anlamış başka yere gitmişlerdi, balıkları görünüyordu suyun içinde; ama onları yakalaması imkansızdı. Buradan gitmem lazım diye düşündü ve ilk kez adam akıllı çevresine bakındı, Ormana girebilmesi için uygun zemin yoktu burada, dimdik bir toprak parçası vardı otlarla kaplı. O toprak parçasının bir bölümü dere kenarında ada oluşturmuştu, işte oyuk yani yuvası buradaydı, dik toprağı tırmanması imkansızdı, buradan kurtulmanın tek yolu varsa dereye atlamaktı, dere onu aşağı sürükleyecek, yüzüp uygun kıyaya çıkabilecekti. Ama bunu yapacak cesareti yoktu, o derin ve karalık sularda ilk seferinde nerdeyse boğulacaktı ve çok su yutmuştu. Üstelik her gün yağmur vardı, dere azametli ve acımasızca çalkalanarak akıyordu, Üstelik cıvarda bir kızıl şahin dolanmaya başlamıştı, kanat açıklığı bir buçuk metre varan kartal orada esir düşmüş zavallı kurdu fark etmiş, onu pençeleri arasına alacağı kritik ve uygun zamanı kolluyordu. Birkaç kez sinsice yaklaştı ama yavru kurt onu fark edip hemken deliğe saklandı, kalbi küt küt atıyordu, havadan gelen tehlikenin de var olabildiğini fark etmişti böylece. Yerde de sıkıntı bitmiyor ve üstten aniden, sinsice yaklaşıyordu düşman. Öfkeliydi, ona dikmişti gözlerini, dişlerini gösterip hırlıyordu uzaklaşan kartala. Ertesi gündü, açlık onu perişan etmeye, acısını hissettirmeye başlamıştı, dereye atlayıp atlamayı düşünürken kartların süzüldüğünü fark etti, son anda, yuvaya kaçmak istedi, taşın üstündeydi, kaydı ve dereye yuvarlandı, su onu pin pon topu gibi alıp sarıp sarmalayıp götürüyordu, yavru kurt bütün gücüyle direniyordu. Tepe taklaktı, düzeltmişti durumu, başını sudan çıkarmış, ufak pençelerini canla başla süratle çalıştırıyordu, kontrolü sağlamaya çalışıyordu, arada suya batıp çıkıyordu başı. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Çok sürmedi, yüz metre kadar sonra her nasılsa gözü kıyıya fark etti, yürüyebileceği zemini gördü ve kuvvetle o tarafa doğru yüzmeye çalıştı, nefesi kesiliyordu, çok yorulmuştu, gücü tükeniyordu ama her seferinde kıya daha çok yaklaşıyordu, o gördüğü noktaya yaklaşamamıştı, çok açığa savrulmuştu ama giderek kıyaya daha çok yaklaşmış ve suyun tokatlayan gücünden çıkmaya başlamıştı, sonunda ayakları taşlara değdi ve sudan çıkıp yürümeye başladı. Gökyüzüne bakındı hemen, kartal yoktu, hemken ormana girdi. Koca ormanda her gün yeni bir şey öğreniyordu, derede su içiyor, sürekli çevreyi araştırıyor, derenin kenarında vuran ufak tefek bazen büyük leşlerle besleniyordu, dere onun yiyecek ambarı gibi bir şeydi, zahmet harcamadan yiyecek buluyordu (kurtlar leş yer) ama bazen deren kenarında günlerce leş olmuyordu, açlıktan mahvolduğu anlarsa, sonunda işim bitti diye düşünüp bitkince dere çevresinde umarsızca yiyecek bakınırken gözüne yiyebileceği şeyler ilişiyor, fırlayıp karnını doyuruyordu, bu leşlerin tadı berbattı, sürüde yedikleri mükemmeldi oysa, bu leşler iğrenç ve adi şeylerdi, berbat olsa da karnı doyuyor ve mutlu oluyor ve güçleniyordu. Kendinden büyük canlılar görünce hemen saklanıyor, yabancıyı inceliyordu, başlardaki gibi aptal, kendini bilmez ve boş cesaretli değildi, hep akılıyla, planla ve korkarak hareket ediyordu, çok dikkatliydi. Günlerce beklemesine rağmen yiyecek bulamadığında ise ormanın başka bölümlerine gidiyordu, burada yeni keşifler yapıyor, yiyeceğin en çok olduğu yerleri tespit ediyor, sonra günler geçince ara ara oraları kontrol ediyordu, ormanın bir yerlerinde mutlaka leşler, yeni ölmüş hayvanlar bulunuyordu. Koku analizleri konusunda çok daha iyiydi, çok iyi bir koku hafızası oluşturmuştu, artık birçok şeyi koklayarak çözebiliyordu, belli derecede uzmanlık kazanmıştı ve artık o küçük köpek yavrusuna benzeyen 3 aylık kurt değildi, yetişkinler gibi tüyleri çıkmış,v heybetli bir hale gelmişti, büyük ve keskin dişleri, sert bakışları vardı. Artık genç bir kurt olsa bile bir ağırlığı vardı, kendine bir özgüveni. Ormanın çok uzak ve başka köşelerinden kurt ulumaları duymuş, ama kendine zarar gelir diye onlara gitmemişti. Ama artık bu yalnızlık can sıkıcı olmaya başlamıştı ve leş ve ufak tefek avlar yemek istemiyordu, düzgün bir yemek yemek istiyordu. Lezzetli bir yemek. Ailesiyle yediği son akşam yemeği, o domuz eti sık sık rüyalarına giriyordu. Ormanda zaman zaman domuzları görüyordu ama onlar iriydiler ve sürü halindeydiler, bir kez arkada kalan yavrulardan birini kaparım diye atılmıştı ama canını zor kurtarmış, ondan beri domuzlara hep uzaklar bakar olmuştu. Artık nesin ve net olarak burayı terk etmesi gerektiğine inanıyordu, başka kurtlar arasında olmalıydı, tıpkı çocukluğundaki sürüdeki gibi. Yalnızlık canına tak etmişti. Ve son kez yuvasına, çevreye şöyle bir göz attı, oralara veda edip bastı, tıkır tıkır yürüyerek uzaklaşıp ormanın ötekilerine, hiç gitmediği yerlere doğru sevinçle ilerlemeye başladı. Zaman gelecek ve ormanın hiç gitmediği yerlere gideceğini, ve korkarak burayı tamam terk edeceğini bir gününü mutlaka geleceğini biliyordu, seziyordu, hissediyordu, çünkü uzakları, çok uzakları delice merak ediyor, oralara adım atmak için can atıyordu, bildik çevrede dolanmak canı sıkıcı oluyordu çoğunlukla. Yeni şeyler olmadıkça , aynı şeyler, aynı sabahlar, aynı akşamlar, aynı geceler, aynı yiyecekler bezdirici ve aşındırıcı oluyordu dinamik bedeni için, yalnızlığı içinde canavarca uluyordu, bu yalnızlık yok edilmek istiyordu, çünkü yetişkin belirtileri göstermeye başlamıştı. Azan ve parlayan İçgüdüleri onu cesaretle dolduruyor, artık bas git buradan diyordu. Ve yalnız kalbi annesiyle sarmaş dolaş olduğu anlardaki gibi bir leş özlemiyle yanıp tutuşuyordu. Bambaşka hevesler, heyecanlar ve uzaklara dair şeyler uyanıyordu içinde. Hep uzak ve bilemediği diyarlara dair hayaller kuruyordu, karşı konulmaz bir istekler oralara çekiliyordu sanki. Her sefer dur, acele etme, henüz zamanı gelmedi diye avutuyor, kandırıyordu kendini. Sezgisi böyle diyordu ona. İçindeki asi ses kabarıyor, sonra diğer ses onu yumuşatıp susturuyor, ormanda neşeyle uçan bir kelebeğin peşine takılıp sevinçle koşuyor ve bütün canı sıkıntısını bir anda unutuyor ve bağlandığı bu topraklara taparcasına mutlu oluyordu ve farklı bir yiyecek bulduğunda mutluluğu taçlanıyor, dört köşe oluyordu keyifle. Ormanın bir noktasındaydı, burası yüksekçe bir noktaydı ve seyir terası gibiydi, aşağıda uçsuz bucaksız vadiyi seyrediyordu, karnı açtı, son bir haftadır, leş yiyordu, pis bir kavga leşi, kurtlanmış domuz leşi. Sürekli leş yemek bir işkenceye dönüşmüş, yaşam azmini ve neşesini silip süpürmüştü, üstüne üstlük yalnızlık acısı çekiyordu, dolaşıp ne yapıp edip taze et bulmayı düşünüyordu, bezgindi ve yerinden kımıldamak istemiyordu, zaten her çabası boşa çıkıyordu. mevsimlerden sonbahardı, birden gökyüzünde uçan ördek sürüsü ilişti gözüne, kuzeye gidiyordu ördek sürüsü, ben de kuzeye gideceğim diye düşündü, ördekler nereye gidiyorsa oraya gideceğim. Kalktı hemen ve yola düştü. Dönüp arkasına bile bakmadı, bu kez kesin kararlıydı, öyle eskisi gibi bir süre gidip geri dönmeyecekti ve dönmedi de. Bir hafta geçmişti, hava yağmurluydu, çok sık çalıların ve otların olduğu, otların boyuna kadar geldiği bir ormana gelmişti, yağmur yağıyordu ve açık bir alan, bir vadi bulana dek ilerlemeyi ve uygun bir yerde de kamp yapmayı düşünüyordu, yorgundu, karnı açtı, ormanda önüne gelen ufak tefek leşler ve bir tavşan yakalayıp yemişti. Zaman zaman gözüne domuz sürüleri ilişiyordu ama onlara yanaşmıyordu, henüz onların nasıl avlanacağını biliyordu ve zaten o domuzların ebeveynleri kendinden iriydi, domuzlar onu fark ettiklerinde hücuma geçiyorlardı, eğer zifin onların kesmeye başlarsa. Ve o da acınası biçimde kaçıyordu, gözünü hep dört açıyordu, kendi gibi bir kurt ya da kurt sürüsü görebilirim diye ama tek bir kurt bile görmemişti, ama sürekli olarak onların izlerine, kokularına denk geliyordu, buralardan bir yerlerde hep kurtlar dolanmış, geçip gitmişlerdi bir yerlere, şimdi onlar neredeydiler acaba, en çok merak ettiği, onu en çok heyecanlandıran buydu, genelde karnı açtı, ufak tefek leşler ona yetiyordu, hayatta kalabiliyordu; ama başka kurtlar düşüncesi ona müthiş bir güç, azim, sabır ve dayanıklılık veriyordu, o hayale kavuşacağı umudu daha ilerlere gitmesini sağlıyordu. Hep yeni şeyler deniyordu, böcekleri yiyordu, çekirgeler, salyangozlar… Nihayet ağaçların seyreldiği alana geldi, bir domuz sürüsü fark etmişti, domuz ailesi dağınık biçimde mutlulukla ve kendilerinden geçerek otluyordu, hepsini gözden geçiriyordu, ufak olan sürüden epey ayrılmıştı, artık şu domuzlardan birini yakalamayı bir şekilde becermesi gerektiğini düşünüp o domuza yaklaşmak için sinsi sinsi yaklaştı, domuz uzun otların arasındaydı ve çevresini göremiyordu, zifin ağır sessiz adımlarla iyice yanaşmıştı domuza, arkasındaydı ve bu işi nasıl yapması gerektiğini bilmiyordu ama içgüdüleri onu yönetiyordu, ağzı sulanmıştı, taze et yeme düşüncesi onu çıldırtıyordu, arkadan domuzun üstüne atladı ve ensesinden kaptı, bunu nasıl yaptığın bilemedi ama bir şekilde yapmıştı, domuz çığlığı basmış, kurtulmak için çabalıyordu, domuzun babası olay yerinde aldığı soluğu ve zifin onun toslamasıyla tepetaklak olup öteye savruldu, ve bastı, panikle oradan kaçtı. Hayal kırıklığı yaşıyordu ama dişlerinde domuzun kanının tadı vardı, ilk atalarını hissetti o vahşi hazzı hissetti, öldürme içgüdüsü alev alevdi, geri döndü ve başka bir noktadan domuzları izlemeye başladı tutkuyla, domuzlar kaçıyordu, şansını zorlama diye düşündü, bir sakatlık yaşarsa bu hayatını sonu olabilirdi, domuzlar uzaklaşıp gözden kayboldu. Düşünceler dalmıştı ve ilerliyordu, eğer en az bir kurt da olsa o sürüden bir domuz kapabileceğine karar verdi, diğer kurt sürüyü oyalardı, bir şeyler yapardı, eğer iki kurt daha olsa iş daha kolay olurdu, dört kurt daha olsa sürüden bir domuz çalmak garanti olurdu nerdeyse. Aniden durdu, ilerde otların arasında bir şey hareket ediyordu, sesi dinledi, evet orada bir şey bir canlı hareket ediyordu, birkaç metre ilerdeydi ve o kokuyu hemen tanıdı, zifin çiçeği kokusu, kafası birden çocukluğundaki o sahneye gitti, zifin çiçeğini burnunu yaklaştırmış kokuluyordu, annesi yanına geldi, senin adın zifin olsun…başını çiçekten kaldırdı, ilerdeki canlı hareket etmişti, bekledi, ve harekete geçti, onu korkutup kaçırmak istemiyordu, aniden bastıracaktı, atılacaktı üstüne; ama önce onun ne olduğunu, kalıbını görmeliydi, cüssesi büyük bir domuzsa ona yaklaşması delilik olurdu, ama bir koku duydu bu koku ona çok tanıdık bir şeyleri hatırlatmıştı, hızlandı, otların arasından dişi kurdu gördü, açık mavi gözleri vardı, burnu, narin gövdesi, tertemiz bakışlarıyla bu dişi kurt hayatında gördüğü en güzel kurt olmalıydı, çocuk bir kurtken annesini çok güzel bulurdu, işte o zamanlar annesine en çok bağlı olduğu zamanlardı, ona aşık olduğu zamanlardı, yuvadan başka bir şey bilmediği zamanlardı, dışarıdan gelen annesinin sütünde, tüylerinde suratında dış dünyanın garip ve güzel kokularını, toprağın ağaçların yani doğanın kokusunu hisseder, acayip mutlu olurdu. Şimdi ötedeki bu dişi kurt kaybettiği anne özlemiyle bir çığlık gibi kalbini eritmişti bir anda, başında tatlı yıldızlar dönmeye başlamış, birden delice heyecanlanmıştı. Ama ya sürüsü varsa ve tek değilse, onu elde edemezdi, eğer tekse şansı yüksek olabilirdi, usulca ilerledi ve bir kuru çalıya bastı, o çatırtıyı ilerdeki dişi kurt gördü ve hemen başını çevirip ona düşmanca baktı, zifinin ona saldıracağını sanış, sinip savunma pozisyonu almıştı, zifin ona güven vermek için sakin sakin onu seyrediyordu, dişi kurt bu yabancıya güvenmiyordu, zifin dişi kurt ortada yokmuş gibi başı yere eğdi, bir şeyleri kokladı, sağına soluna baktı, ben zararsızım mesajı vermeye çalışıyor ve usulca ona yaklaşıyor, arada duruyor ve kuyruk sallıyordu, dişi kurt mesajını almıştı ama yine de temkinliydi, zifin ona iyice yaklaşınca dişi kurt dişlerini gösterip hırlayıp atılıp geri çekildi, zifin öylece durdu, ama korkup geri çekilmişti. İlerlemek istedi ama dişi kurt tepki gösterdi, zifin de olduğu yere uzanıp gözlerini dostça ona dikti. Tabi bu arasa çevreyi gözetleyip sesleri dinliyordu, dişi kurdun sürüsü varsa diğerleri gelip ona saldırabilirdi, henüz bu dişi kurdun yalnız takılıp takılmadığını bilmiyordu ve yavaş gitmesi gerektiğini sezmişti. Bu müthiş fırsatı kaçıramazdı, böyle güzel bir dişi kurdu bir daha nere bulacaktı ki, dişi kurt ilerlemeye başlayınca zifin de hemen peşine düştü, dişi kurt bundan hoşlanmamıştı, neden böyle yapıyordu ki, buna bir anlam veremiyordu, epey bir süre onu böyle takip etti ve dişi kurt bir karga leşi bulunca onun yenecek kısmını araştırmaya başladı, zifin o an onun çok zayıf olduğunu ve karının da çok aç olduğunu fark etti, bir şeyler yapmalıydı, çevrede bir av araştırmaya girişti, tabi bu arada onu da gözden kaybetmemeliydi, sonunda kendini öyle kaptırdı ki, epey uzaklaştı, bi domuz sürüsüne dek geldi, yavrulardan birini gözüne kestirdi, attık gözünü karartmıştı, bir yavru domuz işini görürdü, anne baba ve beş yavru domuz vardı, biri çok gerideydi, güvercin sürüsüne dalan atmaca gibi plansız programsız atıldı son sürat, en arkadaki başka yöne kaçıp kayboldu ve diğer ikisi birbirine çarpıp yere yuvarlandı, böylece zifin tam önündeki yavru domuza kaptığı gibi fırladı, boynundan yakalamış, gırtlağını sımıştı, bütün gücüyle, yavru domuzu yakalar yakalamaz canı çıkmıştı, peşindeydi baba domuz, zifin sevinçle uzaklaştı ve nefes nefese bir yerde durdu, dişi kurdu bulmak için bastığından arkadan gelen sesi duyup başı çevirdi, bu dişi kurttu, domuzların çığlıkların duymuş, olay yerine gelmiş ve zifin’in görüp onu takip etmişti, zifin tereddüt etmeden ona yakaladı ve ağzındaki domuz yavrusun onun önüne bıraktı, dii kurt bir domuz ölüne bir ona baktı ve domuzu yemeye koyuldu, geriye bir parça kalmıştı, onu da zifin yedi, sonra onu kokladı, diğeri de başını uzattı, zifin kabul görmüştü ve onay almıştı, sevinçle dişi kurdun çevresinde giderek büyüyen daireler çiziyordu, çılgınca koşuyordu, artık bir yoldaşı vardı, dişi kurt da onu yakalamaya çalışıyor, beraber koşuyorlar birbirini şakadan ve yer yer sertçe ısırmaya çalışıyorlar, yatıp yuvarlanıyorlardı otların içinde. Birbirlerini yalıyorlardı, zifini artık sonsuz uzun karanlık gecelerde yalnız olmayacaktı, artık bir sevgilisi vardı, uyuyacak uyanacak ve onu yanında bulacaktı, delirten yalnızlık onca acılı zamandan sonra bitmişti. Koşmaktan yorulmuşlardı ve sakin sakin yürüyorlardı, bir tüfek patladı aniden ve dişi kurt yere serildi. Zifin ne olup bittiğini anlayamamıştı ama kaçması gerektiğini anlamıştı, dişi kurdun yere düşüp cansız kesildiğini görmüş, ona bakıp donmuştu bir an ve sonra fırlamıştı. Orandan uzaklaştı ve iri yaprakların arasından gözlemeye başladı, eli tüfekli bir adam dişi kurda yanaştı, tüfeği ona doğrultmuştu, çizmesinin ucuyla kurdu dürttü, ölü olduğunu anlayınca kuyruğundan tutup sürüklemeye başladı, iri yarı adam kısa bir süre yürüdü ve evine geldi, karısına seslendi. 12 yaşındaki kızı karısıyla dışarı çıktı. Kadın hamileydi. Geçen gün bizim koyunu öldüren kurdu geberttim dedi. Zifin kahrolmuştu, ağlıyordu, sevgisi yoktu artık. Hemen oradan uzaklaştı. Düzlüklerin tehlikeli olduğunu anlamıştı ve tehlike hiç beklenmedik anda geliyordu, dağa doğru ilerliyordu ve kayayla aynı renkte bir şey gördü, kımıldamıştı, tavşandı, yakalayıp onu yemeye başladı, kaynı teskin olmuştu, hava kararmaya başlamıştı, kendini yorgun hissediyordu, çalılıkta dinlenmek için uzandı. Uyku uyanıklık arasında dişi kurdu, ona rastladığı ilk anları ve koştuklarını gördü. Uykuya daldı. Gece yarısıydı. Karanlık ormanda bir baykuş ötüyordu. Dişi kurdu hatırladı, onu öldüren köylüyü. Öfke ve intikam doluydu. Gidip sevgilisini vuran köylüden intikam almayı, onu öldürmeyi düşündü ama bu ona saçma sapan geldi, insanların çok tehlikeli, ölüm saçan varlıklar olduğunu anlamıştı, intikam hevesiyle uyarsa sonu diğeri gibi olacaktı. Açlık onu sallıyordu, hareketlendi, birden aklına şu cümle düştü: Geçen gün bizim koyunu öldüren kurdu geberttim, koyun denen şeyin ne olduğunu biliyordu, bir keresinde babası yuvara bir koyundan büyük bir parça getirmişti ve koyunlara dair büyüklerinden çok hikaye dinlemişti. Yola koyuldu, köylünün ahırında koyunlar olmalıydı ve ondan intikam almanın en iyi yolu da bu olmalı diye düşünmüştü, karanlıktaki kulübenin ışıkları yanıyordu, sogun gaz lambası aydınlığı cama vurmuştu, bacadan dumanlar tütüyordu. Yağmur başladı ve giderek süratlendi, sağanak yağmur işini gerçekleştirmek için bir sis perdesi sağlayacaktı ve buna çok sevindi. İçinden bir ses ona şöyle diyordu, buranda çek git, yoksa başın çok pis bir belaya bulaşacak ve geberip gideceksin. Bırak şu köylüyü. Ama açlık tam teresini söylüyordu, ağıldaki koyunlar çok kolay bir avdı ve birini ele geçirse karnını doyuracaktı güzelce. İçindeki sesler çarpışıp duruyordu, kararsızdı ve açlık galip gelemye başlamıştı. Bu evden bir ganimet elde edip hemen sıvışacaktı, evin ışıklarının sönmesini beklemeliydi, sesler kesilmeliydi, içerden diyaloglar geliyordu, köylü karısıyla sohbet ediyordu. Zifin aniden irkildi, ağılın önünde bir çoban köpeği vardı. Köpek kurdun kokusuna almıştı ve yatığı yerden dikildi. Havladı birkaç kez. zifin tam kaçmak üzereydi ki zincirin şakırtısını duydu, köpek yerindeydi. Köpeklere dair de çok hikaye dinlemişti bakıcı kurttan, onların kurtları nasıl geberttiğini iyi biliyordu zifin. Ağılın öteki tarafına gitti. İçeri girebileceği küçük bir aralık buldu, köpek onun orda olduğunu anlamış, var gücüyle bağırıyordu, zifin delikten içeri girdi, beş koyun beş keçi vardı ağılda, zifin koyunlardan birini kaptı, kendine çekti, boğazına yapıştı, koyunlar çığlığı basmıştı, köylü adam elinde tüfek ve el feneriyle ağılda soluğu almıştı, ateş açtı, zifin koyunların arasına daldı, köylü onu arıyordu, koyunlar kaçışıyordu ve zifin fırlayıp kaçacaktı ağıldan, koyna çarpan adam yere devrildi, zifin köylüyü elinden kaptı, ısırıp çekti ve ağıldan fırlayıp çıktı. Dağarla doğru son sürat koşuyordu. Ağzında koyunun tadı vardı, kanının tadı. Delice bir iş yaptığını düşündü, ölmediğine sevindi. Bir daha asla böyle bir delilik yapmamaya karar verdi ama bu delilik ondan bir alışkanlık haline geldi sonra. Cesaret, korkusuzluk. Bu sayede en tehlikeli, en riskli işlere girecekti. ŞİMDİ Siyah kurt susamıştı ve acıkmıştı, “Arkadaşım gitmek zorundayım.” “Yapma be dostum, biraz daha kalsaydın. Çok iyi bir moral oldun bana. Bu iyiliğini asla unutmayacağım.” “Bak bence ayağını o şeyden kurtarabilirsin. Aniden bütün gücünle çek.” “Bunu en başta denedim, çok acıdı.” “Yine dene.” “Ayağım koparsa.” “Koparsa kopsun. En azıdan hayatta kalma şansın artar. Seni yerinde ben olsam zorlardım; ama burada aç susuz ölmeyi beklemezdim. Sana boL şans dedi ve oradan uzaklaştı. Zifin onun ardından üzgün gözlerle baktı, ilk defa böyle mert bir kurtla muhabbet etmişti. Onunla sonsuza dek dost olabilirdi ve ayağındaki bir pis demir parçası yüzünden onunla gidemiyordu. Derin bir nefes aldı. Bütün gücüyle ayağını çekecekti, ayağının kopmasına da kendini hazırladı. Canı çok yanacaktı, ama bir kez yanacaktı, sonra kurtulacaktı; umarım dediği gibi olur. Aniden ayağını bütün gücüyle geri çekti. Acı hiç olmadı, paslı demir kapanın bir kısmı kırılmıştı ve ayağı serbest kaldı, demek ki boşa bekliyormuş burada, başta çok zorlamıştı ve demek ki kopmaya yakınmış. Fırladı ve siyah kurda yetişti. Siyah kurt, onu yanında görünce şaştı kaldı. “Bunu nasıl becerdin?” “Dostum sen hayatımı kurtardın sen olmasan ölüp gidecektim orada.” “Yok canım.” “Sayende. Ay Işığı!” Onu yalıyordu. “Yapma arkadaşım. Neden öyle dedin bana. “Çünkü sen ay ışığı kadar güzelsin.” Zifin durmuyordu, onu yalamaya sevgi gösterisine devam ediyordu. “Kes şu sırnaşmayı, açım ve yiyecek bir şeyler bulmam lazım.” “Ben de açım ortak.” “Ortak ha?” “Öyle değil mi?” “Hadi öyle olsun” dedi; ama onu tanımıyordu, tekin biri değilse? Nasıl biriydi? Onu denemeye karar verdi, eğer yaramaz biriyse onu terk edecekti bir gece yarısı, ama şimdi şu önemliydi ikisi için de, av bulmak için dayanışma içinde olacaklardı. Zifin bir dost kurt bulduğuna seviniyordu, ondan bir zarar gelebileceğini hiç düşünmüyordu; ama siyah kurt deneyimliydi, doğru kişiyle takılmıyorsa hayatının sonu olacağını öğrenmişti. Uçuk, kaçık, deneyimsiz ve keyifçi kurt baş belasıdır, özellikle bencilse. Ortaklık, yani iş birliği (yoldaşlık) bilinci yüksek, korkak, teminli, sessiz, ağırdan alan ve özellikle söz dinleyen bir kurda hiç benzemiyordu bu avanak… Zifin’de yoldaşlık özelliklerinin birini bile görmemişti; boş bir cesaret, deli cesareti. Hepsi bu. Dik başlı bir kurt olduğu belliydi. Dik başlı kurt isyan eder, en yaramaz kurttur yoldaşlık için. Dik başlı kurt dayanıksızdır, en zor şartlarda kaçar ya da kendini düşünür, balon gibi söner, kalın kafalıdır. Boş buğday başakları dik durur, dolu olanlar ise başını öne eğer, evet, Zifin boş bir buğday başağıydı. Günler süratle geçerken gündüzler akşama, akşamlar geceye devriliyordu ve onlar birlikte ava çıkıyorlardı, zifin avla ilgili siyah kurttan çok şey öğrenmişti. En riskli durumlara önce o dalardı, önce o denerdi, ilk o giderdi riskli pis işlere, imkansız görünen işlere o giderdi ve sürüdeki rolü buydu, ölmekten korkmuyordu, en zor durumlardan tehlikelerden de her seferinde kurtulmayı başarıyordu ve sık sık o sevgisinden söz eder, aslında ben orada öldüm ve sürekli aynı lafları söylerdi, o anı hep anlatırdı, orada ben de ölmeliydim, öldüm ve fazladan yaşıyorum. Zifin için imkansız yoktu, avlanmayacak hayvan yoktu, bir keresinde bir ayıya bile hücum etmişti. Siyah kurt kızıyor ve acıyordu, böyle çok yaşamaz bu kafayla kurt diye düşünüyordu, henüz doğru düzgün bir av yakalayamamışlardı. İkili yaz akşamının gelmesini bekliyordu iple çekercesine, ormanın kuytusunda saklanıyorlardı hayalet gibi, sık çalılıların arasında. Akşam çökmeye başladı nihayet, bir püfür püfür serinlik başladı, ikili su içmek için dereye ilerliyordu. Zifin ailesiyle geçirdiği güzel günlerden söz ediyordu. Siyah kurt çok konuşanı sevmezdi; ama Zifin anlatma işini iyi beceriyordu, bazen olayı gülünç biçimde anlatıyordu, aslında Zifin denen kurdun uzun yaşamasını isterdi, böyle kurt kendini yetiştirirse iyi bir noktaya gelirdi ormanda, belki zamanla değişirdi; ve söz de dinliyordu, bazen bildiğini okuyordu; ama geri adım atmasını da biliyordu. Arada tartışıyorlardı, sen çok biliyorsun ya koca kafa diyordu Zifin ona. Siyah kurt buna şaşırmıştı, ben koca kafa mıyım, yok, gerçeği söyle. Biraz. Gerçeği söyle yoksa senle irtibatı keserim. Koca kafasın gerçekten. Ürküten koca kafan. Yanlış anlama. Keşke benim de kafam senin ki kadar büyük olsa. Siyah kurt buna çok gülmüştü. “Günlerdir dolaşıyoruz; ama tıka basa et yiyemedik. Dün yediğimiz şu köpek leşi ne iğrenç bir şeydi öyle.” “Onu bulduğuna dua et sen.” “Nereye gitti bu hayvanlar, ne dersin?” “Bilemem; ama sakın geçen seferki gibi bir ayıya saldırayım deme. Bu kez olduğum yerden gebermeni seyrederim. Yardıma mardıma gelmem. Sayemde kurtuldun bunu bilesin.” “Ama bize kafa tuttu, burası benim dedi, onu biraz sinir etmek istemiştim sadece. Aslında Zifin’in o koca erkek ayıya saldırmasını pek tutmuştu, ayı önce bu bir pençelik canı olan kurtu hiç umursamamıştı; ama zifin oradan buradan bezdirici ataklar yapmış, ayıyı yormuş ve sonra arkadan sessizce ısırmaya çabalamış ve başarılı olmuştu, ayı hemen arkasına dönecek gücü bulamamıştı, nefes nefes kalmıştı ve böylece Zifin onu ısırabilmişti bir anlık da olsa. Ayı onurunu kaybetmenin öfkesiyle ve panikle kükremiş, çevrede başka kurtların da olabileceğini düşünüp iyice paniğe kapışıp çevresini taramıştı, kurtların yalnız takılmadığı iyi bilirdi, Zifin onu tahrik edip duruyor, hırlayıp ısırmaya çalışıp kaçıyordu, siyah kurt da manzarayı zevkle izliyordu, koca ayı bir kurdun karşısında nasıl de perişan oluyordu. Çok kızgındı ve Zifin’i ele geçirse 10 santimlik pençesiyle biçecekti tırpan gibi. Çok çabalıyordu. Arada iki ayak üstüne kalkıyordu. Zifin ısırmaya çabalıyor, arada başarılı oluyor, ayının çevresinde dört dönüyordu, sağdan gelir gibi soldan geliyor, soldan gelir gibi yapıp sağdan, son derece çevik ve hızlı, ayı Zifin’in peşinden koşuyor, Zifin kaçıp ağaçların arkasına saklanıyor, devrilmiş ağacın üstünde sıçrıyor, saklanıyor ve az sonra başka yerden mermi gibi çıkıp ayının bir yerinden ısırıp gözden kayboluyordu hayalet gibi. Ayı öfkeden çılgına dönmüştü, Zifin’in arkasında gözden kaybolup gittiği ağaçları pençeleriyle yırtıyor, toprağa pençesini daldırıp hırsını almaya çalışıyor, toprağı çimenleri eşeliyordu. Zifin bir hız ve çeviklik ritmi, bir vur kaç düzeni yakalamış, ayının dikkatsiz ve savruk olmasını sağlamıştı. Ayı bilinçli savunma ve saldırı taktiğini yitirmiş kuduruyordu öfkeden. Ayı yorulmaya başlamıştı, ve öfkesi artmıştı, zifin ise onunla dalga geçebildiği için mutluydu ve farkında olmadan hızını yavaşlattı, işe o an ayı onu nerdeyse dişleri arasına alıyordu, ciyakladı, kaçtı tökezledi ve ayı ona yetişti. Öfkeyle kükreyerek açtığı çenesinden salyalar akıyordu, upuzun beyaz köpek dişleriyle yıldırım gibiydi, Zifin’i karnından ısıracaktı. İki pençesiyle onu yakalamıştı serçe gibi. Karından dişleriyle sımsıkı tutup yakalayıp çekip kafasını sağa sola oynatıp bütün gücüyle…yaracaktı karnı…ikiye bölecekti onu…kaç zamandır et yemiyordu zaten. Çenesini onun kokusunu çok net ve taze biçimde alacak kadar yaklaştırmıştı. Ve siyah kurt yardıma fırlamıştı birkaç salise önce. Arkadan rüzgar gibi fırlayıp ayının sırtına atladı. Ayı huylandı, en hassas, dokunulmaz yeri sırtıydı. Sırtındaki his çok rahatsız ediciydi, ensesinde hissettiği dişler canını çok yakmıştı. Çok keskin, sivri bir acıydı, jilet gibi. Böyle bir şeyi hiç beklemeyen ayı can havliyle başını çevirdi, sırtındaki siyah kurdu atmaya çabaladı. O kadar güçlü savurdu ki kendini, siyah kurt bir tarafa uçtu top gibi ve ağacın gövdesine çarpıp yere yuvarlandı, o kadar büyük acı duydu ki, omurgası kırılmış gibiydi. Ama anından toparlandı, zıplar gibi yerden kalkıp dört ayak üstüne bastı, yay misali. Kurtlar, kediler ve köpekler böyledir, yay gibi ayağa dikilirler yere düştüklerinde, uçarcasına. Çünkü yapıları esnektir, insanlarınki gibi karmaşık değildir. Yere yakındırlar, hafiftirler. Bu yüzden uçarcasına hızlı, çevik ve esnek hareket edebiliyorlar. Kedinin biri beni görünce korkup 3 kattan aşağı atladı, ölmedi, dört ayağının üstüne düştü, kaçtı. Siyah kurt oradan uzaklaştı Zifin’le. Siyah kurt çok kızgındı: “Bunu bir daha yaparsan birlikte takılmayız. Bu hayatının sonu olabilirdi. Özür dilerim dostum. Ama ne yaptığımı biliyordum. Son hata hariç. Evet, Zifin ne yaptığını iyi biliyordu, onu yormuştu, tabi bu arada ayının pençeleri arasına düşme riski de vardı ve sonunda nerdeyse bu gerçek oluyordu, ama savaşma taktiği siyah kurdun çok hoşuna gitmişti. Delice hareket ediyor gibi görünse de çok iyi bir taktikle hareket ediyordu zifin, ondan iyi bir zeka olduğunu o gün anlamıştı. Üç gün önce gece yarısı. Oysa siyah kurt ilk kez bir ayı gördüğünde onun yanından çok uzak bile geçmek istememiş, yolunu değiştirmişti. Ayı iriliğiyle ve ürkütücü öfkeli sisiyle korkutulur bütün canlıları. Ama zifinin o kuruluya aldırdığı yoktu, bu cesaret başı okşanacak cinstendi ve genç kurdun yüreği. Ondan iyi bir sürü elemanı olurdu. Ama disipline etmesi gerekirdi kendini. Ederse…yetiştirirse..sürüde en zor görevleri gerçekleştirebilirdi. Koca ayını perişan etmesinden dolayı ona deli bir kurt olarak değil; savaşı bir kurt olarak bakıyordu, evet, Zifin savaşmayı bilen bir kurttu, iyi taktikler kurabiliyordu kafasının içinde. Saatlerdir yürüyorlardı, ama av kokusu yoktu. Bir dere fark ettiler ve susuzluklarını giderken için sevinçle suya yaklaştıklar. Su içtikten sonra karşıya geçerken Zifin bir koku aldı, peşinden siyah kurt gitti. Zifin bir geyik leşi bulmuştu. “Yine bir leş.” dedi. “Köpek leşi kurtluydu, bu yine iyi.” “Çok kötü kokuyor dostum.” “Boş ver. Ya da bunu bulduğuna dua et. Kurt gibi açım” dedi. Başladı yemeye. Zifin acırcasına seyrediyordu onu. Siyah kurt durdu ve ona baktı, ağzındaki eti bitirip yuttu: “Çabuk yersen iyi edersin. Yoksa güçten düşersin ve ölürsün.” “Bir daha leş yememeye yemin ettim.” “Basar giderim yetişemezsin. Bir tehlike olur. Güçsüz olduğun için koşamazsın.” “Bir av yakalarız.” “Gün doğuyor.” Zifin kurda yumuldu. Az sonra mutluydu: “Süper bu dostum, kötü kokuyor ama olsun. Karnım doymasa bile teskin oldu.” Siyah kurdun da karnı tıka basa doydu. Ses duydular ve başlarını kaldırıp baktılar. Ötede beş geyik vardı. “Baksana şunlara, ortak, ne kadar güzeller! Bu leşi boşa yedik. Mis gibi taze geyikler orada. Siyah kurt güldü: “Olması gerekeni yaptık. İşin aslını biliyorsun.” “Biliyorum. Yememiz gereken yiyecek oradaydı ve bize leşi yedirdin. Sen bir ahmaksın dostum. Kusura bakma.” Güldü: “Ahmak ha?” “Aynen böyle. Şu tadı zevkten öldüren geyikleri yemeliydik şerefsizim. Şimdi aç olsaydık şunların peşine takılır birini yere indirir yerdik. Ama karnım etle dolup şişti, bir adım atacak halim yok.” “Öyle diyorsun demek bay kahraman.” “Bay kahraman demek de ne oluyor?” “Bilmem.” “Ha, sen onlardan birini indiremeyeceğimizi düşünüyorsun herhalde. “Kesinlikle. “Neden?” “Sen bir amatörsün. “Bak dostum sana çok değer veriyorum. Kızgınlıkla boş bulundum ve sana ahmaksın dedim. “Sorun değil. “Şimdi buraya da keyif yapalım. Yarın gece o geyiklerin peşine düşelim?” “Onlar yakalanmaz.” “Nerden biliyorsun?” “Denedim.” “Birlikte deneriz.” “Yakalayacağımızı sanmam. Onlar heba eder kurdu, yarın deneyince neyin ne olduğunu anlarsın.” “Benle gelmeyecek misin?” “Gelirim elbette.” “Yarını boş ver de, bak dostum gökte binlerce yıldız var, şurada ay, böyle serin bir yaz gecesinde karnı tok olmak muhteşem bir şey, günlerce aç kaldım, aç kalmak kadar zor bir şey yok. Leş bile olsa çok mutlu oldum, tabi bir ara şeş deyip yiyeceği hor gördüm, anlıktı, eldekinin kıymetinin bilmeyen gerçek bir kurt olamaz. Çok rezil ve kurdu hurda haşat eden aç günler geçirdiğim için bunun böyle olduğunu öğrendim. Kimse o öğüdü vermedi bana.” “Amam bence öğreneceğin çok şey var.” “Elbette dostum. Ukalalık yaptıysam özür dilerim. O nefis geyikler o kadar baştan çıkarıcıydı ki. Bir an kendimi kaybettim heyecanla.” “Takma kafana. Gerçekten. Ama ağzından çıkanlara dikkat etmelisin. Çünkü başına iş açarlar.” “Haklısın dostum.” “Önemli olan karnını doyurmak. İkincisi ise bunu yaparken bir dostla yapmak. “Dostluk kadar değerli bir şey yok bence.” “Durumlar değişir, belki yarın ölürüm, o yüzden kendini kaptırma.” “Yarın o geyiklerden birinin icabına bakarız.” Siyah kurt çenesini öne uzattığı ayakları üstüne koydu, gözlerini kapadı. “Uyu” dedi, “yarın için güçlü olman lazım.” Zifin gün doğunca ortada yoktu. Siyah kurt onu bekledi saatlerce, başına kötü bir şey geldiğini düşündü. Tam umut kesmişten zifin göründü. “Nerdeydin?” “Çevreyi dolaştım.” “Saatlerdir yoktun, neden bana haber vermeden çekip gittin ki?” “Sakin ol dostum, neden bağırdığını anlayamadım.” “Bak kafana göre hareket etmen hiç hoşuma gitmedi. Hem kendi canını hem de benimkini tehlikeye attın.” “Yok dostum.” “Seni takip etmiş olabilirler.” “Kim?” “Burası bilmediğimiz bir bölge ve illaki bir kurt sürüsünün bölgesidir. Öyle serseri gibi gezmen, özellikle bana haber vermeden gitmen çok ters geldi bana.” “Özür dilerim dostum, bu biçimde hiç düşünmemiştim.” “Çok kısa bir süre daha seni bekleyip buradan çekip gidecektim.” “Büyük aptallık yaptım. Tekrar özür dilerim. Sabah uyanınca dün gördüğüm geyikler geldi gözümün önene. Çevreyi dolaştım, izlerini buldum, saatlerce gittim, ama bir noktada izleri kaybettim. Koklarını da kaybettim. Büyük bir dere vardı, sanırım karşıya geçtiler. Yorgunluktan ölüyorum.” “Burayı terk etsek iyi olacak.” “Biraz uyumam lazım. Tek adım atacak gücüm yok.” “Peki sen uyu, ben çevreyi bir tarayayım, bizi izleyen yabancı kurtlar olmasından endişeliyim. Buraya gelirken bir koku aldım; ama sana söylemedim. Burası başka kurtlara ait bir bölge. Burayı bu akşam terk edeceğiz.” Zifin, çalıların arasına girdi. Siyah kurt dedi ki: “Bir sıkıntı çıkarsa aniden. Birbirimizi kaybetmeyelim.” “Yoldaş” dedi, “bir sıkıntı gelirse ulu üç kere, kuzeye doğru git, ilerde bir eski baraka var. Orada bul. Oraya gelirim. Tabi gelmeyi başarırsam.” Siyah kurt civarda tur attı ve geri döndü. Akşamın gelmesini beklemek can sıkıcıydı. Ve nihayet akşam gelmişti. Zifin, uyuşmuş gibi uyuyordu. “Az sonra kalkacağım” diyor ama kalmıyordu. Siyah kurt tekrar; kalk dedi. “Bütün kemiklerim sızlıyor, on dakika sonra kalkarım” dedi zifin. “Senin işin bitik dedi, ben gidiyorum.” “Sen git. Ben nasılsa seni yakalarım.” “Aptal! Tembel! Pis uyuşuk!”dedi siyah kurt ve havayı koklayıp analiz etti, esintiyi hissetti, gökyüzündeki aya ve yıldızlara baktı, uyuyan dostuna baktı, zifin gözlerini açıp ona baktı bir an ve siyah kurt bastı. Heyecanlı adımlarla ilerliyordu. Çok kısa bir süre geçmişti ki arkadan gelen hırlama ve kapışma seslerini işitip durdu, bu hırlayan zifindi ama diğeri kesinlikle bir yabancı kurttu. Sesler aniden kesildi. Kurtlardan biri koruyla cıyaklayarak kaçtı. Bir uluma duyuldu ve beş altı kurtun uluması. Öfkeli hırlama sesleri. Zavallı zifin dedi, dostluk kısa sürdü ama değerli bir kurttun sen. Hayatta kalmayı başaramaman çok üzücü. Yıkıcı! Ne yapalım. Geyiklere kendini çok kaptırdın, olan sana oldu. Bir süre acı duydu ve arkasından onu takip eden bir sürünün olduğunu çok iyi biliyordu ve fırlamıştı. Seni aptal. Seni yetiştirebilirdim. Yetiştirseydim ve şansın yaver gitse ne güzel olacaktı. Bazı kurt yetiştirmeye çok müsaittir, içindeki cevher hayatta buluşurdu. İlham verici bu kurtun ölmesi acı bir kayıptı ama şimdi aynı iş kendi başına gelecekti, onu ayağı tuzağa bağlı biçimden gördüğü anı hatırladı. Çok duygulanmıştı. Dünkü sohbetleri geldi gözünün önüne, gece ettikleri sohbet, uyumadan önceki sohbet. Gözlerinden yaşlar düştü. Her serinde böyle oluyordu, ,bir şekilde bir dost buluyor, onu çok seviyor, ister istemez bağlanıyor; ama hiç çaktırmıyor, bu da ötekiler gibi çok dayanmaz, yolarımız ayrılır diye düşünüyor, ona bağlanma diye kendine telkinler veriyor, güvenme, ama düşündüğü şey olunca da şoke oluyor, sevdiği bir dostu kaybetmenin acısı hiçbir şeye benzemiyordu, açlığa da benzemiyordu, ondan çok güçlüydü, ruhu, yüreği sarsılmıştı, o genç, dinamik ve pırıl pırıl genç kurudun yazık olmasını hazmedemiyordu. Onu yalnız bırakmamalıydım diye kendin suçladı. Bir gün sonraydı. Bir dere kenarında durmuştu, su içecketi. O eski koyu yalnızlığını hissediyordu. Zifinle ilgili iste istemez birçok hayal kurmuştu, kafasında sürüyle geçmişlerdi, onunla çok iş yapacaktı, bir yanı inanıyordu bütün yüreğiyle, öteki yanı ise bu yoldaşlığın sürmeyeceğini söylüyordu, o hayal ve planlar…ne güzeldi…o kurdu yetiştirebilirdi…hayat izin vermemişti. O leşi yedikten sonra, geyiklerini peşine gitmekten, onları avlamaktan söz edişi zifinin. Kararlı ve deli bakışı. Cesur hali. Dik duruşu. O an siyah kurt kuracağı sürümde kesinlikle olmalı bu. Bundan iyisini bulamam diye düşünmüştü. O sıcak duyguyu kaybetmişti, o sımsıkı ve sımsıkı inanç, onunla zor gülere kafa tutabilme umudu. Onu ilk gördüğünde içine yerleşen his. O parlak his…hepsi paylaşılan her şey karanlıkta kaybolup gitmişti. Zifin ölüydü. Onu hırpalayan yalnızlıkla, acı yalnızlıkla baş başaydı. Sürü kuracaktı ve zifin sürüde önemli bir görev alacaktı, zifin yoktu. En güçlü hayali ekip kurmak.. kendi sürüsü…can sıkıcı düşüncelerden ve o acı hissen yorulmuştu, kafasını dağıtmak istedi. Çevresine bakındı. Kokuları araştırıp analiz etmeye başladı. Karnı açtı ve gecenin karanlığı hüküm sürüyordu ormanın kıyısında. Karnı çok açtı ama avlanacak güç ve psikolojide değildi. Arkadan yaklaşan ayak seslerini duydu ve kulak kesildi. Bu da neydi. Bekledi, tedirgin ve öfkeli. Ağaçların aracından zifin göründü. Göz göze geldiler. O an yıldırım hızıyla ona doğru koştu siyah kurt. Aynısını zifin de yaptı, sevinçle. Birilerini koklayıp yalamaya başladılar. Çok geçmeden sarmaş dolan olan kalpleri yatıştı. Zifin dereden su içti ve onun yanına geçip yattı. “Seni öldü sanıyordum?” “Ben de” dedi, güldü, “kıl payı kurtuldum.” “Ne oldu?” “Arkamdan yaklaşan şeyi duydum. Sonra görünür oldu. Çok iri bir kurttu. Hiç böyle iri bir kurt görmedim. Hırlayarak koşuyordu üstüme doğru. Ya kaçarsın ya da ölümüne savaşırsın. Kaçarsam işimi bitirirdi. Ölümüne savaş dedi içimdeki ses. En azından elden geleni yapmış ve ölmüş olurdum. Yüzde bir olsa bile bir şansım vardı. Tam kaçacağım sırada durdum, kaldım yerimde. O kaçmadığımı görünce yavaşladı. Salyalar saçıyordu ağzından, öfkeli kırmızı iğren bakışları vardı. İçimdeki ses üstüne koş dedi. Korkar. Bütün gücümle üstüne koştum. Uygun mesafeye gelince üstüne atladım. Aynı şeyi o yapacaktı ama ayağı kaydı. Üstüne çıkmıştım. Kapışıyorduk, nasıl oldu bilmiyordum, ciyakladı. Sonra ağzımda bir et parçası fark ettim. Bir kulağını ısırıp koparmıştım. O pis şeyi attım ve fırlayıp kaçtım oradan. Diğer kurtların sesini duydum, arkadaşlarının sesi. O kurt belli ki senden yaşlı ve tecrübeliydi. Ben olsam kaçmayı tercih ederdim. Ancak iyi bir savaşçıysan kaçmazsın. Sen rist almışsın. Eğer şansın yardım etmeseydi çoktan öldürmüştü seni. Sanırım yavaştı, tecrübesine çok güveniyordu, beni ufak ve ağza layık bir lokma olarak gördü. Oysa ben ölüm korkusuyla canımı dişime takmıştım. Bence o gevşek davrandı. Pes edeceğimi sandı. Korktum ama belli etmedim. Onca aç ve sefil gün geçirdim. O zaman savaştın yine savaş dedim kendime. Korkum söndü ve sana kavuşmayı bütün ruhumla istedim. Öleceksen eğer burada değil dedim kendime. Siyah kurtla avlanırken öl en azından…o zaman koymazdı ölmek bana…seni çok sevdim…seni düşünmek beni dehşet cesaretlendirdi ve pis lanet kurdu yenebileceğimi hissettim o an. sen olmazsan…çoktan ölüydüm. Bu dostluğun sihirli kıvılcımı hissettim kalbimin derinliklerinde. İnanılmazdı. Onun kulağını sayenden kopardım…senden bana muhteşem bir enerji geçti yoldaş…o adi sefil kurdun dişleri arasında acı çeke çeke geberip gidecektim nerdeyse. Psikolojik üstünlük kurdum onun üstünde ve sonra fiziksel üstünlüğe dönüştü olay. Anlatabildim mi. dostum her şey psikoloji. Aldığın enerjiye bağlı. Sonsuza kadar senle dost kalmak tek hayalim artık. Ben bir hiçim zifin. Beni bu kadar büyütme gözünde. Beni boş ver de. hayatta kalman beni inanılmaz mutlu etti. Ölüp gittiğini düşündüm ve kahroldum. Sen ilerde çok iyi bir kurt olacaksın. Seni etkileyici bir tarzın var. Pek fazla düşünmüyor, kafa yormuyorsun. Bu başına iş açabilir. Hayatını bu yüzden kaybedebilirsin. Sadece daha akıllı olmayı öğrenmen lazım. Belli derslerden sonra çok daha becerikli olacaksın. Zaman lazım. Tecrübe. Açım. Yorgunum, iyi bir uyku çekmem lazım. “Evet. Benim de. Geberiyorum yorgunluktan. O kurtla kapışınca her yerim çatırdadı. Ağrılarım var. Üstüme ağaç devrilmiş gibi hissediyorum.” “Yarın toz olalım buradan.” “Olalım, şu geyiklerden birini yakalayalım.” “Unut geyikleri. Toz olup gidelim buradan. Senin açgözlülüğün neden oldu bunlara. Unut o geyikleri.” “Unutmam imkansız.” “Neden?” Sırttı: “Çok güzellerdi ve yolun sonu ölüm bile olma bir kez kafaya koydum, birini yakalamam lazım. “ “O zaman tek başına gidersin. Aptal çaylak!” “Kızma dostum. Ne dersen uyarım.” Zifin uykuya dalmıştı. Siyah kurt huzursuzdu. Bir takım sesler duydu, yoksa o kurt sürüsü mü gelmişti. Korku duydu. Kalkıp çevreyi kolaçan etti. Yarın tezden buradan toz olsalar içi ancak rahat ederdi. O kulağı kopan kurdu düşündü. Zavallı diye düşündü. Kendini kulağı kopan kurdun yerine koydu, ne yapardı, o kapan kulağın acısını çıkarırdı, bunun yapanın yüreğini sökerdi yerinden. Evet, aynen böyle yapardı, sürüsüyle o kurdun izini sürer, gece gündüz demezdi, yorulurdu ama sonunda bulurdu o kurdu ve intikamını alırdı. Sezi ona şöyle diyordu: burayı hemen terk et, bu aptal zifin peşine mutlaka bir kurt takmıştır, mutlaka bir kurt, o sürüden bir kurt takipte kalmıştır. Çünkü her kurt ardında bir iz bırakır, her cinayet ardında eşsiz izler bırakır, her kurt ardında izlerden oluşan bir albüm bir koleksiyon bırakır. Çevreyi kolaçan etti. Sesleri dinledi. Farklı bir ses bulamadı. İçinden ses ona şöyle dedi: “Zifin’in geldiği yöne doğru bir git. Uzun bir süre gitti ve ormanın açık alanında bir karaltı, bir silüet gördü. Kurt sürüsünün bir elamanın uyanmış, çevreyi kokluyordu, çişini yaptı. Bir ayağını yere sürttü. Siyah kurt sessizce süratle orayı terk etti. Zifin’in başındaydı. Onu uyandırdı. “Ne oluyor dostum, neyin var?” “Hemen gidiyoruz. Peşimizdeler. Geride kamp kurmuşlar.” “Kahretsin.” “Fırla.” Yola koyulduklarında arkasına baktı siyah kurt. Orada bir kurt gördü. “Fırla. Bizi takip ediyor teki. Beni fark etmiş olmalı kamptan kaçarken.” Süratlendiler. Arkada sürünün diğer elemanları da uyanmış takip başlamıştı. 3 saat önce “Baba, kulağımı kopardı. (ağlamaya başladı) Kulağım gitti. Güzelim kulağım gitti, tek kulaklıyım, tek. Nasıl ya nasıl ya!” “Kes zırvalamayı! Ben sana demiştim. Henüz hazır değilsin. Kafana göre hareket etme diye. Beceriksiz seni, kulağını kaptırırsan tabi koparır. Aptal!” “Baba bunun hesabını ondan sormayacak mıyız?” “Git kendin sor. O çapulcu kurdun işini nasıl olur da bitiremezsin! Koca kurtsun hesapta, yemekte benden fazla yersin! O sıska kurta yenildin! Senden utanıyorum.” “Çetin bir kurttu o baba. Başta hiç anlayamadım. Belli etmiyordu çünkü. Aniden saldırdı. Onu hafife almışım. Çok seriydi. Anlayamadım ne olduğunu, bir de bakmışım kulağım yok, kopmuş, düşmüş.” Sürü lideri Zifin ve siyah kurdu fark etmiş, onlara saldırmak için uygun bir zamana kolluyorlardı. Ama sürü liderinin oğlu tek başına gidip bir kahramanlık yapmak istemişti, babasının gözüne girmek için ve sürüde itibar sağlayabilmek için. “O aç ve pireli kurda nasıl yenilirsin?!” “Ama baba o kurtta bir yetenek vardı.” “Çapulcu sefilin tekiydi. Çok zayıflı. Sana yedirdiğim onca et var. Hakkını veremedin. Kabiliyetsiz!” “Baba, gidip onları öldürelim!” “Defol git buradan. Gözüm görmesin seni! Git kendine başka sürü bul.” “Ama baba.” “Kemikleri sayılan aç bir kurda yenildin. Sen bizden olamazsın. Seni artık sürüde istemiyorum! Kendi yolunu çizme zamanın geldi.” “Ama baba! Tek başına ne yaparım ormandan? Biraz daha kalayım sizle.” “Bak evlat, yetişkin oldun. Zaten sürüyü tek etmen gerekiyor ve başının çaresine bakacak yaşa geldin. Nasıl avlanırız, ne yapman gerek, biz sana her şeyi öğrettik. O aciz ve alt tabaka kurdun işin bitirseydin bile bizle sayılı günün vardı. Cesur ol ve bas git. Git kendi hayatını kur, git kendi sürünü kur. Git erkek ol. Git gerçek bir kurt ol. Git kendine bir eş bul. Git tek başına avlanmayı öğren, hayatta kalma savaşı ver, her kurt bunu yaşar ve senin de sıran geldi.” “Bir hafta daha kalayım sizle.” “Git dedim, kaybol gözümün önünden! “Üç gün.” “Git bak fena olacak!” “Bir gün daha kalayım sizle. Annem ve kız kardeşlerimle bir gün daha geçireyim, sizi çok özlerim sonra çünkü.” Baba kurt ona atak yapıp ısıracak gibi yapıp hırladı. Kulağı kesik kurt babasından çok korkardı ve ciyaklayarak kuyruğunu kıstırıp oradan son sürat uzaklaştı. Bir süre ağladı. Sonra gözyaşları kurudu. Karanlıkta ilerlemek korkutucuydu, tek başına ilerlemek fena bir korku veriyordu, ilk kez sürü güvenliği olmadan ilerliyordu ormanda, başına bir bela gelse yardıma kimse gelmezdi, ailesi yoktu, bu ne kadar kötü bir histi, benzersiz bir acıydı. Her şeyini kaybetmiş gibi hissediyordu, onurunu kaybetmiş gibi hissediyordu. Öfkeli, bitik, çaresiz ve yapayalnızdı. Onu iyice dibe çeken bir histi. Ölse bundan iyiydi. Canı gibi sevdiği sürüsü, ona yapılan muamele onur kırıcıydı, o bunu hak etmemişti. Babasının son sözlerini düşündükçe nefreti artıyordu. Sürüsünden ayrılma vaktinin çok yaklaştığını biliyordu. Bir kahramanlık yapıp bunu erteleyebileceğini ya da sonsuza dek sürüyle kalabileceğini sanmıştı. Yorulmuştu, bir ağacın altında durdu, kıvrılıp yattı. Karnı da acıkmıştı. Şimdi tek başına yiyecek bir av nasıl bulacaktı, bunu biliyordu; ama bu işin tek başına yapılmadığını çok iyi biliyordu. Babasının sözleri kulağında çınladı: “Git tek başına avlanmayı öğren, hayatta kalma savaşı ver, her kurt bunu yaşar ve senin de sıran geldi.” Belki de ısrar ederse sürüye yeniden girebilirdi. Öfkeliydi. İntikam duygusu vardı. Susamıştı, çok susamıştı, su aramaya çıktı, epey dolaştıktan sonra dere buldu ve su içti, çamurdan çıkarken yolu üstündeki iki kurbağa kaçıştı. Onları yakalamak istedi, suya dalan kurbağalar fırıldak gibi kaçıp gözden kayboldu. Otların arasına geçti ve uzandı. Sürüsünü düşünüyordu, sürüyle geçen günler, çocukluğu…Ağlamaya başladı, gökyüzündeki aya baktı, acı acı uludu, müthiş derin bir üzüntü duyuyordu ve bu üzüntü onu yiyip bitirmeye başladı. Yemek aramayacaktı, burada açlıktan ölecekti. Uykuya daldı, burnu kaşınıyordu, uyandı, beyaz bir kelebek burnuna konmuştu, tam ucuna, ne kadar güzeldi öyle, parlıyordu ve parlaklığı nabız gibi atıyordu, parlaklığı çevresinde beyaz toz bulutu vardı, o parlaklık içinde minik yıldızlar vardı. Üzgün ve tükenmiş kurdun yüreğinde bir alev belirdi, bir coşku, bir mutluluk, onu izliyordu. Sonra kelebek gözden kaybolup gitti bir tarafa. Kurt düşüncelere dalmıştı, babasının dedikleri: “Cesur ol ve bas git. Git kendi hayatını kur, git kendi sürünü kur. Git erkek ol. Git gerçek bir kurt ol. Git kendine bir eş bul. Git tek başına avlanmayı öğren.” Hayatta en çok istediği bir sevgiliydi, evet, onu bulmalıydı, yaşarsa onu bulurdu, yemek bulmalıydı, aklına kestirme bir çözüm geldi aniden, sürüsünü takip edecekti, onlar her nasılsa av yakalar, beslenir ve çekip giderlerdi başka bir tarafa, tıka basa yerlerdi ama geride çok parça bırakırlardı, biraz koktu diye ya da avın sevmedikleri, lezzetli bulmadıkları bölümlerini yemezlerdi. İri ve genç kur sürüsünü takip ederse yiyeceği de bulacağına inanıyordu, yattığı yerden kalktı, gerindi, kaslarını iyice gerdi ve bastı usul adımlarla. SABAHA YAKLAŞTIĞINDA Zifin ve siyah kurt büyük bir nehirle karşılaştı. Karanlık yarım saate erimeye başlayacaktı. Bir rüzgar başladı aniden, hemen sonra şimşekler çaktı ormanın belli noktalarına, gök çatırdadı ve yağmur çiçeklenmeye başladı, çok ufak çiçek taneleri gibi yağıyordu, incecik ve yumuşak. İki kurt araştırmalarına rağmen karşıya geçecek bir nokta bulamadılar, nehrin sığ bir noktası yoktu. İki büyük taşın üstünde duruyorlardı. Çaresizce nehre bakıyorlardı. Siyah kurt çare arıyordu. “Bir yere sığınmamız lazım” dedi Zifin panikle, burada boş boş durmayalım, bir şey söyle.” “Karşıya geçmemiz lazım” dedi Siyah kurt, “tek şansımız bu. Tek ve en iyi şansımız.” “Ama yağmur başlayacak. Sel olur. Boğuluruz. Sel olmasa bile bu nehir yutar ikimizi de, suya hiç girmedim.“ “Karşıya geçmemiz lazım. Acele et. Tek çare bu. Kurtuluşumuz bu, çok düşündüm.” “Yorgunluktan ölüyorum. Bütün gece koştuk. Nehri geçemeyiz.” “Başka bir yol yok. Peşimizdeler. Onlar bunu göze alamaz. Ama biz alırız. Biz iki kişiyiz.” Bu sırada sesler duydular ve beklediler kulak kesilip. Ayak sesleri. Ağaçların arasından 20, 25 beş geyikten oluşan bir geyik sürüsü panikle nehre doğru kaçıştı. Bir şeyden kaçtıkları belliydi. Soluk soluğaydılar. Bir kısmı dereye fırladı korkuyla ve ister istemez o süratle nehre döküldüler, bazıları geri çekilmek istese de nehre düşmüştü, geri çıkamadılar ve deli sularla sürüklenmeye başladılar aşağı. Sürünün arkada kalan kısmı ise tam zamanında durmayı başardı, dizlerine kadar suya girdiler, yukarı gittiler ve oradan karşıya geçmek için nehre atladılar. Aralarından biri bunu yapınca bütün geyikler cesarete gelip nehre atladı. “Bu peşinde olduğum geyik sürüsü, vay canına!” dedi Zifin. “Karşıya geçelim. Onlar yüzüyorsa biz de yüzeriz.” “Çok yorgunum. Bu su çok şiddetli akıyor.” “Atla, cesur ol ve atla” dedi siyah kurt, “sudan korkma, nasıl göründüğüne aldırma, görüntü seni yıldıracak düşündükçe, düşünme ve hemen atla. Ben gidiyorum, peşimden atla.” Siyah kurt, dereye atladı. Zifin, şaşkınlıkla onu seyrediyordu. Onun bunu yaptığına inanamıyordu. Siyah kurt, geniş ve görkemli derede akıntıyla sürüklenirken karşıya geçmek için debeleniyordu. Bir batıyor, bir çıkıyordu. Pençelerini bütün gücüyle kullanıyor, azgın suları onu ittiği yöne değil, gitmesi gereken yöne ilerlemeye çalışıyordu. Siyah kurt iyice aşağıya sürüklenmişti ve Zifin cesaretini topladı ve sıçradı nehre. Suya atlar atlamaz batmıştı, çırpınıp su yüzeyine çıktı. Soğuk su bir şok yaşamasına sebep oldu, irkildi. Can havliyle hareket ediyordu. Boğulmamak için bütün gücüyle çabalıyordu. Coşkulu akan nehir; “sana tek şans vermeyeceğim, az sonra geberip gideceksin” der gibiydi. Dağlardan akıp geldiği için çok soğuktu. Zifini ölüm korkusu sarmıştı, su yutuyordu battıkça. Siyah kurdu gördü, bir taşa tutunduğunu ve onu bırakıp kıyıya yaklaştığını ve kıyıya çıktığını görünce gerçekten mücadele etmeye başladı, harikulade bir azimle çabalıyordu. Siyah kurt bağırdı: “Kıyaya çık, çabuk kıyaya çık. Yoksa işin bitik.” “Paniğe gerek yok. Er ya da geç kıyaya çıkarım” diye düşündü Zifin. Siyah kurt inanılmaz zor olsa da zekasını kullanıp kıyıya çıkmayı başarmıştı, nehir içinde önüne denk gelen iri taşlara tutunmuş, nefeslenmiş, böyle böyle kıyıya yüzme gücü bulmuştu kendinde. Taşa doğru çarparcasına ilerlerken taşan tutunmaya çalışmak da kolay değildi. Siyah kurt nehirde dal parçası gibi süratle akıp giden Zifin’i takip ediyordu kenardan. Savruluyordu zifin, hiçbir şey yapamıyordu, sert sulara karşı bir taktik geliştirmemişti. “Bana doğru yüz! Haydi! Bana doğru yüz!” diye mızıldıyordu siyah kurt. Zifin, iri ve kaygan dalgalar arasında bata çıkar savruluyor, bütün çabaları boşa çıkıyordu. Siyah kurt, derenin aşağı tarafından gelen sesi algıladı. “Eyvah!” dedi içinden, “Umarım yanılıyorum” diye düşündü. Az sonra yanılmadığını anladı. Bağırdı: “Aşağıda şelale var, bana doğru yüz.” Zifin onu duymadı. “Aşağıda şelale var. Bana doğru yüz!” Zifin, onu duymuştu, gayretini arttırdı. Şelalenin ne olduğunu biliyordu ve tam şimdi ölüm kalım savaşı vermeye başladı. NEHRİN YUKARISINDA TAM BU SIRADA Kurt sürüsü ikilinin bıraktığı kokuları takip ederek bir noktaya gelmişlerdi. Lider kurt öfkeyle çevresine bakındı: “Buradan sonra koku ve iz yok, kuş gibi kanatlanıp uçmadılar ya! Nerde bu sefiller?” Yaveri çevreyi araştırdı, iyice koklayıp geldi: “Patron, nehre atlamışlar. Hayret. Atmamışlar.” “Emin misin?” “Evet.” “Hata payın olabilir mi?” “Asla, kaç yıllık tecrübem var, beni bilirsin. “Demek öyle. Peki buraya koku bırakabilirler ve şurada bir yerde saklanıyorlarsa?” “Mümkün değil. Nehre atladıklarından zerre şüphem yok. Kesinlikle ölmüşlerdir ya da karşıya geçmeyi başarmışlardır, bir mucize olmuşsa.” “Hım.” “Patron, peki şimdi ne yapacağız? Bana sorarsanız en iyisi geri dönmek. Dinlenelim. Çocukların buna çok ihtiyacı var.” “Biz de nehre atlayacağız.” “Ama efendim, buraları avucumun içi gibi birim. Aşağıda şelale var. Yüz metre yüksekliğinde. Eğer nehre atlarsak ve kıyıya çıkmayı başaramazsak şelaleden düşüp sivri kayalılara çarpıp ölürüz.” “Şelale mi? Of. Olabilir. Onlar atladığına göre.” Klavuz dedi ki: Nehre atlamak yerine kestirme bir yol olmalı. İlerleyin dedi. Bastı. Az sonra uçurum kenarına geldiler, burası şelalenin aktığı bölgeydi. Aşağı inmek için yol yoktu. Lider kurt: “Onlara aşağıda bir yerde olmalı. Tek çare aşağı atlamak.” “Biz de mi?” dedi klavuz kurt. Lider kurt, onu ensesinden yakaladı aniden ve aşağı attı. Seyrettiler. “Neyse ki suya düştü.” dedi lider kurt, “Onlar nehre atlayacak kadar gözü kara ve yüreklilerse…iki sefil kurt. Biz.. biz korkup geri mi duracağız? Oğluma yaptıklarının cezasını çekmeliler. Diğer kurt şöyle dedi: “İkisi de geberip gitmiş olmalı. Canımızı, sürüyü tehlikeye atlamayalım derim.” “Demek sen de korktun.” “Hayır” dedi, “ne kadar cesur olduğumu gör, ilk atlayan ben olacağım, efsane, aşağı atladı, kayalara çarptı ve parçalandı. “Yazık oldu.” dedi lider kurt, “İyi çocuktu.” Diğer kurtlara baktı: “Ölen ölür, kalan kalır. Vahşi ormanda işler böyledir. Onlar başarmışsa bizde başarırız. Onlar başaramamışsa biz de şerefimizle ölürüz. Ama geri adım atmak yok. bu sürüde geri adım atan korkaktır. Ben bu sürü için yıllardır gayret ediyorum. İki sefil ve amatör kurt için mi geri adım atacağım? Ölüm korkusuyla mı hareket edeceğim? Gelmek istemeyen defolsun gitsin. Gelmek istemeyen bizden değildir. Sürüye baktı. Hiçbir kurt ayrılmadı sürüden. Lider kurt, uçurumdan aşağı bıraktı kendini ve suya düştü. Peş peşe diğer kurtlar da uçurumdan aşağı bıraktı kendini. Kulağı kesik kurt bırakılan kokuları takip edip siyah kurt ve zifinin nehre atladığı noktaya geldi. Sürüsünün kokularını takip etti ve ilerledi, onların uçurumdan aşağı atladığı noktaya geldi, aşağıda kayanın üstündeki klavuzun leşini gördü: “Sersem şey, zaten sana hiç güvenmezdim, aşağı inmek için çok saçma sapan bir yol buldun.” Kulağı kesik kurt yukarı tarafa gitti, siyah kurt ve zifinin suya atladığı noktaya geldi, onların karşıya geçtiğinden emindi, karşıya geçmek için mutlaka bir yol olmalıydı. Nehre atlayıp yüzse, karşıya çıkmayı başarır mıydı, başaramazsa şelaleden düşüp ölürse? “Atla” dedi kendine, “ilk kez gerçekten cesur ol. Atla.” Ayaklarını yerden kesen keskin mi keskin bir korku duydu. Ölüm korkusu hissetti cayır cayır. Ayakları ileri gitmeye çekmiyordu onu. Soğuk sulara kendini bıraktığını hayal etti, nehrin içinde sürüklendiğini ve su yuttuğunu. İşte o zaman nehre atlamanın çok yanlış ve ahmakla bir düşünce olduğunu hatırladı. Durdu. “Aptallık yapma” dedi kendine, babasının sözü aklına geldi: “Bir çok kurt aptallıkla cesareti birbirine karıştırdığı için ölür. Gerçek kurt zekice hareket eder.” Karşıya geçmenin bir yolu olmalıydı, nehri takip ederek yukarıya bastı, uzun bir süre ilerledi, tam umut kestiği sırada nehrin daraldığı bir nokta keşfetti, beş metre karar daralıyordu nehir orada, eğer son sürat koşarsa sıçrayıp karşı tarafa geçebilirdi. Geri gitti, birkaç kez koşup tam atlayacağı noktaya kadar geldi, iki kez daha aynı alıştırmayı yaptı. Geri gitti, atlayacağı noktaya bakarak düşüncelere daldı, mutlaka karşıya geçmeliydi, babasıyla olan son diyalog kafasında döndü, eş bulma hayali…toparlandı, pozisyonunu aldı ve aniden fırladı. Karşı tarafa atlayacağı kayanın üstüne gelince sıçradı, ok gibi, yay gibi fırladı. Karşı taraftaydı ve hiç zor olmamıştı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |