İnsanlığın hangi filizi köreltilmek istenmişse, tersine o filiz daha gür büyümüştür. -Freud |
|
||||||||||
|
Bu ülkede hiç kimse kendi şoförlüğüne laf söyletmez! “Benim de eksiğim var” demez. Oysa bir insan arabasını park ederken bile belli eder kendini. İki manevrayla park etmek mümkün iken, 40 defa git-gel yapıyorsa olaya hakim bir insan olmadığını hemen anlarsınız değil mi? Özellikle böyle tiplerle yola çıkınca 180’lere, 200’lere çıkmakta herhangi bir sakınca görmüyor oluşu da ayrı bir handikap! Mesele “ehliyet alma” meselesi değil. Herkes ilk sürücü belgesini aldığı zaman acemidir. Bunun farkında ise yavaş yavaş kendini geliştirir; farkında değil ise hep aynı kalır. Sadece ehliyeti kıdem kazanır, kendisi aynı yerde durur. Bir arabanın hızı saatte 200’ü hatta 300 km’yi gösterebilir. Bu şu demektir: “Bu arabanın her parçası mükemmel, şoförü mükemmel, gideceği yol şartları mükemmel ise 200 (yahut) 300 km’ye çıkabilir.” Azami limit, mükemmeliyet ister yani onu simgeler. Peki, şartlar tamam olsa bile buna ihtiyaç var mı? Yok! Yarışa, teste, maceraya çıkmadık; yolculuk yapıyoruz. Çok yüksek hız, kullananın da yolcuların da psikolojisini olumsuz etkiler. Özel merakın varsa otomobil yarışları sporuna katılırsın. Normal trafikte normal yolcularla bunu yapmaya hakkın yok; beni germeye hakkın yok. Sen arabanı kullanırsın, beni kullanamazsın! Yakınım bile olsa ona bu hakkı vermem. “Makul” olacaksın, “makul” gideceksin. “Makul”ün ölçüsü de bellidir. İstanbul’da bir dönem taksicilik yaptığım zamanlarda bir arkadaş kaza yapmış, yaptığı kaza sonucun da bir vatandaş da hayatını kaybetmişti. Kaza yapmasına neden olan şey, fren hortumunun patlamasıydı. Hidrolik yere akmış, ayak freni tutmayınca bu sefer el frenini çekmiş onun da aşırı baskıdan telleri kopmuş ve duramamış başka bir araca çarpmış… Durağın sahibi Murat abi demişti ki: “Yaşanan her kaza sürücü hatasındandır.” Ona sordum: “Ne yapsın abi bu arkadaşımız şimdi? Freni patlamış.” Güldü. “Gitsin arabasının bakımını adam gibi yaptırsın! Fren kampanaları kaç defa torna yemiş, bilirkişi huzurunda inceletsin bakalım” demişti. Hani arabalarla ilgili çok şey duymuş, öğrenmiş olduğum halde benim bile ilk kez duyduğum bilmediğim bir şeydi. Detayları öğrenince hak verdim. Eskiden bir usta-çırak ilişkisi vardı. Bu işi meslek edinmişler arasında değil her işte böylesi bir durum vardı. Şimdi 20 yaşında biri aracın koltuğuna oturup direksiyona geçince kendini pilot sanıyor, otomobil yarışçısı sanıyor, en usta şoför sanıyor… Bu bakış açısından dolayı da kendini hiçbir şekilde geliştiremiyor. Üstelik böyle insanları uyardın mı hemen meseleyi kişiselleştirip, kendisine karşı bir saldırı var sanıyor, yumruk sıkıyor, diş biliyor… Kimseye bir şey söylenmiyor! Yine İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda aynı evde kaldığımız bir abimizin Ford Taunus otomobili vardı. Arabayı çok iyi kullanamıyordu belki ama bir şekilde de öğrenmek istiyordu. Bir gün beni de yanına alıp gezmeye gittik. Şişhane’den yukarı doğru çıkıyorduk. Trafik her zamanki gibi yoğundu. Dur-kalk yapa yapa çıkıyoruz. Ve arabayı kullanan abimiz, biraz da usta olduğunu göstermek için frene hiç basmadan kavrama noktasında durup öylece kalkmaya çalışıyordu. Bende naçizane: “Kavramada çok durma abi, debriyaj balatasını yersen araba burada kalır, çekiciyle eve dönmek zorunda kalırız.” demiştim. Nitekim yolu daha yarılamadan mis gibi balata kokusu gelmeye başlamıştı… Allahtan tekrar freni kullanmaya başlayınca eve sağ-salim dönmüştük. Yine aynı abimiz Beşiktaş’tan Çatalca’ya bizi pikniğe götürmüştü. O zamanlar Çatalca’nın yollarında dinozor çukurları oldukça meşhurdu. İrili ufaklı göllenmiş çukurlardan geçtik. Ben yine dayanamayıp büyüklerimden öğrendiğim: “Arada sırada frene bas. Balatalar ıslanmış olabilir, ani bir fren yapman gerekirse fren geç tutabilir abi.” diye uyarımı yapmıştım. Çocukluğumdan beri araçların içinde büyüdüğüm ve bize bunları öğreten abilerimizi çok iyi dinlediğimiz için bizler gerçekten şanslı bir nesildik… Şimdi bu geleneğimiz yok oldu gitti. Hiç kimse başkalarının yaşadığı tecrübelerden yararlanmak istemiyor ne yazık ki. Bir de en çok sessiz sakin insanların hız tutkusuna hayret ediyorum. İçlerinde yaşlı başlı ve dindar olanlar da var. Psikolojik yapımızla değil, şahsiyet yapımızla ilgili bir terslik söz konusu. Mesele patolojik falan değil, “fikrî”. Makul, ölçülü, itidalli, tedbirli olmak, insan hayatına değer vermek; İslam ahlakının esaslarından biri. Nasıl oluyor bu? Pandemiden önce çalıştığımız aynı durakta yeni işe başlayan 75 yaşında emekli bir abimiz vardı. Kaldı ki makam mevki görmüş, şahsiyetli bir insandı! O da “aşırı hız ve hatalı sollama”dan Bolu yolunda hayatını kaybetmişti. Hiçbir şeyle bağdaşmayan bir durum bu. “Düşünce” kullanmıyoruz biz. Düşünceni pratiğe döküp kullanmazsan, eşyayı da arabayı da elinden kaçırırsın işte… Sonra, “direksiyon hakimiyetini kaybetmiş” diyorlar. Peki, nasıl olmuş o? Yere yağ mı dökülmüş, rot mu çıkmış, buzlanma mı varmış? Aşırı hızdan araba duramayıp fırlamış gitmiş mi? Türkçesi de böyle söylenir olmuş… Yani trafik kuralları meselesi değil bu; “hayat kuralları” meselesi. Lütfen artık makul insanlar olalım. Bakın Kurban Bayramı yaklaşıyor ve Tatil yine 9 gün! Aynı tablo tekrar yaşanır mı? Sanıyorum, -istemiyorum- yaşanır! Bu sefer sürücüler dört dörtlük bakımlarını yaptırmış olsalar da yolda giderken lanet olası o “TELEFON”ları kullanmak, mesaj yazıp okumak yüzünden başlarına bir şey gelme ihtimali çok yüksek! Keşke! Keşke bir musibet hepimizi topyekün itidale sevk etse… Düşünmeyen insanın iradesi bir kısırdöngünün mahkûmu haline gelmese. İtidal şuuru mizacın malı olsa da akılları pazara çıkarttığımızda herkes kendi aklını seçmese ama nafile… 2022 yılının Kurban Bayramı’nda yaşanacak trafik kazalarında ölecek insan sayısı tahminimi yapayım! Evet bu kurbanda sanıyorum gerek teknik, gerek uykusuzluk , telefonla konuşma ve hareket halindeyken mesajlaşma, öfkeli, stresli bir şekilde araç kullanmaktan en az 50 insanımızın rahmeti rahmana kavuşacağını düşünüyorum… İçim yanıyor bu duruma. İnşallah bu yazılanlar birilerinin kulağına küpe olur. Ve lütfen ama lütfen siz siz olun, bu sayının içine dahil olmayın! Lütfen!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |