"Bir kitabın kaderi okuyanın zekasına bağlıdır." -Latin Atasözü |
|
||||||||||
|
Yaşadıklarıma; hayatıma değmiş insanlara, ruhumda izi kalmış hatıralara karşı garip bir mesuliyet duygusu içindeyim… Çoğu insanın rahatça yapabildiği: “hissetmeme”, “aldırış etmeme”, “vefasızlık”, “bencillik” gibi daha sayabileceğim bir sürü bireyci duyguları “ben de yaşayım” diyorum fakat yüreğimdeki “merhamet” denilen arkadaş alacağım kararları değiştiriveriyor. Anlıyorum ki bu bir yapı meselesi… Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de denildiği gibi: “Herkes kendi karakterinin gereğini sergiler”… ve bizim mayamızı da Allah, merhametle yoğurmuş olsa gerek. Bu duygu sevgimizi, aşkımızı, muhabbetimizi, dostluğumuzu, arkadaşlığımızı hatta ve hatta iş aşkımızın bile şekillenmesine neden oluyor.. Her ne ise, üç hafta önce yine böyle bir can sıkıntımı bertaraf etmek için entelektüel birikiminden şüphe duymadığım ve can dostum Yusuf abiyi ziyarete gittim. Uzun süredir görmediğim ve muhabbetini özlediğim Yusuf abi ile geçmişten, geçmişteki dostlarımızın şimdi ne yaptıklarından, sağlıktan, sıhhatten biraz da gelecekten konuştuk. Yine aralarda kitaplarla ilgili de konuştuk tabi. Onun tavsiyesi üzerine Umberto Eco ile J.-C. Carriere’nin sohbetlerinden derlenen bir kitap tavsiye etmişti. Bir şekilde bulup okudum. Kitabı okudukça; “Ununu eleyip eleğini asmış” iki yazarın hafızasına, heyecanına ve elbette sahip oldukları koleksiyonlara hayranlık duydum. İnsan kitabın sayfalarını çevrildikçe, bir define avcısı gibi kazmayı her sallayışta avuç avuç altın çıkardığını sanıyor. İhtiyar kurtlar, “İlle de bize ulaşmayı isteyen kitaplar” adlı bölümde, bir kitapçı dükkânında yahut sahafta “eğitimli bir göz”ün nasıl ödüllendirilebileceğini konuşurlarken, Carriere, Fransa’da Ulusal Arşiv’in müdiresinin yaşadığı bir hatırayı naklediyor: Müdire bir gün işe gelirken, arşivdeki hurda evrakı alıp götüren kamyonlardan biriyle karşılaşır. Kamyon çıksın diye kenara çekilir ve tam o sırada büyük bir balyadan taşan sarımtırak bir kâğıt parçası görür. Kamyonu derhal durdurup halatı çözdürür, balyayı açtırır ki bir de ne görsün! Moliere’in henüz taşrada çalıştığı zamanlara ait L’Illustre-Theâtre de Moliere’in bilinen nadir afişlerinden biri… Nasıl bir histir bu? His filan değil, diyor Carriere, “görmeyi öğrenmiş, sırf bunun için bekleyen bir göz”ün marifeti… Umberto abi de diyor ki; “Gerçekten de bir koleksiyoncu, şu sözünü ettiğiniz eğitimli göze sahip olmalı.” Eco’nun o göze sahip olduğundan şahsen ben şüphe duyamam. Zira anlattığına göre yine o bir tarihte Granada’da Elhamra Sarayı’nı ve görmesi gereken başka şeyleri gördükten sonra bir dostu onu eski kitaplar satan bir kitapçıya götürür. Kitapçıda pek alışılmadık bir dağınıklık hüküm sürüyordur. Hiç ilgisini çekmeyen bir kitap yığınını öylesine karıştırıp dururken gözü birden İspanyolca iki mnemoteknik kitabına çakılıverir! Birini satın alır, ötekini kitapçı ona hediye eder. Hazret, insanı hasedinden çatlatmaya kararlıdır: “Diyeceksiniz ki bu büyük bir şans, belki kitapçıda başka hazineler de vardı. Olmadığına eminim. Sizi dosdoğru avınıza götüren, köpeklere özgü koku alma duyusu gibi bir şey bu.” Demek ki neymiş? Bazı kitaplar, bazı raflarda yahut yığınlar arasında sizi beklermiş! “Bir an gelir ve o kitaba yönelirsiniz.” Elbette görmeyi öğrenmiş gözleriniz varsa… İşte geçen hafta Pazar günü saat 15:00’da Taksim meydanında bir arkadaşımla buluşmak için randevulaştım. Tabi motosikletle gittiğim için çok hızlı bir şekilde meydana varmıştım. Hazır buraya kadar gelmişken sahaf dükkânlarını şöyle bir dolaştım. Ancak hem yorgun, hem de arkadaşım “şimdi gelir”, “birazdan arar” düşüncesi ile sahafları dolaşıyordum. Bir taraftan da belleğimde Eco ile Carriere’nin hikâyeleri film şeridi gibi geçiyordu. Acaba dedim benim için de o kutsal zaman gelmiş midir? Acaba hangi rafta hangi iyi kitap beni bekliyor? Açık konuşmak gerekirse böyle bir karşılaşmayı yaşayamadım. Hani benimkisi bir kitapseverin asla yapmaması gereken belki de dokuz kusurlu hareketten biri. Bu yüzden siz siz olun, yorgunsanız ve aceleniz varsa, bir kitapçıya hele hele bir sahaf dükkânına girip kitaplarla boş yere ilgilenmeyin. Evet, buralar bir sahaf cenneti! On binlerce kitap resmen gözlerini dikmiş okuyacak okuyucuları bekliyor. O daracık zamanda, benim payıma sadece Salah Birsel’in “Aynalar Günlüğü (1988, Ada)” kitabı düştü. Buna da şükür ettim ve ayrıldım oradan… Yaşadığım bu olayları anlatınca bazı kitapseverlerin emenim ki burnuna belli belirsiz, eskimiş kitap kokuları gelmiş olabilir. Yani kendini orada, o meydanda, o sahaf senin, bu sahaf benim, dolanır ve aranırken düşünmüş olma ihtimalini tahmin edebiliyorum. İnanın bunun hayali bile insanı mutlu etmeye yeter de artar. Fakat bahtiyar olunuz. Alberto Manguel der ki, “Her okur, belli bir kitaba bir miktar ölümsüzlük getirmek için vardır.” Bir gün “görmeyi öğrenmiş bir göz”e sahip olduğunda, emin olun sizin de o eseri bulacağınızdan şüphe duymuyorum. O derbeder yığınlar arasında bekleşen kitaplardan biri, eğer bu dünyadan nasibiniz henüz kesilmemişse, mutlaka sizin de elinize gelip yapışacaktır hiç kuşkusuz. Madem öyle o vakit sen de çıkıp aramaya başla… Bu arada sahaf dükkânında dolaşmanın bir okura vereceği bir sürü ders var; ama en büyük ders galiba biz yazmayı seven yazarlara olsa gerek. Toz ve küf tutmuş on binlerce kitap, kimi üç, kimi beş liraya hatta yok pahasına satılıyor… Modası geçmiş, elden düşmüş, ışığı sönmüş kitaplar… Onların arasına bir tane daha eklemek ister misin? Bir tarafta da rafların “nadir eserler” kısmına sarılıp sarmalanıp konmuş ve yüksekçe bir değer biçilmiş olan kitaplar… Hele ki dakika başı sorulup da bulunamayanlar! Onlardan biri olmayacaksa, yeni bir kitap daha dünyaya getirmenin ne anlamı var? Bir yazar için sahaf gezmenin işte böyle yakıcı bir yan etkisi var… Ben dersimi aldım, darısı sizin de başınıza olsun bakalım. Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |