Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Düşünüyorum da niye hep hüzünler hikâyeleşir; uzun uzun, en ince ayrıntısına kadar? Sanıyorum başkalarının iliklerine kadar yaşadığı dram herhalde kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor olsa gerek… Belki de dipdiri yakıcılığı ile hassas bir yüreği delen bu acı şerbetleri sükûnetle sindirmemize yardımcı oluyordur kim bilebilir… Oysa baştan sona bir mutluluk hikâyesi ne güzel olurdu değil mi? Hayır, o da hikâye değil olsa olsa belki de masal olabilirdi. Belki masal bile olmazdı. Çünkü çocuk yürekler için bile masallarda illa bir hüzün, acı, keder ve ayrılık metinlerini okuyoruz… Sanıyorum insanın bir türlü kaçamadığı, kendi hayat hikayesinde telafi etmeye çalıştığı en büyük imtihan gerçeği bu! Yani ayrılık, acı, keder, sabır dağı olma borcumuzu dirhemine kadar ödemek… Fakat ne yapılırsa yapılsın, hangi hüzünlü hayat hikayesi ile karşılaşılırsa karşılaşılsın, insanın derinliklerindeki o his ve düşünce kişinin geleceğe yürüme mücadelesini terk etmesine müsaade etmiyor. Şimdi size burada acılı aşk hikayemi anlatacak değilim ben de! Ancak büyümenin bedelinin belalara tahammül olduğunu sindirebildik mi diye sormak isterim hepinize… Küçücük kederlerimizde dramatik kelime oyunlarıyla eğlendiğimiz için belki bir nebze utanabilirdik ama o bile inanın çok zordur… Pek çok insanın ağzında sakız olan bir söz var ya hani: “-Benim hayatım roman olur, roman!” Valla yazsam, benim aşk acımdan öyle bir roman olur ki bir yıl kendinize gelemezsiniz… Fakat yaşamın kaçınılmaz, çıkılmaz çizgisinde yürümeye devam ederken; bir vakit burun üstü sürünürken, bir vakit süzülüyoruz. Evet sürünmek ve süzülmek biz insanların işi, köstebeklerin değil ki! Oysa çektikleri yavan sıkıntılarla rütbelendiklerini sananların o hayret verici, dehşete düşürücü derin boşluklarını görüp isyan ederek; -Bunca yaşanandan sonra hâlâ mı?- demekten alıkoyamazsınız kendinizi… Yahu onca debeleniş, onca düşüş – kalkış bir kez olsun düşünmeye temel atmamış ve bir kez olsun anlamlı tek soru sordurmamışsa hayatınız çok istemenize rağmen bence bir roman olamaz! Ve siz amatör bir tiyatronun amatör bir figüranı olmaktan öteye de gidemezsiniz hiç kurusa bakmayın! Hatta bu amatörlük sizi sahnede bir oyuncu değil de dekorasyon malzemesi yapmış olabilir… Zira bu kadar sükût en çıldırtıcı feryadı attırmanızı gerektirmez mi? Bu gidişinizin sonu böyle bir feryat olmalı. Hatta mutlaka olacaktır da! Atalarımız; “Zararın neresinden dönülse kârdır” diyorlar. Yolun sonuna gelmeden feryadı haykırırsak belki gönlümüzde bir aksi sedası olacaktır diye düşünüyorum. Yoksa bu acımasız hayatın içine haykırışlarımız da yok olup gidecek ve elimizde ki tek yankımız yine acılarımız kalacak… “-Sen ne dersen de, benim hayatım roman” diyebilirsiniz. Hayır, hayır… Ben öyle hayatlar, öyle yaşamlar gördüm ki bu insanların hayatı, hayat hikayeleri vallahi gerçek roman… Çünkü henüz yazılmamış.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |