Umutsuzluğa düşmeyin. -Charlie Chaplin |
|
||||||||||
|
(İyinin Yeri Hiçbir Zaman Olmaz Deyimi Neden Kullanılmıştır?) Bilindiği gibi deyimler genellikle doğal ortamlarda yılların deneyim ve tecrübesine dayanılarak icat edilen en saf ve gerçek ifadelerdir. Diğer birçok konuda olduğu gibi “İyinin Yeri Hiçbir Zaman Olmaz” ifadesi de herhangi bir insanın durup dururken laf olsun diye kullandığı bir açıklama değil. Üzerinde derince düşünüldüğünde, tahminlerinde ötesinde felsefi ve siyasi bir düşünce yorumudur. Temelindeki anlamsa, “İyinin yani Dürüst İnsanın” tarihler boyunca insanlık yaşamında hiçbir zaman kabul görmediğidir. Dürüstlüğün kabul görmemesi demek, aynı zamanda mevcut insanlık anlayışının gerçek insan olmaktan tamamen uzak, sahtekar ve yalancı olduğunu gösteriyor. Yalancılık ve sahtekarlık dinlerden tutalım, siyaset, ekonomi, ahlak, namus, yönetim, idare ve de devlet yapılanmalarının hepsinde derince mevcuttur. Çünkü en az altı bin yıldır, her toplumda “İyinin Yeri Hiçbir Zaman Olmaz” deyimi kullanılmaktadır. Bu bakımdan tüm birey, toplum, devlet ve dini oluşumlar kendisini sorgulaması gerekir. Nasıl bir dünyadır ki? Herkes ahlak, namus, şeref, onur ve insanlıktan bahsettiği halde, iyinin yeri bir tülü olmuyor? Demek ki üretilen birçok değer sahtekarlıktır. Önce de belirtildiği gibi “İyinin Yeri Hiçbir Zaman Olmaz” ifadesi bir deyim olmaktan ziyade, önemli bir insanlık sorununa da işaret ediyor aslında. İstisnaların dışında düzenin sahtekarlığını derinden hissederek yaşayan insanların büyük çoğunluğu, çaresizlik içerisinde bu sahtekarlığa uygun düşecek psikoloji ile hayatına yön vermek zorunda kalıyor. Çünkü tüm devlet yönetimlerinde insanlık ayaklar altında iken, özellikle gelenekçi ve muhafazakar ırkçı kültüre sahip Orta Çağcı yönetimlerde ise, daha derin bir sahtekarlık mevcut. Neden böyle bir onursuzluğun yaşam değeri olarak kabullenildiğini, şu noktalarla daha anlaşılır şekilde açıklamak mümkündür. Esasında egoist doyumsuz karaktere sahip kişiler, kendisini sorgulamayı en büyük hakaret sayıp, yükseklik ukalalılığına sarılmaları neticesinde, kötülükler rahatlıkla toplum içerisinde yeşermeye başlıyor. Bu ukala yaşam anlayışı, doğası gereği hak, hukuk ve utanma gibi hiçbir evrensel değer tanımadığından, sürekli bir şeyleri çalarak elde eder. İlkesizlikle de olsa elde edilen gerek maddi varlıklar gerekse manevi ve siyasi güç, doğal olarak birilerine hükmetmenin yolunu açıyor. Hırsızlık ve sahtekarlığın sağlamış olduğu bu imkanla, ilkel veya modern tüccarlar ya da sermaye sahibi kişiler, en sonunda devleti yönetecek hakkı kendilerinde görmüşlerdir. Sermaye sınıfı ve dini temsilciler kadar sahtekarlığı profesyonelce beceremeyen halk, mecburen bu profesyonellerin araksından giderler. İşte devlet ve toplumlardaki kötülüklerin egemen olup, iyilerin hiçbir zaman yerinin olmaması, bu şekilde hakim olmuştur ve olmaya devam ediyor. Sahtekarlığın devamlılığı ise, yine şu mantık doğrultusunda sürüdürülebiliyor. İstisnaların dışında bütün siyasi ve dini düşünceler, her konuda doğal gelişim ve büyümenin dışında, gereğinden fazla siyasi güç ve maddi şeylere sahip olmayı tek varlık ilkesi görmektedirler. Kendilerinden başkalarının yaşam ve hakkının en ufak bir önemi olmadığına inanırlar. Bu da diyalektik doğal evrensel ilkelerden uzak, maddi manevi, siyasi ve dini olarak anormal şekilde büyümek demektir. Böyle bir anlayış ne ticarettir, ne iş yapmaktır, ne de yaratıcılıktır, tamamen insanlık düşmanlığıdır. Ve psikolojik açıdansa; her zaman egemen güçlerin düşüncesinde, mevcut varlıklarla mütevazi şekilde yaşamak aptallık olarak görülür. Sürekli çevresindeki insanları direkt ve dolaylı hukuk dışı yollara teşvik ederek, sahtekarlığa zemin hazırlanır. Temel amaçsa toplumu doyumsuzluk ve yolsuzluğa inandırarak alışkanlığa dönüştürmektir. Doğacak her fırsatı egemen güçler daha iyi değerlendirip en çoğuna kendileri sahip olacağını bildikleri için, halkın ağzının sulanması bir engel teşkil etmez. Çünkü dünyanın her yerinde sınırsız varlıklar, sınırsız yetkiler, sonu olmayan makam ve mevkilerle elde edilen güç, sahtekarlıklarla ancak uzun süreli kullanılır. Bu anlayış bir de devlet yönetim politikası şeklinde meşrulaştırılmışsa, dürüstlüğün ruhuna çoktan fatiha okunmuş demektir. Sahtekarlığın derince hakim olduğu toplumlarda, devlet yönetimlerinin en çok sarıldıkları kaynak, Orta Çağ mantığına dayalı tanrı, din ve ırk yüceliğini öne çıkarmaktır. Bunu duyan her birey, karşısındaki kişinin tüm kötülüklerini bildiği halde, inancı gereği onu kolayca eleştirmez veya karşıtlık gösteremez. Ve sahtekarlar böylece tüm hedeflerine daha kolayca ulaşırlar. Bu kadar derin sahtekarlık ve hileyi gören insanlar, artık öyle bir konuma gelmişlerdir ki, iyiliği ve dürüstülüğü anlatacakları kimseyi bulamadıkları gibi, iyiliğin hiçbir getirisi olmadığına da inandırılmışlardır. Toplum kötülüğün hakim olduğunu bildiği halde, bunun kötülük değilde yaşamın bir şartı olarak algılayıp sahiplenilmesi, çaresizlik ve düşünce yetersizliğinin sonucudur. Sürekli öne sürülen namus, doğruluk, vicdan, ahlak gibi değerler, bu sahtekarlıklara göre anlam ve şekil kazanmıştır. Herhangi bir devlet iddia edildiği gibi sahtekar olmadığını söyleyebilmesi için, iyilerin ya da dürüstlüğün devlette ve toplum bilincinde neden hakim olmadığının doğru cevabını vermek zorundadır. Bunun gerçek yanıtı ise sınırlı güç, sınırlı yetki, sınırlı varlık, akılcılık, bilimsellik ve gerçek demokratik kurallarla yaşamaktır. İstisnaların dışında hangi devlet ya da toplum ifade edilen ilkelere uygun, her konuda mütevazi şekilde yaşıyor? Demokratik burjuva ülkelerini saymazsak, ele alınacak bir iki ülke ancak gösterilebilir. Yaşamın tüm alanlarında sınırlılık ve mütevazilik yerine, devlet ve bireylerin ahtapot gibi sürekli büyümesini düşünmek, büyüdükçe kendinden olmayan her şeyi ve en sonunda kendisini de yok etmek demektir. Böyle bir yozlaşmışlık içerisinde, istisna da olsa gerçeği görüp, “İyilerin Yeri Hiçbir Zaman Olmaz” ifadesini kullanan insanlar, toplumda dışlanan kişilerdir. Çünkü sahtekar yönetim ve de toplumlarda doğruyu söylemek suç ve maddi hiçbir getirisi olmayan bir durum. Buna karşı çıkıp dürüstlüğü savunmak, bilgi, iradi güç ve evrensel ilkelere sahip olmakla mümkündür. Gerçekten bu zor bir iştir. Onun için insanların çoğu, en kolay ve psikolojik tatmin yolu olan efendiye yaranma yolunu tercih ediyor. Hayata ve yaşama tamamen damgasını vuran riyakarlık, resmi ve gayri resmi her yerde iş yaptığına göre, kim sallar iyilerin toplumda hakim almasını. Herkeste biliyor ki, iyi ya da doğrunun hakim olması demek, sahtekarlığın sonu anlamına geliyor. Bu başta devleti yönetenler olmak üzere, çoğu insanların işine gelmeyen bir durumdur. Sonuç olarak şunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Dünyanın her yerinde insanlar mütevazi yaşamdan tamamen uzak, aptalca ve canavarca doyumsuzluğun esiri olmuşlardır. Bu yüzdendir ki, her toplumda İyilerin Yeri Hiçbir Zaman Olmamıştır. Ve doğruyu söyleyenler sürekli onuncu köyden de kovulmaya devam ediliyor. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |