Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoştur. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Bir toplumun mutlu ve sağlıklı (Kaliteli) yaşaması, o ülkenin halkına sağlamış olduğu maddi değerler başta olmak üzere, sosyal ve siyasal eşitlik ilkesine bağlı olmasıyla mümkündür. Kısacası Adalet (Hukuk) sisteminin doğru ve düzgün çalışmadığı hiçbir ülkede, mutluluk ve yaşam kalitesinden bahsetmek mümkün değildir. Mutluluk ve yaşam kalitesi, her toplumun bilinç yapısında oluşan bilgiyle, göreceli bir durumda arz etse de, mevcut eğitim fırsatları, teknik ve maddi olanaklar baz alındığında, ortalama evrensel bir yaşam kalitesi ve mutluluğun varlığını hiç kimse inkâr edemez. Ve böylece ülkelerin yönetim yapılarının, maddi ve sosyal olanakların paylaşımında uygulamış oldukları siyasal politikalarına bakıldığında, o ülkenin yaşam kalitesi ve mutluluk karnesi hakkında rahatlıkla bir fikir belirtebiliriz. Birçok insanın bildiği gibi dünyanın en kaliteli yaşamı, Avrupa ülkelerinde mevcuttur. Ancak bu demek, her kaliteli yaşamın olduğu yerde mutluluğunda o derecede varlığı söz konusu değildir. Yaşam kalitesi doğal olarak mutluluğun oluşumunda büyük bir etken olsa da, ancak mutlu olma duygusu çok derin bir psikolojik durumdur. Çünkü insanın mutluluk duygu psikolojisi, doğal çevresel etkenlerin yanında, devlet yönetimlerinin taraflı eğitim politikaları neticesinde tamamen edilgenleşmektedir. En bariz örnek ise, Türkiye devlet mantığında olduğu gibi gemisini kurtaran kaptandır. Ya da dayısı ve halası olan işini yürütür. İşini yürütene helal olsun gibi bencil, menfaatçi edilgen kabile anlayışındaki ülke insanlarının hali içler acısıdır. Diğer taraftan bu tür ülkeler sürekli birlik ve beraberlikten bahsetmelerine rağmen, maddi ve manevi değerlerin paylaşımında aynı duyarlılığı göstermemektedirler. Bu yüzden insanların mutluluk psikolojileri hiçbir zaman doyuma ulaşmadığı gibi, sağlıklı bir tablo da ortaya çıkmış değildir Egoist ve taraflı yapılarda, istisna bazı bilinçli ve zeki insanlar küçük olanaklarla mutlu olmayı becerse de, diğer çoğunluk kesim büyük varlıklar içerisinde bile mutlu olamamaktadırlar. İşte burada kişilerin ve de devletlerin varlıklara sahip olma egosunun ölçüsü çok büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü Egoizm, pire kapitalistlerle başlayıp, modern kapitalizmle sınırsızca yükseltilmesi, insanları mutlu ve memnun etmek yerine daha da mutsuzlaştırmaktadır. Aslında Mutluluk ve yaşam kalitesi çok derin ve karmaşık bir konudur. Örneğin devletleri oluşturan bireylerin karakteristik yapıları ilk aşamada devletin soyut şekline yansırken, daha sonra devlete hâkim olan Oligarşik güçler her şeyi kendileri belirlemektedir. Böylece zaman içerisinde bireylerin irade ve düşüncelerinin hiçbir önemi kalmadığı gibi, halk sadece çantada keklik olarak görülmektedir. Bu şekilde birbirine geçmiş (Gifrit) yapılarda, sağlıklı ve mutlu topluluk oluşturmak çok mümkün olmasa da, batılı burjuva demokratik ülkeleri, Federal ya da Konfedaral sistemlerle sorunlarını büyük oranda çözmüş bulunmaktadırlar. Batılı demokratik yönetimler ile Baba (Paternalist) devlet anlayışlarının, ekonomik ve sosyal dağılımlarını kıyasladığımızda, her şey daha net ortaya çıkmaktadır. Örneğin batılı ülkelerde Asgari ücret 1500 Euro ve üzerinden başlayıp, en az 700 Euro değerlerinde seyretmesi. Ve bu ülkelerde işsiz kalanlara iş buluncaya kadar, kira başta olmak üzere geçinebileceği düzenli sosyal yardımların yapılması. Türkiye’de ise 1300 TL olan asgari ücretle, en az 700 Euro’luk asgari ücreti ve düzenli sosyal yardımları karşılaştırdığımız da, ekonomik ve sosyal yaşam kalitesi açısından ikisi arasında dağlar kadar uçurum bulunmaktadır. Batılı toplumların huzurlu, gürültüsüz ve güvenli bir ortamda yaşaması ise her şeye değmektedir. Demokratik sistemlerin mevcut olmadığı ülkelerde, halkın iradesi yerine her şeyde söz sahibi ve belirleyici olan “Oligarşik” devletlerin kukla yöneticileri, ülkenin en büyük ekonomik değerlerine sahiptirler. Bu yapılar, halkların fiziki varlığının dışında başka hiçbir hak ve hukuklarını tanımamaktadır. Verilmiş olan bazı kısmi haklar ise, kendilerine düşen büyük payların kırıntılarından başka bir şey değildir. Mevcut siyasal yapılardan adalet ve mutluluk beklemek, kişilerin ve de toplumun kendisini aldatması anlamına gelmektedir. Herhangi bir devlet yönetimi, çağın koşullarını ve halkın taleplerini dikkate almadan, yalnızca kendi sınıfının çıkarlarına olacak şekilde rast gele, zamanlı zamansız Adalet yapısında sürekli oynama yaptığı sürece, o ülke ne kadar zengin imkânlara sahip olursa olsun, asla insanların kaliteli bir yaşam ve mutluluğa sahip olacakları düşünülemez. Demokratik, laik ve seküler olmayan bu tarz ülkelerde, kaliteli yaşama ve mutlu olan kişiler parmakla sayılacak kadar azdır. Çünkü mevcut adalet sistemleri bilinçli olarak kaygan zeminlere oturtulup, her olayda zengin kişilerin lehine cevap olacak şekilde biçimlendirilmektedir. Bu yüzden kaliteli yaşama sahip kişiler, sürekli üst düzey zengin insanlardan oluşmaktadır. Orta ve alt kesimin kaliteli yaşamından bahsetmek mümkün olmadığı gibi, mutlu olanlar ise, yine parmakla sayılacak kadar azdır. Genel çerçeve bu şekilde olduğuna göre, Türkiye’nin yaşam kalitesini ve mutluluğunu daha yakından tanımaya çalışalım. Türkiye’de kaliteli yaşamın ve mutluluğun mevcut olmadığını gösteren o kadar kaynak var ki, hangisinden başlayacağımıza dahi karar vermekte zorlanmaktayız. Örneğin her ülke ve toplumun yaşam kalitesini ve mutluluğunu yükselten en temel dayanağın başında, Adalet Sisteminin çağdaş, laik, demokratik ve seküler olması gelmektedir. Türkiye’nin Adalet sistemine baktığımızda, var olduğu günden bu zamana kadar, sürekli zengin sınıfı, devlet yönetiminde temsil eden kukla Bürokratik kişilerin menfaatinde kullanılması. İlave olarak bunlarla hareket eden bir kısım dalkavuğun dışında, kimsenin doğru düzgün bir hak ve hukuk sahibi olduğunu söylemek hiçbir zaman mümkün olmamıştır. İstisnaların dışında, Türkiye siyaset tarihinde, devleti yönetip haksızlık ve yolsuzluk yapanlardan bugüne kadar hesap sorulmamış olması. Diğer taraftan Pastaneden iki dilim Baklava çalan çocukların 15 yıl hapisle cezalandırılması, Türkiye’nin adalet sisteminin ne durumda olduğunu net olarak açıklamaktadır. Aynı şekilde toplumun yüzde doksan dokuzunu Müslüman sayan devlet, ülkenin önemli maddi ve manevi kaynaklarını dini kurumların faydalanacağı şekilde organize etmesi. Ve bu dini kurumlarda çalışan kişilerin cinsel taciz ve sapkınlıklar başta olmak üzere, yaptıkları yolsuzlukların hiçbirisinin soruşturmaya tabii tutulmaması düşündürücü değil midir? Örneğin Fadıl Akgündüz gibileri. Sistemin bu duyarsızlığını fırsat bilen kişilerin, çocuklar başta olmak üzere, biraz rahat giyinen kadınlara karşı cinsel taciz ve tecavüz gibi çirkince saldırılarda bulunanların nereden cesaret aldıkları, devlet ve toplum tarafından ciddi şekilde sorgulanmaması. İşçi ve işveren anlaşmazlığı durumunda, her zaman devletin işverenlerin yanında yer alması. Siyasal, etnik, dini, kültürel ve mezhepsel çatışmaların bir türlü bitmek bilmemesi. İnsanlar zorunlu veya keyfi olarak sokağa çıkmak istediklerinde, her zaman başlarına bir olay gelecek korkusuyla yaşamaları. Ekonomik dağılım başta olmak üzere yatırım ve teşviklerin sürekli belirli bölge ve belirli kişilerin faydalanacağı şekilde teşvik edilmesi. Bu yüzden ülkenin Doğu, Güneydoğu, İç Anadolu ve Karadeniz bölge insanlarının batı illerine yığılması sonucunda, bu şehirlerin yaşanacak yerler olmaktan çıkması. Diğer bölgelerin şehir, ilçe ve kasabalarında alt yapı başta olmak üzere, elektrik, su, sağlık ve eğitim sorununun doğru düzgün çözülmemiş olması. Köylülerin yaşamlarını anlatmaya bile gerek yoktur. Çünkü Türkiye’de tüm köylülerin yılda bir defa da olsa, sinema, tiyatro ya da benzer sosyal etkinlikleri yaşamaları, hâlâ Kâfdağı’nın ardındadır. Bilimsel bir nüfus (Demografi) planlamasının olmaması yüzünden, aşırı derecede nüfusun artması neticesinde beslenme, eğitim ve sağlıktaki kalitesizlik, her şeyi açıklamaktadır. Mevcut eşitsizliklere, işsizlik ve ailenin ağır yükü de eklenince, sürekli ölümcül kavgaların yaşanması en büyük sorunların başında gelmektedir. Kadın cinayetleri ise, Türkiye toplumunun ne kadar kalitesiz, kültürsüz ve mutsuz olduğunu gösteren en önemli kaynaklardır. Böylece Türkiye’nin kalitesiz bir yaşamla mutlu olmaya çalıştığını söylemek haksızlık olmasa gerek. Tüm bunlara rağmen siyasetçi ve politikacıların sürekli ülkedeki yaşamı yere göğe sığdıramama propagandalarının, ne kadar büyük bir yalan ve hile olduğu net olarak anlaşılmaktadır. Çünkü yaşanan tüm olaylar, gerçekleri olduğu gibi çıplaklığıyla açık etmektedir. İşte Türkiye’nin yaşam kalitesi ve mutluluk karnesi kısaca bunlardan ibarettir. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |