"Çok söz hamal yüküdür." -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
İslamiyet`in ilk oluşumundan Hz. Muhammed`in ölümüne kadar yaklaşık 25 yıllık süre içerisinde, İslam`da Alicilik ya da Ömercilik diye herhangi bir düşünce mevcut değildi. Ne zaman ki Hz. Muhammed öldü, ondan sonra Mezhepler olarak tabir edilen Halife taraftarlığı ortaya çıkmıştır. Hz. Muhammed her ne kadar son veda haccında, kendisinden sonra İslamiyet`in temsilciliğini Hz. Ali`ye bırakmış olsa da bu dileği yerini almamıştır. Çünkü Hz. Muhammed sağ iken, Emevi Araplar İslamiyet`in ilk oluşum döneminden itibaren sürekli muhalif güç olarak direnmekte idiler. Emevilerin İslamiyet`in ilk oluşum ve gelişme dönemlerinde güçleri buna yetmediği için, Hz. Muhammed`e biat edip zamanını kollamışlardır. Ve Hz. Muhammed`in öldüğü günden itibaren harekete geçmişlerdir. Hz. Muhammed`in ölümüyle harekete geçen Emevi Araplar, Hz. Muhammed ve Hz. Ali`nin de tabi olduğu Haşimi Arapları saf dışı ederek hem Halifelik Makamını icat etmişlerdir hem de Mezhepçiliği. Ve bilindiği üzere ilk Halife olarak Emevi Arapların içerisinde belirli bir yeri olan ve aynı zamanda yaşlı olması nedeniyle Hz. Ebu Bekir`i ilk Halife yapmışlardır. Arkasından Hz. Ömer, Hz. Osman ve en son Hz. Ali`ye sıra gelmiştir. Hz. Ali kendi Halifeliği dönemine kadar, Hz. Ömer ve Hz. Osman`a 25 yıl boyunca İslam danışmanlığı görevinde bulunmuştur. Emevi Araplar İslam yönetimini ellerine geçirdikleri andan itibaren, Halifelik başta olmak üzere günlük ibadette, bazı değişiklik yapmışlardır. Bu değişikliklerin en önde gelenleri ise Beş Vakit Namaz kılma şartının getirilmesidir. Hz. Muhammed`in İslam`ı oluşturduğu günden ölümüne kadar geçen 25 yıllık süre de günlük Namaz Üç Vakittir. Ve serbest olup isteyen bir vakit isteyende iki ya da üç vakit kılabiliyordu. Ancak Cuma Namazları şimdi olduğu gibi o dönemde de şarttı ve Cami ya da Mescitlerde cemaatla birlikte kılınırdı. Asrı Saadet İslam`ın günlük üç vakit Namaz şartına rağmen, Emevi Arap Halifeler, bunu Beş Vakit Namaza çıkarıp İslamiyet`in ilk oluşumunda varmış gibi bir mantık oluşturup, Asrı Saadet İslam anlayışını yok etmeye çalışmışlardır. Emeviler döneminde devam eden çeşitli huzursuzluk ve toplumun memnuniyetsizliği, Hz. Ebu Bekir hariç diğer Halifelerin üçü de suikastla öldürülmüşlerdir. En son Halife olan Hz. Ali, eskiden olduğu gibi Müslümanlık ibadet ve inanç şeklini, Üç Vakit Namaz ve Cuma namazında ısrarını sürdürmesi nedeniyle, İslam içerisinde yeniden iç savaşlar başlamıştır. Bu savaşlardan en belirgin olanları ise, Hz. Ali ile Muaviye arasında yaşanan savaşta ki hakem olayıdır. Bu savaşta Hz. Ali`ye destek veren Hariciler, Mauviye`nin hakemlik önerisine kanılmaması uyarılarına rağmen, Hz. Ali Haricilere cephe alıp Muaviye`nin bu oyunu sonucunda yenilmiştir. Daha sonra birgün Hz. Ali`nin Cami`de namaz kılarken Milcan denilen şahış tarafından öldürülmesiyle, Alicilik denilen Ali taraftarlığı (Şia ya da Şii) olarak bilinen topluluk oluşmaya başlamıştır. Anlatılan bu olaylar neticesinde, İslam`da Mezhepçilik denilen Şiilik ve Sünni ayrışması ortaya çıkmıştır. Hz. Ali`nin ölümünden sonra Arabistan`dan sürgüne tabi tutulan Haşimi Şii Araplar Suriye, Irak ve İran gibi ülkelere dağılmak zorunda kalmışlardır. Anılan ülkelere dağılan Haşimi Şii Araplar, kendilerini sürgün eden Emevi Sünni Araplardan hesap sormak için gittikleri ülkeler de taraftar toplamayı sürdürmüşlerdir. Dikkat edilirse Arap toplumu içerisinde Sünni Araplar, Şii Araplara göre daha çokturlar. Eğer İran Farsları, Azeri Türkler, Afgan ve Pakistan gibi ülkeler Ali taraftarı olmasalardı, Şiilik çoktan yok olup gitmişti. İlk zamanlar İran, Irak ve Suriye`ye sürgün olan Arap Şiiler, gitmiş oldukları ülkelerin kültür ve inançlarının farklı olması nedeniyle Arabistan ve çevresinde yaşatmaya çalıştıkları Şii İslam ibadet ve kurallarını buralarda tam olarak dikte ettirememişlerdir. Bu yüzden Alicilik olarak bilinen Şii Müslümanlık, birtakım noktalarda kısmı şekilde değişime uğrayıp zaman zaman farklılıklar göstermektedir. Miladi 700 yıllarından itibaren Şii İslamiyet`i kabul eden İranlılar, İslamiyet`i kısmi değişikliğe uğratan ilk toplumdurlar. Çünkü İran halkı 1500 yıldan daha fazla süre içerisinde, Zerdüşt Maniciliğe inanıp bu kültüre göre şekillenmişlerdir. Yine aynı şekilde Irak`ta bulunan Hıristiyan Asuri Keldaniler ile, Suriye`de bulunan Asuri Hıristiyan ve Yahudiler ise, İslamiyet`in Şii inancını etkileyen topluluklar olarak ikinci sırada yer almaktadırlar. Örneğin İran, Irak, Suriye, Pakistan ve diğer ülke toplumları her ne kadar Şii İslam`ın ibadet kuralı olan Hac, Zekât, Kelimeyi Şahadet, Ramazan Orucu ve Günlük Üç Vakit Namaz ibadetini yerine getirmiş olsalar da ciddi farklılıklar mevcuttur. Şii ya da Sünni Araplarda görüldüğü gibi çok fazla katı kurallar söz konusu değildir. Farklı her Şii topluluk kendi kültürlerine has bazı kural ve kaideler icat etmişlerdir. Örneğin İran`da uygulanan Muta Nikahında olduğu gibi. Böylece her farklı Şii ülke ve toplum, kendi kültürel yapılarına göre İslam`i ibadetlerini yaparak Hz. Ali`nin yolunda gittiklerine inanmaktadırlar. Şiilerin bu İslami genel yapılarına rağmen, Türkiye`nin dışında Şiilere Alevi diye hitap eden başka bir toplum bulunmamaktadır. Bu adlandırma yanlızca Türkler tarafından icat edilmiştir. Nedenine gelince. Miladi olarak yaklaşık 700 yıllarından itibaren Türkler Orta Asya`dan terki diyar eyledikten sonra, büyük bir çoğunluğu Sünni İslam`ı kabul ederken bir kısım Türkler bunu kabul etmeyip kendi eski dinleri olan Şamanizm`i yaşatmaya çalışmışlardır. Ve böylece hem Türkler kendi aralarında hem de Şii ve Sünni İslam arasında devam eden savaş ve çatışmalar, Manici Kürtleri ve Şamanist Türkleri daha çok baskı altına almıştır. Giderek Şii ve Sünni İslam`ın güçlenmesi, Şamanist Türkler ile Manici Kürtlere karşı sonu gelmeyen bir katliam ve sürgün devam etmiştir. Bu da doğal olarak Şamanist Türk ve Manici Kürtlerin birleşmesinde önemli bir etken sayılmaktadır. Orta Asya`dan gelen Şamanist Türkler ile İran ve Mezopotamya`da yaşayan Zerdüşt Manici Kürtler, İnançlarının birbirine benzemesi ve ortak dinsel kültürel özellik taşıması sonucunda, birleşip Kızılbaş Aleviliği oluşturmuşlardır. Ortadoğu toplumları arasında din savaşları devam ederken, Sünni İslam adıyla kurulan Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti, sürekli Kızılbaş Alevileri baskı altına alıp katliamdan geçirmesi sonucunda, Kızılbaş Aleviler ikinci kez kendilerine Müttefik bulmak için İran Şii Şahlığına yakınlaşmaya mecbur bırakmıştır. Günümüzdeki Suriye Kürtlerinin Rojawa Özerk Bölgesi adıyla başkenti Kobane olarak ilan etmeleri neticesinde, başlarına gelenlerde olduğundaki gibi. Bu yüzden Rojawa Kürtleri yalnız ve zor durumda kalmaları neticesinde, Yurtsever Halk Güçleri (YPG) öncülüğünde, Amerika Birleşik Devleti (ABD) ile anlaşmaya gitmişlerdir. İslamiyet`in egemen ve yayılmacı dönemlerinde, Kızılbaş Alevilerde aynı şekilde zor durumda kalmaları neticesinde, İran Şii Şah yönetimiyle müttefik olmaya çalışmaları. Kızılbaş Aleviler Müttefik aramaları neticesinde İran Şiilerine yaklaşarak, biz de Hz. Ali`yi ve 12 İmamları seviyoruz deyip bunlara yapılan katliam ve haksızlıkları, kendilerine yapılan haksızlık ve katliamlara benzeterek bir duygu ve siyasi birlik sağlamaya çalışmışlardır. Bu birliktelik kısmi şekilde sağlanmış olsa da İran Şahı Şah İsmail, Kızılbaşlara tam destek vermemiştir. Şah İsmail`in Kızılbaşlara tam destek ve güven vermemesinin en önemli nedeni, Şii İslam ile, Kızılbaş Aleviliğin iki ayrı dini inanç olmasın kaynaklanmaktadır. Bu yüzden Kızılbaş Aleviler, hiçbir zaman ne Fars Şiiliğine ne de Arap Şiillerine benzememişlerdir. Kızılbaşların Hz. Ali ve 12 İmamlara karşı beslemiş oldukları hümanist duygu ve Siyasi birlik yakınlaşması, Türk Sünni egemen yapıyı daha da dizginlenemez halde hareketlendirmiştir. Böylece Türk Müslüman yapsı, Ali ve Alevi kelimeleri üzerinde cambazca bir benzetme yaparak, Fars ve Arap Şiileri Alevi olarak nitelendirmişlerdir. Ve Kızılbaş Alevilerle, Arap ve Fars Şiiliği aynı inançmış gibi gösterip, Alevileri Şiilik adına asimile etmeyi amaçlamışlardır. Her ne şekilde söylenirse söylensin, Anadolu`da yaşayan Kızılbaş Aleviler ile, İran, İrak, Suriye ve diğer ülkelerde yaşayan Şiilerle en ufak bir inanç, ibadet, kültürel ve sosyal yapının benzerliği söz konusu değildir. Çünkü tüm Şii Fars, Arap ve diğer toplumlar, Sünni İslamiyet`te olduğu gibi İslamiyet`in şartlarını aynı şekilde yerine getirip, sadece günlük namazda ayrı düşmektedirler. Sünniler beş vakit namaz kılarken, Şiiler üç ya da iki, veya bir vakit günlük namazla yetinebilmektedirler. Kızılbaş Alevilere gelince, herkesin bildiği gibi bundan 25 yıl önce Alevilik üzerinde baskı ve katliamların olması sonucunda, gizli şekilde Cem Evi’nde Dört Kapı Kırklar Makamı kuralıyla Cem yapıp Semah dönerek ibadet etmişlerdir. Türkiye devleti Aleviliği hâlâ yasal olarak tanımamış olmasına rağmen, Aleviler artık açıktan Cem Evlerini yapıp Dört Kapı Kırklar Makamı olan ibadetlerini Cem Evlerinde yerine getirmeye başlamışlardır. İfade edilen bu tarihsel olaylardan da anlaşılacağı gibi, Şii İslam ile Kızılbaş Aleviliğin aynı olduğunu söylemek ya da iddia etmek ya cahillikten kaynaklanmaktadır ya da bilinçli bir dezenformasyonun varlığı söz konusudur. Şiiler zaten kendi aralarında, kendilerini Alevi olarak tanıtmamaktadırlar. Şiileri Alevi olarak nitelendirenler, Türk devleti ve kontrolünde tutmuş olduğu Müslüman kesimden başkası değildir. Böylece Türkler Müslümanlık adına kendi öz Türkçe dil ve kültürlerini dejenere etmekte bir sakınca görmedikleri için, başka toplumların kültürlerinin dejenere olması ise asla umurlarında değildir. İşte bu nedenle yalnızca resmi Türk ideolojisi Şii Müslümanları Alevi olarak tanımlamaktadır. Cemal Zöngür Kaynaklar: Faik Bulut-Alisiz Alevilik. Doruk Yay.Faik Bulut- Ebu Müslim Horasani. Su Yay. Ali Şeiatı- Dinler Tarihi. Seçkin Yay. İ. Zeki Eyüpoğlu- Tasavvuf, Tarikatlar ve Mezhepler Tarihi. Der Yay. Adil Ali Atabay- İmam Caferi Sadık Buyruğu. Can Yay. İlhan Arsel- Şeriat ve Kadın. İstanbul 1995. Turan Dursun- Din Bu 1-2-3. Kaynak Yay. Turan Dursun- Kuran Ansiklopedisi. Kaynak Yay.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |