Kitaplarla dolu bir oda, ruhlu bir beden gibidir. -Cicero |
|
||||||||||
|
Bir amcam varmış, adı: Nail… Nail Amca, babamın küçük kardeşiymiş, bilmiyordum. Zengin bir adammış, fabrikası, dükkanları filan varmış. On iki yaşıma kadar bir amcanın varlığından haberdar olmamamın nedenini sorgulamaya başladım. “Nail Amcam ile niçin gidip gelmiyorduk anne?” “Kendini beğenmişin teki de ondan.” “Olsun, varsın, kendisini beğenmesi bir suç değil ki! İnsan kedini beğenmezse çatlarmış…” “Onunki öyle değil. Bize mesafeli davranıp, gidip gelmek istemiyordu.” “Şimdi niye gidiyorsunuz madem?” “Babanla aralarında bir miras meselesi varmış, baban onu konuşacak…” Annem miras meselesinin ne olduğunu söylemedi. “Ben de pek bilmiyorum, en iyisi karışmayalım biz,” diyerek susturdu beni. “İstersen bizimle sen de gel, amcanı bir tanımış olursun.” Bu öneriyle heyecanlandım. “Tamam, gelirim!” Miras meselesinin babaannemden kalan bir evle ilgili olduğunu daha sonra öğrendim. Babam öğretmen olup, tayin olarak gittiğinde bu amcam evi satıp sermaye yapması için babamdan izin istemiş. “Senin payını da, işimi kurup, para kazanmaya başladıktan sonra öderim,” demiş. Sırtını devlet babasına dayayıp maaşıyla geçinip istikbal kaygısı çekmeyen babam da, olur, demiş tabii ki! Ne diyecekti? Neticede biricik kardeşinin istikbaliydi söz konusu olan… İşte bu akşamki ziyaretin sebebi, şimdiye kadar beş kuruş ödememiş olan Nail Amcaya, “borcunu öde!” demek içindi. Gittiğimiz ev, Eskişehir’in en seçin semtindeydi, geniş ve lüks bir apartman dairesiydi. Kapıyı çalıp da karşılarına dikildiğimizde, bizi öylesine iyi karşılmışlardı ki, gudubetliğin onlarda değil, bizimkilerde olduğuna karar verdim. Öyle ya, böylesine güleç yüzlü, sıcak kanlı insanlar nasıl kendini beğenmiş olabilirdi ki? Babam, upuzun bir hoş sohbetten sonra, sanırım saadete gelmek maksadıyla, “e-e? İşler nasıl kardeşim?” diye sordu. Lafı parasal alışverişe getireceğini ben bile anlamıştım ki, küçük bir soba atölyesinden fabrikatörlüğe terfi etmiş cin bir sanayici nasıl anlamasın? Nail Amcanın güleç yüzünde, birden bire derin çizgiler ortaya çıkmış ve gözlerini hüzün doldurmuştu. “Ah, abiciğim ah!” diye başladı söze. “Ne sen sor, ne ben söyleyeyim.” Babamla annemin, amcamdaki hüzün rüzgarından hemen etkilendiklerini fark ettim. Babam, “yapma ya… çıh, çıh, çıh…” çekerek Nail Amcanı haline acıdığını belli ediyordu. Nail Amca, “battım ben abi, battım!” diye inlemeye devam ediyordu. Annem gözlerini, “bu ne biçim batmaksa,” diye düşünerek pahalı kristal avizelerde, ceviz oymalı vitrindeki altın yaldızlı porselen yemek takımlarında dolaştırmaya başlamıştı. Nail Amca ajitasyonu sürdürüyordu. “Ya yarın, ya öbür gün vuracağım kapısına kilidi fabrikanın… Aslında çoktan vuracaktım ya, üç yüz işçiyi sokağa dökmeyeyim dedim, sabrettim. Tabii sabretmek işleri yürütmüyor. Girdim banka kredilerine, gırtlağa kadar. Fabrika, ev, dükkan, ne varsa her şey ipotekte… İşçiler de zam istemekte, yoksa greve çıkacağız diye tehdit etmekte… Battım ben, battım!” Babam, onun durumuna acıdığını, “tuh, tuh, tuh!” çekerek belli edince; Nail Amca, finallik lakırdısını edivermişti. “Siz gurbette tasarruf edebildiniz mi abiciğim? Para durumun nasıl? Kardeşine bir iki milyar yardım edebilir misin?” Zavallı babacığım alacaklarını istemekten çoktan vazgeçmiş, biricik kardeşinin şu sıkıntılı durumuna bir destek verememenin ezikliği içinde kıvranıyordu. “Keşke olsa da versem, ama yok ki… Önümüz bayram, Allah seni inandırsın şu evladıma bir palto bile alamıyorum. Koca kışı üstündeki ceketle geçiriyor.” Bu defa Nail Amca da babama üzüldüğünü “tuh, tuh, tuh!” çekerek belli etmişti. “ Desen ya halimiz harap…” Sonra birden neşeleniverdi yeniden. “Neyse yahu, bırakalım kederleri, neşelenelim azıcık… E,e? Senin emeklilik ne zaman bakalım?” “Nasip olursa iki yıla bırakmam…” “Çok iyi… Emeklilik ikramiyeni ne yapacaksın. Var mı bir planın?” * Sabah uyandığımda Nail Amcamın eşi Ayşe yengeyi annemle oturmuşlar sohbet ederken buldum. Kalktığımı görünce, “Hah,” dedi; “kalktın mı?” Amcamın talimatıyla bana bayramlık kıyafetler almak için gelmiş. Gurur yapıp istemediğimi söyledim, ama beni bir kenara çeken annemin, amcana karşı ayıp olur türündeki müdahaleleri üzerine çaresizlikle kadının peşine takıldım. Beni Bayat pazarındaki bir mağazaya götürdü. Bu mağazada ünlü bir tekstil fabrikasının (Sarar) özürlü mamulleri oldukça ucuz fiyatlarla satılıyordu. Mağazaya girdiğimizde, “hoş geldiniz Ayşe hanımefendi,” diye karşılanan yenge hanımın burasıyla daha önce de alışveriş yapmış olduğu anlaşılıyordu. O an, kendilerinin de buradan giyinen cimriler olduklarını düşündüm ise de, -Allah günahımı affetsin- çok sonraları, birileri tarafından, amcamın ve hanımının pek çok fakir fukarayı giyindirerek hayır işlemekten hoşlanan iyi insanlar oldukları söylenince, mağaza çalışanları tarafından gösterilen itibarın gerçek nedenini de öğrenmiş olmuştum. Kadıncağız o gün bana aldığı diğer kıyafetlerin yanı sıra, çok moda olan bir palto da almıştı. Mağazadan ayrılırken palto sırtımdaydı. Diğer kıyafetlerin içinde olduğu çantayı elimde taşıyarak evin yolunu tuttum. Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır, derler ya, doğru; öyle bir hava vardı dışarıda. Yağmakta olan karın altında, yeni paltomun ne güzel, sıcacık tuttuğunu düşünüyordum. Cadde boyunca on dakika kadar yürümüştüm ki, karşımdan gelmekte olan bir adam gördüm. Adamın yırtık pırtık kılığı içinde, üşüdüğü tir tir titremesinden belli oluyordu; tam yanıma ulaştığı an, hiçbir şey düşünmeden, planlamadan tuttum adamın kolunu, “bir dakika amca,” diyerek sırtımdaki paltoyu çıkartıp, “giy şu paltoyu bakalım, sırtına göre mi,” diyerek adama uzattım. Adam şaşkınlıkla aldı paltoyu, sırtına geçirdi. Allah biliyor ya, palto, adeta onun için dikilmiş gibiydi. “Senin olsun amca,” diyerek arkama bile bakmadan hızla uzaklaştım oradan. Adamın arkamdan şaşkınlıkla bakakaldığını hissediyordum. Eve vardığımda, herkes ağız birliğine varmışçasına, “paltonu ne yaptın?” diye sormaya başlamıştı. “Çaldırdım.” “Çaldırdın mı? Nerede?” “Arkadaşlarla otururken, bir kenarda duruyordu. Sonra bir baktım ki…” En çok babam üzülmüştü paltomun çalınışına; üzüntüsünün sebebi ise, birkaç gün sonra, bayramda el öpmek için gittiğimizde amcam ile hanımının paltoma ne olduğunu sorduklarında, çaldırdığımdan çok, satmak gibi, daha kötü şeylere yorumlayabilecekleri ihtimalinden dolayıydı. Zavallı babacığım, “kalk, gidiyoruz,” diye ayaklanarak beni paltoyu aldığımız Bayat pazarına götürdü. “Yengenin sana aldığı paltonun tıpkısını alacağız.” Bayat pazarı sokağına girdikten sonra, on, onbeş adım ya yürüdük, ya yürümedik ki, ne göreyim! Birkaç saat önce, üşümesine üzüldüğüm için paltoyu hediye ettiğim adam, paltoyu elinde sallaya sallaya, “Bu palto, has palto… Beyim, bulamazsınız bunun gibisini… Saf yün vallahi…” diyerek önümüze dikilmez mi… Beni başlangıçta tanımayan adam, göz göze geldiğimizde birden tanıyarak, ne diyeceğini de şaşırarak, “bu… palto… vallahi…” diye mırıldana mırıldana öyle bir kaçışı vardı ki; kaçışına bir anda müdahale etmek üzereyken, paltoyu ona hediye ettiğim anlaşılacağı aklıma gelerek çark edip arkasından baka kaldım. Babama, aynı paltodan aldırırken çektiğim vicdan azabını bir Allah biliyordu, bir de ben… *
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |