Bu kitap çok gerekli bir açığı dolduruyor. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
Bir ay öncesine kadar çalıştığım çay ocağında, benim yerime işe alınmış olan Nuri ile tanıştım. Benden bir iki yaş daha büyük gösteren Nuri’nin işi gücü müzikti. Nuri, bu işte çalışmasındaki amacının bir elektro gitar ile amfi alabileceği parayı biriktirmek olduğunu söylüyordu. Evinden getirdiği kırkbeşlik plaklarının biri bitiyor, ötekini çalıyordu, çay ocağını müzikhole çevirmişti adeta. Çay içmeye gelenlerin kafaları şişiyordu müzikten, bazen “kapat şunu!” diyerek çekişiyorlardı. Gene de kapatmıyordu da, pikabın sesini kısıyordu. Çaldığı şarkıların hemen hepsinin sözlerini ezbere biliyordu. Sık sık kendini kaptırıp şarkılara eşlik ediyordu. Bazen de, çay ocağında kimse olmadığında, çalı süpürgesini alıyordu eline, gitar çalıyor gibi taklitler yapıyordu. Onun bu müzik düşkünlüğünden çok etkileniyordum. Evde, radyoda bir müzik çalındığı zamanlar, radyonun sesini sonuna kadar açıyor, ben de onun gibi şarkılara eşlik ediyor, annemin süpürgesini alıp gitar çalma taklidi yapıyordum. Şarkı sözlerinin tamamını onun gibi ezbere bilemiyordum, aklımda kalmış kısımları söylüyor, bilmediğim kısımları da pür dikkat dinleyip sözleri ezberlemeye çabalıyordum. Bu çabamı öğrendiğinde Nuri, “bunda bine yakın şarkının sözleri var, istersen bir şarkı defteri tutup yaz bunları,” diyerek kalınca bir defter verdi. “Yalnız defterimin başına bir şey gelmesin ha…” Bana dünyayı bağışlasa bu kadar mutlu edemezdi. Gecemi gündüzüme katıp bayram sonuna kadar şarkı sözlerini temize çekmeliydim. Emekli imamın oğlu iki çay almak için geldi; beni görünce sevindiğini belli ederek, “hoş geldin!” dedi. Biraz dalga geçmek için, “hoş bulduk enişte!” dedim ona. Hitap şeklimden tedirginlik duyarak gözlerini Nuri’ye yönlendirdi. Nuri de, “çaylar hazır enişte! Alabilirsin,” diyerek doldurduğu bardakları uzattı. Emekli imamın oğlu aldığı çay bardaklarını götürdü. Çayları götürdükten az sonra yanıma gelerek oturdu. “E-e? Seyitgazi’de işler nasıl gidiyor?” Lafı nereye getireceğini adım gibi biliyordum ya, neyse… “Nasıl gidecekti ya? Okula gidip geliyorum işte…” Sanki benim okulum pek de umurundaymış gibi, “dersler nasıl?” diye sordu. “İyi,” diyerek kestirip attım. O da uzatmadı zaten, asıl merakını gidermek için, “ablan iyi mi?” diye sordu. “Çalışıyor işte…” Cevabımın soğukluğu karşısında pek de üstüme gelmek istemez gibi, “bir ay oldu gittiğiniz. Her hafta sonunda gelirsiniz diyordum ya…” diye mırıldandı. Gene soğuk bir yanıt verdim ona. “Gelemedik işte…” “Yok, hani, bir haber alamayınca, merak ettiydim sizi.” Bizi mi? Yalancı! Ablanı diyemiyordu da, beni de katıyordu lafına; sanki kırk yıl görmese beni bir kere bile aklına gelirmişim gibi… Gülümsedim. “Ablam, önünde arkasında hiçbir yazı olmayan boş bir dosya kağıdı yolladı sana,” dedim. Birden heyecanlandı. “Öyle mi? Nerede? Bana verecek misin onu?” “Dedim ya, bomboş bir dosya kağıdıydı. Versem ne olacak ki!” “Boş da olsa, benim için yollanmış ya… Kıymeti var elbette.” Ona, cebimden çıkarttığım katlanmış dosya kağıdını teslim ettim. “Tamam, al emanetini o halde!” Mutluluktan kanatlanıp uçar gibi, verdiğim kağıdı alışı ve ayaklanmasıyla, gitmesi bir anda oldu. İnsan bir mazeretle filan gider, ama o beni umursamadan öylece gitti. Bozuldum tabii ki… Hemen bakkala gittim. Onda çeşitli defterler vardı, biliyordum. Matematik defterimin aynısı olan sarı sayfalı kalın bir defter ile bir tükenmez kalem satın alıp çay ocağna döndüm. Hiç vakit kaybetmemem gerekiyordu, şarkı sözlerini hemen orada kendi defterime geçirmeye başladım. On beş dakika geçti ya da geçmedi; asıl emekli imamı oğlu bozulmuş bir halde gelip karşıma dikildi. “Esas kağıdı vermemişin bana!” “Vermemiş miyim? Nasıl yani… Beyaz bir dosya kağıdı yolladı işte… Nereden çıkardın şimdi bunu?” Bir an vereceği bir cevap bulamayarak hık mık ettikten sonra, “ben bilirim,” dedi. “Bu Esin’in yolladığı kağıt değil!” “Valla kusura bakma enişte! Asıl kağıdı, üstüne serumla yazılmış gizli yazıyı okuyabilmek için gazocağına tuttuydum, maalesef bir anda tutuşuverdi.” Sırlarını çözmüş olmamın şaşkınlığı ile birlikte oturup kaldı. “Senden korkulur birader. Cin gibisin valla! Bari, kağıtta mühim bir şey yazılı mıydı, onu de…” şiiAcıyordum da kerataya. “Söyle kolayı,” dedim. Nuri’ye seslenerek, “ver bir kola,” dedi. Kola şişesi açılıp önüme konulduğunda başımdan dikip bir fırt çektim, sonra, “bayramda beni buraya yollayarak benden kurtulmuş, Seyitgazi’de yalnızmış, gidersen görüşürmüşsünüz…” “Evinizi bilsem?” “Evde değil, Sağlık ocağında bekleyecekmiş seni. Seninle beraber be de geleceğim Seyitgazi’ye, telaşlama… Seni ben götürürüm onun yanına.” Güldüm. Bir fırtlık daha kola içtikten sonra, “beni de aranızda çöpçatan ettiniz ya; helal olsun size valla,” diye söylendim. Kıkırdayarak gülmeye başladım. “Bu aşkla siz evlenirsiniz nasıl olsa,” dedim. “Benim ki, pek de pezevengliğe girmez…” Bir an sustuktan sonra, tereddüt ederek, “girme değil mi?” diye sordum. “Girmez,” dedi. “İyi… Evlenirsiniz değil mi?” “Evleneceğiz.” Rahatlayıverdim. Bir yandan da defterime şarkı sözlerini geçirmeye başladım. O, ne yaptığımı merak ederek defterlere bir göz gezdirdikten sonra, “onları tek tek yazmakla baş edemezsin, fotokopi çektirtsene,”dedi. Fotokopi de neydi ki? İlk kez duyuyorum. “Bir makine var, böyle yazıların filan kopyasını dosya kağıdına çıkartıyor,” diyerek izah etti. Sadece bir dosya kağıdı on kuruştu. Bu defterde vardı yüz sayfa. Yüz dosya kağıdı ederdi on lira; e, makine sahibi de on lira alsa, ederdi yirmi lira… Yirmi liram olsa… “Sen ver o defteri bana,” diyerek defteri önümden aldı, çıktı, gitti. Akşam saatlerinde bana fotokopi ile kopyalanmış, üstelik bir de ciltlenmiş şarkı defterimi getirip teslim ettiğinde, onunla birlikte Seyitgazi’ye dönmek fikrimden caydım. Genç aşıkları baş başa bırakıp, rahat rahat görüşmelerine fırsat tanıyacaktım. “Yahu enişte, aklıma geldi de, bizim bayramın üçüncü gününde Nuri ile bir işimiz var. Seninle Seyitgazi’ye gelemeyeceğim. Sen, yalnız gidersin artık. Battalgazi Sağlık Ocağı diye sordun mu, herkes gösterir yerini…” *
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |