Kötü bir barış, iyi bir savaştan daha iyidir. -Puşkin |
|
||||||||||
|
Bizim buralarda okulların açılma zamanı geldi mi, yaz sezonu biter. Yaz sezonunda kışlıkçılardan, bikinili lolitaları görmeye giden röntgencilerin dışında plaja pek giden olmaz. Ben, gitmeyenler sınıfındanım; daha doğrusu, hem KOAH nedeniyle, hem de İçişleri Bakanlığının izin vermemesi nedeniyle, tek başına gidemeyenler sınıfından… Okullar açılıp da sezon bitince, sahil de, deniz de, biz yerlilere kalır. Tenha, sakin, biz bize, keyifle gireriz denizimize… Nitekim, son yazlıkçılar da en son 3 Eylül, Pazartesi günü gidince, aynı gün sezonu açmak için iniyoruz denize. İçişleri Bakanı, hemen ahbaplarıyla bir araya gelip kaynatmaya başlamışken, ben de giriyorum suya belime kadar, başlıyorum orta balkonu zıplatmaya. Yağ tabakası popoda ve göbekte bir aşağı bir yukarı inip çıktıkça var olduklarını hissediyorum ve çalkalanmanın etkisiyle eriyerek yok olacaklarını sanıyorum. Şimdiye kadar yok olduklarına hiç şahit olmasam da, bu inancımda ısrarlıyım. Yeni sezonumuzun ikinci günü, yani bugün, tam da şemsiyeyi filan hazırlayıp gitmek üzereyken, İçişleri Bakanı, aldığı bir telefondan sonra, “ben gelmiyorum,” diyor. “Ne demek şimdi bu?” “Ya, Hanife ile ablası gelmişler; gel otogardan al diyorlar.” Hanife Kocaman, facebooktan müşterek arkadaşımız, sevimli bir kız. “Bizde mi kalacaklar?” “Facebooktan, istediğiniz zaman gelebilirsiniz, dediydim; ne bileyim ben ciddiye almışlar işte…” Şu kibarlığının onda birini bana gösterse, yemin ederim ki, doksan bir yaşına kadar onunla birlikte ben de yaşarım. Bu doksan bir yaş olayını da anlatayım kısaca; yeni evlenmiştik, bir gece rüyama beyazlar içinde ak sakallı bir dede girdi ve bana, “evladım Kemal, çok güzel bir evlilik yaptın, aferin! Yalnız, kötü olan şey, maalesef sen altmış beş yaşında öleceksin; evlendiğin hatun ise doksan bir yaşına kadar yaşayacak,” demişti. “Eyvah! Ölmeme beş sene kalmış!” İçişleri Bakanı alışık bu beş sene muhabbetine, her zaman ki gibi gene, “sen beni gömersin daha; domuz gibisin,” diyor. Bu konuyu uzatmamak için hemen asıl konuya dönüyorum. “Ne sandıydın ya, ciddiye almayacaklarını mı? Millet, adam başına yüz kağıt otel parası vermektense; senin gibi facebook arkadaşlarına yıkılmaya çalışıyor kızım, öğrenemedin mi daha? Başkalarını da çağırmamışındır inşallah?” “Valla, üç yüz altmış dört tane facebook arkadaşımın hepsiyle, kapım size ardına kadar açık; istediğiniz zaman gelebilirsiniz, diye mesajlaşmışımdır!” “Şaka…” “Valla ciddi… Ne yapayım, mecburen, yani nezaketen öyle demek zorunda kalıyorum… Başkaları gelmez inşallah!” “Göreceğiz, bakalım! Git, al bari şu facebook arkadaşlarını; ne yapalım, bugün gitmeyiverelim denize…” “Yok, sen git; geçerken bırakayım seni plaja. Akşam olunca da gelir alırım…” “İyi madem, bırak da kendim gireyim.” Arabaya biniyoruz. Yürüme özürlü olduğum için plajın kenarına kadar götürüyor beni. “Karıya kıza bakmazsın inşallah!” diye tembih ederek indiriyor. “Sen nereden göreceksin bakıp bakmadığımı ki, facebook arkadaşlarınla ilgilen sen, benle ilgilenme!” diyerek ayrılıyorum yanından; arabayı hareket ettirip gidiyor. Beş, on adım attıktan sonra dikilerek nefesimi toparlıyorum. Böyle böyle denize yakın temiz bir yere doğru ilerliyorum. Hani derler ya, büyük lokma ye, ama büyük laf söyleme; daha ikinci nefeslenme molamda burnumun hizasında İçişleri Bakanının iki ahbabını görmeyeyim mi? Mecburen bir selam çakıyorum onlara. “Meraba Buse’ciğim, meraba İrem’ciğim!” Bakıyorum Laki’nin kayışı şemsiyelerinin sapında bağlı, korkmadan onu da selamlıyorum. “Meraba Laki’ciğim! Napıyonuz?” Kibirini yediklerim tenezzül edip karşılık bile vermiyorlar. Laki, komşumuz olduğundan beri beni çok sevdiğini belli etmeyi çok seven köpekleri, sahiplerinin göstermediği ilgiyi o gösteriyor bana; öyle bir bakıyor ki, “ne yaptığımızı görmüyon mu, dangalak?” diye sorduğunu hemen anlıyorum. Ne olur, ne olmaz diyerek beş metre berilerinden geçip gitmek istiyorum. Laki’nin yanında hamamböceği katili var, mümkün mü geçip gitmek? Kızın işi gücü hamamböceklerinin neslini kurutmak. Beni de hamamböceği gibi gördüğünü yüzüme değil ama, içişleri bakanına dedikodu mahiyetinde yüzlerce defa söylemiş… Benim köpek korkumu Sarımsaklı’da bilmeyen hiç kimse yoktur; köpeklerin kendileri dahil… Buse’nin, “İrem, kız, salıver de şu Laki’yi, gülelim biraz,” dediğini kulak dolusu duyuyorum. Tam da dikilip nefeslenme için mola vermem gereken an, iki adım daha atmaya akciğerlerim izin vermiyor. “Allah’ım, lütfen, İrem bu hamamböceği katilinin teklifini kabul etmesin!” diye dua ederek başlıyorum Laki’yi gözlemeye. İrem salıvermiyor Laki’yi, ama sırıta sırıta o katil salıveriyor. Şerefsiz oğlu şerefsiz hayvan, çevrede başka başka bir çok insan daha varken, doğruca beni hedefliyor. “Hav! Hav! Hav!…” Elimdeki şemsiyeyi bir fırlatıyorum ona, duralıyor, o fırsattan istifade akciğerlerime sokabildiğim en derin nefesi sokuyorum, “Ya Allah, bismillah!” diyerek başlıyorum kaçmaya. Bilinçli değil ama, içgüdüsel bir tempoyla denize doğru koşuyorum. Yemin ederim ki, o yirmi adımlık mesafe bir kilometreden fazla geliyor. Nefesim durmuş vaziyette, nefes almadan koşmaktayım, ama ölmeme de ramak var. Ayağım suya değer değmez atıyorum kendimi suya, ölmeden nefesimi toparlayabilir miyim, bilmiyorum. “Hı… hı…” diye diye havayı önce kursağımdan geçirmeyi başarıyorum, sonra da nefes borumdan; henüz akciğerlerime giren bir şey yok, elli, altmış tane “hı..” çektikten sonra ilk oksijeni algılıyor akciğerlerim. “Kurtuldum!” O arada Laki yanıma gelip de etlerimi kopartmaya başlamış olsa hiçbir tepki gösteremeyeceğim. Allah’tan o da tam suyun kenarında kalıp oradan havlamayı sürdürüyor. Nihayet yaşamayı sürdürebilecek kadar nefes alıp vermeye başlıyorum. Üstümdeki tişörtü çıkartıp fırlatıyorum Laki’ye. Az daha derine gidip, bir şey olmamış gibi başlıyorum zıplamaya… Ben suyun içinden, o su kıyısından başlıyoruz karşılıklı atıp tutmaya. Ben ona, “Bir gün gelecek, seni aha bu ellerimle boğacağım pis kaniş!” diyorum. O da bana, nah boğarsın der gibi, “Hav! Hav! Hav! Hav!” diyor… Normal şartlarda suyun içinde yarım saat zıplayıp, dışarı çıkarak bir saat kadar güneşlendikten sonra, tekrar girip zıplayan biriyimdir. İki saattir suyun içindeyim ve bugün, hiç mola vermeden zıplamayı sürdürerek işi sıkı tutuyorum. Bu defa garantisi var, göt göbek kalmayacak bende… Sokağın köşesinden doğru gelmekte olan İç İşleri bakanını görür görmez, içimden, “kurtuldum! Kurtuldum!” diyerek haykırmak geliyor. Ama o da ne? Yanıbaşında baş misafirimiz Hanife ile ablası, arkasında da; saymaya başlıyorum, “bir, Büşra; iki, Mimoza; üç, Yeliz; dört, Çağla; beş, Serap; altı, Suna; yedi, Çilem; sekiz, Melek; dokuz, Tuğçe…” Vallaha saymakla bitirilebilecek gibi değiller; bir de kuyruğun devamında erkekler boy göstermeye başlamasın mı? “on dokuz, Ali Akgün; yirmi ve yirmi bir, kucağında prensesiyle Mehmet Arpa, yirmi iki, Korhan Aki, yirmi üç, Burak Coşkun; yirmi dört, Sami Biberoğulları…” Daha saymayı sürdürürken onlar suyun kenarına, yanıma ulaşıyorlar. Allahtan Laki gelen kalabalığı görür görmez sahiplerinin yanına kaçıyor da kurtuluyorum ondan. Yağmurdan kaçarken doluya tutuluyorum, o başka tabii ki; iç işleri bakanı, “Kemaaal!” diye seslenerek geliyor. “Bak, facebook arkadaşlarım! Davetime uyup, sağ olsunlar, bize misafir gelmişler!” Kalabalığın arasından Ümran ile Saba’yı göstererek, “bunlarda mı?” diye soruyorum. “Bunlar Sarımsaklı zaten!” İçişleri, “tamam işte, misafirlerin bir kısmını da onlar evlerine götürüp ağırlayacak. Üç eve sığışacağız, öylece…” Biraz rahatlıyorum, ama bunun için de acele etmişim. İçişleri bakanı hemen ekliyor: “Billurcu otelde bir oda tuttum. Sami hocayla sen orada kalacaksınız!” 4 Eylül 2012 Kemal Yavuz Paracıkoğlu
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |