|
• İzEdebiyat > Öykü > İyileşme |
1
|
|
|
|
Zarife, üst katta odaları temizliyordu. Kızların seslerini ve gülmelerini duydukça seviniyor, içi bir hoş oluyor, içine ormansı bir ferahlık iniyor; ama o ıslak bezi sert sert öfkeyle ahşaba sürerken çılgın bir isyan hissediyordu, bu ahşabın da evin de… küfür ediyordu içinden. Evin hanımı Hayriye temizlik konusunda hastalıklıydı, her yer temiz olsa bile yine temizlenmeliydi, özellikle onun odası. Ve Zarife bu işi yapmaya öyle konsantre olurdu ki sanki ahşapla sevişirdi, kan ter içinde kalırdı, Nezaket onun görür; “kız bırak delirdin mi sıçarım evine! Gel yanımda otur, abarttın… Hayriye, onu böyle alıştırmıştı, bir bakışta onun yüreğiyle çalışıp çalışmadığını anlar, işi iyi yapmıyorsa tekrar sildirirdi aynı yerleri.
Gıcıklığından değil; içi rahat etmediğinden. Sonra kendine kızardı kızı yordum diye ve Zarife’ye ara ara altın eşyalar alırdı ama Zarife’nin bundan haberi olmazdı, (mesela kolye, küpe) Nezaket o altınları saklardı. Hayriye ufak tefek altın eşyaları Zarife’nin çeyizi için, evlendiğinde bozdurup kullanması için verirdi, bunu söylerdi Nezaket’e ama Nezaket bu altınları ikisinin sonsuza dek yaşamasına olanak verir diye delice sevinerek, Roma arenasındaki gladyatör gibi hırsla saklıyordu, ne evlenmesi! Zarife’yi bir güzel dövüp sömürüp her şeyi elinden alırlar ve sokağa atarlardı. En iyisi ikisinin beraber yaşlanmasıydı, ancaaak çok güvenilir birisi çıkarsa… ona da belki onay verirdi. Erkekler başta düzgündür, sevgi doludur; ama sonra çocuklar olur, karılarını dövmeye başlarlar, sonra onları başlarından atıp yeni karı almaya… Zarife, çeyiz denen şeyden de hiç hoşlanmaz ki, ikisi için istedikleri gibi takıldıkları, bir boyunduruk altında olmadıkları rahat bir yaşamı sever ama… peki, Zarife kendi yolunu, kaderini çizmek için Nezaket’i terk etmek istese, işte bunu Nezaket hiç düşünmüyordu ve düşünmek bile istemiyordu; çünkü o ellerindeki gözle görünmez pençeleri, çenesindeki gözle görünmez dişleri, kılıç dişli aslan dişleri…düşleri… pençelerini onun ensesine, uzun keskin pençeleri de genç kızın safiyet dolu papatyalar kadar güzel sırtına geçirmişti, “sonsuza dek benimsin!” Çığlığıyla çarpıyordu sinesi.
Büyükler küçüklerin üstüne mutluluklarını kurmak isterken küçükler tam tersi yollarda koşmayı pek severler. Küçükler için yaşamın yaptığı planı kimse bilmez. Peki, sevgili okur, sırtında sıfatında öyle pençeler varsa onlardan nasıl kurtulacaksın? Pençeli sırt rahat edemez ve imtihanın da budur!
Zarife, o yaşta bunları nasıl bilebilsin ki? Sırtındaki papatyaları hayran kalıp koparacak, ya da çalmak isteyenleri nasıl bilebilsin ki?
Bitmedi, üstünde çalışıyorum, genç kızların içlerindeki ve etraflarındaki şeylere yönelik bir romandan bir bölümdür. Tam elden geçmiş bitmiş hali değil; metin kaybolmasın diye koydum. Kızların içleri çok güzel ama dış dünya bombok.
Harcanıyorlar. Sistemle.
|
|
2
|
|
|
|
Aniden sıçradı uzandığı yerden. Gidecekti buralardan. İstanbul'a, dayısının yanına gidecekti.
ERDEN ERKİN |
|
3
|
|
|
|
Mutluluk, yaşantısından keyif alan, hoşnutluk duyan, hayatından memnun olan, bir sıkıntısı, acısı, sancısı, kederi olmayan anlamına geliyordu değişe değişe.
ERDEN ERKİN... |
|
4
|
|
|
|
Şaka şuka, şaka şuka, şişi çevir, ilk ilmeği örmeden al....
Attığım her ilmekle bir sıkıntımı, bir bunalımımı arkaya, omuzlarımdan geriye bırakıyordum. İnanamıyordum, nasıl bir terapi bu böyle...
|
|
5
|
|
|
|
Çocukluğundan beri yaşadığı her şey bazı duyuların kaybolmasına sebep olmuştu. Artık duyuları hiç de iyi işlemiyordu. Yani her bir şey dışarısında kalıyordu. Etrafını sis bürümüştü. Aniden, bir uç sivriliyor, batıyordu. Canı çok acıyordu. Öyle ki uyku için başını koyduğu yastık bile çividen farksız geliyordu. O, bu ucun açtığı yaralarını iyileştirmeye çalışırken yeni bir uç daha sivriliyordu. Yuvarlağı özlüyordu. Bu beklenmedik saldırılardan korunacak gücü kendinde bulamıyordu. Geri çekildikçe çekiliyordu. Şöyle “derince bir uykunun içinde yitip gidiversem…” diyordu.
|
|
6
|
|
|
|
Neydi suçu onun? Tanrı onu cezalandırmış mıydı?...Kışın soğuğuyla donar,yazın sıcağıyla kavrulurdu. Onu soğuktan koruyacak, sıcakta serinletecek bir dikili ağacı yoktu üzerinde. Utanıyordu kendinden. Karşıdaki yeşil ormanı gördük |
|
7
|
|
|
|
Küçük iken bana nasıl sımsıkı sarıldığını hatırlamaya çalıştım. Bir türlü hatırlayamamıştım öyle bir anı, ama mutlaka olmuştur diye fısıldıyordum içimden. |
|
8
|
|
|
|
selma sayar, maden emekçilerinden, töre kültürünün esaretindeki kadınlara, asi nehri kıyısında lastik ayakkabısını arayan çocuktan, aşkını hırsa, hayallerini rüyalara kaptıran insana, insan hallerine mercek tutuyor öykülerinde. |
|
9
|
|
10
|
|
|
|
İçindeki ses ‘dünya yuvarlaktır’ deyip hayallerini bozuncaya kadar arabasını sürüyordu ama bu kadar araba sürdükten sonra dönüp dolaşıp aynı yere geleceğini düşünmek işin büyüsünü kaçırdı. |
|
11
|
|
|
|
Genç bir kadın, bir kum tümseğinin üstüne oturmuş, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gecenin ilerlemiş saatinde bu ıssız sahilde yapa yalnız ağlayan kızı merak etmişti. Gidip önüne dikildi. Kız önünde dikilip duran Selim’i fark etmemişti bile. |
|
12
|
|
|
|
...her sıradanlığın ardından büyüleyici bir hikâye çıkabiliyor (hiç olmazsa benim için öyle) ve hayat insana ummadığı neler neler gösteriyor!.. |
|
13
|
|
|
|
"bir su damlası gün ışığında havaya karışıp kaybolur, yağmurla dönmek için... içimde açan bir gülümseme çiçeğinin goncaları..." |
|
14
|
|
15
|
|
|
|
Anlamsız mı gerçekten hayat? Yoksa onu anlamsız hale getiren bizler miyiz? Bir değirmen mi hatalarımız, bizi her an daha çok parçalara ayıran? Nasıl bir anlam katmalı hayata? Nereye bakmalı? Ne kadar bakmalı? Ne zaman bakmalı? Gördüğümüzü ve görmediğimizi, kendi okuduğumuzu ve iç sesimizin bize okuduğunu nasıl yorumlamalı? |
|
16
|
|
|
|
Ayla Dikmen'in "anlamazdın anlamazdın kadere de inanmazdın" şarkısı çalıyor olduğum yerde.
Anlamazdılar kadere de inanmazdılar belki de ondan ha bir de acı veren kalpsizlerden olamazdılar.
Ama en çok onlar acıtırdılar. İşte öyle bir şey... Samimi dostluklarla gel yeniyıl ; müthiş olmasa da güzel, her derde olmasa da çoğusuna; tam manasıyla şifa olmasa da yaralarımıza... İyi gel... Sezen Aksu dinleyelim, kadehlerimize biraz daha üzüm şurubu ya da karadut suyu koyalım.
Şiir okuyalım...
İstanbul'u özleyelim.
Biri bize bir dansı lütfetsin. |
|
17
|
|
|
|
Yaşanmış konulardan aldığım, 'Gün Aşımı' kitabım için yazdığım öyküdür.
Kendi kendine hayal kurma, gelin, güvey, ön yargı. Saygılar. |
|
18
|
|
|
|
“Biz de bilirdik sevgiliye karanfil almasını lakin aç idik yedik karanfil parasını.” felsefesiyle hareket eden Bilal, sevdiceğine romantik bir an yaşatamadığı için çok üzülüyordu. Bu eksikliği gidermek için de ona parkta kendi kaleminden süzülmüş şiirler okur, bu yolla kızcağızın gönlünü fethetmeye çalışırdı. Başarırdı da. Güzel kız o mendebur yayın evi editörleri gibi kalpsiz değildi Allah’tan. Şükür ki edebiyattan anlıyordu. |
|
19
|
|
|
|
Bu mor menekşecik bilemezdi neden burada olduğunu, bu gözlerin kendisinde neler gördüğünü. Neden kendisine baktıkça gülümsendiğini� Onun gördüğü bir çift umutlu ve bulutlu gözdü sadece. Derinlerinde saklı ışığı ile bakan, umut güneşi gibi parlayan bir çift göz� |
|
20
|
|
|
|
Yaşadıklarım üşüşüyor yine bilincime.Arkalara attıklarım, unutmaya çalıştıklarım birer birer gün yüzüne çıkıyor.Mahşer kalabalığı gibi…
|
|
|
|