Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu |
|
||||||||||
|
O kız yine su kaplarını alarak çeşmeye gelmişti. Kızın çeşmeye her gelişi, Hayati’ nin işe gitme saatine rastlıyordu. Hayati geçerken baktığı zaman, kızın da kendisine baktığını görürdü. Hayati sabahları işe giderken, akşamüstü işten dönerken hep aynı kızla karşılaşıyordu. Bu bir rastlantı mıdır, yoksa çeşmeye gelen kız, işe gidip geleceğim saatleri biliyordu da onun için mi karşılaşıyoruz? Hayati içinden bunları geçiriyordu. Mahallenin çeşmesi, evinin insan göğsü yüksekliğindeki avlu duvarından rahatlıkla görülüyordu. Onu gördüğü zaman, sakal traşı uzamışsa onunla karşılaşmamak için bir müddet evden çıkmak istemiyordu. O günlerin Ankara’sında her evde su tesisatı olmadığından, çeşme başlarında karşılaşmalar kaçınılmazdı. Hayati, bu kızla olan bakışmalarını, zorunlu bir rastlantıya bağlamak da istemiyordu. Hayati cumhuriyet’in ilanından sonra, yakın köylerden gelerek ‘Hamamönü’ semtine yerleşmiş bir ailenin çocuğuydu. Kısa da olsa bir evlilik yaparak ayrılmış, bir gençti. Buna evlilik de denemezdi. Konusu edilen kadınla altı ay beraber olmuş, sonra da çevrenin olumsuz etkisiyle ayrılmışlardı. Babasına ait bu evde şimdi yalnız yaşıyordu. Yeterli olmasa da biraz ev eşyası vardı, eksik olanları da evlenirken tamamlayacaktı. Hayati; temiz kalpli, hiçbir kimse hakkında kötü düşünmeyen, kendi halinde bir gençti. Bir matbaada mürettiplik yaparak geçimini sağlıyordu. Varlıklı sayılmasa da, başlarını sokacak iki evi zamanında edinmişlerdi. Annesi, babası ve kız kardeşi de bir üst sokaktaki diğer evlerinde oturuyorlardı. Hayati, çeşmeye gelen bu kızdan başkasını düşünemez olmuştu.. Orta boylu, minyon tipli, akça pakça, tam hayalinde yaşattığı kızdı. İyiden iyiye kızın hayali içine yerleşmişti. Evini de öğrenmişti. Bir sokak ötede, önü sahanlıklı çift kanatlı kapısı olan bir evde oturuyorlardı. İşe gitmediği, evde bulunduğu bir Pazar günü, babasının otlaması için bahçeye bıraktığı kuzu’yu severken, o kızın annesi avlu kapısını açarak içeri girdi. Elinde karpuz kabukları vardı. Kuzu’nun önüne karpuz kabuklarını bırakıp, Hayati’ye dönerek: “Yalnız mı yaşıyorsun oğlum?” “Evet teyze!”, kadın açık kapıdan içeriye bakarak: “Senin annen, baban yok mu?” “Var, yukarıdaki evimizde oturuyorlar” Kadın: “Haydi sağlıcakla kal evladım” diyerek gitti. Hayati, artık bu işin iyiden iyiye olacağını düşünerek bir sigara yakarak, kuzunun karpuz kabuklarını yiyişini seyretmeye başladı. Konuyu annesine açmaya karar verdi. Öyle ya kadın kızını vermeyi düşünmese, durup dururken karpuz kabuğunu kuzuya vermeyi bahane ederek yanına neden gelsindi... Kızını vermeyi düşünmese, anamı, babamı sorar mıydı? Evin içine bakar mıydı? Nitekim birkaç gün sonra, bu konuyu annesine açarak, dünürcü olmalarını istedi. Annesi: “Kimi kimseleri var mı? Ankara’nın yirlisi mi?” diye soracak oldu, ama vazgeçti. Öyle ya ‘Hayati ne bilsin, evden işe, işten eve. Yaşı da geldi hani, biraz daha dursa oğluna kız bulamayacak’ Annesi bunları düşünerek: “Peki babanla da görüşeyim, münasip bir günde halanı da alıp giderim” diyerek ayrılmıştı. Annesi bu konuyu babasına da açarak, Hayati’nin bu arzusunu iletmişti. Onun da olumlu baktığı anlaşılınca, o münasip gün gelip çattı. Hayati’nin annesi, görümcesi ve kızını alarak bir Pazar günü kızı görmeye gittiler. Kapının tokmağını vurarak, açılan kapıdan merdivenin bulunduğu sağanlığa yönelip, yukarı çıktılar. Selam ve hoşgeldiniz karşılamaları ile, işlemeli yastık ve kırlentlerle çevrili sedire oturdular. Komşu olduklarını, üst tarafta evleri bulunduğunu, bir sokak ötede de oğlunun oturduğunu söyleyerek, hal hatır sorarak sohbete başladılar. Evin yaşlı hanımından başka, orta boylu, kumral saçlı genç bir kadın, iki de küçük çocuk vardı. Dünürlerin gözleri, açılacak kapıdan, gelinleri olacak kızın gelmesini bekliyordu. Sohbet ilerlediği halde ne açılan kapı vardı, ne de içeriye giren bir genç kız! Konuşmalar devam ederken yaşlı kadın, genç hanımın gelini, üç ve beş yaşlarındaki çocukların torunlarını olduğunu bildirdi. Kadın devamla, Balâ’dan geldiklerini oğlunun şoför olduğunu ekleyince: Hayati’nin halasının: “Kızınız yok mu?” sorusuna kadın: “Gelinim de kızım sayılır, kızım yok, oğlum var!” deyince durum anlaşılmıştı... Kahveler içildikten sonra, nezaketen kendilerinin de evlerine buyurmalarını söyleyerek ayağa kalkıp uğurlanmalarla evden ayrıldılar. Köşeyi dönüp, harap evin önüne gelince Hayati’nin anasının sesi duyuldu: “Vih anam ilin evli kadınına dünürcü gelmişiz, ya ağzımızdan bir söz çıksaydı” diyerek sinirleniyordu. “Başına taş düşsün imi Hayati!..” derken, görümcesinin kızı gülmekten katılıyordu. Görümcesi söze karıştı: “ Hiç mi sorup, soruşturmadın mahalleden anam” Hayati’nin anası: “Sormadım kız, ya olur, ya olmaz ilin diline düşmeyelim diye. Ne bileyim bu oğlanın ilin evli kadınına dünürcü göndereceğini!..”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Haydar Köprülüoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |