..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
En büyük mutluluk ve en büyük sıkıntı anlarında sanatçıya gereksinme duyarız. -Goethe
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Gülmece (Mizah) > İbrahim Halil Almas




13 Şubat 2017
Bilal Eden  
İbrahim Halil Almas
“Biz de bilirdik sevgiliye karanfil almasını lakin aç idik yedik karanfil parasını.” felsefesiyle hareket eden Bilal, sevdiceğine romantik bir an yaşatamadığı için çok üzülüyordu. Bu eksikliği gidermek için de ona parkta kendi kaleminden süzülmüş şiirler okur, bu yolla kızcağızın gönlünü fethetmeye çalışırdı. Başarırdı da. Güzel kız o mendebur yayın evi editörleri gibi kalpsiz değildi Allah’tan. Şükür ki edebiyattan anlıyordu.


:AEII:
Vakt-i zamanında Anadolu’nun güzide bir kentinin kenar semtinde Bilal adında sırrım gibi bir delikanlı varmış. Gençliğin tüm nimetlerinden faydalanmayı kendine ahd edindiği için bir işe dikiş tutturmaz, zamanını gezmeyle tozmayla geçirir, garip anasının ahını alırmış. Babası Kore Savaşı’nda şahadet mertebesine ulaştığı için -Allah başımızdan eksik etmesin- devletin verdiği üç kuruş maaşla gariban anasıyla birlikte kıt kanaat geçinmeye çalışırdı(!) Babası o küçük yaşlardayken savaşa gittiğinden dolayı mektebi bitirememiş, ilim tahsilini mecburi olarak yarıda bırakmıştı. Hiçbir işi ve uğraşı olmadığı için öğle ezanından hemen önce uyanır kahvehanedeki yerine kurulur arkadaşlarıyla çayını yudumlayıp mermer taşı dizerdi.
Yine birgün kahvehane önünde elinde tesbihiyle kurulmuş yoldan geçen şuh dilberlere laf atarken güzel giyimli birinin mahallenin ileri gelen serserileri tarafından pataklandığını görünce, babacan yüreği buna dayanamayıp olaya müdahil olmuş ve çocuğun yan baktı meselesine kurban gitmesini engelleyip , gencin duasını almıştı. Bu iyi giyimli burjuva da bu iyiyiliğin altında kalmamak için onu evine yemeğe davet etmişti. Bizim Bilal kendisi için yeni bir deneyim olacağını düşündüğünden olsa gerek zengin evinde yemek yemeyi kabul etmişti. Böylelikle kahvehanede konuşacak yeni bir konusu da olacaktı.
Giyecek doğru dürüst bir şeyi olmadığından anasına bayramlıklarını çıkarmasını tembih etti. Saçını limonla tarayıp bir güzel giyindikten sonra da zengin evine yollandı.Eve gittiğinde, daha sonra anlatmak için, evdekilerin kendisini görgüsüz olarak nitelendirebileceğini düşünmeden hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak üzere etrafı iyice süzdü. Hayatındaki bu farklı deneyimin sadece zengin evinde yemek yemek olacağını sanıyordu, taki kavgadan aldığı gencin kız kardeşini görene kadar. O andan sonra kızların sadece yoldan geçerken laf atmaya yarayan varlıklar olmadığını anladı. Daha önce nerden bilecekti ki bu kızlar insanın gönlüne bir kor parçası düşürüp onu yangın yerine döndürüyor. Bu on sekizlik sosyetik dilberi görene kadar “şarkıların bu kadar güzel, kelimelerinse kifayetsiz olduğunu bilmiyordu”. O kızı gördükten sonra yemekte ne yedi ne içti hiç anlayamadı. Kendisine ne soruldu ne cevap verdi zerre farkında değildi. Genç kız onun hayatını merak etmiş ve onunla ilgilenmişti. Kızın bu yakınlığı bizim Bilal’in gönlünü daha da yakmıştı. Evden ayrılırken kız ona sonra yine görüşelim dediğinde de az daha uçuyordu.
Bilal o günden sonra daha az güler daha az yer oldu. İçindeki aşkı, onu küçümserler diye kimseye açmadı ama bu ana yüreğinin gözünden kaçar mıydı hiç? Anası ki onun attığı her adımı, yediği her lokmayı sayar; bunu anlamaz olur mu? Bir süre ses etmedi ama.
Bilal, kızın gönlünü nasıl fethederim düşüncesiyle yanıp tutuşuyor, bir çıkar yol arıyordu. Yakışıklılığı, gören her kızın içinin yağını eritebilecek kadar fazlaydı ama dilindeki argo kelimeler de en çirkinini bile kendinden uzaklaştıracak kadar ağırdı. Burjuvaların evine gide gele onların hayat anlayışından bir şeyler kapmaya başlamış kızın ise edebiyattan hoşlandığını farketmişti. İşte o gündür ki en yakın kütüphaneye kayıt olup eve çuval çuval kitap taşımaya başlamış. Gece demeden gündüz demeden ha babam okumuş. Okudukça da ufkunun genişlediğini, orijinal fikirler geliştirdiğini farketmiş. Bu arada haftada bir kızın evine gidip gelmeye onunla sohbet etmeye de devam ediyormuş. Ama kız bu buluşmaların dışında Bilal’in her gece evlerinin ordan geçtiğini bilmiyordu. Bilal ne zaman kızın sokağından geçse onun “yeşil pencereden bir gül atmasını, kalbinin ışıklarlala doldurmasını” ister bunun için Allah’a dua ederdi. Ne var ki kız hiç pencereye çıkmazdı.
Bilal bir nice roman bitirip yüzlerce şiir okudu ama bu denli büyük bir sevdayı hiçbirinde göremedi. Ömr-i hayatında böyle güzel bakan göz, böyle güzel kunuşan dudak, böyle baklava misali tatlı bir sima görmemişti. Hiçbir kız o kadar güzel gülemezdi. Hele bir de sitemkar bir bakışı vardı ki gören herkesi muma çevirir, yaka yaka bitirirdi. En az yüz babayiğidin omuzlayabileceği bir derdi tek başına omuzlayabildiği için de, için için Allah’a dua eder, Fuzuli misali derdini attırmasını niyazda bulunur, “ Ya rab bir bela-yı aşk ile kıl aşina beni” derdi. Aşk işte: sırrım gibi bir delikanlıyı ne hale getirmişti.
Bütün bunlar olup bitedursun, bizim Bilal okuduklarından daha güzel şeyler yazabileceğini keşfetti. O da yazacak, yazdıklarını dergilere ve yayın evlerine satacak hem anasının “bir iş bulup eve ekmek getir” dırdırından kurtulacak hem de sevdiceğinin gözüne girecekti. Avareliklerinin üstüne bir de bu işe yaramaz frenk icadı romanları okuması anasını hepten ehl-i kahır yapmıştı. E tabi bütün bunlar kadıncağızın canına tak etti. O kadar çok kızıp o kadar çok beddua etti ama yine de kar etmedi vurdumduymaza. O lafları duvara etse şimdiye çoktan bir iş bulup eve ekmek getiriyor olurdu. Artık bu okuma hevesini bırakıp bir iş bulmasını, helal süt emmiş bir kız bulup evlenmesini ve kendisine torun sevdirmesini istiyordu. Ama delikanlı tutturmuş yazar olacam diye. Nerde görülmüştü yazarak ekmek yendiği. Ama gel de anlat bizimkine!
Bilal kalemi ve kağıdı alıp bir şeyler karalamaya başladı. Denemeler makkaleler ve hikayeler yazıp anasından zor bela kopardığı üç beş kuruşla postaya verip dergilere göndermeye başladı . Ama gelin görün ki vicdansız yayın evi editörleri onların beş para etmez olduğunu yazıp tekrar postalıyorlardı. Bilal ise vazgeçmeyip diğer dergilere gönderiyor anacığının nafakasını böyle tüketiyordu.
Günün birinde yine delikanlı, kızla buluşup konuşurken ona matematikten hiç çakmadığını söylemişti. Kız hemen cümlesini “matematikten hiç anlamıyorum” diye düzeltince artık argo kelimeler kullanmaması gerektiğini anladı. Erketeye yattım yerine saklandım, zula yerine gizlemek gibi düzeltmelere gitmeye başladı. Artık tümden entel olmaya başlamıştı. Bu uğurda en iyi kahvehane arkadaşlarını, düzenli avareliklerini kaybetmişti ama olsundu. Sosyetik dilber ve şan şöhret için değerdi. Gerçi aşkı, şan ve şöhretten önce geliyordu ama bir taşta iki kuş vurmak hiç de fena olmazdı.
Hayali çoktu ama yayın evleri Nuh diyor peygamber demiyordu. O yılmadan okuyor daha iyilerini yazabilmek için canhıraş bir şekilde çalışmaya devam ediyordu. Çoğu zaman postaya verecek parası olmadığı için borç para buluyor, olmadı değerli şeylerini rehin veriyordu. Ama ne kadar yazarsa yazsın kabul edilmiyordu işte. Bu sıralarda bir roman üzerinde de çalışıyordu. Aşk adamından bekleneceği üzere bir aşk romanıydı bu. Fakir ama gururlu bir gencin dramı(!)
Güzeller güzeli- sosyete güzeli, Bilal’deki bu değişmeyi fark etti. Onun Türkçeyi bir spiker gibi konuşmasını görünce sevindi. Bilal’in bunu ancak kendisi için yapmış olacağını biliyordu çünkü. Bu, mahalleli çocuk davranışlarından uzaklaştığı için kız da bir yakınlık hissetti tabi. Boy dersen Bilal’de; karakaş, kara göz, dik duruş ve daha bilumum yakışıklılık alametleri hepsi Bilal’de. Hay maşallah! Bu yiğide can mı dayanırdı! Kızcağız da kaptırdı kendini tabi. Artık Bilal’imiz aşk şarkılarını tek başına söylemeyecekti.
Ama ne var ki bu genç işsizdi. Ailesi, Allah’ın emriyle de olsa vermezdi kızlarını bu oğlana. Âşıklar, aşklarını birbirlerine ilan ettikten sonra kız bir iş bulması için yüklenmeye başladı. Bilal ise sürekli işinin yazmak olduğunu, bir gün ünlü olup paraya para demeyeceğinden bahsedip durmuş. Her ne kadar dergiler yazdıklarını geri gönderse de elbet bir gün kabul edeceklerdi. Buna canı gönülden inanıyordu. Üstelik bir de roman yazıyordu ki deme gitsin. Usta yazarlara taş çıkaracak cinstendi.
Günler geçtikçe dergilerden ve yayın evlerinden geri gönderilen makale deneme ve hikâyeler gitgide birikmiş, artık odaya sığmaz olmuş. Ama bizimki yine de umutlu. Hz. Eyüp sabrı var oğlanda. Her gittikçe de daha iyi yazılar yazmaya, kendini geliştirmeye ve hatta şiirler bile karalamaya başlamıştı. Bu yayın evleri kesin okumuyordu gönderdiklerini. Yazdıkları o kadar iyiydi ki okusalar kesin kabul ederlerdi. Yani en azından Bilal öyle düşünüyordu.
Bilal kızı anasına gösterip sevdiveğim diye taktim etti. Anası buna sevinmekle beraber bir iş bulmadığı için de epey üzülmüştü. Bu güzeller güzeli kızı elinden kaçırır diye korkuyordu ister istemez. Kulağından tutup evire çevire dövülmeyi hak ediyordu ama ana yüreği işte, kıyamıyor oğlun. Bu işten bıkmasını beklemekten ve her gece yatmadan önce üç kulhuvallah bir elham okumaktan başka bir şey gelmiyordu elinden.
“Biz de bilirdik sevgiliye karanfil almasını lakin aç idik yedik karanfil parasını.” felsefesiyle hareket eden Bilal, sevdiceğine romantik bir an yaşatamadığı için çok üzülüyordu. Bu eksikliği gidermek için de ona parkta kendi kaleminden süzülmüş şiirler okur, bu yolla kızcağızın gönlünü fethetmeye çalışırdı. Başarırdı da. Güzel kız o mendebur yayın evi editörleri gibi kalpsiz değildi Allah’tan. Şükür ki edebiyattan anlıyordu. Ama olacaktı: vallahi de billahi de yazdıkları basılacaktı. Hem de yok pahasına. Bu aşk ve açlık çok büyük bir yazarın doğmasına vesile olacaktı. Tüm dünya görüp gıpta ile parmaklarını dişleyecekti.
Bilal romanı bitirip hemen bir yayın evine yollanmış ve kitabını takdim etmiş. Tesadüf bu ya, zamanının ünlü bir yazarı ordaymış ve bu ellerini önünde birleştirmiş, boynu hafif bükük, gömleğinin son düğmesi de iliklenmiş hevesli genci görünce yakından ilgilenmiş. Kitabını okuyup bir eleştiri yazısı yazacağını söylemiş. Birkaç gün sonra da mektupta romanı çok beğendiğini, hemen gerekli referansları sağlayıp kitabı bastıracağını ve reklam vereceğini yazmış. Yazdığına göre eşsiz bir esermiş. Onun ilk romanı olduğuna da inanmıyormuş. Çünkü ilk seferde böyle güzel bir roman yazılamazmış. Şimdi görsün bakalım alay edenler. Bilal hepsinin yüzüne zafer ifade eden bir bakış atmaz mı şimdi (küçükken gol attıktan sonra öğrenmişti bu bakışı). Artık anasının nasırlı elleri soğuk sudan sıcak suya girmeyecek, sevdiğiyle kol kola o balo senin bu balo benim gezecek, kaloriferli ve sıcak suyu olan evlerde yaşayacaktı. Nerde o aylak Bilal nerde bu kültürlü aydın Bilal. Daha doğrusu Bilal Bey. Azmin elinden ne kurtulmuş ki. Gemileri Fatih’e karadan yürüttüren azim, bizim avare Bilal’e de görülmedik bir roman yazdırmıştı. Tabi aşkla birlikte…
Artık bundan böyle Bilal yazdığı yeni kitaplarla ününe ün katacak, biricik sevdiği ve de karısı olan Zeynep’le birlikte mutlu mesut yaşayacaktı.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Öldürmek


İbrahim Halil Almas kimdir?

Sıradan biri.

Etkilendiği Yazarlar:
Yaşar Kemal, İhsan Oktay Anar, Oğuz Atay, Orhan Pamuk, Hakan Günday, Milan Kundera,George Orwell, Orhan Kemal


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © İbrahim Halil Almas, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.