Çocukların eğitimi, zaman kazanmak için nasıl zaman yitireceğimizi bilmemiz gereken bir meslektir. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Ay: Şşh! Bir ceset dolanıyor duvar diplerinde, durun. Susun. Hey sen! Kim isen ışığımın altındasın, gözlerimin önünde. Baştan ayağa kara örtülere bürünmüşsün, kimden saklanıyorsun söyle! 2 Peçeli: Ortasından geçemiyorum hiçbir şeyin şöyle gerine gerine, baş açık. Cesedim ancak geceleri dolaşıyor duvar diplerinde. Yılan misali yerde, rüzgâr misali gökte süzülerek giriyorum bu mahalleye. Adım neydi? Çoktan kullanılmaz oldu, Peçeli diyorlar nicedir. Namımdan utanarak giriyorum bu mahalleye. Gizlice. 3 Peçeli: Birikmiş pislik mikrop doğurur. Beni de bura. Ben, Mikrop! Hala, bildin mi beni? Kimim ben? On yıl geçmiş aradan. Zaman olmuş bir perde. Peçem, üstüne kara bir perde. Yine de bak! Gece vakti geldim bahçene. Döndüm öldüğüm yere. Hala! Uyan. Ve hiç yoksa beni kederimden tanı. 4 Hala: Kokundan bildim seni. Yanık’ sın, dumanın hâlâ üstünde. Çocuktun delikanlı olmuşsun ama değişmemiş birbiriyle kavgalı kaşların, kuyusu kundak bakışların. Bildim seni. Yanık’ sın. Ama bu peçe niye? Ve niçin döndün öldüğün yere? 5 Peçeli: Babam nere götürdüyse beni, tutmadı dikişim. Okullar yadırgadı, ustalar geri yolladı. Benim bir tek yüzüm yanıktı. Onlar başım kopuk, ellerim kesik, ayaklarım tutuk bildi. Elleri de yoktur yüzü yaralının, dedi. Yüzüme bu peçe o vakit indi. Annem. Benim yangımda kül oldu. Uçtu. Savruldu. Babam. Her gün beddua okudu. Ateşi bulana. Tutuşturana. O da yangınımda eridi. Bitti. Elverir dünya, dedi. Ruhunu teslim etti. Şimdi döndüm kıvılcımın doğduğu, ateşin kuyruğuma dokunduğu yere. Analık sırası sendedir. Çünkü senin ellerin uzun, kulakların delik, gözlerin keskindir. Ben Peçeli Yanık, bana bu halimle varacak bir kadın gerektir. 6 Hala: Söylemeye dilim utanıyor ama oğlum kim varır sana? Diyelim bir dul kadın gençliğine aldandı. Diyelim bir fakir malına kandı. Günden güneşten saklayabilirsin yüzünü ama ondan ya? Kendi gözünü kaçırabilirsin kendinden ama onunkini ya? Kaşıyıp durma yaranı. Sana bakıp çirkinliğini bağıracak bir aynayı isteme. Unut bu hevayı. Hem niçin ki? Daha yaşın on yedi? 7 Peçeli: Doğrudur güzellikten yoksulluğum. Ve her şey yok! Yoksula. Hepiniz öyle esirgiyorsunuz. Ancak. Kendi düşerken bir insan, beklentilerini de düşürüyor. Düşkünlüktendir fark etmez bana. Kocası ölmüşü. Kocasını öldürmüşü. Anasının karnından kırk yıl önce doğmuşu. Ben misal delikanlıya ana olmuşu. Fark etmez. Benim bir tek isteğim var Hala; illa ki güzel olsun. Muhakkak güzel olsun. 8 Hala: Ben sana yok diyorum, sen bana ne diyorsun? Kibrin yakut dağlarında oturanların saçları yolunsun! Yerdeki üşütüklerin sebebi ne sanıyorsun? Güzelin burun teli altın sicimdir. Kulak kiri Karun hazinesi. Unutma ki Züleyha’ ya aynayı kırdıran ancak Yusuf Peygamber idi. Anlamadım talepte ısrarın esrarını. Ama bu kitlenmenin vardır elbet bir maksadı. Nasılsa çıkar ortaya kokusu. Var git sen şimdi. Bir zaman sonra gel. Kurdun mahareti karanlıkta belli olur. Ne demişler; topala bir kör alıcı. Belki uzak yerlerde bir Kör Afet bulunur. 9 Erik Ağacı: Ben bir erik ağacıyım, Hala’ nın bahçesinde. Aşağı ve yukarı mahallenin ve bizim mahallenin geleni geçeni, öleni dirileni, gıybeti dedikodusu, her şeyi ondan sorulan Hala’ nın bildiklerini ben de bilirim. Ve ben bir de halanın kendisini bilirim, elini yüzünü, kaş kaldırıp dudak büküşünü. Yani o ne kadar çok bilse de ben yine ondan çok bilirim. Dün gece bahçe kapısından içeri süzülen Peçeli’ yi ben görüp gözlerken o uyuyordu. Ve şimdi diyeceklerini deyip çıktıktan sonra kimselere görünmeden yok olan Peçeli’ nin: Güzel gözlerimin hakkı, seyrine dalacak bir güzel değil miydi, diye sitem edişini yine o değil ben işitiyordum. Ben hep Hala’ dan daha çok biliyordum. 10 Hala: Nerde evlenmek isteyen bir güzel var, haberini getirin bana, dedim, saldım kuşlarımı. Yayıldı her cihete kanat şakırtısı. Şimdi bütün kapılar çalınmıştır ve dahası çalınmadık kapı kalmamıştır. Bir gün geçti geçmedi, dediler, ötede şu beride bu. Bir sokak aşağıda oturuyor bir dilber kuzusu. Hepsini dinledim, Kör Afet adını işitemedim. Üç ihtimal vardı Peçeli’ ye olacak. Yosma İfrit. Falcı Fadik. Musibet Saadet. 11 Hala: Musibet Saadet için söylenen şuymuş ki: Gün tutulduğu gün doğmamış da doğduğu gün, gün tutulmuş. Öyle güzelmiş ki güzelliğine yormuşlar bunu. Yıllar sonra düğünü olacağı gece, önce davulcunun tokmağı kaybolmuş. Sonra keşkek kazanın ateşi sönüp misafirlerin ağırlandığı avlu alevlere gark olmuş. Kıskanç bir kasıt var bu işte demişler. Bir gafil güzelliğini çekemedi. Gerdek bir hafta gecikmiş bu sebepten. İyi ki de gecikmiş. Ki damat yüz görümlüğünü takarken hık deyip gümlemiş. Saadet bu ya, güzelliğimden yiğidimin kalbi durdu ayol, diye inlemiş. Daha yaşı on dokuzmuş. Gerdek de nasip olmayınca, falan dağlarının ötesinde bir hatun var, yüzünü görenin kalbi duruyormuş, hem de hâlâ kız olan kızmış diye efsanesi almış yürümüş. Gün geçmemiş bir kısmet kapısını vurmuş. Kayınvalide olmaya heveslenen zavallı hatun, oğluna muştuyu veremeden, daha yolda hasedinden çatlamış. Ancak o zaman sezmişler Saadet’ in tehlikesini. Yine de kısmetin ayakları kesilmemiş. Üç. Dört. Beş… Gelsin kocalar, yatsın toprağa mevtalar. Güzellik baş belasıymış ama esas kocaya belaymış. Bense tebarekeyi, yasini okuya okuya gittim bu uğursuzun kapısına. Dedim, benim bir oğlum var. Gencecik, yiğit. Pek körpe. Bir dediğini ikiletmez. Hem sever hem sayar hem bakar. Maşallah babasından kalmıştır bir hayli malı. Bundan iyisi Şam’ da kayısı. Ve lakin tek kusuru var. Bir kazada yüzü yanmıştır. Peçeyle dolaşır. Saadet önce sessiz dinledi. Sonra uğursuzum demedi, vay ben senin kıçı bezli oğluna mı kalmışım diye kapı dışarı etmeye yeltendi beni. Höt bre! Dedim, elçiye zeval olmaz. Arabulucuya beddua okunmaz. Uğursuz, haddini bil! Onca adamın bedbahtına sebep olmuşsun, kalkıp oğluma mı laf ediyorsun! Senin gibi karı olmaz olsun. 12 Saadet: Kendi yüzünden utanıp da peçeyle dolaşan çocuğa mı kalmış Koca Saadet! Ben onca adama sebep oldum diye sen de benim bedbahtıma mı ettin niyet? Kusura bakma Hala ama esas bu kabul olunamaz bir musibet! 13 Hala: Musibet Saadet’ ten kısmetsiz çıkınca, evet deseydi, ya başına neler gelecekti, yürü ey Hala dedim. Hâlâ yaşadığıma şükrettim. Şimdi yol Falcı Fadik’ e idi. Olmazsa Yosma İfrit. O da olmazsa, yok. Elbet biri olur. Olsun yanı başımızda hep biraz ümit. Ya nasip! Gel gör ki bunların üçü de güzel. Ve güzeller güzel ister. Hele ki bir de aptalsa. 14 Bir Güzel: Güzelsin lakin aptal diyorlar, ne dersin? Aptal diyorlar, âlemin afetinin iki gözü yaş kesilsin. Ne dersin, iki gözü yaş kesilsin mi esas seni çekemeyenlerin! 15 Falcı Fadik: Haberci kuşların, misafirin geliyor hazır ol, deyip uçtuktan sonra bahçendeki erik ağacından dinledim. Mayhoştu sözleri, meyvesi tadında. Zor tahammül gösterdim. Öğrendim ki Peçeli Yanık dediğin senin her gelene açık kapına bile duvarlara sine sine, dallara saklana saklana gelmiş. Tıpkı bir böcek gibi. Aynı bir karafatma gibi. Gün ışığında siyahı öyle bir parlar ki basıp ezesin gelir. Gündüzleri yaşayamaz o. Ömrü yarım sayılır. Kelebek kadar. Korkak bir o kadar. Gece ise karalar içinde bir kat daha kedere boyar onu. Uyku teslim alana kadar ruhunu, kemirir de kemirir kendini. Gecesi de yoktur. Öyleyse ömrü de yoktur. Yaşamasa daha iyi. Ölsün daha iyi. Bırakın evlenmeyi. 16 Bir Çirkin: Çirkinsin ve hatta ölmelisin diyorlar, ne dersin? Ölmelisin diyorlar çirkinler dünyadan çekilsin. Ne dersin, çekilsin de güzelliğin kıymeti mi silinsin? 17 Hala: Yüzü fettan, gönlü saptan üç hatundan ne umduk ne bulduk. Biri küfür yağmuruna tuttu, diğeri tükürük. Güzelliğe el açmış dilenci yerine konduk. Üç cadı karı! Var olsunlar. Altmış yıllık ağzın payını bir günde tahsil etti Hala! Daha da gitmem el kapısına. Hayır mübarek iş olsa da. 18 Hala: Peçelim, sana verdiğim senedin vakti gelmiş ama ben de dört cihete, yedi düvele haber saldım ama memleketin kadın başı giren bütün odalarında ismini çınlattık ama ne falcısı ne yosması ne uğursuzu, kabul etmedi hiçbiri. Beni yollarında inletti. Yalnız Allah var, hepsi de can gibiydi. Ancak bugün bir havadis geldi. Ayşe’ den. Evlenme niyeti varmış. Rızasını da koş sen al. Ben yemin ettim gitmem gayrı gitmem. 19 Peçeli: Gökte çırpınan bulutlar gibi bir dağılıp bir birikmekteydi umudum. Hani demiştin, kurdun kabiliyeti karanlıkta belli olur. Sağ yanıma dönüyorum öyle. Yine sen demiştin, güzeller merhametsiz olur. Soluma dönüyorum böyle. Öyle veya böyle getirdik sonunu bu ikircikli işkencenin. Nihayeti iyidir bekleyişlerin. Sen elinden geleni gösterdin. Dilerim, başın üstündedir rızası Rabbin. Teşekkür ederim. Kimdir peki bu Ayşe? 20 Hala: Kimmiş? Güzelmiş. Bu değil miydi kâfi gelen. İşte adres. Git haydi. 21 Peçeli: Bahçe kapısının önünde durmuşum Ayşe’ nin. Varsay ki katilinin karşısına dikilecek kalbim. Artık yüzümü saklayacak yok bir yerim. Beş yıllık peçenin hükmü yırtıldı, güzel gözlerimden okunacak çirkinliğim. Güneşle kamaşıp büyülenmeyi isterken, yoksa ceylanı gözüne gece dürterek ürkütecek miyim? Vazgeçsem? Gitsem. Kaçsam? Yine kaçamam kendimden. Dilerim merhametlidir. Rabbin öze kattığı merhamet ne kadar da gereklidir. Bir kuple tevazu, bir tutam setre. İyilik bile değil beklediğim yalnız kusuru görmezden gelme. On yedi yıllık elimi tahta kapıya vuruyorum. Üç kez tak! Tak tak tak! Tam üç kez kabarıp dalgalanarak kayalara çarpıyorum. Bir ceylan yahut yeşil gözlü bir ceylan yahut yavru bir ceylan, kapıyı açan. Galiba. Hayal meyal hatırlıyorum. Güneşle kamaşıp büyüleniyorum. Bir fısıltı: “ Bahçeye bile giremezsin! Sokak sonundaki büyük meşenin altında bekle beni!” diyor. Rüya mı görüyorum? Oh Allah’ ım! Bütün insanlar böyle güzel böyle merhametli olsun istiyorum. En azından, ağaç altında olsa da, konuşma imkânı verdi. Bakışlarıyla bile örselemedi kırıla kırıla yeniden toprak olmuş kalbimi. 22 Peçeli: Faninin miracıydı yaşadığım. Bir an göğe sıçradım. Bir küptüm kaygıdan müteşekkil, ateşlendi fitilim. Uçtum. Bulutlar arasında bir çocuktu gördüğüm. Misali ben. Ancak ben ne kadar çirkinsem o bir o kadar güzel, ürperticiliğimiz eşit. Bazen muhatabınız öyle güzeldir ki ürperirsiniz, çirkinlerse daima ürpertir. Ve kondum. Şimdi yeryüzünde. Sokak sonunda. O yaşlı meşenin altında. Büyük bir taş üstünde. Aklım başımda. Yine Yanık, yine Peçeli’ yim. Bekliyorum. Soru şu: Niçin evlenmek ister böylesi bir çocuk? 23 Ayşe: El aman süveyda! Saçlarımın ucu titrer. Bütün bir baş karalar içinde. Umutlarım devrilir. Bu peçe tüm ışığı kendinde topluyor, bakışların birleştiği çehre değil peçe oluyor. Gerisi karanlıkta kalıyor. Maksadın tersi tutuyor. Ve bilmiyor musun adam? Kendinden gizleneni abartır insan. Peçeye bakıp altındakini görmeyi başarır, hep olduğundan daha korkunç bir şeyi. Oysa sırlar sanıldığından daha mütevazıdır. Ben, gözlerimin içine gözler sokulunca ikram edileni aldım. Sarsıldım. Yandıkça yakmaya meyletmiş gözleri var. Yıldızlardan bombalar yağıyor. Ve seyrettikçe sonsuzlaşıyor derinleri. Beyazını yok edip her yana yayılıyor rengi. Önce iri, sonra daha iri. Suyun altında kalmış bir dağ, zirvesinde nadide bir çiçek yetiştirmez mi? Gönlü yaralılar, yüzü yaralıları anlar. Peçeli’ yi anlayan yanım, kötülükten bıkmış yanım. Ve kötülükten bıkmış yanım, bir de geceler var, dedi. Devam etti. Gece, karalara gerek bırakmaz. Gündüz değil gece yaşarsınız siz de, yeter ki iyi insan olsun. Vardır her soruna bir çözüm. Bundan sonra adın olur Gecekuşu Ayşe. Bir umut yeşerdi. Ama bir ömür böyle geçer mi? Belki. Belki kötü değildir hiçbir şey şimdiden. Öğrenmek için fısıldıyorum: “ Meşenin altında bekle beni.” Yengem habersiz çünkü. 24 Yaşlı Meşe: Bize ne gördüğünü anlat. Ayşe ile Peçeli ne konuşuyor? Neler oluyor? Ne duydun, ne işittin? Haydi söyle! Susun insanoğulları! Yeter. Hep huzurumu kaçırdınız. Bana kendinizi, şu biçimsiz duvarlarınızı, biz yeşerirken sürekli solan boyalarınızı, sonu gelmez kavgalarınızı seyrettirdiniz. Karga çığlıklarınızı dinlettiniz. Şikâyetim var insanlıktan! Ne çirkinsiniz. Öyle çirkinsiniz ki güzellik bulmaya bana gelirsiniz. Bırakın Ayşe’ yi. Ayşe bir kırgın kız. Sahipsiz kalmış. Hırpalanmış. Güzelliği kıskanılmış. Bu zamana kadar kimden iyilik görmüş ki şimdi görsün. Bahtı bir kere karadan başlamış. Saçlarında pırıl pırıl bir kurdele, yüzünde gülümse, mavi pilili etekle, şeker bir kız çocuğu gibi geçmedi hiç şu sokaktan. Çocukluğunu bilmedi. Ne çocuktu ne genç ne ihtiyar. Ruhu, üstünde kurt sürüsü gezinen bir bahçe. Onda fark ettiğim işkencenin izleri bana da oldu işkence. Bin eziyetçisiniz siz. Suyuma, manzarama, dostlarıma, kendi kendinize. Netice: Yine köklerimin üstünde oturuyor iki zavallı. Zaten yüzyıllardır köklerimin altında yatıyor milyonlarca zavallı. Kendinize bir bakın. Bakın haydi, bakın. Not alın. Kimlere zulmetmiştiniz, isimlerini yazın. Biz varız da… Ve başka? Biz iyi insanlarız diyebilir misiniz? Öyleyse biri on beşinde, diğeri on yedi iki çocuk ne arıyor burada, böylesine? 25 Ayşe: Yine sessiz, sıyrıldım evden. Bu dar, uzun sokakta her adım attıkça kurtuluyorum kendimden. Yaz, güz, kış, karakış, kapkarakış fark etmez. Yürümek hep iyi gelir. Sokak sonunda beni bekleyen Peçeli’ yi görüyorum, ayağa kalkıyor, yerini bana sunuyor. Karşımda tir tir titriyor. Of ki ben böyle muameleyi hiç görmedim. İlk kez aynaların söylediği kadar güzelim. Nesli tükenmiş minik bir kuş gibiyim. Demek o iyi bir insan. Susmak istemiyorum öyleyse. Onun bütün yaraları aleni. Benim de kusurlarım söylenmeli. Adalet işlemeli. Leşlerimi gün yüzüne çıkarmak, ezilen çiçeklerimin ağıdını savurmak, boşalmak artık, yokuş aşağı çağlamak… Uzuvlarımın kefenlerini sökmenin vakti geldi. Ama ben sesimi çıkaramadan o ağzını açıyor, özür diler gibi. Pek bir mağdur. Peki kim daha mağdur? 26 Peçeli: Ben öyle bir tedirgin ediciyim ki üflesem ta uzaktaki kuşlar havalanacak. Yalnız sen kaçmak yerine geldin. Gözlerimin ta içine değdin. Bana bir şans verdin. Cesursun, ihtimal o ki gönlü yaralılar, yüzü yaralıları anlar. Sanıyorum sırrı ifşanın vakti geldi. Niçin evlenmek istiyorum ve niçin illa sen gibi bir güzelle evlenmek istiyorum? Gönlü yaralılar, yüzü yaralıları inşallah anlar. 27 Peçeli: Sırrım, evlenmekten muradım: Güzelliği senden bir nur topu. Sen öyle güzelsin ki bu karanlık gecelerde nurdan bir ay doğurabilirsin. Çirkinlikten feragat, sen gibi güzelden doğma bir yavru bırakmakla olur. Öyle güzelsin ki tüm kâbusları gökkuşağının altından geçirebilirsin. Güzelliğinin karşısında hürmetten titriyor, elleri kaftanında saklı, boynu bükük bir rezil. Şimdi sen söyle! Niçin evlenmek ister sen gibi bir çocuk? Niçin evlenmeyi düşünür böylesine güzel bir çocuk, Peçeli ile? 28 Ayşe: Ruha ve onura şiddete son! İğneleyici sözler tekme de atabilir. Taşlanır itler ve yetimler. Berduşları kaldırım ortasına yatıran hissi bilirim. Donacağını bilsen de dışarısı evden evla gelir. Bense ailemin yanında bile değilim. Beş yıl önce kaybettim, annemi babamı. Şimdilerde hiç eskimeyen bir kedere evlatlık yapıyorum. Dayımın merhametine emanet bırakılmışken zulmüne maruz kalıyorum. İlk zamanlar tahammül edilebilirdi. Somya altına saklanarak yaşayan kara bir ev kedisi gibiydim. Yokluğumda aranmaz, varlığımda umursanmaz. Varla yok arası bir nem tanesi. Ancak her geçen zaman daha da kötüleşti. Defol demenin bin bir yolu var, bin birini de gördüm. Tekerrüre geçti yengem, bıçağı keskinleştirerek, iğneyi sivrilterek. İstenmediğin yerde sabahlamak ne zordur bilemezsin. Uyku tutmaz. Tutsa kâbuslar bırakmaz. Sabaha varınca bu kez de akşam olsun artık dersin. Vakit asla dolmaz. Devri daim bir işkence. Dişli bir çark gibi. Hep altta kalan, tırnaklar arasında sıkışan senin etin olur. Berduşları kaldırım ortasına yatıran hissi bilirim. Gitmenin hayali bile soluk verir. En umut verici gidişse, evliliktir. İşte şimdi tanımış oldun beni. Merhaba, ben Yetim Ayşe. 29 Peçeli: Seni istemiyorsa bir tek yer istemiyor güzelim, beni ise tüm dünya. Kaçacak bir yerin varsa ne mutlu sana. Sen sabahı bıçak üstü bekliyorsun, ben boğazımda bıçak sabahı. Kimle konuştuğunu anla. Haydi, biraz ateşi sönmemiş bahtını alkışla. Kabiliyetim hükmünde değil ki seni mutlu edebilmek. Ancak koca bir yemin olsun ki yüzümle üzmem seni. Varsa kopya dünyanın gerçek bir saadeti, ben o anahtarı tek seferde yitirdim. Bir güzelden bir güzel evlat olabilir ancak tek isteğim. Sonra zengin babamdan kalan tüm parayı mülkü bırakır sana, aslını dünyanın aramaya giderim. Ne akrabalarının işkencesi kalır sana, ne çirkin bir koca. Yavrunla dilediğin gibi yaşa. Ne dersin, seninle evlenebilir miyim? 30 Ayşe: Çok güzel gözlerin var Peçeli, yalvarma bana. Bilemezsin onlardan taşan acının çekim kuvvetini, yalvarmana gerek yok bana. Nasıl bir yeşil bu yeşil? Sen bakışını bulaştırınca haleleri katmerleniyor. Kalk gidelim desen şimdi, küçülür kederim, gelirim. Çocuk kalbim sevdi seni. Kabul ediyorum ama bu nasıl evlenme teklifi? Almıyorsa dünya, gidecek yerin yok demektir. Öyleyse kal. Gece peçelere gerek bırakmaz. Gündüz değil gece yaşarız biz de. 31 Peçeli: Sen beni kovana kadar gitmem öyleyse. Bir gün fikrin değişirse çekinme söyle. Şimdi biraz el ele verelim güzelim. Gel, imamın karşısında sevinçten titreyelim. 32 El âlem: Sopayı hak edenler, sopadan en çok şikâyet edenler! Tut da bu Ayşe’ yi eşek sudan gelinceye dek dövme. Dön evine kızım, hiç yoksa bir haber ver yengene. Bu kadar mı sorumsuz olunur. Açlığı tatmadan, karnını doyuranların kıymetini anlamaz insan. Bırakın gitsin. Başına gelmedik kalmasın. Aç da kalsın. O zaman görün nasıl tıpış tıpış dönüyor. Siz uyuyun, Ayşe kafalı kız. Zengin bir kısmet gelmiş, ayaklarına kapanarak bir otuz gün kalayım sonra tüm servetim senin demiş. Tepilecek teklif mi bu! Yürü güzelim, arkandayım senin. Bir tavsiye, başına konan talih kuşunu ağzını şapırdatmadan ye, duymasın kimse. Neden kimse bahsetmiyor kıskanç yengenin şirretinden, şiddetinden? Yaşlı meşeyi hiç dinlemediniz mi? Benden bir aferin yürekten! Ne cesur oluyor çocuklar. Tanıdığım en korkusuz, iki yaşında bir çocuk. Hakkını vereceksin ki cesaretin genç yaşta ölmesin. Bizler niçin koltuklarımızda süklüm püklüm ölümü beklemekteyiz? Çocuklarım! Haydi biraz kendinize inanın. Öpücüklerinizle bıçak kırın. Bu konuşanlara siz muhabbet saçın. Sınırlar içinde sevmek, fesatlığa su serper. Çiçekler herkese kokar, güneş herkesin sırtını sıvazlar. 33 Peçeli: Sokağına işaret ettiğin, rızasını al dediğin Ayşe işte bu kızdır, Hala. Koştum, oldum, aldım, geldik. Anamız babamız ve tesellimiz olarak haydi götür bizi imamın karşısına. 34 İmam: Sen kızım, ellerin pek körpe, kemiklerin sudan ince. Bir işarettir kirpiklerinin zır oynaması, kalbinin kökünden titrediğine. Tavına gelmemiş bir gelin koruk kadar ekşidir. Ve sen oğlum, yüzündeki perde yalnız yaşını bilmeme mâni değil. Diğer her şeye, nikâha da öyle. Çek biraz damat cesareti üzerine. Bu nikâh tarafımca kıyılamaz. Yeter burada karşılıklı durduğumuz böyle. 35 Hala: Ellerine baktın kaderini çizdin bu yavrucağın, aferin sana İmam Efendi yoksa falcı mısın? Öyleyse niçin peçeye bakıp kör oldun? Merakın mı öldü kestirip atıyorsun morarmış uzuv gibi parmağı etinden. Sebep nedir? Yor manaya, yorul biraz. İnsan dediğin hayata bunun için gelmiştir? Sana iki bahtsız, iki öksüz, iki yetim getirdim. Birbirlerinden başka kimsesi olmayan bu zavallılara ben koruyuculuk yaparken sana da bir vazife düşürmüyor mu Allah? 36 Şahit: Sustuk. Beleren gözlerimize söz geçiremiyorduk. Yeşeriyorduk her türlü galeyana. Hiç imama falcı mısın denir mi? Sunturlu bir küfür savuraydınız daha iyiydi. Dinsin diye kargaşa, o ara bir anlığına kara peçe indi, müstakbel çehre ikram edildi, İmam Efendi’ ye istediği verildi. Öyle süratli ve temkinli ve kıvrak davranmıştı ki bizler, yalnız aynadan aynaya yansıyan simayı görebildik. Onu gören gözlere yapışan dehşeti. Kulaklarımıza bir uğultu çarptı. Ağırlaştı kellelerimiz. Beynimize sinek kaçtı. Nikâh denen saadetin seyrine hazırken şimdi gözlerden akan mahşere nazırız. Anladık ki dehşete sebep o mağduriyeti ne gelin ne Hala görmüştü. Sahibi de çoktandır bihaberdi belli. Bilse imamın gözlerinden bizim kadar irkilir miydi? İnan ki İmam Efendi, diller sivrilse sivrilse yine de gözlerin kadar kanlı bıçaklı konuşamaz. Efendiler, biz buraya şahitliği nikâha yapmaya geldiydik. Dili tutuk imam, duayı duyurabilir mi? Ben aldım sözü. Biz senin yüzünü görmüş kadar olduk. Kim olduğunu bildik. Yanıksın. Dedim. Okudum nikâh duasını alacele Yasin kitabından. İmamsa, bu seferlik yalnız şahit oldu, istinasız her şeye. 37 Altın Alyans: Göre isteye geçtim ince parmağa inceden. Göz bile bile kıyıldı nikâh. Ayşe niçin evlendi bu garabetle? Aklınız almıyor mu sizin de? Gibi İmam Efendi. Oysa basit. Kendi çok istediği bir şeye bir türlü yetişememişse ve ona sahip bir kimseyi tanımışsa insan, koluna girebilmeyi başarmışsa, gibi Peçeli, en kudretli afyonu yutmuş demektir. Artık ayrılmamak için oradan en daniska köpekliği yapar. Ayşe ilk anda anladı. Kendinde olanı ve Peçeli’ de olmayanı. Sezdi kozunu. Güzelliği onu hayalini bile edemediği bir tahta oturtacaktı. Varsın bakılmayacak bir yüzü olsun kocasının, dayısının evinde gördüklerinden sonra bu kabul edilebilecek bir vazgeçişti. Genel olarak dünya insanları pek çirkindi. Öyle değil mi? Siz olsaydınız ne yapardınız? Hepiniz geçirirdiniz beni parmağınıza. Ki bir kadın hazırlıksız yakalansa bile evlenme teklifine evet demeye meyillidir. Kimden gelirse gelsin evlenme teklifleri onur vericidir. 38 Peçeli: Şimdi ben hem çirkin hem evliyim. Hem yalnız hem değilim. Hem kederli hem müteşekkirim. Hem ölü hem diriyim. Ağaç gövdesinde bitmiş zehirli bir mantar kellesi. Kendi içinde bir ikilik. Kalabalık ortasında yitik. Bir ipi kopuk bir ipi sıkı sıkı bağlı, boşlukta sallanan suratsız kukla. Varsa da olamaz benim mesudum. Yakında çıkar ortaya kokum. 39 Ayşe: Yeni fark ettim. Rüzgâr bazen kuzeyden esmeyi kesermiş. Şöyle bir öpüp geçtiği bile olurmuş. Bir güvercin merdivenlerden aşağı zıplaya zıplaya nasıl inermiş, görmüş müydünüz? Peçeli’ yi yakan ateş benim aydınlığım olabilirmiş. Şerde yaşayan o hayır boşuna değilmiş. Tuhaf! Dün yengemin elinde kötekteydim. Sabah huzurunda Hala’ nın, şimdi içinde bir alyansın, içimde yeşermiş şekerli bir keyif. 40 Hala: Peçelim, sen gelinin hakkını ver. Şu günde yolları kenarına hediyelerini diz. Tak takmamışsan mücevherleri. Almamışsan al. Biz seni burada beklemekteyiz. Artık mutluluklar sizin yavrularım. Keder oturmaz başınızın üstüne bulursanız anlaşacak bir ince tahta köprü bile. 41 Peçeli: Yanlışın var hayat senin, benle çoğalttın kederi. Keder kere keder kaç eder: Peçeli! Bir top keder doğursa gebe, yavrunun adı olurdu Peçeli. Ulan benim zifafım bile kederli! Bu gece, görülmesin diye saklanması gereken, başsız gövdeyi mi oynamalı, gözleri mi bağlamalı? Bu gece. 42 On Gün On Gece: Damat cesareti, gelin memnuniyeti. Altın sandık. İpek yorgan. Mandagözü yakut. Yeşim toka. Damat cömertliği, gelin memnuniyeti. Aldı da aldı Peçeli. Ve dahası kutularca boya. Kim ayakkabı boyasıyla en siyaha boyar evini: Yavrum Peçeli. Gün geçtikçe artıyor delilerin adeti. Kara örtüler, siyah perdeler, karanlık duvarlar. Dipsiz bir kuyunun dibine kurulmuş gibi divan kanepe oda. Peçeli böyle hazırlandı bana. İlk gece bir dağ yamacındaydılar. Elleri başlarının altında, uzattılar aya ayaklarını. Çekip üzerlerine göğü, içindeki parlak ziynetleriyle akıllarını almasına izin verdiler. Sustular, yalnız kokularının farkına vardılar. Gün ağarmaya kalmadan, gece hiç bitmemiş gibi zifir odalarında derin bir uykuya daldılar. Akşam çökene kadar uyanmadılar. Güne güneşe hiç bulaşmadılar. Hep geceyi yaşadılar. Ertesi gece ve her gece aynı dağ yamacındaydılar. Ayşe kâbus hatıralarını anlatmaya ta bebeklikten başladı. Bin bir gece masallarındaki güzel ve akıllı kız gibi bir sonraki güne hep anlatacak bir şeyler bıraktı. Geceler boyunca konuştu. Uyuyana dek konuştu. Konuştu da konuştu. İçi boşalana kadar, Peçeli’ ye gerginliğini unutturana kadar konuştu. Son gecemde peçesini indirdi, karanlığa sığındı Peçeli. Yüzünü göğe gömdü. Ve anlatmaya başladı, o günü. Yangını. Ayşe Peçeli’ nin sesini araya perde karışmadan ilk kez duydu. Bir hoş oldu. 43 Peçeli: Yedi yaşındaydım. On yıl önce tam. Bizim mahallenin yukarısında, yokuş başında büyük bir aile bahçesi vardı. Etrafı koyu yeşil bir koruyla, eski çamlarla çevrili. O ağaçların arasında da terk edilmiş yıkık dökük bir ev. Çarpılmış bir çatı, her yana saçılmış çürük tahtalar. Yırtık örtüler, çamura bulanmış kilimler. Paslı demirler, yamru yumru çiviler. Taş, tuğla, toprak. Görmediğim sayıda böcek örümcek, kedi köpek. Alışılmadık bir dünya. Başka çocuklarla birlikte gider orayı burayı karıştırır kurcalar, her seferinde umulmadık bir şey bulur şaşırdık. Kocaman bir yerdi. Orada olmayı severdik. Bir gün. Ta ki bir gün. Onlar gelinceye dek. İki adam yahut delikanlıydı belki bilmiyorum. Çocuk gözümle dev gibi görünmüşlerdi. Muhtemelen olduklarından çok daha büyük. Nasıl anlatsam bildiğin çılgınlıktı bu! Havada çaresiz bir şaşkınlık. Yani yanında oyun arkadaşların gözlerini kapıyorsun, açıyorsun iki vahşi ızbandut karşında. Def olun piç kuruları! Gelmeyin daha da buraya! Bundan böyle benim burası! Evet doğru, dünyada her yer bunlar gibi kötülerin. Ama ya bizim, bizim yerimiz neresi? Korkusundan koşmaya başladı içimizden biri, bir yandan sular seller olmuş ağlıyordu. Ya ben? Mıh gibi çakılı kaldım. Ne kaçmak ne bu yeri bırakmak istiyordum. Aklım çalışmıyordu. Diğer arkadaşım beni koyup gidemiyordu. Gözlerini dikmiş, her şeyleri siktir edelim diyordu. Haydi kaçalım. Ama çok geç! Sözünün dinlenmemesinden hoşlanmamıştı vahşi ızbandut. Acımayacaksın böylelerine! Güçlülerin sözünü dinlemeyenlere! Bir ikisini tutacaksın asacaksın, fıstık gibi olacak her yerler bize! Haydi bakalım, açılsın şimdi fal taşı gibi gözleriniz. Alınız ulan size okkalı bir sille! Dedi, savurdu çocuğu duvara karşı. İşte böyle, işte böyle yıkılınız karşımdan! Sonra kahkaha arası kahkaha. İki aygır kişnemesi. Yığıldı yere arkadaşım kımıldamıyor, uyanmıyor, inlemiyor dahi. Sonra bir saniye! Diğeri elinde bir bidon, çanak yahut kapla girdi içeri. Ölmüş arkadaşıma mı yanayım, bana yakılan yangında mı yanayım? Dertleri neydi? Sadece güç gösterisi, o da kendi kendilerine. Ben gücüm, demek için. Uğruna yaktılar beni. Ve üzerine işemeden gitmediler biz it eniklerinin ateşinin. Onlar için iki leşlik bir macera. Ölmeden nasıl çıktım o yangından hiç sorma. Yana yana süründüm dumanlar altından. Eriye eriye. Çıktığımda ben olmaktan da çıkmıştım. 44 Zifaf: Geceler boyu konuşunca, Peçeli o mahşer günü dahi anlatınca, Çekinceler silikleşti aralarında. Kıkırdakları eriyerek yanaklarına yapışmış burnunu, yanmış yok olmuş dudağını, katmerlenmiş derisini Ayşe’ nin tazecik tenine değdirince Peçeli, hiçbir şey hissetmedi. Hiçbir şey. Gözlerine bir damla yaş oturdu. O ara Ayşe’ nin kadın kokusu doldu ciğerlerine bahçe bahçe. Şefkatli bir melek gibi yetişti medetine. Kalbi ilk kez pıt dedi Peçeli’ nin. İçinden ilk kez yaşayan bir şey geçti. Tatlı bir şey. 45 Döl: Düşüp Peçeli’ den, karanlık bir yoldan geçtim. Tutundum Ayşe’ ye. Ayşe ne kadar sıcak, buldum yatağımı onda. Ne kadar iyi, annem olabilir mi? 46: Peçeli: Tanrım, iyi insanları ve bu gebe güzeli koru. Bir kucak sarı güneş benim yerime bu hanede sen doğ. Ben artık yüzümle üzmem kimseyi. Bir güzelden doğacak bir güzel bıraktım yerime, giderim. Elveda Ayşe! Öpülecek yerim olmadı hiç benim. Utanç içindeyim. Sana yalan söyledim. En başından beri gidecektim. Yüzümdeki izlere cevap olsun diye kayda eğer bir iz bırakmak. Reva görenlere bana bunu, bir ateş de ben yakmak. İstiyorum. Geçer misiniz bunu kayda. Adımı da yazın bir tarafa, unutmamak için, üç kere Peçeli! Peçeli. Peçeli. Peçeli. 47 Ay: Şşh! Yine bir ceset dolaşıyor duvar diplerinde. Akıl başta değil, omuzlar da yerlerde. Kanayarak iz bırakıyor ruhu geçip gittiği yerlerde. Hey sen! Işığımın altındasın, gözlerimin önünde. Tanıdım seni, Peçeli! Ama o da ne? Ört, ört. Yok et! Bu kez neden saklamıyorsun? Olsaydı bir midem bulanırdı elbet. Nereye gidiyorsun? O elindeki ne?! Ne yapıyorsun?! Yapma! 48 Peçeli: Ruhumda birikmiş yangınları dışarı taşırdım ve yaktım o izbandutun evini. Ancak öcümü alındı mı sayayım? Yüzümdeki bu dünya lekeleri silindi mi sayayım? Ama yok! Duruyorlar. Peçeli’ nin adını hâlâ hatırlamıyorlar. Gündüzler hâlâ üzerime çullanıyorlar. Zaten alınan bu intikam ölümden önce yapılacak son bir işti, beni hayata döndürecek hiç değildi. Yeniden gülmek mi, gülebilseydim bu boş ümide gülerdim. Ben iflah olmaz bir cesedim. Dünya bir kere çamur! Yetmiyor benim gücüm sıvanan bu çamura her dem, her dem! Tırnaklarımdan sızıp duran bu kan! Bu nefret, bu intikam! Dünya beni aldı, evire evire kendine çevirdi. Şimdi ne yapsam da öcümü esas ondan alsam? 49 Peçeli: Bu diyarlar gülmedi yüzüme. İklimim benim dünya değil! Yaşamam için hem pek sıcak hem pek soğuk. Ben buralı değilim. Çirkinlerin yeri neresi? Yerim benim neresi? Ben hangi memleketliyim? Beni ait olmadığım bu yere süren Tanrı’ dan merhamet dilenirim. Zaten hep karanlıkta yaşadım. Şimdi iyice çöksün gece. Ruhum şad olsun. Doğru yolu bulsun. Hoşça kalın sizler de uyuyan güzeller. Ben bulamıyorum kendimi teskin edecek bir şeyler.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Zemzem OĞRAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |