Bir dost nedir? Öteki ben. -Zenon |
|
||||||||||
|
- Tamam güzel annem. Gel iyi geceler öpücüğümü kondur yanağıma da uykuların en güzeli benim olsun. Ben seni üzer miyim hiç? Bak, uyuyorum. Hatta uyudum bile. Sanki gerçekten de uykuların en güzeli benim olacakmış gibi sevinçle yumdum gözlerimi. Sol yanımda annem, sağ yanımda kardeşim. Uyuyamadım bir süre, sağıma soluma döndüm durdum. Sokak lambasının aydınlattığı duvarda hayallerimi canlandırmaya başladım. Ama annem uyumadığımı anlarsa kızardı, korktum. Göz ucuyla anneme baktım, uyumuştu. Benim gibi iri gözleri vardı onun da. Sinirlendiğinde al al olan yanakları. Güldüğünde ise dünyanın en güzel kadını olurdu gözümde. Büyüdüğümde ona benzeyeceğimi düşündükçe heyecanlanır, daha çabuk büyümek için sütlere sarılırdım. O halimi gördükçe mutlu olur, belirli belirsiz bir tebessüm yerleşirdi dudaklarına. Onu öyle gördükçe ise daha çok heveslenirdim büyümek için. Günler böyle geçip giderdi. Sonra usulca dönüp kardeşime baktım bir an. Sekiz yaşındaydı henüz. Küçük ela gözleri, küçücük elleri ama kocaman bir yüreği vardı. Bir şey istediğinde yapılmıyorsa, bütün evi ayağa kaldırır yine de istediğini yaptırırdı. Nasıl da güzel uyuyordu şimdi. Dönüp ufacık bir öpücük kondurdum yanağına ve sokak lambasının aydınlattığı duvarda hayallerimi canlandırmaya devam ettim. Bu kez yıllar sonrasının hayalini kurdum. Kendi bebeğim, annem, kardeşim, ağabeyim ve yengem… Mutlu bir aile tablosu çizdim son perdede ve yüzümde kocaman bir tebessümle kendimi uykunun kollarına bıraktım. O gece rüyamda, iki yıl önce kaybettiğim babamı görüyorum. İkinci kattaki evimizin penceresinden el sallarken ben, o da denizin yanındaki kocaman çınar ağacının altından bana el sallıyor. Denizin uğultusundan babamın sesini duyamıyorum ama gel diye el salladığını görebiliyorum. Sonra kollarını iki yana açıp beklemeye başlıyor babam. Koşup sarılabilsem, sarılacak o da sımsıkı. Tıpkı Cuma günleri beni okuldan almaya geldiği zamanki gibi. Öyle mutlu, öyle heyecanlı, öyle sabırsız… Evde annemi aramaya başlıyorum. Bulabilsem babama götüreceğim onu da. Bütün odaları geziyorum ama evde kimseleri bulamıyorum. Koşmaya başlıyorum bu sefer. Heyecandan ayakkabılarımı bile giyemeden, üçer beşer iniyorum merdivenlerden. Kalbimin sesi yankılanıyor duvarlarda. Uzadıkça yol, artıyoru korkularım. Babama sarılamamaktan korkuyorum. Doya doya öpememekten. Önce sımsıkı sarılmak istiyorum ona, sonra da kızmak. Hayır hayır. Önce kızıp, sonra sımsıkı sarılmak. Küçük kızını neden bırakıp gitmiş? Annemi neden bu kadar ağlatmış? Her şeyi öğrenmek istiyorum. Nefes nefese varıyorum babamın yanına. Ayaklarının dibine geldiğimde duruyorum bir an. Baştan aşağı süzüyorum. Ayakkabıları, pantolonu, gömleği… Tıpkı son gördüğümdeki gibi, hiç değişmemiş. Küçük kızına sarılabilmek için eğiliyor hafiften. Ve o an. Dünya duruyor benim için. Ne dalga sesi geliyor kulağıma ne kuşların cıvıltısı. Kocaman çınar ağacının dalları üstümüzde, denizin uğultusu arkamızda ve ben babamın kucağında, hiç olmadığım kadar mutluyum. Unutuyorum her şeyi. Kokusunu öyle çok özlemişim ki. Çenesinin altına gömüp burnumu, biraz heyecan, biraz da merakla soruyorum: -Artık gitmeyeceksin değil mi baba? -… -Cuma günleri beni okuldan almaya da gelmiyorsun. Küstün mü yoksa? -… -Yakında karne alacağım, bari ona gel olur mu baba? Hem hediye de istemem. Geleceksin değil mi? -… Babam usulca ayırıyor kollarını küçük bedenimden. Gideceğini anlıyorum. Bu kez ayaklarına kapanıyorum. Donup kalıyor olduğu yerde. Hiç kıpırtısız, gözleri gözlerimde. -Gitme baba. Gitme, ne olur! Bırakma bizi. Baba, gitme! Annemin geldiğini görüyorum uzaktan. Kalkıp ona doğru koşmaya başlıyorum. Tam önünde duruyorum. Yaşlı gözlerimi dikip gözlerine, avaz avaz haykırıyorum. -Gönderme babamı anne. Ne olur gitmesin. Söz veriyorum, üzmeyeceğim artık sizi. Gitme baba! Bütün sahil boyu yankılanıyor çığlıklarım. Herkes, bütün tabiat duyuyor da sesimi, bir annem duymuyor. Cevap vermiyor bana. Neden benimle konuşmuyorlar anlam veremiyorum. Koca çınar ağacı beni teselli etmek ister gibi savuruyor dallarını rüzgârda. Denizin uğultusu kesiliyor sonra. Her şey, herkes susuyor. Bütün tabiat bizi dinliyor gibi. Ve ben son bir gayretle yapışıyorum annemin eteklerine. -Bırakma babamı anne, ne olur gitmesin babam. Hem bak üşüyorum ben. Hadi evimize gidelim artık. Hadi baba! Hadi artık. Annem beni duymuyor. Usulca tutuyor babamın ellerinden. Yanağıma bir öpücük kondurup, uzaklaşmaya başlıyorlar beraber. Koşuyorum arkalarından ama yetişemiyorum. Ayaklarıma batan çakıl taşlarına inat daha hızlı koşuyorum ama nafile. Gözlerimde kocaman yaşlarla bakakalıyorum arkalarından. Bir adım daha atacakken, taşa takılıp düşüyorum… -Uyan! Uyansana! Anneme bir şey oldu! Ne olur uyan artık! Yataktan nasıl kalktığımı hatırlamıyorum bile. Bu ses yengemin sesi. Demek ki rüyaymış, babam gelmemiş diye düşünüyorum. Odadan koridora çıkana kadar geçen sürede bunlar geçiyor zihnimden. Annemi o halde gördüğümde beynimden vurulmuşa dönüyorum. Düşecek gibi oluyorum bir an. Sokak kapısı açık, tam önüne düşmüş annem. Gözleri yarı açık, benzi solgun. Kolları iki yana açılmış. Bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama yapamıyor gibi. Gözlerine bakıyorum. Ayaklarının yanına düşmüş iki tane ekmeğe bakıyor öylece. Fırına gitmişti diye söze giriyor yengem. Bize ekmek almak için. Kapıdan girer girmez yığıldı kaldı anlamadım. Konuşamıyor bile yengem, korkudan ve şaşkınlıktan iki kelimeyi bir araya getiremiyor. Kardeşime ilişiyor gözüm. Annemin sağ elini minik avuçlarının arasına almış, bir şeyler mırıldanıyor. Anneme bir şey olmasın diye dua ediyor gibi… Gece babamı görmek için koşarak indiğim merdivenlerden, bu kez annem için koşarak iniyorum. Yağmurlu bir gün. Kimin olduğuna bile bakmadan giydiğim, bu yüzden yürümekte zorlandığım boyumdan büyük terliklerle koşuyorum nereye gideceğimi bilmeden. Bütün akrabaları topluyorum annemin başına, komşuları… Ben eve dönene kadar annemi götürüyorlar hastaneye. Ambulans sesi yankılanıyor bomboş sokaklarda. Canım annem, daha hastaneye varamadan melek oluyor. Ve ben bunu, mutfaktaki kirli birkaç bardağı yıkarken öğreniyorum. Boyum yetişmediği için ayaklarımın altına aldığım tabureden izliyorum olanları. Dünya siliniyor bir anda gözümden. Ağlayamıyorum. Beyazlar içinde geliyor annem eve. Ve ben bu sahneyi biliyorum. Yaşamıştım daha önce. O kefen denilen beyaz elbiseyi giyen bir daha gülemiyor biliyorum. Konuşamıyor. Yine uyumadın mı sen diye söylenemiyor. Sarılamıyor bir daha kimseye. Babamdan biliyorum. Kardeşimi arıyor o kalabalıkta gözlerim. Henüz sekiz yaşında kardeşim, ölmek ne demek bilmiyor ki! Oyun oynuyoruz sanıyor. Evet, aslında onlar bizimle saklambaç oynuyorlar. Önce babam, şimdi de annem saklandı. Zamanı geldiğinde biz de onlarla aynı yere saklanacağız ve bu oyun bitecek. Bir daha ayrılmayacağız. Buna inanıyor kardeşim, öyle inandırıyorum onu. O gece, odamızda son kez kalıyor annem. Küçük bir oda. Ama bu gece kalabalık. Girişte solda annem ve kardeşimle beraber uyuduğumuz,kenarları dantel işlemeli pikeyle kaplı yatak. Yerde annemin çeyizinden kalma bordo renkli bir halı ve babamın kendi elleriyle ceviz ağacından yaptığı gardrop. Yatağın sol yanında denize açılan bir pencere ve tam karşısında sokak lambasının aydınlattığı duvarım. Her gece beraber uyuduğumuz yatakta bu gece annem tek başına. Bu kez beyazlar içinde. Sabah olduğunda yeni yatağına götürecekler onu. Babamın yanı başında uyuyacak yine. Ağabeyime bakıyorum. Düşünceli. Tam ayak ucuna oturmuş annemin. Uykusuzluktan çökmüş koyu kahve rengi gözleri bordo renki halıda takılı kalmış. Dar, küçük omuzları çökmüş. Bir ak daha düşürmüş hayat saçlarına. Babam öldüğünde düşmüştü ilk ak,hayalini kurduğu öğretmenliği de babamla beraber koyarken o soğuk toprağın altına. O gün hayatın acımasız yüzünü görmüştü. Öğretmenlik hayallerini kendi çocuklarına saklayıp, çalışma hayatına atılmıştı. Bir kadın sevmişti sonra. Simsiyah gözleri, pamuk gibi elleri olan. Evlendiler, yengem oldu o pamuk elli kadın. Hep beraber aynı evi paylaşan, mutlu bir aile olmuştuk. Sonra ailemize yeni bir bireyin katılacağını öğrenip, isim koyma yarışında yarışırken kardeşimle, son noktayı annem koymuştu. “Onun adı Kerim olacak.” Ama hayat buna izin vermedi. Doğumuna birkaç ay kalan, daha doğmadan ismini koyduğu torununu kucağına bir defa alamadan, babamın yanına gitti. Evliliğinin belki de en güzel döneminde ikinci akı böyle düşürdü ağabeyimin saçlarına hayat. İtiraz hakkı yoktu, hiç olmadı… -Bize sen mi bakacaksın bundan sonra? Birden irkiliyor ağabeyim. Anlayamıyor ne olduğunu. Soruyu soran kardeşim. Tekrarlıyor. -Bize sen mi bakacaksın bundan sonra? Güçlükle doğruluyor ağabeyim oturduğu yerden. Kardeşimin yanına gidip kucağına alıyor onu. Bir eli saçlarını okşarken, diğer eliye elini tutuyor. Gözleri gözlerinde, tane tane konuşuyor ses tonuna dikkat ederek. -İstemez misin? Yeni bir ev tutarız. Daha güzel bir yerde. Beraber seçeriz hatta. Beraber taşırız eşyalarımızı. Evimizi beraber boyarız. Bundan sonra hep beraberiz. Daha yolumuz çok uzun. -… Oturduğum yerden izliyorum olanları. Sahiden böyle mi olacak, yoksa üzülmeyelim diye yalan mı söylüyor anlayamıyorum. Ertesi gün, babamın cenazesinden yarım yamalak hatırladığım kalabalık omuzlar üzerinde, babamın yanına götürüyorlar annemi. Karşılıklı ağaçların sıralandığı kıvrımlı yollardan ilerlerken, sımsıkı tutuyorum kardeşimin ellerinden. Gözgöze gelmemeye dikkat ederek yürüyorum. Çünkü biliyorum ki görürsem dayanamam. Boğulurum ela gözlerinin denizlerinde. Üzülür, dayanamam. Ne güzel de yağmur yağıyor. Annemi koymak için çukur kazmışlar babamın yanına. İçine doluyor yağmur damlaları. Tabiat da ağlıyor annemin gidişine. Herkes gibi… Ve dualardan sonra usulca koyuyorlar yeni yatağına annemi. İşte o an kardeşimin çığlıkları yankılanıyor mezarlık boyunca. -Durun! Toprak atmayın. Annem nefes alamaz orda! Neye uğradığını şaşırıyor kalabalık. İşte bu sefer tutamıyorum kendimi. Yağan yağmurlara karışıyor gözyaşlarım. Yine ağabeyim tutuyor ellerimizden. Sımsıkı sarılıyor önce, sonra kardeşimi sakinleştiriyoruz beraber. Sonra da dua ediyoruz annem ve babam için. En son biz çıkıyoruz mezarlıktan. Bu veda anı hiç de kolay değil. İki gün önce nefesinin sıcaklığını saçlarımda hissettiğim annem, soğuk toprağın altında artık. Sağlı sollu ağaçların dizildiği kıvrımlı yoldan evimize dönerken, arkama bakıyorum adım başında. Annem belki bizimle geliyordur diye. Göremedikçe daha bir inatla bakıyorum. Yine yok. Eve geldiğimizde, tam yolun başında duruyorum bir an. Sonra var gücümle, koşarak çıkıyorum merdivenlerden. Her gece beraber uyuduğumuz odanın penceresine koşuyorum. Rüyamda babamın annemi alıp götürdüğü o çınar ağacının dibine bakıyorum öylece. Yoklar. O çok sevdiğim sahil kenarından nefret ediyorum o an. Yüzyıllık çınar ağacı çirkinleşiyor gittikçe. Bu odayı da sevmiyorum artık annemle beraber uyumayacağız ki. Annem yok artık. Kardeşim var, ağabeyim var, yengem var. Annem, babam yok. Onlar beraberler… Ama bizden uzakta… Yeni bir hayata başlıyoruz ağabeyimle. Küçük, şirin bir ilçeye Ayvacık’a yerleşiyoruz. Mavisi ve yeşili bol buranın. Sıkıldıkça sahili geziyorum boydan boya. Küçük balıkçı tekneleri var. Küçük ama şirin. Okula başlıyorum orda. Öğretmenlerim çok seviyor beni. Başarılı olduğumu söylüyorlar. Her türlü aktiviteye katılıyorum okulda. Ama en sevdiğim yazı yazmak. Yazıyorum sürekli… Kardeşim de okula başladı bu arada. Asi bir yapısı olduğunu söylüyor öğretmenleri. Ama umurumda bile değil kimin ne dediği. O benim her şeyim. Annemin babamın yanına gidiyorum fırsat buldukça. Dertleşiyorum onlarla. Biliyorum duyuyorlar beni.yine onların yanındayım bugün. -Annem. Bak ben geldim. Ağlamıyorum artık. Şükretmeyi, vefayı, hoşgörüyü öğreniyorum büyüdükçe. Bir ağabeyin nasıl babalık yapabileceğini, bir yengenin nasıl anne sevgisi verebileceğini. O dar, kıvrımlı yollardan eve dönerken, kapıyı açan birinin sıcaklığını. Öz anne babaların evlatlarına sırtını döndüğü bir zamanda, bana sizi aratmayan o vefalı yüreklere çok şey borçluyum anne. Büyüdüm bak koca kız oldum. Hala çok özlüyorum sizi. Biliyorum ordan izliyorsunuz bizi. Dua edin bize olur mu anne? Çok özledim sizi… Bir el hissediyorum omzumda. İrkiliyorum. Kafamı çevirdiğimde ağabeyimin o koyu kahverengi gözlerini görüyorum. Tebessüm ediyor bana. Ben de gülümsüyorum gözlerimde yaşlarla. Usulca uzatıp ellerini gözyaşlarımı siliyor. Hayranlıkla izliyorum onu. İstem dışı bir hareketli sarılıyorum boynuna. Ağlamıyorum bu defa. Mutluyum. Biliyorum benim durumumda olan herkes benim kadar şanslı değil. -Hadi ağabey. Gidelim artık. Yengemler merak eder bizi. Kafam ağabeyim omzunda, kolkola çıkıyoruz mezarlıktan. Ve ikimiz de aynı şiiri mırıldanıyoruz. “ Ölüm, yaşamı öğretir bize; döverek sevmeyi öğreten hoyrat bir anne gibi… Sevgi doğurur ecelinden…”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © meltem odabaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |