Her şey ancak sevgiyle satın alınabilmelidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu “Karin Schafer Figuren Theater” sunduğu “Bir Sergiden Tablolar” isimli sahne gösterisi dört farklı sanat dalını bir araya getirmesi bakımından çok özel bir çalışma. Müzik, kuklalar, resim ve heykel. Dünyada ilk defa bir senfoni orkestrası ve bir kukla tiyatrosu bir araya geldi. “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası” ve kukla sanatçısı “Karin Schafer Figuren Theater” iş birliği ile besteci Modest Mussorgsky’nin “Bir Sergiden Tablolar” adlı eseri, Ahmet Adnan Saygun Kültür Sanat Merkezi’nde seslendirildi. Kuklalar ve senfoni orkestrası kendi sanat dillerini kullanarak renk ve müzikten oluşan yeni bir dünya yarattılar. Şef İbrahim Yazıcı yönetimindeki “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası” bu sefer “Bir Sergiden Tablolar” isimli eser için özel olarak tasarlanan kuklalar ile olağanüstü bir sahne gösterisi gerçekleştirdi. Besteci Modest Petrovich Mussorgsky’nin Haziran 1874’de bestelediği “Bir Sergiden Tablolar” piyano suiti, 1922 yılında Maurice Ravel tarafından orkestra eseri olarak düzenlenmiş. Mussorgsky, yakın arkadaşı ressam Viktor Hartman’ın resimlerinden oluşan sergiyi gezdikten sonra, sergiden o kadar çok etkilenir ki duygularını müzik diliyle ifade ederek bu ünlü piyano suitini besteler. Maalesef, bu esere esin kaynağı olan 12 tablo günümüze kadar ulaşamaz. Yaşanan iki ayrı dünya savaşı tabloların kaybolmasına ya da tamamen yok olmasına yol açar. Karin Schafer Mussorgsk’nin müziğini dinlediğinde, müziğin ruhunu en iyi 20. y.y. sanatçılarının eserlerinin yansıtacağını düşünür ve Alberto Giacometti, Niki de Saint Phalle, Friedensreich Hundertwasser, David Hockney, Wassily Kandinsky, Marc Chagall, Andy Warhol, Pablo Picasso, Paul Klee, Georgia O’Keefe, Joan Miro, Martin Kippenberger, Christo und Jeanne Claude’un eserlerinden esinlenerek kuklaları tasarlar. Modest Mussorgsky’nin müziği eşliğinde sahneye yerleştirilmiş, rengarenk, farklı biçimlerde çok çeşitli dekorlar görürüz. Üç tane rengarenk portatif perde. Çeşitli desenlerde ve renklerde bezenmiş ve bir masal havası oluşturulmuş. Bir sokak lambası. Damdaki kemancısıyla geçen yüzyıldan kalma eski bir Rus köyü. Sonra Pablo Picasso’nun “Zengin Adam” “Fakir Adam” isimli çalışmalarını görüyoruz. Tabloların isimleri de en az kendileri kadar ilginç. “Yüzlerce Su Damlalı Huzur Dolu Yağmur”, “Yeraltı Hazinelerine Bekçilik Eden Cüce”, “Sonsuz Karanlığın İçindeki Mağara”, “Paris’teki Tuileri Bahçeleri”, “Cıvıltı Makinesi”, “Çenesi Düşük Pazarcı Kadınlar”, Andy Warhol’un grafik tasarımı olan “Yumurtadan Çıkmamış Civcivler”, “Gölge Kontrastı”, “Marc Chagall’ın “Soğuk Sibirya Kışı” ve heykel sanatçısı Alberto Giacmetti’nin sıska ve uzun adamı ile yine heykel sanatçısı Niki de Saint Phalle’in şişman kadını, iki ayrı heykel olarak gösteri boyunca sergi içinde dolaşıp dururlar. Birbirinden bağımsız tabloların aktarıldığı panolar, obje tiyatrosuna gönderme yapan bağımsız tasarımlar, tavanda beliren barkovizyona gönderilen renkli çekimler, Alberto Gicometti’nin ve Niki de Saint Phalle’nin elyaftan yapılmış heykellerini canlandıran sanatçıların diğer tablolarla sanat ve beden dilerini kullanarak konuşmaları ve her tablo için özel olarak bestelenen eserlerin eş zamanlı olarak senfoni orkestrası tarafından canlı olarak seslendirilmesi bu sahne gösterisini benzersiz kılıyor. Niki de Saint Phalle’nin çok şişman bir kadın şeklinde tasarlanmış sarı karton heykeli sahnede dans ederken, bütün objelere sürünür, onları okşar ve bize onları tanıtır. Aynı zamanda Giacometti’nin uzun boylu sıska adam maketini bir sanatçıya kemerle bağlanmış olarak görürüz. Onlar sanat eserleri arasında dolaşan heykelleri temsil eder. Modern zamanların konserve kutularından bu sefer sarı civcivler çıkar. Andy Warhol’un “Yumurtadan Çıkmamış Civcivler” çalışmasında tavana yönlendirilen renkli barkovizyon gösterisinde ilk önce çok sayıda “chicken noodle” konservesi görürüz. Birden konserveler hareket etmeye başlar. Kapakları açılır, ortaya sayısız sarı civciv çıkar. Bir daire oluştururlar ve konservenin çevresinde çılgın bir dans başlar. Sonra bu çılgınlık civcivlerin tek tek yok olmasıyla, başladığı gibi biter. Bu sergide özel tasarımlar da var. Mesela, üst üste iki küp şeklinde tasarlanmış içi kum dolu cam yapı bunlardan biri. Başlangıçta üstteki hazne ağzına kadar kumla doludur. Müzik aktıkça, kumlarda aşağıya doğru dökülmeye başlar. Müziğin ritmine uyumlu kum tanecikleri sanki notaların bir parçasıymışçasına hareket ederler. Üstteki cam bölmedeki kumlar aşağıdaki hazneye doğru boşaldıkça üstteki cam yapıda kumların içinde gizlenmiş şekilleri yavaş yavaş ortaya çıkarır. Modern zamanlarda kum saati gibi işleyen bir düzenektir bu. Bir ev, bir şato, büyük bir dev ve bir kadın maketi bize çocukluğumuzda dinlediğimiz masalları anımsatır. Bütün bu zaman zarfında bir sanatçı elinde kamerayla çektiği siyah beyaz görüntüleri eş zamanlı olarak tavandaki barkavizyona aktarır. Böylece minyatür boyuttaki yapıları, büyük bir sinema setindeki dekorlar havasında izleriz. Güneşli güzel bir gün. Küçük evler, küçük hayvanlar, su kenarı, sandallar içinde gezintiye çıkan insanlar. Dalgaların üzerinde süzülürken küçük ördekler. Güneşli ve mutlu bir günün manzarasını çizerler. Bu yürüyen bir pano üzerine monte edilmiş rengarenk kuklalardan oluşan çok renkli, çok objeli bir tasarım. Müziğin inişli, çıkışlı ve canlı yapısıyla birlikte hareket eden kuklalar bize güneşli ve mutlu bir günü böyle anlatırlar. Panonun arkasına geçen sanatçıların kuklaları ellerine bir eldiven geçirmişçesine hareket ettirişlerini izlerken onların orada kuklalara hayat vermesini hiç de garip bulmayız. Müziğin ve tiyatronun büyüsü bu. Marc Chagall’ın doğduğu ve çocukluğunun geçtiği Vitebsk kasabasını anımsatan küçük bir Sibirya köyünün maketini görürüz. Bir kağnı arabasının eşliğinde, köyün sokaklarından geçerken sıradan bir güne de tanıklık ederiz. Küçük evleri, at arabaları, kilisesi ve daracık sokakları ile bizi karanlık bir Sibirya köyüne götürür. Biz küçük köy yolunda ilerlerken, damdaki kemancı o unutulmaz müzikleri seslendirir. Köy meydanından ve küçük köprüden geçerken Chagall kocaman gözleriyle bize bakarak gülümser. Sonra, “Gölge Kontrastı” çalışmasını görürüz. Ölülerle ölü dilinde konuşmanın nasıl tasvir edildiğini gösteren bir çalışma, yaşamın gerçeği, hayatın diğer yüzüdür. Pablo Picasso’nun “Yoksul ve Zengin Adamı”. “Zengin Adamı” ceketin ve gömleğin boyun kısmından çıkan bezden bir kafa. Sanatçının oynattığı yarım bir kukla bu. “Yoksul Adama” bağırır, çağırır. Para, para, para. Bildiği tek sözcük. Para işareti yapmadığı zamanlarda yoksul adamı tehdit eder. Paranın getirdiği hükümdarlığın keyfini sürer. “Yoksul Adamı” ezer, bağırır, çağırır, sindirir. “Geveze, Çalçene” kuklalar. Pazar yerindeki geveze kadın satıcılar. Dört küçük mavi kukla. Büyük bir gergefe benzeyen düzenekte aşağı yukarı doğru neşeyle titreşirler. Orkestranın ritmiyle aşağı yukarı gidip gelirken çeneleri hiç durmaz. Sevimli kuklalar sanki hayatın neşesi. Sanatçı kuklaları bağlı oldukları düzenekte aşağı yukarı oynatırken rengarenk ve sevimli görüntüleriyle izleyenleri gülümsetirler. Sizi çaçaron kuklalar sizi. Çeneleri hiç durmaz. Çene, çene, çene.. Gece karanlığında ışıl ışıl parlayan bir metropol. Pahalı bir mücevher gibi parlıyor. Suretinden New York olduğunu tahmin ettiğimiz bu büyük şehirde ışıklar birden tek tek sönmeye başlar. Henüz geride birkaç ışık kalmış. Devasa gökdelenler ışık gölge oyunu içinde kaybolmuş gölgelerden ibaret kalana dek ışıklar tek tek söner. Geride gecenin karanlık yüzü kalır. İnsan boyunda bir şehir maketine ışık verilerek elde edilen metropol görüntüsünün yansıması, yükselen müziğin notalarıyla birlikte konser salonunu dolaşır. Işık ve gölge oyunu zaten hayatın bir parçası değil mi? Üçgen, yarım daire ve silindir şeklinde beyaz elyaftan oluşan bohçaları sahnenin ortasına taşırlar. Üç sanatçı, üç ayrı bohçayı açmaya başlar. Sanki çocukluğa geri dönüş gibi. Bohçalardan çıkan beyaz köpükten parçaları bir araya getirerek logolarla oynar gibi yapılar inşa ederler. Beyaz kocaman logolarımız olur. Beyaz hayal perdesi yavaş yavaş yükselirken, müzik de sona doğru gelir. Dekorlar yavaş yavaş toplanır. İplerle bağlanır. Beyaz örtüleri kuklaların ve maketlerin üzerlerine örterlerken çocukluğumuz, hayallerimiz ve kurduğumuz düşler de bir bir sandıkların içine girer. Çılgın alkışlarla defalarca selama çıkan sanatçılardan seyircilere küçük bir hediye. “Genç Fil” ve İgor Stravinsky’den “Sirk Polkası” gösterisini sunarlar. Sahneye getirdikleri sarı gramofon kağıtlarını hep birlikte ustalıkla kullanarak genç bir file hayat verirler. Üç boyutlu görüntülerle, oluşturdukları nesnelerle, sirk gösterisinin canlı ve neşeli havasını yansıtırlar. Sarı gramofon kağıtları büyük bir beceriyle açılarak bir fil hortumuna dönüşüyor. Kağıtlar bükülüyor, kıvrılıyor, ortaya kocaman iki fil kulağı çıkıyor. Sonra bu kulaklara kocaman bir kafa ekleniyor. “Genç Filin” hortumu uzuyor, uzuyor, uzuyor ve iki ayak beliriyor. “Genç Fil” sahnede dans ediyor. Her iki ayağını da kaldırarak seyircileri selamlıyor. Sonra iki ayağının üzerine kalkıyor ve gösterinin görkemli finali. İki kadın ve bir erkek sanatçıdan oluşan, üç kişilik ekibin bizi tekrar çocukluk düşlerimize götürdükleri sahne gösterisi alkışlarla son buluyor. Sanatçının deyimiyle bu “görsel müzikal tiyatro” gösterisi için özel olarak kuklalar tasarlanmış. Kukla sanatçısı Karin Schafer tarafından tasarlanan 12 ayrı kukla, eserdeki 12 ayrı müzik parçasına karşılık geliyor. Müzik parçaları ile uyumlu olarak hareket eden, yürüyen kuklalar sahnede bir “renk senfonisi” yaratıyorlar. Renkler ve sesler birbirinin içine geçiyor. Bir an geliyor. Sahneden artık besteci seslerle boyar. Ressam fırçasıyla besteler. Her tablo kendi ritmine kavuşur. Müzik renge, renk müziğe dönüşür. Büyüleyici renk ve müzik ziyafetinden sonra, bu fikri ortaya atan kukla sanatçısı ve Figuren Theater’in genel yönetmeni Karin Schafer ile konuştuk. SDK – Kuklaları ve klasik müziği bir araya getiren böyle bir sahneleme projesi nereden aklınıza geldi? Karin Schafer – Öncelikle, bu fikir klasik müzikle çalışmayı çok seviyor olmamdan kaynaklandı. Özellikle kukla tiyatrosu ile klasik müziğin birlikteliği büyüleyici ve bu çok popüler. Mussorgsky’nin “Bir Sergiden Tablolar” isimli bestesini biliyordum. Bu resimler “yaşayan resimler” olmalıydı ve böyle bir şey yapmalıyım diye düşündüm. Besteci ve eseri hakkında okudum ve konu hakkında araştırma yapınca böyle bir çalışmanın çok ilginç olabileceğini gördüm. Tekrar müziği dikkatle dinledim ve resimlerin nasıl olması gerektiğini anlamaya çalıştım. Aradığımız resimler 20 yüzyıla ve modern sanat anlayışına uygun eserler olmalıydı. Müziği dinlerken resimlerin müziğin ruhunu yansıtan özellikleri taşıması gerektiğini düşündüm ve buna göre resimleri seçtim. Müziğin karanlık bir atmosferi yansıttığını görünce resimlerin de karanlık ve dramatik bir yapısı olması gerektiğine karar verdim. Seçilen eserlerde ressamın yaptığı tablolar da aynı havayı yakalamış olmalıydı. SDK – Bu proje ilk sergileme mi? Karin Schafer – Biliyorsunuz orijinal beste piyano için yazılmıştı ve iki yıl önce Avusturya Viyana’da yetenekli genç nesil piyanistlerden Christopher Hinterhuber eşliğinde sahnelendi ama bir senfoni orkestrası eşliğinde dünyada ilk defa böyle bir gösteri yapılıyor. Özellikle, kuklalarla bir orkestrayı buluşturma fikri İzmir Devlet Senfoni Orkestrası'na çok çekici geldi. İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Müdürü Kenan Gökkaya’nın olumlu yaklaşımı ve desteğiyle bu gece burada “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası” ile birlikte “Bir Sergiden Tablolar” projesini başarıyla sahneledik. SDK – Kuklaları nasıl tasarladınız? Karin Schafer – Sanatçıların tablolarına baktığınızda kuklaların da onlara benzediğini göreceksiniz ama tabi ki farklı bir biçimde tabloları yansıtıyorlar. Tablolardan parçalar seçtim ve bunları nasıl bir araya getirebileceğimi düşündüm. Kuklaları yaparken hangi materyalleri kullanmam gerekir diye düşündüm. Hangi materyaller müziğin ruhunu ve resmin atmosferini yansıtır. Kuklalarda kullanılan teknik çok farklıdır. Tasarladığım kuklalarda kullandığım materyallerin de atmosfere uygun olması gerekiyordu. SDK – Mesela şu zıplayan kuklaları nasıl tasarladınız? Karin Schafer – Bunlar çaçaron, geveze pazarcı kadınları anlatan küçük kuklalar ve Alman ressam Paul Klee’nin tablolarından esinlenilerek yapılmıştır. Işık ve desenin önemini tablolarında vurgulayan Klee’nin eserleri kuklaları yapmak için çok zengin bir malzeme içeriyordu. SDK – Peki, Pablo Picasso’nun zengin ve fakir adamı nasıl ortaya çıktı? Karin Schafer - Picasso’nun bir portresinden yola çıkarak zengin ve fakir adam kuklalarını tasarladım. Picasso’nun özellikle portreleri muhteşem. Kuklaları yaparken faydalandığım eserlerin modern olması yeterli değil aynı zamanda kuklaları yapmak için yeterince ilginç olmaları da gerekiyor. Burada zengin ve yoksul adamın yüzü gerçek insan yüzünü yansıtmıyor ama yüzlerde kübizmin etkisi açıkça görülüyor ve bu işi de çok ilgi çekici hale getiriyor. Pablo Picasso’nun tablolarının kukla yapmak için çok ideal, ilginç eserler olduğunu düşünüyorum. SDK – Sonra konser süresince kuklalar arasında dolaşan ve bütün eserlere dokunan onları okşayan şişman ve zayıf insan figürleri vardı. Bunları yaparken nereden esinlendiniz? Karin Schafer – Bu gösteriyi hazırlarken iki ayrı heykeltıraş seçtik. Çünkü orijinal sergide de heykeller yer alıyordu. Bir tezat yaratmanın iyi bir fikir olacağına karar verdik. İki kukla tasarladım. Biri oldukça kadınsı, yuvarlak hatları olan, yumuşak görünümlü, parlak ve çok renkli olmalıydı. Şişman kadını yaparken Fransız heykeltıraş Niki de Saint Phalle’in eserlerinden yararlandım. Bunun karşıtı olan gri, ince, uzun kukla ise Alberto Giacometti’nin klasik heykelleri gibiydi. SDK – Kuklaların yanı sıra geçen yüzyılın başından bir Rus kasabası da yer alıyor. Bu maketi ve kuklaları tasarlarken hangi kaynaktan faydalandınız? Karin Schafer – Bunu yaparken Rus asıllı ressam Marc Chagall’ın tablolarından faydalandık. Burada 20.yüzyılın başında bir Rus kasabası görülüyor. Chagall’ın çocukluğunu geçirdiği Vitebsk kasabasının küçük bir modelini yaptık. Buradaki her figürü Chagall’ın tablolarından toparladık ve aynı müzikal atmosferi vermeye çalıştık. SDK – Bütün kuklaları tek tek belirlerken nasıl bir araştırma süreci geçirdiniz ve Mussorgsky’nin müziği bu sürece nasıl bir katkıda bulundu? Karin Schafer – Bu projeyi hazırlamadan önce sanatçıları ve yapıtlarını konu alan çok sayıda sanat kitabı karıştırdım. Sanatçıların yaptıkları resimlerde doğru renkleri ve doğru sesleri bulmaya çalıştım. Kafamdaki yapıya en uygun olanlarını seçtim. İlk önce Mussorgsky’nin müziğine uygun olan, o ruhu en iyi yansıtacağını düşündüğüm sanatçıları belirledim. Daha sonra, kukla yapım aşamasında beraber çalıştığım kukla sanatçılardan oluşan bir ekiple seçtiğimiz 12 ressam ve heykeltıraşın eserlerini gözden geçirdik. Bu eserlerden cımbızlayarak aldığımız parçaları kuklalar için referans olarak kullandık. Tablolardan aldığımız parçaları hayal gücümüzü kullanarak tamamladık. Çalışmayı yaparken müziği dinledik. Bütün provalarda yapılan her bir parçanın müziğe uygun olmasına özen gösterdik çünkü burada müzik çok önemliydi. Sadece kuklalar değil, kuklaların da çok kısa sürelerde seslendirilen müzik parçasıyla birlikte eş zamanlı olarak hareket ettirilmesi gerekiyordu. Çünkü “Bir Sergiden Tablolar” 12 tabloyu anlatan kısa müzik parçalarından oluşuyor. Dolayısıyla bizim çalışmamızın da 12 kısa bölümden oluşması gerekiyordu. SDK – Parçaları alıp kullanıyorsunuz ve ondan yeni bir biçim, yeni bir form oluşturuyorsunuz. Neyin nasıl olacağına nasıl karar veriyorsunuz? Karin Schafer – Mesela, Wassily Kandinsky’nin eserlerine baktığınızda orada çok neşeli bir yapı olduğunu, çok farklı formların, değişik biçimlerin ve farklı nesnelerin bir araya gelerek çok özel bir tarz oluşturduğunu görürsünüz. Bakın buradaki küçük parça her şey olabilir. Bir insan, bir çiçek, bir kuş ya da bir gemi olabilir. Biz bu parçayı alıp başlı başına bir kukla haline getirdik. Parçalardan yola çıkarak müziğin ve resmin ruhuna uygun kuklalar yaptık. SDK – Kuklaların yanı sıra bu sahne gösterisinde gölgeler ve yansımalar da yer aldı. Bu çalışmada hangi düşünceden yola çıkarak bu eseri seçtiniz? Karin Sachafer – Bu eser Amerikalı kadın sanatçı Georgia O’Keefe’ye ait bir çalışma. Bir metropolde gece görüntüsünü yansıtıyor. Kendisi şehirleri ve çiçekleri çiziyor ama ben müziğe ve müziğin ana fikrine çok uygun olan bu çalışmayı seçtim. Burada resmi arkadan ışıklandırdık. Yavaş yavaş şehrin ışıkları sönüyor ve sonra şehir tamamen karanlığa gömülüyor. Bu resmin modern şehirlerde yaşayan bizleri, bizim yaşamlarımızı çok iyi anlattığını düşünüyorum. SDK – Gösteride çok renkli bir el görüyoruz. Bunun anlamı nedir? Karin Schafer – Bu çok renkli el Avusturyalı ressam Friedensreich Hundertwasser eserlerinden alınmıştır. Hundertwassel neredeyse çocuksu diyebileceğimiz bir tarza sahip Mavi, sarı, kırmızı gibi parlak renkleri resimlerinde çokça kullanan bir ressam. Onun resimlerinden aldığımız bu çok renkli el, “burada nasıl bir öykü anlatılıyor?” Hikayeyi nasıl “ele” almalı? Hikayeyi nasıl “görebilmeli” ve “orada müziğin öyküsü nasıl olmalı?” sorusunu düşündürüyor. SDK – Bu konuşmanın olmadığı sessiz bir gösteri. Kuklalarla birlikte onları oynatırken vücut dilinizi de kullanıyorsunuz. Bütün duyguları kuklalara da geçiriyorsunuz. Öyle değil mi? Karin Schafer – Hikayeleri yazarken insani duyguları da yansıtmamız lazım. Biliyorsunuz bu sessiz bir gösteri. Sadece kuklaları hareket ettiriyoruz. Öykü gereği eğer kuklalar korkmuş ya da kızgın olmaları gerekiyorsa olmaları gerektiği gibi davranıyoruz. Pablo Picasso’nun “Öfkeli Zengin Adamı” gibi ve aynı hikayede yer alan “Korkmuş Fakir Adam” kuklası gibi. Ne yapmamız gerekiyorsa onu yapıyoruz. SDK – Bütün kuklalarınızı kendiniz mi tasarlıyorsunuz? Karin Schafer – Genel olarak kuklalarımı kendim yaparım ama bu tip büyük yapımlarda bir sanat ekibiyle birlikte çalışıyoruz. Kuklaları bu ekiple birlikte yapıyoruz. SDK – Siz ve sanatçı diğer iki arkadaşınız sadece kukla tiyatrosundan mı geliyorsunuz yoksa klasik tiyatro eğitimi aldınız mı? Karin Schafer – Ben ve diğer iki arkadaşım kukla tiyatrosu kökenliyiz. Kukla tiyatrosu eğitimi aldık. 1989’dan beri kukla sanatçısı olarak sahneye çıkıyorum. Kukla tiyatrosu geniş bir alan ve çalışma sahası olarak bir çok olasılık bulunuyor. İspanya’da Barselona’da İnstitute of Puppet Theatre’dan mezun oldum. Orada üç yıl kukla tiyatrosu eğitimi aldım. SDK – Kukla sanatçısı olmaya nasıl karar verdiniz? Karin Schafer – Daima ellerimi kullanarak çalışmak istemişimdir. Öte yandan, tiyatroyu da çok seviyordum. Ne yapmak istediğimi tam olarak bilmiyordum. Bu ikisini bir araya getirerek ne yapabilirim diye düşündüm. Sonra birisi, Barselona’da özel bir Kukla Tiyatrosu varmış dedi. Çok ilgimi çekti. Oraya gittim. Olasılıkların ne olduğunu ve ne yapabileceğimi gördüm. Sonuçta, kukla yapımını ve oynatmasını öğrenmeye karar verdim. Kukla yapmak sanki nesnelere “hayat vermek” gibi bir şey. Beni heyecanlandıran da bu oldu. Size “tadımlık” niyetine sunduğumuz gösteri, kuklaların dünyasına bir davetiye aslında. Bu, şişkin egolara yer olmayan, “en büyük benim” hesaplarının olmadığı naif bir dünya. Herkesin birinci olduğu, farklı özelliklerin ve yeteneklerin birbiriyle barışık ve dost olduğu sıcacık bir diyar. “Alice Harikalar Diyarında” gibi. Hiç kimsenin kaybetmediği, dışlanmadığı, dışarıda, açıkta bırakılmadığı, sevecen bir dünya. Bu kuklaların dünyası. Adını koyamadığımız ama içimizde bir yerlerde var olduğunu bildiğimiz sıcacık duyguların harekete geçtiği, dokunulası bir gerçeklik duygusuyla ortaya çıktı anlar. Kuklaların ortak paydasında buluşanlar, gösterinin sonunda kuklalara dokunmak, onları okşamak, onlardan akan sıcaklık duygusunu içlerine almak, biraz daha içselleştirebilmek için birbirileriyle yarışırlar. Burada kaç yaşında olduğunuzun pek bir önemi yok. İçtenlik, samimiyet ve sıcaklık sizleri eşitliyor. Bir de kalpten gelen gülüşler.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |