..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İnsanlığın hangi filizi köreltilmek istenmişse, tersine o filiz daha gür büyümüştür. -Freud
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Sanat ve Sanatçılar > Seval Deniz Karahaliloğlu




15 Kasım 2007
Ahmet Adnan Saygun"un Mirasını Taşıyan Onurlu Bir Sanatçı : Rengim Gökmen  
Edebiyat ve Klasik Müzik Arasındaki Etkileşim

Seval Deniz Karahaliloğlu


Yurtdışından döndüğümde, Ahmet Adnan Saygun, İstanbul’da AKM’de verilen ilk konserime gelmişti. Konserin sonunda, Ahmet Adnan Saygun’u tanımayan görevliler kendisini yukarı bırakmamış ve hocam içeri girememişti ve o yaşta büyük besteci kapıda beni beklemiş. Ahmet Adnan Saygun o gün bana şunları söyledi. “Atatürk, bunu bana 1936 yılında söylemişti. Şimdi de ben sana söylüyorum. Bu ülkede çok büyük işler başaracaksın sen oğlum” dedi ve bana sarıldı. Ahmet Adnan Saygun’un bana söylediği bu söz, yaşantımda aldığım en büyük madalyadır.”


:FEAD:
Ahmet Adnan Saygun’un Mirasını Taşıyan Onurlu Bir Sanatçı : Rengim Gökmen

Edebiyat ve Klasik Müzik Arasındaki Etkileşim

Seval Deniz Karahaliloğlu

Çağdaş Türk Müziği bestecilerinin eserlerinin yurt içinde ve dışında yönettiği çeşitli orkestralar tarafından başarıyla seslendirilmesini sağlayan saygın bir sanatçı. Beyefendi kimliği ile taçlandırdığı saygın sanatçı kişiliğini, konserler sonunda eseri başarıyla seslendiren orkestra üyelerini tek tek onurlandırarak gösteriyor. Özellikle “sanat ve sanatçı” kavramları istismar edildiği ve ciddi bir “sanatçı enflasyonunun” yaşandığı günümüzde; onurlu ve vakur duruşuyla, bir sanatçının nasıl olması gerektiği konusunda mükemmel bir örnek oluşturuyor. Ahmet Adnan Saygun tarafından kendisine verilen ve “hayatımda aldığım en büyük ödül dediği mirası” anlatırken, sanat ve sanatçı kavramlarını bir kez daha düşünüyoruz..

“Müzik ve edebiyat etkileşimi diye düşündüğümüzde bu etkileşimi nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sorduğumda, Rengim Gökmen bir an duruyor ve sonra şöyle diyor. “Bütün sanat dallarının birbirlerini etkilediği düşünülürse, “müzik ve edebiyat arasındaki etkileşim” belki de yaşanan en yoğun bağlantıdır. Müzik soyut bir sanat dalı olması bakımından edebiyatın yanı sıra; resimden, heykelden, bütün plastik sanatların bütün dallarından beslenmiştir. Diğer disiplinlerden edindiği bu damıtılmış etkiyi müziğin içinde kullanan ve içinde bulunduğu toplumun kültürüne yansıtan sanat bir dalıdır.”

“Bunu somut olarak örneklendirdiğimizde neler söyleyebiliriz?” “Sanat toplumsal yaşantıdan besleniyor. Toplumsal yaşantının en önemli parçaları da insan yaratısı olan diğer sanat dalları özellikle edebiyat ve müzik. Müzik tarihine baktığımızda edebiyattan etkilenerek bestelenen eserler olduğu gibi müziğin etkilediği ve sanatçıya esin kaynağı olarak edebi bir eserin yaratılmasına neden olan müzikler de var. Yani, sadece müzik edebiyattan etkilenmiyor aynı zamanda, müzik edebiyatı da etkiliyor. Pastoral Senfoni, Andre Gide’nin bir eseri. Benim çocukluğumda çok hoşuma giderek okuduğum bir eser. Fransız yazar, Andre Gide, Alman besteci Ludwing van Beethoven’ın 6. Senfonisi olarak da bilinen ‘Pastoral Senfonisi’ni dinlediğinde çok etkilenir ve oturur aynı isimli eserini yazar. Toplumun ikiyüzlü ahlak anlayışını sorgulayan yazar eserinde Beethoven’ın senfonisine göndermeler yaparak bir çok kimlik üzerinden anlattığı öyküsünde, hayatı çok sesli bir senfoni gibi yansıtır. Ludwing van Beethoven, Andre Gide dışında daha çok sayıda yazarı etkilemiştir. Mesela, Rus yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy, Beethoven’in eserlerinden çok etkilenmiştir. Tolstoy, Beethoven’in “Kreutzer Sonatı” isimli eserinden esinlenerek, yine aynı isimli bir roman yazıyor. Bazı metinlerde, ismi Kroyçer Sonat olarak da geçen kitap, o dönem Rusya’sındaki toplumsal yapıyı kadın erkek temelinde ele alır. Tolstoy, evlilik kurumunu merkeze oturtarak, Rus toplumun değişmez değer yargılarını inceler. Toplumun değişimiyle birlikte erozyona uğradığını düşündüğü değer yargılarını, kadın erkek ilişkileri üzerinden sorgular. Müzikle etkileşimi çok fazla olan başka bir yazar da Herman Hess’dir. Herman Hess’in eserlerinde klasik müzikle olan etkileşimi görebilirsiniz. Mesela, Hess’in, “Gertrud” isimli bir eseri vardır.”

“Müziğin edebiyatla etkileşiminde her iki tür de birbirini çok beslemiştir. “Romeo ve Jüliet”, “Faust”, “Machbeth”, “Othello”, “Anna Karanina”, “Dr. Jivago”, gibi eserler ilk akla gelenler oluyor. William Sahkespeare’in eseri olan ‘Romeo ve Juliet’in bale müziği çok ünlüdür, operası da vardır. Sonra, Alman yazar Johann Wolfgang von Goethe’nin eserinden besteci Charles Gounod tarafından opera diline uyarlanan Faust Operası çok ünlüdür. Mesela, mitolojik eserler de müziği çok etkiler. Operada Giuseppe Verdi, William Shakespeare’den çok etkilenmiş, çok sayıda opera vermiştir. Rus besteci Sergei Prokofiev, yine Rus yazar Tolstoy’un “Savaş ve Barış” isimli yapıtından etkilenerek baş eseri olarak kabul edilen “Savaş ve Barış” operasını bestelemiştir. Sergei Prokofiev, William Shakespeare’in ünlü eseri “Romeo ve Juliet” balesinin de müziklerini bestelemiştir.”

“İngiliz Yazar William Shakespeare, eserleriyle çok sayıda besteciye ilham kaynağı olmuştur. Başta Giuseppe Verdi, Shakepeare’in eserlerinden etkilenerek Machbeth, Falstaff, Othello gibi çok sayıda opera bestelemiştir. Mesela, Fransız besteci Thomas’ın “Hamlet Operası” çok başarılıdır. Shakespeare’in şiirsel dilini opera diline başarıyla uyarlayan bestecilerden biri de “Bir Yaz Gecesi Rüyası Operasıyla” Benjamin Britten dir. Ayrıca, Berlioz’in “Beatrice ve Benedict Operası”, John Blow’un “Venüs ve Adonis”, Vonseca’nın “Veronalı İki Centilmen”, Camille Saint-Seans’ın “VIII. Henry Operası” yapılan en iyi opera uyarlamaları olarak bilinirler. Bunlar, Shakespeare’in esin kaynağı olduğu seçkin müzikal uyarlamalar olarak da kabul edilebilir. Bunun yanında, 1831’de Louis Hector Berlioz Kral Lear Üvertürünü bestelemiştir. 1978’de ise Alman besteci Aribert Reimann “Kral Lear” Operasının müziklerini yazmıştır. “Romeo ve Juliet”, Rus besteci Peter İlich Tchaikovsky’yi (Çaykovsky) derinden etkilemiş ve aynı isimde yazdığı senfonik bir şiire esin kaynağı olmuştur.”

“Bütün akımların baş yaratıcısı edebiyat olmuştur. Ondan sonra romantizm, empresyonizm gibi akımlar müzik bestelerini derinden etkilemiştir. Empresyonizmin bütün müzikal ve edebi yapıtları, şiirden ve Yunan Mitolojisinden etkilenmiştir. Empresyonist şair Malarme’nin “Bir Orman Perisinin Öğleden Sonrasına Prelüd” isimli şiirinden etkilenen besteci Claude Debusy, aynı ismi verdiği (L’aprésmidi d’un Faune) empresyonizmin manifestosu gibi olan ilk önemli orkestra eserini bestelemiştir. Maurice Ravel’in, Longus’un eseri olan Helenistik bir romandan esinlenerek bestelediği “Daphnis ve Chloé” (Dafne ve Kleo) Bale müziği vardır.”
“Aynı durum bale müzikleri ve eserleri içinde söz konusu değil mi?” “En yakın örnek olarak size Ankara Devlet Opera ve Balesinde sahnelenmiş olan “Budala Balesi”ni verebilirim. Rus edebiyatının en seçkin isimlerinden biri olan Dosteyevsky’nin “Budala” isimli eseri, müzisyen Şostakoviç’in tarafından bestelenmiş ve Rus koreograf Valery Panov’un koreografisi Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde sahnelenmişti.”
“Bazı edebi eserler aslında ilk önce roman olarak yazılmış olmalarına rağmen müzikal dile çevrildiklerinde ortaya çıkan eser o kadar başarılı olur ki, eserin bu yeni müzikal yapısı edebi formunun da önüne geçer. Böyle bir kaç örnek verebilir miyiz?” Evet, diyor Rengin Gökmen ve ilk aklına gelen örnekleri veriyor. “En çok bilinenler Verdi’nin La Traviata Operası. Aslında biz onu edebiyat dünyasında, Alexandre Dumas Fils’in “Kamelyalı Kadın”ı olarak biliyoruz. Bir de, George Bizet’in Carmen Operası var. Ama aslında Prosper Merimee'nin romanından opera sahnesine aktarılmıştır. La Traviata’nın bu kadar sevilmesinin ve tanınmasının nedeni gerçek hayattan alınma hüzünlü bir öyküsü oluşu. Alexandre Dumas Fils’in Kamelyalı Kadın, Marie Duplessis, on bir ay boyunca Dumas'ın metresi oldu. 1845'de ayrıldıklarında Dumas Fils onun için "Gerçekte asla var olmayacak kadının, en kusursuz halde vücut buluşuydu," diyordu. Romanın kahramanı, Marguerite Gaultier ise Parisli bir kibar fahişe olarak çıkar karşımıza. 19. yüzyıl Paris'inin soylular dünyası ile iç içe girmiş olan fahişeler dünyası; soylu bir gencin bir fahişeye olan aşkı anlatılır Giuseppe Verdi'nin “La Traviata” Operasında. Paris'in en eski mezarlıklarından “Monmartre”da pembe seramikten kamelyalarla süslü ve üzerinde daima taze çiçekler bulunan bir mezar vardır. Aşıkların uğrak yeri olan bu mezarda; bir roman, bir oyun ve bir operaya konu olan, henüz yirmi üç yaşındayken ölmüş Marie Duplessis, yatmaktadır. Yani Kamelyalı Kadın romanına konu olan ve Alexandre Dumas Fils'in gerçek yaşamda olup kısa bir beraberlik yaşadığı genç kadın. “Kamelyalı Kadın”ın buruk öyküsünü okuyan Verdi, olayın gerçekliğinden çok etkilenir ve eseri çok kısa bir sürede besteler (1853). Verdi, çağdaş bir konuyu operaya aktarmakla yenilik yapacağını düşünür. Haksız da çıkmaz. “Hafif” kabul edilen bir kadının başka bir kadının aşkını kurtarmak için kendi aşkını feda etmekle yaptığı soylu davranış büyük ilgi çeker ve opera büyük başarı kazanır. O güne dek böyle bir konu operaya aktarılmamıştır. Romandaki Marguerite Gautier operada Violetta Valery adını alır.”

“Fransız besteci Georges Bizet’in, yazar Prosper Merimee'nin romanından etkilenerek bestelediği Carmen Operası, dünyanın en çok sahnelenen ve en çok sevilen operalarının başında gelir. Orijinali edebi bir eser olmasına rağmen George Bizet’nin müzikleriyle müzik dünyasının unutulmazlar arasına girmiş farklı sanat disiplinlerine de esin kaynağı olmuştur. Fransa'da ilk sahnelendiğinde, yerleşik opera ve ahlâk anlayışının ihlali gibi algılandığından olumsuz tepkilerle karşılanan eser, sonraları çok sevilmiştir. İspanyol Sinema yönetmeni Pedro Almadovar, Bizet’nin Carmen müziğini filmlerinde kullanmıştır. Prosper Merimee’nin romanı, H.Meilhac ve L.Halevy tarafından opera diline çevrilerek librettosu yazılmış ve operaya uyarlanmıştır.”

“Sonra edebiyat ve müzik etkileşimin en yoğun yaşandığı Rus edebiyatı ve bestecileri var. Öyle değil mi?” “Evet, ilk akla gelen kuşkusuz çok sayıda eser vermiş olan Tchaikovsky.
Rus edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan, şair, öykü yazarı, romancı Alexandr Sergeyeviç Puşkin’in “Maça Kızı” isimli eseri, Rus besteci Tchaikovsky’nin (Çaykovsky) aynı isimli bir opera bestelemesine neden olacak kadar besteciyi etkilemiştir.”

“Puşkin’in hayatıyla paralellik taşıyan Yevgeniy Onegin’in hikayesi ve Puşkin’in trajik sonunun da bir habercisi gibidir. “Yevgeniy Onegin, Puşkin’in yazın dünyasında bir devrim olarak adlandırılan, yazarın yedi yılda ancak tamamlayabildiği, 5200 dizeden oluşan şiir romanıdır. Buruk bir Aşk hikayesini anlatan Yevgeniy Onegin, uzunluğu ve derinlikli şiirsel yapısı nedeniyle aynı şiirsel yapının birebir aktarılamayacağı düşünülerek diğer dillere çevrilmesi, hemen hemen imkansız eserlerden biri olarak kabul edilmektedir. Rus Yazar Nabokov tarafından 1100 sayfalık düz yazı açıklamayla birlikte ancak 15 yıllık bir çalışmayla İngilizce’ye çevrilebilen eser, Türkçe’ye Ahmed Necdet ve Kanşaubiy Miziev’in ortak çalışması sonucunda kazandırılabilmiştir. Tchaikovsky tarafından 1878 yılında opera olarak bestelenmiştir. Tchaikovsky’nin müziklerini yaptığı Yevgeniy Onegin dünya opera repertuarı için en çok sevilen ve sahnelemesi en zor operalarından biri olarak bilinir. Yevgeniy Onegin öyküsü ile yazar Puşkin’in hayatı arasında ciddi bir paralellik olduğu söylenir. Puşkin’de tıpkı öyküdeki kahraman gibi Moskova’da verilen bir baloda kendi sınıfından olmayan bir kızla tanışır ve onunla evlenip evlenmemek arasında bir kararsızlık yaşar ve sonradan eşi olacak Natali’ye duyduğu kıskançlık nedeniyle giriştiği bir kıskançlık düellosunda hayatını kaybeder.”

“Tchaikovsky sadece opera ve bale müzikleri mi besteledi?” “Tchaikovsky’nin yazılı metinlerden etkilenerek, yazdığı özgün klasik müzik parçaları, şiirsel senfonik müzik tarzında besteleri de var. Bunlardan biri de İtalyan yazar Dante’nin “İlahi Komedya” isimli eserinden yararlanarak bestelediği Francesca da Rimini olmuştur. Bu, 1285 yılında ölmüş olan Francesca da Rimini ya da Francesca da Polenta’nın hikayesidir. Francesca, Guido da Polenta’nın kızıdır. Babası, ona son derecede çirkin olan Giovanni Malatesta Rimini ile bir evlilik ayarlar. Fakat Francesca ile müstakbel eşinin genç erkek kardeşi arasında bir aşk doğar. Ve aşıklar Francesca’nın eşi tarafından öldürülürler. Daha sonra hikayenin formu Lancelot ve Guinevere olarak değişir ve Dante’nin “İlahi Komedya”’sında bir bölüm olarak yer alır. Hikayeden etkilenen Tchaikovsky, “Francesca da Rimini” isminde bir senfonik şiir besteler.”

“Bunun yanı sıra sahne müzikleri de var. Mesela Hector Berlioz’un, William Shakespeare’in özgün eseri “Romeo ve Juliet’ten esinlenerek yarattığı yine aynı isimli bir sahne müziği vardır. Sonra, Berlioz’un yine “Faust’un Lanetlenişi” isimli bir sahne müziği de bulunuyor.”

“Bazen edebiyatçılar tarihten aldıkları olayları ve karakterleri kendi hayal güçleri doğrultusunda yeniden kurgulayarak yepyeni bir hikaye ortaya çıkarıyorlar sonra da bu eserler müzikal yapı kazanınca bambaşka bir eser ortaya çıkıyor değil. Müzikal olarak buna uygun bir örnek verebilir miyiz?” Bir değil iki örnek veririz diyor Rengim Gökmen. “Coriolanus ve Egmont Üvertürleri” diyerek devam ediyor. “Ludwing van Beethoven’ın Coriolanus ve Egmont uvertürlerinden de bahsedebiliriz. Beethoven, William Shakespeare’in eserlerinden etkilenen bir besteci. Shakepeare’in bir Romalı bir kumandanın yükselişi ve düşüşünü anlattığı eserinde, tarihi bir kimlikten yola çıkar. Grek biyografi yazarı Plutarkos’un (M.S. 46-120) anlattığı Romalı komutan Caius Martius Coriolanus’un hayat öyküsünden yola çıkılarak anlatılan öyküde, Coriolanus’un kimliğinde, toplumun bir kahramanı alıp “Tanrılaştırma” hastalığı eleştiriliyordu. Beethoven bu öyküden etkilenerek, Coriolanus Üvertürünü bestelemiştir. Goethe’nin “Egmont” adlı eseri yine bir kahramanlık öyküsü. Gerçek tarih tam tersini söylese de Goethe bir rivayete göre, bir ödlekten bir kahraman kimliği çıkarmıştır. Goethe, 1775 yılında yarattığı Egmont karakterinde, özgürlükçü, kahraman, İspanyollar’a karşı direnen bir Hollandalı soyluyu tanımladı. Bu anlatım o kadar başarılı oldu ki Beethoven kahraman “Egmont” karakteri için bir üvertür besteledi.”

“Besteciler sadece edebi eserlerden mi etkileniyorlar yoksa farklı metinler de onlara besteleme aşamasında onların beslenmesini sağlıyor mu?” Tabii bunun dışında etkileşime açık farklı yazın türleri de var diyor Rengim Gökmen.“Felsefe, edebiyat ve müzik birbirinden etkilenmiş ve sürekli olarak birbirlerini beslemiş olan farklı sanat dalları. Sadece edebiyat değil aynı zamanda felsefenin de müzisyenleri etkilediğini ve müziğe olan bakışlarını değiştirdiğini, dönüştürdüğünü ve onları farklı biçimlerde beslediklerini söyleyebiliriz. Felsefeyle ilgilenen düşünür, şair, oyun yazarı Johann Christoph Friedrich Schiller verdiği eserlerle, Beethoven’i etkileyen yazarlardan, düşünürlerden biri olmuştur.”

“Mesela, uzak doğu felsefesinden, şiirlerinden etkilenen müzisyenler, besteciler de var. Buna en çarpıcı örneklerden biri de Gustav Mahler’in Çin Şiirleri üzerine yapmış olduğu “Toprağın Şarkısı” isimli bir bestesi vardır. Edebiyat, felsefe ve müzik arasındaki etkileşime en güzel örneklerden biri de Richard Strauss'un, büyük düşünür Friedrich Neitczhe’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” isimli şiirlerinden etkilenerek “Zerdüşt” isimli senfonik şiirini bestelemesidir.
Nietzsche'nin (1844-1900) baş eserini, 'A. Turan Oflazoğlu' çevirmiştir. Nietzsche, 'yeni düşünce' dediği 'her şeyin sonrasızca yeniden gelişini' İranlı bilge Zerdüşt'e söyletmeyi kurmuş, 'yeni bir yaşama yolunun' taslağını çizmiş ve baş eseri bu tasarıdan doğmuştur. Kitabın birinci bölümünü bitirince 'bundan böyle deliler arasında sayacaklar beni' diyen Nietzsche, üçüncü bölümü yazınca 'ben belki de geleceğin bütün insanları için bir yazgıyım, yazgının kendisiyim' yargısına varıyor. Richard Strauss bestelediği “Zerdüşt Böyle Buyurdu”, 30-35 dakika süren, yoğun polifonik dokuda, tek bölümlü bir fantezidir. Friedrich Nietzsche'nin üstün insan doktrini, Strauss'un müziksel imgeleme gücünü uyarmıştır. Yoğun kromatik anlatımda felsefi derinlik duyulduğu halde Nietzsche'nin felsefi dizgesinin bire bir seslerle tanımlandığı söylenemez.”

“Sadece yabancı müzisyenler, edebiyatçılar ve düşünürlerden bahsediyoruz. Aynı etkileşimleri kendi edebiyatımız ve müziğimiz için de söyleyebilir miyiz?” soruna Rengim Gökmen olmaz olur mu diyor ve Türk Besteci ve Yazarlarından örnekler vermeye başlıyor.
“Evrensel Türk müziğinde bu etkileşim, “4. Murat Operası” ile kendisini gösterir. Müziklerini Okan Demiriş’in bestelediği ve librettosunu Turan Oflazoğlu’nun hazırladığı “4. Murat Operası” tarihi bir opera olması bakımından da ilgi çekicidir. Türk Bestecilerin de edebi yapıtlardan etkilenerek yaptıkları besteler, eserler vardır. Mesela, besteci Selman Ada’nın Halid Ziya Uşaklıgil’in eserinden esinlenerek yine aynı isimle bestelediği “Aşk-ı Memnu Operası”, Türk bestecileri ve edebiyatçılarının etkileşimlerinin en güzel örneklerinden biridir. Besteci Çetin Işıközlü’nün, Reşat Nuri Güntekin’in eserinden yola çıkarak yazdığı ve 1996 yılında “Ankara Devlet Opera ve Balesi” tarafından başarıyla sahnelenen “Dudaktan Kalbe Operası”, Türk Operasının, Klasik Müziğinin ve Edebiyatının ortak başarısıdır. Evrensel Türk Sanatının gelişimini göstermesi bakımından hem sevindirici hem de önemlidir. Ayrıca, bu bahsettiğimiz başarıyla sahnelenen operalar, Türk Bestecileri ve Türk Yazarlarının edebi ve müzikal etkileşimlerle ortaya çıkan eserlerdir.”

“Aynı zamanda yazarlar, şairler ve müzisyenler de birbirlerini sanatsal yaratım aşamasında çok etkilemişlerdir. Buna en çarpıcı örneklerden biri şair Alfred De Muset ile bir dönem sevgilisi olan yazar George Sand’ın yaşadıkları beraberliktir. Daha sonra, aynı dostluk ve etkileşim besteci Frederic Chopen ile yazar George Sand arasında gerçekleşmiştir.”

“Gelelim sizi besleyen edebi kaynaklara, kitaplara. Mesela başucu kitabı olarak adlandırdığınız kitaplarınız var mı?” Evet, benim başucu kitabım diyebileceğim üç aşk kitabım vardır. “Benim için başucu niteliği taşıyan üç kitaptan biri, Norveçli yazar Knut Hamsun’un Victoria isimli eseridir. Bu romanı çok genç yaşta okumuştum. Çocukluğumda ben Victoria’nın filmini yapmak isterdim çünkü muhteşem bir hikayesi vardır. Mesela, Sibellius’un da “Hüzünlü Valsi” diye yedi dakikalık bir eseri vardır. Onu da filmin müziği olarak kullanmak isterdim. Mesela bu benim kurduğum bir müzik ve edebiyat bağlantısıdır. Sonra Felix Mendhellson’un yine William Shakespeare’in eserinden yararlanarak bestelediği “Bir Yaz Gecesi Rüyası’ isimli bir sahne müziği vardır. John Fowles’in “Fransız Teğmenin Kadını” benim çok sevdiğim bir kitap. Thomas Mann’ın “Tonyo Kroger” isimli eseri benim için çok özeldir. Babamın bana hediye ettiği bu kitabı, 16 yaşımda okumuş ve çok sevmiştim. Tonyo Kroger bana hep Mahler’in müziğini çağrıştırmıştır. Thomas Mann’ın eserlerinde Mahler’in müziğini buluşturan bir anlatım var. Bu çağrışımdan İtalyan yönetmen Visconti de etkilenmiştir ve “Venedik’te Ölüm” filminde, Mahler’in 5.Senfonisini kullanmıştır. Thomas Mann’ın eserlerinde insanı derinlemesine etkileyen kırık bir nokta vardır. Muhteşem bir atmosfer içinde ilerleyen hikayede yine de ölüm, hüzün ve yalnızlık temaları hissedilir. Thomas Mann, Tonyo Kroger’de “yalnızlık” temasını ön plana çıkarır. Sanatın görüntüsünü, estetik kaygılarının altını çizerek yoğunluklu olarak verir. Mahler’de aynı hüznü görebilmek mümkün.”

“Sizin yakıştırdığınız besteci ve yazarlar var mı?” “Ben edebiyatçı olarak Tolstoy’u ve besteci olarak da Tchaykovsky’i çok buluştururum. Yaratılacak eser açısından çok uyumlu olduklarını düşünürüm. Koreograf Andre Prokovsky, sahneye koyduğu Tolstoy’un Anna Karenina Balesi’nde, Tchaykovsky’nin müziklerini kullanmış. Ben bu seçimin çok yakıştığını düşünüyorum. Anna Karenina benim çok sevdiğim aşk romanlarından biridir.”

“Rus yazar ve bestecilerini bu kadar çok sevmenizin bir nedeni var mı?” “Rus kültüründe çok önemli bir özellik var. Hayata, dünyaya batı kültüründen çok daha farklı bakıyorlar. O koku, o anlayış, o atmosfer bambaşka. Birbirlerine isimleriyle hitap ederken bile çok dikkatliler. Romantik döneme dikkat edin üç tane isimleri var. Çok yakın arkadaşlarına hitap ettikleri isim başka, resmi kişilere hitap ettikleri isim başka. Çok vakur ama burnu büyük olmayan bir bakış var. Ama Avrupa Kültürüne baktığınızda burnu büyük havayı görebilirisiniz. Düello yapılan bir kültür. İnsanlar onurları için hayatlarını feda etmekten çekinmiyorlar. Mesela, Puşkin de bir düelloda ölmüştür.”

“En son hangi kitapları okudunuz diye sorarsak ?” “Son okuduğum kitaplardan ikisi Orhan Buryan’a ait. “Günlük” ve “Mektuplar” isimli çalışmalar deneme içerikli eserler. Mesela en son Emre Kongar’ın “Tarihimizle Yüzleşmek”, İlber Ortaylı’nın “Osmanlı’yı Keşfetmek” isimli kitaplarını okudum. Mesela Emre Kongar’ın ya da İlber Ortaylı’nın bir kitabı çıkıyorsa mutlaka alıp okuyorum.”

“Peki tesadüfen yakaladığınız sonra sürprizli biçimde çok ilginç çıkan kitaplarınız oldu mu?” Oscar Wilde’ın bir eseri diyor Rengim Gökmen ve devam ediyor. “Beni etkileyen eserlerden biri de İrlandalı yazar Oscar Wilde’ın “De Profundis” isimli eseridir. Oscar Wilde’ın hayatının son yıllarında, erkek arkadaşına hapishaneden yazdığı bir mektuptur. “De Profudis” gerçek hayatta bir türlü yollama imkanı bulamadığı ve hiçbir zaman sahibine ulaşamamış 180 sayfalık çok uzun bir mektuptur. Ama sıradan bir mektup değildir. Bu mektupta Oscar Wilde, çok çeşitli konulardan bahseder. Hayattan, ölümden, dostluktan ve sanattan. Bu mektupta öfkesini, hayal kırıklıklarını, dostuna ettiği sitemleri, yaşamdan edindiği deneyimlerini, bunların onda bıraktığı izleri çok sanatsal bir dille anlatır. Ele aldığı konuları derinlemesine incelerken, üyesi olduğu toplumun ikiyüzlü ahlak anlayışına da çok ciddi göndermelerde bulunur ve bu ahlak anlayışını ciddi bir biçimde eleştirir. “De Profundis” adı esere tesadüfen konmamıştır. De Profundis, Requem’in bir bölümüdür. “Ölüm Duası” isimli eserin bir bölümün adı kitaba ismini vermiştir. Yeraltından gelen bir acının yansıması gibidir.”

“Mesela, şiir okuyor musunuz ve hangi şairleri seviyorsunuz?” “ İlk aklıma gelenler, Nazım Hikmet, Metin Altıok, Murathan Mungan, ve Özdemir Asaf”

“Sadece edebiyat değil mesela farklı sanat dallarından son zamanlarda izlediğiniz hangi eserler var?” “Ben sinemayı ve destansı öyküleri seviyorum. Öyle birkaç film var ama en son olarak Pedro Almodovar’ın “Konuş Onunla” isimli filmini izledim. Pedro Almodovar, yönetmen olarak beni çok etkiliyor.”

“Tiyatro dersek? Aklınıza hangi oyunlar geliyor” “Devlet Tiyatrolarında izlediğim Shakespeare’in bütün yapıtları. Ankara Devlet Tiyatrosunda, Sophokles’in “Kral Oidipus” sevdiğim oyunlardan biridir.”

“Bildiğim kadarıyla siz felsefeyi seviyorsunuz. Felsefe sizi nasıl etkiliyor?” “Felsefe beni etkiler çünkü felsefe insan dünyasının bir parçası. Hangi eğitim seviyesinde olursa olsun her insanın yaşamında bir parça felsefe vardır. Yaşamı derinlemesine anlayabilmek için felsefeye ihtiyaç vardır. Kendini anlamak, dünyayı anlamak, karşımdaki insanları anlayabilmek ve çevreme farklı bir gözle bakabilmek için felsefeye ihtiyaç vardır. İlk Yunan düşünürlerinden, Uzak Doğuda Konfiçyus, Tao, Budha’ya kadar çok sayıda düşünürden etkileniyorum. Bu düşünürleri okumaya ve anlamaya çalışıyorum.”

“Size çok yakın olan, ya da sizi yansıtan müzikler hangileri?” “Mutlaka herkesin kendini yansımasını bulacağı besteciler vardır. Mesela, Son romantikler. Bramhs, Mahler, Rıchard Strauss. Fransız Empresyonistleri. Eğer müzik tarihindeki akılcı gelişim çizgisini izleyecek olursak, zirve yapan tepe noktaları için Bach, Beethoven ve Wagner demek lazım.”

“Evde geçirdiğiniz zaman içinde neler dinlersiniz?” “O gününe ve zamanına göre değişiyor. Size belli bir isim veremem. Ama konser sonrasında klasik müzik dinlemem. Akdeniz ezgilerini dinlemeyi tercih ederim, Akdeniz kıyılarında dolaşırım, Türkiye, Yunanistan, İtalya, İspanya gibi popüler müziği dinlerim. Ama sanat anlamında konuşacak olursak, daha kuzeye çıkmak gerekiyor. Kuzeyde duygusallık daha yoğun. Sibellius benim için çok özel bir besteci. Onun bestelerinde çok hüzünlü bir dramatizm vardır. O puslu ve kapalı hava ile uçsuz bucaksız araziler, o buzullar gözümün önüne gelir. Sibellius’un bestelerini dinlerken hayalimde bu görüntüler canlanır. Bu manzaralar, bana hep çok az gördüğüm ve çok fazla kalmadığım Finlandiya’nın mavi göller ve karlar altındaki bembeyaz çam ormanları görüntüsünü anımsatır. Sibellius’un senfonilerini Keman Konçertosunu dinlerken tarif edilmez bir iç ezikliği duyarsınız, bir yandan da vakur, çok dik duran bir iç ezikliği vardır. Ama orada acı bir bakış da vardır. Kuzey müziklerinde acı duygusu daha doludur. Orta Avrupa’da müzik lirik bir hal alır. İtalya kıyılarına geldiğinizde güneşin tam ortaya çıktığını görürüsünüz. Müzik bu coğrafyada, hüzün ve sevinç arasında büyük gelgitler yaşar. ”

“Klasik Türk Müziğine gelirsek, özellikle yurt dışı konserlerinde bestecilerimizin eserlerini seslendirme imkanı bulabiliyor musunuz?” “Yurt dışına çıktığımızda, hazırladığımız konser programı içersinde Türk Bestecilerinin eserlerini tanıtmak ve sevdirmek amacıyla, özellikle bestecilerimizin eserlerine yer vermeye çalışıyoruz. Şu ana kadar yurt dışında verdiğimiz konserlerde, başta Ahmet Adnan Saygun olmak üzere, Ulvi Cemal Erkin, Ferit Tüzün’ün ve Necil Kazım Akses’in eserlerini seslendirdik. Ahmet Adnan Saygun’un “Yunus Emre Orotoryosu”, “4. Senfoni”, “5. Senfoni”, piyano konçertosu, keman konçertosu, ve “Orkestra İçin Çeşitlemeleri” isimli eserleri, Moskova, St. Petersburg, Roma, Cagliari, Paris, Hannover, Dusseldorf, Bratislava’da verdiğimiz konserlerde seslendirildi. Ulvi Cemal Erkin’in “Keman Konçertosu” ve “Köçekçesi”, Ferit Tüzün’ün “Türk Kapricciosu”, “Anadolu Suiti” ve “Esintiler” isimli eserleri ve Necil Kazım Akses “Keman Konçertosu” ile “Scherzo” isimli eserleri Moskova, St. Petersburg, Porto, Roma, South Carolina, (U.S.A) Atina’da verdiğimiz konserlerde en çok seslendirilen eserler oldu.”

“Siz sürekli konserlerde izleyici karşısına orkestra şefi kimliği ile çıkıyorsunuz. Peki, izleyici koltuğunda oturduğunuz ve bir seyirci olarak sizi çok etkileyen bir konser anımsıyor musunuz?” “Öyle hatırladığım bir konser şu an aklıma gelmiyor ama 1986 yılında, Roma’da
Leonard Bernstein konseri beni çok etkilemişti.”

“Peki hayatınızdaki en özel konser hangisi? Öyle bir konser var mı?” Kısaca var diyor Rengim Gökmen. “Benim şefliğe yönelmeme yol açan çok özel bir konser var. 1967 yılında, Los Angeles Filarmoni Orkestrası ile Zubin Mehta’nın Ankara’ya geldiği ve Cumhur Başkanlığı Senfoni Orkestrasının salonunda verdiği bir konserdi ve benim hafızamda yer etmişti. İlk defa o zaman “acaba ben orkestra şefi olabilir miyim?” düşüncesi aklımdan geçmişti.

“Peki, ailenizin etkisi nasıl oldu?” “Annemin yönlendirmesi ve babamın desteği ile müziğe yöneldim. Benim yaşantımda babamın çok önemli etkisi olmuştur. Zubin Mehta konserinde orkestra şefliği fikri kafamda belirdi. Ahmet Adnan Saygun’un beni kompozisyon bölümüne alması, orada İlhan Baran ile çalışmam bu düşünceyi netleştirdi. Burada, Ahmet Adnan Saygun’un bu yönde çok büyük katkısı olmuştur. Yurt dışın sınavını kazanmamla kesin kararımı verdim. Hocalarım İlhan Baran, Ulvi Cemal Erkin, Ferhunde Erkin, Nimet Karatekin hocalarımızı da burada unutmamak lazım. ”

“Ahmet Adnan Saygun deyince bu büyük besteciden bahsetmeden olmaz. Bu konuda, neler söyleyebilirsiniz.?” “Ahmet Adnan Saygun’un bütün dünya tarafından 20 Yüzyılın en büyük bestecilerinden biri olduğu anlaşılıyor. Ahmet Adnan Saygun, evrensel olarak, doğuyu batıya bağlayan çok özel bir sanatçı. Doğu müziklerinden esinlenerek, o temele oturan ama evrensel bir dil kullanan ve batının zevkine de hitap ederek bir özgünlük yaratan en büyük 10 besteciden biridir.”

“Sizi nasıl etkiledi?” “Ahmet Adnan Saygun sayesinde ben kompoziyon bölümüne girdim. Annemi kaybettikten sonra, beni kanatlarının altına almış, bana kol kanat germiş bir insandı. Yurtdışından döndüğümde, Ahmet Adnan Saygun, İstanbul’da AKM’de verilen ilk konserime gelmişti. Konserin sonunda, Ahmet Adnan Saygun’u tanımayan görevliler kendisini yukarı bırakmamış ve hocam içeri girememişti ve o yaşta büyük besteci kapıda beni beklemiş. Ahmet Adnan Saygun o gün bana şunları söyledi. “Atatürk, bunu bana 1936 yılında söylemişti. Şimdi de ben sana söylüyorum. Bu ülkede çok büyük işler başaracaksın sen oğlum” dedi ve bana sarıldı. Ahmet Adnan Saygun’un bana söylediği bu söz, yaşantımda aldığım en büyük madalyadır.”




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın sanat ve sanatçılar kümesinde bulunan diğer yazıları...
'Kafkas Tebeşir Dairesi'nin Sebeb-i Hikmeti... ''
Uluslarararası İzmir Festivali 20. Yaşını Kutluyor.
Anton Çehov'dan Arthur Miller'a, Modern Zamanlarda Düşlerin
İlhan Berk"in Şiirleri ve Sait Faik"in Öykülerini Gravürde Eriten Adam: Fatih Mika
Commedia Dell"arte İşliği : Michele Guaraldo, Simone Campa ve Korsanlar
Cemal Süreya"dan "Üstü Kalsın" : Hakan Gerçek
Ağır Abla Cecilia"nın Müridinden Faydalı Hayat Dersleri : Ayhan Sicimoğlu
Romanya Ulusal Tiyatrosundan Bir Baş Yapıt : Fırtına
Shakepeare"den Verdi"ye : Falstaff Operası
Tiyatro Soluyanlardan "Koca Bir Aşk Çığlığı"

Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bir Varmış Hiç Yokmuş
"Beni Ben mi Delirttim?" : Ferhan Şensoy
Ermişler Ya da Günahkarlar, İyilik Ya da Kötülüğün Dayanılmaz Lezzeti…
Sineklidağ"ın Efsanesi : Keşanlı Ali"nin İbretlik Öyküsü
Sahibinden Az Kullanılmış "İkinci El" Stratejiler
Tek Kişilik Oyunların Efsane İsmi : Müşfik Kenter
Yağmur Yağıyor, Seller Akıyor, Kral Übü Camdan Bakıyor
Efes'li Herostratus ve 'Hukukun Üstünlüğü İlkesi'
Tanrıların Takıları
Ruhi Su"nun İzinde : Köy Enstitüleri

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
İbneler ve Çocuk Cesetleri [Şiir]
Komşu Çocuğu [Şiir]
Bir Bardak Soğuk Suyun Hatırına… [Şiir]
İhtiyaçtan [Şiir]
Deli mi Ne? [Şiir]
Sakız Reçeli Seven Yare Mektuplar [Şiir]
Bir Nefes Alıp Verme Uzunluğunda… [Şiir]
Lord'umun Suskunluğunun Sebeb-i Hikmeti... [Şiir]
Pimpirikli Hanımın, Pimpiriklenmesinin Nedeni… [Şiir]
Yere Göğe Sığamıyorum… [Şiir]


Seval Deniz Karahaliloğlu kimdir?

Bazı insanlar için yazmak, yemek yemek, su içmek kadar doğal bir ihtiyaçtır. Yani benimki ihtiyaçtan. Bir vakit, hayatımla, ne yapmak istiyorum diye sordum kendime? Cevap : Yazmak. İşte bu kadar basit.

Etkilendiği Yazarlar:
Etkilenmek ne derecede doğru bilemem ama beyinsel olarak beslendiğim isimler, Roland Barthes, Jorge Luis Borges, Braudel, Anais Nin, Oscar Wilde, Bernard Shaw, Umberto Eco, Atilla İlhan, İlber Ortaylı, Ünsal Oskay, Murathan Mungan,..


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.