Hiçbir şey yaşam kadar tatlı değildir. -Euripides |
|
||||||||||
|
‘’Ohri Kıyısında Bogradeç’te hazırlanan raporlar, Biliste’ye, oradan Florina köylerine geliyor, Soroviç’ten trenle Selanik’e, oradan da İstanbul’a ulaştırılıyordu. İstanbul’dan verilen yazılı emirler, yine bu yoldan Bogradeç’e dönüyordu. ‘’Necati Cumalı’nın doğduğu kasaba olan Florina yakınlarında geçen Zülfikar Bey’in yaşamının anlatıldığı roman Birinci Dünya Savaşı sırasında Makedonya Bölgesi civarlarında genel durumun arka planda anlatıldığı girişle başlıyor. . ‘’Zülfikar, babasının belindeki tabancaya el uzattığı zaman iki yaşında yoktu henüz. ‘’Bummm!’’ diyordu tabancaya, baba bummm! demesi, baba hadi çek tabancanı ateş edelim! demekti. Taşların ikiye yarıldığını, kütüklerden kopan kıymıkların havalandığını gördükçe coşar, el çırpardı Zülfikar. Tabancayı almaya kalkardı babasının elinden. ‘’ Birinci bölümden itibaren Zülfikar Bey’in doğduğu, yaşadığı yerler Cumalı’nın buraları iyi tanımasından olsa gerek enikonu anlatılıyor. Bebekliğinden başlanarak yaşamı anlatılan kahramanın romanının sıradan bir öykü değil, bir destan olduğu anlaşılıyor Bütün eser boyunca Cumalı’nın özgün üslubu, dikkati çekiyor, okuyucuya gerçek edebiyatın keyiflerini yaşatıyor. Devrik cümleler sık kullanılmasına rağmen, o kadar ustalıkla kurgulanmış ki, ikinci defa okuyunca ayırt edebiliyorsunuz cümlenin devrik olduğunu. ‘’Deniz küçük çırpıntılarla kabarıyor, serpintiler saçıyordu rüzgâra. Küçük dalgalar, çatlayıp yarıldıkça, çatlaklarında değişik maviler, yeşiller oluşuyor, sırtında beyaz köpüklerle atılıyorlardı kıyıya.’’ Yazar, o dönemde yaşanan, maalesef günümüzde de yer yer devam eden politik sıkıntılara, değişik etnik kökenli, farklı dini inançlı insanların bir arada barış içinde yaşama özlemine ket vurulmasına, kâh kahramanların ağzından, kâh doğrudan doğruya sık sık değiniyor. Bakın Zülfikar Bey’in arkadaşı Halit durumu nasıl özetliyor. ‘’-Makedonya bölündü, diye sürdürdü Halit. Makedonya, yaşlılardan dinlediğimiz, çocukluğumuzdan bildiğimiz Makedonya değil! O Makedonya Makedonyalılarındı! Hıristiyanı, Müslümanı, Rumu, Bulgarı, Sırp Arnavutu, Osmanlısı Makedonyalıyım demeyi birbirine çok görmezdi. Şimdi bu din ayrılığı uluşçuluk kavgaları çıktı çıkalı Makedonya’da hava karardı, dostluk, kardeşlik, komşuluk hatırı kalktı, herkes birbirine girdi. Bulgar Rumu, Rum Bulgarı, Sırp arnavutu, sonunda hepsi bir olup Türk’ü Müslümanı vuruyor, öldürüyor. Sonu ne bunun? Neye niçin? Saçma bir kavga bu! Yanlış bir anlayış. Herkesin anasından babasından öğrendiği dille konuşmasını, türkü söylemesini anlarım, ama kendi diliyle konuşmayanı düşman bilmesini anlamam! Oklar yayından çıktı, bu kavga başladı bir kez. Kolay kolay yatışmaz. Sürer artık. Kim bilir ne kadar sürer? ‘’ Necati Cumalı tüm bu politik çekişmelerin, Zülfikar Bey’in çalkantılı hayatının arasına doğal güzelliklerin betimlemelerini de ustalıkla yerleştirmiş. Böylelikle okuyucunun anlatılan öykünün içine girmesi, olayların geçtiği yerleri gözünün önüne getirmesi sağlanmış. ‘’Yokuşları inerek, yokuşlar çıkarak kayıyordu araba. Dönen tekerlekler, atların dalgalanan yeleleri, kabarık kuyrukları, ağaç telgraf direkleri, sıra sıra telgraf telleri, konup kalkan, sağa sola dağılan sığırcıklar, yükseklerden geçen bir yaban ördeği sürüsü, doğuya doğru yağmur götüren bulutlar…’’ Cumalı zaman zaman hissettirmeden romanın içine girerek, kendi felsefi görüşlerini de kısaca ekleyerek, hem anlatıyı zenginleştirmiş, hem de okuyucuyu daha fazla düşünmeye sevk etmiş. ‘’ Gerçekte kaç kişidir ya da kaç canlıdır bir insan? Sorarken ya da seçimini yaparak sorulan soruya karşılık verirken? İçinden gelen bir sesi susturur ötekinin dediğini yerine getirirken, hep o arada bir aynada yüzünü gördüğü, ‘’ben’’ diye tanıdığı, bildiği kişi midir? Değişmez biri midir o? Zaman zaman kişi bırakır gider yattığı, oturduğu yerde o beni. O sesine kulak vermediği, dediklerini dinlemediği ben’ini, ben’lerini yaşar…’’ Bu arada Zülfikar Bey büyüyor, delikanlı oluyor, fırtınalı bir yaşam sürüyor, ama benliğini, ailesini unutmuyor. İçindeki yurtseverlik duyguları yaşamını yönlendiriyor. Makedonya’da barış içinde yaşanması için çabalıyor. Ancak o karışıklıkların içinde kendisinin de tutuklanmak üzere arandığını fark edince dağa çıkıyor, bazen tek başına bazen de komitacılarla birlikte dağlarda yaşıyor. Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı Makedonya’da nasıl hissedilmiş? Ne onulmaz yaralar açmış? Oralarda günlük yaşam nasılmış? Dağlarda kaçak yaşayanlar neler yapıyorlarmış? Tüm bunlar Zülfikar Bey’in yaşamı ekseninde anlatılıyor. Aralara serpiştirilen kısa ama etkileyici öykülerle roman büyük bir zenginlik kazanıyor. Zülfikar Bey’in kişiliği de okuyucuya hem anlatılan olaylarla hem de zaman zaman araya girilerek iyice benimsettiriliyor, kahramanın sevilmesi sağlanıyor. ‘’Ne gelirdi elinden? Bağımsız yaratılışlıydı o! Uygun adımla başladığı hiçbir yürüyüşü ayak değiştirmeden sonuna kadar götüremezdi! Şu beş ay içinde bile bile saygısızlık ettiğini hatırlamıyordu. Hatırlayamazdı da! Ne şu beş ay içinde, ne de ondan önceki bütün yaşamında bile bile saygısızlık ettiği olmamıştı ki hiç kimseye! Kendiliğinden herkese, büyük küçük, güçlü ya da ezik herkese, kendine nasıl davranılmasını isterse öyle davranırdı! Bağımsızlık nasıl yaratılışının belirgin bir özelliği ise, alçakgönüllülük de başka bir özelliğiydi!’’ Necati Cumalı romanı şu sözlerle bitiriyor; ‘’ Erken ya da geç, bir gün öleceği değil, nasıl yaşadığıdır önemli olan kişinin. Bu dünyadan Zülfikar Bey gibi dolu dolu yaşayıp göçenlerin şavkı, çakan bir yıldız gibi gözlerde kalır!.. ‘’ Evet, Necati Cumalı’nın şavkı da ürettiği eserlerde yıldız gibi parlıyor. İnsanlar günlük yaşantılarında türlü türlü sıkıntılarla uğraşırlar, didinirler. İyice bunalırlar. Bu sıkıntılardan kurtulmak için en güzel çarelerden biri de edebiyattır. Gömülürsünüz bir kitaba her şeyi unutursunuz, kitabın kapağını kapattığınızda arınmış, dinlenmiş olursunuz. Montesquie’nin dediği gibi ‘’On beş dakikalık okumanın gideremediği sıkıntım yoktur.’’ Necati Doğru’nun Viran Dağlar adlı romanı da bu tür sıkıntı giderici, edebi zevkleri tatmin edici bir yapıt. *=Necati Cumalı Viran Dağlar / Cumhuriyet kitapları 13. baskı nisan 2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mustafa Mert, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |