Bilgi sakalla ölçülmez. -Moliere |
|
||||||||||
|
Omzumda bir kıpırtı hissettim. Pıt, pıt; pıt, pıt. Gelmiş olmalı. İlham perisi ne zaman gelse omzuma oturur ve oturduğu yerden ayaklarını sallamaya başlar. Biliyorum ki birazdan perinin fısıltıları gönül kulağıma çalınmaya başlayacak. Uçsuz bucaksız bir deniz… Denizde binlerce gemi, hepsi paramparça Kıyı yok; rıhtım kayıp. Dümdüz bir vadi. Kılıcı kalkanı atıp kaçmış sözde savaşçıların geride bıraktıkları sahipsiz atlarla dolu. Cesur yürekler yok; kahramanlar kayıp. Ve binlerce melek… Kiminin gözleri sımsıkı kapalı, kimininse yarı açık. Hepsinin kanatları yaralı. Uçabilen yok; ışık kayıp. Önümde uzun süredir bomboş duran kâğıda yazdığım ilk satırlar bunlar oldu. Omzumdaki peri, kulağıma ne fısıldarsa yazmam gerektiğini bilirim. Onu yönlendirmeye kalkarsam sinirlenip omzumdan uçup gittiğine ve uzun bir süre de geri dönmediğine çok defa şahit olmuşumdur. Perinin fısıltılarına dikkat kesiliyorum. Yüzyıllardır bu uçsuz bucaksız hayal denizinde, akıl gemisi parçalanmışlara kâğıttan gemiler yapıp onları bu gemilere bindiriyorum. Yazık! Her vadide at sürülmeyeceğini bilmezler. Acemi süvarilerin atlarını “hayret” dizginiyle dizginlemek, kayıp kahramanlara dolu kadehler sunup içindeki delilik şarabından içmelerini sağlamak gerek. Ve o melekler… O, kanatları yaralı ve düşmüş melekler yok mu? Ruhlar meclisindeki günlerini özleyen o yaralı meleklerin kırık kanatlarının yerine muhabbet kanatları takmak ve yeniden uçmalarını sağlamak gerek. Ne zaman kalemin sivri ucu kâğıdın yassı alnına tatlı bir buse kondursa, işte o zaman çağrıldığım yere doğru kanat çırparım. Şimdi benim için akıl gemisi parçalanmışlara kâğıttan gemiler yapma zamanıdır. Kalemi sımsıkı kavrayan elin sahibinin omzuna oturur, kulağına usulca fısıldamaya başlarım. Ben fısıldadıkça az önce hayal gemisinde yolunu da gemisini de yitirmiş olan yolcu ona fısıldadığım kelimeleri kendine can simidi yapar da kıyısız denizde kulaçlar atmaya başlar. Bazen öyle şeyler fısıldarım ki sözlerim acemi süvarilerin atlarını büyüler. Kendini yitirmiş meleklerin gönül aynalarına su serper ve muhabbet tohumları filizlenir içlerinde. Hâsılı yüküm ağır, işim zordur benim. Tüm bunları elimdeki sihirli değnekle yaptığımı sanırlar. Ama keramet, değnekte değil; fısıldadığım sözlerdedir aslında. Kimine parmak büyüklüğünde, külah şapkalı, mor pelerinli, elinde yıldız uçlu bir değnek tutan bir peri olarak görünürüm. Kimineyse ardında parlak bir ışık saklayan gizemli bir kapı olarak… Her ikisi de hakikattir. Kim nasıl bakarsa öyle görür beni. Yazdıklarımı okuyorum. Bir ilham perisinin daha önce kendinden bahsettiğini hiç duymamıştım. Hep başka yerlerden, başka kişilerden fısıltı taşıyan ilham perisinin bu defa kendi hikâyesini anlattığına şahit oluyorum. Elbisem atlas kumaştan, Dilim şeker kamışından, Kâğıtla kalem buluştuğu an. İşte oradadır İLHAM. Harfler bineğimdir benim. Kulaklara fısıldadığım sözler harf elbisesini giyinir ve öylece kâğıda dökülür. Okuduğunu sandığın harfler ilham perisinin fısıltılarının yansımasıdır aslında. Fısıltı yalnızca işitilmez, aynı zamanda okunabilir de. Ve harfler yalnızca yazılmaz, senin kaderini yazabilir de. Harfler! Harfler! Ne büyük bir gizem! Harfler hakkında soru soruyordun, öyle değil mi? Omzumdaki küçük periye gözümün ucuyla bakıyorum. Bana küçük bir ışık huzmesi gibi görünüyor. Bir âlemdir, harfler âlemi; âlemler içinde bir âlem… Hiçbir şey yok iken söz vardı. Söz, madde âleminde görünür olsun diye ona harf elbisesi dikildi. Böylece söz mana âleminden çıktı ve madde âlemine girdi. Bu yüzden her bir harf ruhani bir güce sahip oldu. Her biri bir titreşim yaydı çevresine. Harfler bir araya gelir, eşyaya isim verir. Sonra bu isim, eşyanın hakikatine bürünür. “Gül” deyince kokusu gelmez mi burnuna? Ya “Ateş”in ismi bile yakmaz mı tenini? “Güneş” deyince ışığı, Mecnun deyince âşığı bilmez misin? İşte böyle isimle eşya, madde ile mâna birleşir. Hani yaratılışın başlangıcı Işık’tır denir ya! Bak hele bu kelimenin köklerine. Işık – Aşk. Her ikisi de aynı kökten türemiş iki kelime. İşte yaratılışın sırrı. İsmindeki harfleri araştır! İşte sana ipucu: Alfabedeki yedi harf ateş elementini yansıtır. Yedi harf su elementini. Ve diğer yedi harf de hava ve toprak elementini yansıtır. Harfler âleminin yarısı aydınlık harfler diğer yarısı ise karanlık harflerdir. Bunlar da kendi içlerinde erkek ve dişi harfler olarak ayrılır. Noktasız harfler mutlu harfler, noktalı harfler ise uğursuz harflerdir ve her harfin karşılık geldiği sayısal bir değeri vardır. Söylesene senin ismin hangi harflerden oluşuyor, hangi sırları taşıyorsun? Şunu bil ki sen, ismin kadarsın! Harfleri yazdığın anda onlara hayat üflemiş olursun. Yazıyı silersen harfler ölmüş olur. Yazı silinmediği sürece mâna âleminde varlığını devam ettirir. Sen bir yazarsın, bir yazıyı bitirinceye kadar kim bilir kaç harfin katili olursun, hiç düşündün mü? Katil olmak mı? İlham perisi haklı sanırım. Bir yazarın elinde tuttuğu kalem keskin bir bıçak ve yazar da saf zihinlerin katili pekâlâ olabilir. Ya yazılı olmayan, ama seslendirilen, söylenen harflere ne olur, onlar nereye gider? Söylenen sözler, söyleyenin söylediği hal üzere havada asılı kalır… Hem de sonsuza kadar! Bu yüzden yer gök söylenmiş sözlerle doludur. Ben ve benim gibi ilham perileri bu sözleri kalemi tutan ellere fısıldarız. Neden bazı mekânlara girdiğinde, “İlham geldi, yazmak istiyorum,” dediğini sanırsın? O mekânda söylenmiş tüm sözler bir anda gönül kulağına çalınır da ondan… İlham perisi bu defa bana bir hikâye yazdırmıyor, ama aklımdaki sorulara yanıt veriyordu. “Yanılıyorsun. Ortaya bir hikâye değil, ama kocaman bir roman konusu çıktı. Harfler âlemini tanırsan onları yönetebilirsin. Onları yönetebilirsen harfler sana boyun eğer. İşte o zaman bütün kâinatı bir roman gibi okuyup yazmaya başlarsın. Hem farkında değil misin ki yazdığın ve bundan sonra yazacağın tüm yazılar aslında zaten ezelde yazılmıştı. Yazının son noktası çoktan konmuş, mürekkebi ise kurumuş. Sen sadece yazının vakti geldiğinde kalemin efendisi olacak ve sözü o âlemden alıp, bu âleme çıkaracaksın, hepsi bu.” Yazdıklarım, yani ilham perisinin fısıltıları beni şaşırtıyor. Harflerin önünde saygıyla eğiliyorum. Kalem de benim önümde saygıyla eğiliyor. Söz, mâna âleminden taşar Madde âlemine akar. Harfler âlemi uçsuz bucaksız bir deniz. Denizde eli kalem tutan binlerce yazar var. Harfler âlemi dümdüz bir vadi. Vadide harflere hayat üfleyen on binlerce ozan var. Kayıp Rıhtım’da binlerce melek Omuzlarında ilham perileri, söze harf elbisesi dikmekteler. Gün bitti, güneş tamamen battı. Güneş bu diyarda batarken kim bilir hangi diyarlarda doğuyor. Üzerine akşamın loş ışığı düşen kâğıdımın boş kalan alt kısmına şunları yazıp noktayı koyuyorum. Yazar harflere hayat üfler, Harfler hayal denizini aşar Kıyıya vurur. Harfleri kendine boyun eğdiren kalem ehli Bir gün gelir KAYIP RIHTIM’ı bulur… ((Kayıp Rıhtım, Aylık Öykü Seçkisi Temmuz 2010))
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şebnem Pişkin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |