Doğaüstü henüz anlayamadığımız doğal şeylerin adı. -Elbert Hubbard |
|
||||||||||
|
Dayanamıyorum, bazen nefes alamayacak gibi oluyorum. Kalabalığın içinde insanlar üzerime üzerime geliyorlar sanki. Tüm bu kalabalığın içinde benim yerim neresi diye sorup duruyorum. Bazen öyle oluyor ki görünmez miyim acaba, kimse beni farkında değil mi diye düşünerek çıldıracak gibi oluyorum. - Anlıyorum. Geçen defa size yazdığım ilaçları düzenli olarak kullanmış olsaydınız tüm bu sıkıntıları hafifletmiş olabilirdik şimdiye dek. Size bir kez daha söylüyorum, bu ilaçları almanız şart. - Beni uyuşturarak iyileştireceğinizi mi sanıyorsunuz? - Uyuşturmak değil, sakinleştirmek diyelim isterseniz. - Sakinleştirmekmiş… etkisizleştirmek, hissizleştirmek derim ben buna. - Seans süremiz dolmak üzere. Size dört ilaç daha yazıyorum. Bunları hemen bugün alıyorsunuz ve akşam yemeğinizi yedikten sonra birer tane içmeye başlıyorsunuz. Sabahleyin ne kadar rahatlamış olduğunuzu görüp şaşıracaksınız. Gelecek ayın onuna randevu yazıyorum. Ödemeyi tahsilat bölümüne yapabilirsiniz. - Tabi, tabi… İyi günler. - İyi günler… Olacak şey değil. Kimseye derdimi anlatamıyorum. Herkes anlar gibi yapıyor, kimsenin bir halt anladığı yok besbelli. Bende kabahat. Elin adamının karşısına oturmuşum sorunlarımdan bahsediyorum anlayacakmış gibi. Karşımdaki de benim gibi bir fani ne de olsa. Bir faninin derdine başka bir fani nasıl çare bulacakmış, bendeki de akıl işte! Bendekinin on katı sorunludur kesin o herif. Bir yığın ilaç yazarak çare olacaklarını sanıyorlar. Denemediğim bir bu kalmıştı, bu da çare olmadı. 20 yıldır bu caddelerde, bu sokaklarda yürüyorum. Çocukluğum şu soldaki sokaktan içeri girince hemen köşedeki ikinci evde geçti. Eskiden bahçe içinde müstakil bir evdi. Şimdi bakmayın on katlı, yirmişer daireden oluşan bir apartman olduğuna. Her şey değişiyor işte. Bu caddelerden geçerek okula giderdim. Sonra mezun olup işe girdiğimde hep bu sokaklardan geçerek işten eve, evden işe gidip durdum. Caddeler, sokaklar, kenarlardaki ağaçlar hepsi her günüme tanıklık ettiler. Kimi zaman sevinçli, hayat dolu, zıp zıp zıplayarak bu yollardan geçişimi bilirler, kimi zaman da darmadağın olmuş, hayattan bezmiş olarak… Son bir yıldır ise her zaman hayattan bezmiş, suratım allak bullak, gözlerimin altı çökük, omuzlarım düşük, başım öne eğik bu yollarda ne yöne gittiğimi bilmez halde dolanmalarıma tanıklar. Bu “dayanamama” halim bir yıldır hızla artarak devam ediyor. Hayatımdaki her şey anlamsızlaştı. Tüm hayat renksizleşti. Canım gezmek tozmak istemez oldu. Yemeklerden keyif almıyorum. Sadece karnım doysun diye lokmaları ardı ardına boğazıma dizmek benim için yemek yemek anlamına geliyor. İnsanlara tahammül edemiyorum. Az konuşur oldum. Gerekmedikçe ağzımı açıp, laf anlatmak zahmetine girmiyorum. Bol bol uyuyorum. Bazen akşam güneş batarken yatıp, ertesi gün öğlen saatlerine kadar aralıksız uyuyorum. Eskiden çalışma masamda hep bir takvim bulundururdum. Her günün sonunda takvimin o sayfasını yırtar, bir sonraki günün yeni bir gün, yeni bir başlangıç olacağını düşünerek kendimi avuturdum. Yıllar boyu yolduğum sayfalar, beni yordu. Gelen yeni günlerin yeni başlangıçlar olduğu falan yokmuş. Artık takvim makvim de bulundurmuyorum. Benim için her gün aynı… Mevsimler geçiyormuş, yıllar geçiyormuş benim için fark etmiyor. Yarınlardan bir ümidim, bir beklentim yok benim. Derdim insanlarla mı, yoksa sadece kendimle mi onu da bilmiyorum. İnsanlar bana bakınca ne görüyorlar acaba diye merak ediyorum bazen. Ailem için büyük bir hayal kırıklığı, ayrıldığım eşim için “işe yaramaz bir adam”, patronum için ilk fırsatta işten çıkartılacak bir fazlalık, köpeğim için katlanılması gereken bir sahip, komşularım için “kim dediniz, öyle biri mi oturuyor burada” diye soracakları bir soru işareti miyim acaba? Öyle bile olsa, benim için tüm bunların tersini düşünüyor olsaydılar bu benim sorunlarımı çözer miydi? Belki de tüm sorun benim kendim hakkımda ne düşündüğümdür. Ne düşünüyorum aynada kendime bakınca?... Hayal kırıklığı…Kocaman bir hayal kırıklığı… Geçen hafta işten istifamı verdim. İstifa mektubumu öyle bir döşemiştim ki, neredeyse sayıp sövmediğim kimse kalmamıştı. Mektubumu elime alıp, patronun kapısını çalana kadar o mektubu patronun suratına fırlatmaya kesin kararlıydım. Ne olduysa oldu, yapamadım. Sadece istifa etmek istediğimi ve gerekçelerimi saydım. Sanki bir an için olsun patronun “Katiyen olmaz, seni bırakmayız. Biz sensiz ne yaparız?” demesini umdum. Gülünç, değil mi? Donuk bir suratla beni dinledi, biraz daha evvel haber verseydim geçtiğimiz hafta insan kaynakları gazetesinde çıkan ilanlarına benim ayrılmak istediğim pozisyonu da ekleyebileceklerini söyleyerek hayıflandı. Hayırlısı olsun, yolun açık olsun gibi cümlelerle beni başından savuşturdu. İş arkadaşlarım arasından bana gitme ne olur diye yalvaran kimse de çıkmadı tabi doğal olarak. Sadece ceketimi aldım, ve çıktım. Sanki kimsenin hafızasında benden bir anı kalmayacak, kimse beni hatırlamayacak, bilmeyecek, tanımış olduklarını bile unutacaklar gibi hissettim. Hayatları ben olmadan da devam edecekti. Belki de ben hayatlarında zaten hiç olmamıştım. Varlığımla yokluğum bir ise, ruhumda ağır bir yük olan bu varlığa ne gerek var öyleyse? Kimse için bir şey ifade etmiyorum. Olsam da onlar için bir şey fark etmiyor, olmasam da? O zaman ne diye var olmaya devam ediyorum ki? İşte bu düşünce bir süredir zihnimde iyiden iyiye yer edinmeye başladı. Yok olmak düşüncesi! Varken yokmuşum gibi olduğuma göre belki yok olursam gerçekten var olabilirim diye düşünmeye başladım. Tabi ki bu düşüncemi doktorun karşısında dile getirmedim. Düşünsenize ne dehşet verici olurdu bunları duymak doktorum için. Herhalde o defa dört değil, on dört ilaç yazardı bana. Salak adam! Nisan geldi. En sevdiğim mevsimdir bahar. Yani öyleydi eskiden. Şimdi bakıyorum etrafa da sarı kelebekler yine uçuşmaya başlamışlar. Havada polenlerle birlikte sinek ve böcekler de cirit atıyor. Kuşlar pek bir neşeyle şakıyor. Ağaçlar kış boyunca kupkuru dala dönüşmüşlerken şimdi birden çiçeklenmeye, yeşillenmeye falan başladılar. Belediye de sözüm ona iyi çalışıyor. Renk renk laleler dikmişler adım başı. Şaşılacak şey, iyi bir şeyler de yapıyorlar demek ki bazen. Aşıklar konusuna ise hiç girmeyelim lütfen. Herkes koluna sevdiceğini takmış, salına salına geziyor. Bu sevgilileri nereden bulurlar, aşık olma yetisine doğuştan mı sahip oluyorlar yoksa bunu sonradan mı öğreniyorlar, hiç anlamam. Ama nereye baksam bir çift sevgili görmezsem baharın geldiğini anlamıyorum valla. Eskiden benim de içim bahar gelince bir hoş olurdu. Başım dönerdi, kavak yelleri eserdi başımın üzerinde. Artık bahar gelmiş neyime diyorum. Ha kuru kış, ha yeşil bahar! Bana fark etmiyor. Tıpkı benim varlığımın da yokluğumun da mevsimler için fark etmemesi gibi. İşte yine o düşünce beynimi kemiriyor. Yok olmak! Var olmamak… Bildiğim bu yaşamda yok olmak belki de bilmediğim yeni bir yaşamda “var” olmamı sağlar. Gerçekten bu düşünce beni rahatlatıyor. Belki de daha fazla “yaşamak” çilesini çekmemeliyim. Evet, evet, neden bu kadar zorluyorum ki kendimi? Doktorum bile söyledi. İlaçlarını içmezsen iyileşemezsin dedi. O ilaçları asla içmeyeceğime göre asla iyileşemeyeceğim. O zaman neden hasta hasta yaşama devam edeyim ki? Ölürüm daha iyi. Doktordan çıkıp eve gelinceye kadar bu düşünceler zihnimi meşgul etti. Kapıyı açıp içeri girdim. Köpeğim Mahsun koşarak beni karşıladı. Hayır aslında beni karşılamak niyetinde değilsin, biliyorum. Tek istediğin bir kap yemek. Başkası verecek olsa onun ayağına koşardın. Tamam, tamam, bacaklarıma sürünüp durma. Şimdi bir kap yemeğini veririm, bir daha acıkıncaya kadar yüzüme bakmazsın artık. Nankör köpek! Ölüm düşüncesi beni iyiden iyiye içine çekmeye başladı. Bir an için yarın burada olmayacağımı düşünmek beni olağanüstü rahatlatıyor. Yarın buralarda olmamak… Kirayı ödemekten kurtulmak, kredi kartı borcumu ödemem gerektiğini söylemek için arayan banka görevlisinin telefonuna cevap vermek zorunda kalmamak, boşandığım eşimin nafakasından kurtulmak, eşin dostun “işten neden ayrıldın, şimdi nasıl iş bulacaksın, ne yapacaksın, nasıl geçineceksin” sorularından kurtulacak olmak, dahası gerçekten de nasıl geçineceğim sorunundan kurtulmak… Sorunlar ben varken varlar, ben olmazsam sorun morun da kalmayacak. Dahası yarın diye bir şey olmayacak… Ohhhh, bunun düşüncesi bile beni rahatlatıyor. Aile büyüklerim ölümümü duyunca üzülecekler elbet, ama atlatırlar. Zaten ben üzüldüklerine şahit olmayacağım ki. Artık ben gidince kim ne çekerse çeker. Ben kurtulmuş olacağım. Bu sorunlar geride kalanların sorunu olacak, benim değil. Hayatımda bir defa olsun artık kendimi düşünüyorum. Ben kurtulayım da, geride kalanlar kendi başlarının çaresine baksınlar. Doktorun bulamadığı çareyi ben buldum işte. Çare bu kadar açık bir şekilde ortadayken nasıl oldu da göremedim. Ölüm, benim için tek çare. Zaten hiçbir şeyden keyif almıyorum ki, böyle bir yaşama yaşam denir mi? Ayrılmanın bana zor geleceği bir şey var mı, bir düşüneyim. Hmmm… Mahsun, seni özleyebilirim belki. Ama eminim benden sonra seni sahiplenecek olan kişi sana daha kaliteli mamalar alacaktır. İtiraf et, senin bana katlanmanın tek sebebi sana yiyecek ve barınak veriyor olmamdı. O zaman geriye ayrılmakta zorlanacağım kimse kalmıyor demek ki. Ailem için hep bir hayal kırıklığı yaratmıştım zaten. Onlara daha fazla acı vermemiş olurum böylelikle. Herhalde en fazla doktorum üzülecektir. Gelir kaynağında bariz bir oranda azalma yaşayacak zavallı beni kaybedince. Ev sahibim yeni bir kiracı arayacaktır. Bu defa dul birine değil de bir aileye kiraya verse bari. Ona arkadaşlık ederler. Benim gibi kapı duvar komşular olmazlar onlar. Geride miras bırakacak birikmiş param veya mal varlığım da olmadığına göre miras kavgalarına falan da sebebiyet vermemiş olacağım. Varlığım gibi yok oluşum da son derece sessiz olacak anlaşılan. Aman, bana ne! Geride kalanlara ne olacaksa olur. Ben kurtulacağım ya! İşte önemli olan tek şey, bu. Üzerinde çok fazla düşünmemeye kararlıyım. Detaylı bir plan olmayacak benimkisi. İyi bir yer biliyorum. Şehir dışında… Ana yoldan ayrılıp sapa yollardan birine sapıyorsun ve çıkmaz yol seni bir uçurumun eşiğine götürüyor. Arabayı ana yolda dikkat çekmeyecek bir yere bırakır, uçurumun olduğu yere yürüyerek giderim. Böylesi daha iyi! Bir keresinde üniversite zamanlarımdayken yamaç paraşütü yapmıştım. Uçmanın ne derece keyifli olabileceğini hayal bile edemezdim. Bir felsefe hocam vardı. Sık sık uçakla seyahat ettiğinden dolayı yeni bir yaşam felsefesi geliştirdiğini, her şeye yukarıdan bakınca, büyük sandığı şeylerin aslında ne denli küçük olduklarını görüp şaşırdığını söylemişti. Hayatımızda baş edemeyeceğimizi düşündüğümüz şeyler olduğunda yapmamız gereken tek şey olaylara bakış açımızı değiştirip tekrar bakmakmış ve böylece onların aslında ne denli küçük ve önemsiz olduklarını görebilirmişiz. Ben de her şeye yeni bir bakış açısıyla bakabilmek için yamaç paraşütüne atlayıp uçmayı denemiştim. O zaman uçmaktan öyle keyif almıştım ki her sene mutlaka yamaç paraşütü yapacağım diye kendime söz vermiştim. Ne mümkün! İş hayatına girip o çarkın içine bir kere dahil olunca kendini kurtarmak mümkün olmuyor. Hayatta zevk aldığın şeyleri yapacak ya zamanın olmuyor, ya da paran. Paran olsa zamanın olmaz, zamanın olsa, paran. Bu defa ne zamana ne de paraya ihtiyacım var. Kanatlara da ihtiyacım yok. Yalnızca kendimi boşluğa bırakıvereceğim, ve sonrası ebedi mutluluk! Gün doğdu. Gece boyu gözümü kırpmadım. Bugünün son günüm olacağını düşünmek garip bir his. Aslında mutlu olmalıyım. Bugün tüm sorunlarım tamamen çözülecek. Daha ne isterim! Yine de pek mutlu ve rahatlamış görünmüyorum. Yaşamak dert, ölmek dert yani. Neyse, güne her zamanki gibi başlayayım. Canım kahvaltı etmek istemiyor. Zaten yesem ne olur, yemesem ne olur. Artık aç ya da tok olmanın bir öneminin olmadığı bir noktadayım. Mahsun, gel oğlum. Sana bolca mama koyuyorum buraya. Kabındaki bitince buradaki mama torbasından alabilirsin. Onu da ortaya bırakıyorum. Umarım çok geç olmadan biri seni sahiplenir küçük dostum. Gel yanıma, sana son bir defa sarılayım şöyle. Tüylerini seveyim, ne kadar da yumuşaksın. Galiba seni özleyeceğim. Neyse daha fazla saçmalamaya başlamadan çıksam iyi olacak. Acaba komşuya sana akşamleyin bakması için bir not yazıp posta kutusuna atsam mı? Ama daha önce böyle bir şey hiç yapmamıştım, çok dikkat çeker. Neyse, güya benden sonrasıyla ilgilenmeyecektim. Güle güle Mahsun! Güzel zamanlar geçirdik beraber. Hoppala, gözlerim doldu, pes artık. Ben çıkıyorum oğlum. Sana iyi bir hayat diliyorum. - Günaydın! Ne güzel bir gün değil mi? - Evet efendim. Size de günaydın… Bu da neyin nesi şimdi? Hiçbir gün beni fark etmemiş ihtiyar komşum bana hatırımı sordu. Bu ihtiyarların da 6. hisleri pek gelişmiş oluyor mübarek. Güzel bir günmüş, tabi ya! Tam ölmelik bir gün. Gökyüzü ne kadar da güzel bu sabah. Havada tam baharlık bir koku var. Hangi çiçek böyle kokuyor olabilir ki, her yere mis gibi yayılmış kokusu. Bir daha bu kokuyu duyamayacak mıyım acaba? Başka bahar göremeyeceğim yani. Bu gerçekten görüp göreceğim son bahar olacak. Garip bir his! Tadını çıkarayım bari. Şuraya bakın, bir uğur böceği. Küçüklüğümden beri uğur böceği görmemiştim. Çıka çıka bu sabah mı karşıma çıktınız? Gerçekten uğurlu musun uğur böceği, yoksa sen uğursuz uğur böceği misin? Umarım ölümden sonra başlayacağım yaşamda bunlardan bol bol vardır. Sürekli baharın hüküm sürdüğü bir yerde olsun yeni yaşamım…Ya olmazsa? - Bir tas yem almak ister misiniz? Güvercinlere yem atmak sevaptır. Vereyim mi? - Ver bakalım. Nasılsa paranın bir önemi kalmadı benim için. Bir tas yem alayım, al şu bozuklukları. Ne yapmak lazım şimdi bu yemleri, nasıl atacağım? - Şöyle fırlatın tası, yemler etrafa yayılsın ki çok güvercin yararlansın, hepsine ulaşsın. - Şöyle mi? Aaaah, ne çok güvercin geldi. Çok güzel bir his, nasıl da yiyiyorlar şunlara bak. - Allah razı olsun, sevap işlediniz açları doyurarak. - Amin. “Allah razı olsun” mu? Acaba razı olur mu? Olması için bugün son şansım da. Haydi hayırlı işler sana, kazancın bol olsun. Ne sabah ama! Önce komşuyla selamlaştım, şimdi güvercin besledim, arada uğursuzlarla oynadım. Her günden farklı bir sabah. Son günümün sabahı… Arabaya bindim, haydi külüstür çalış bakalım, benimle son yolculuğuna çıkıyorsun. Yarım depo benzin var, haydi bakalım benden sonra seni yolda bulacak olan kişi şanslıymış. Deposu dolu bir araba bırakıyorum onlara. Senin bu yılki bakımını da yaptıramadık ama kusura bakmazsın artık. Işıkları geçelim, sağdan yol ayrılıyor. Böylece şehirden de çıkmış olacağız. Kırmızı yandı duralım bakalım. Ne de olsa acelemiz yok, yetişecek bir yerimiz de yok. Radyoda çalan şarkı dinlediğim son şarkı olacak. Ne kadar da dinlendirici bir şarkıymış. Söyleyenin sesi de yumuşacık. İlk defa mı duyuyorum bu şarkıyı? Bir aşk şarkısı bu. Hiç ısrar etmeyin, benden geçti artık. İçimde bir şeyleri yeniden kıpırdatamazsınız. Ben ölmeye gidiyorum, geride bıraktığım bir sevgilim de olmayacak. Ama şarkı güzelmiş. İnsan yeniden aşık olabilmeyi istiyor. Bugün ilk defa bir yere yetişmek acelesi içinde olmadan sakin sakin güne başladım. Baharı gördüm, insanları fark ettim, müziği duydum, havayı kokladım. Ama zamanlama kötü oldu işte. Karar verdim artık bir kere, ben bugün ölmeliyim. Şurası uygun görünüyor arabayı bırakmak için. Ben de şu yoldan yavaş yavaş yürür, uçuruma çıkarım. Sana da elveda külüstür arabam. Beni hiç yolda bırakmadığın için sana teşekkür ederim. Güneş gökyüzünde yükselmeye başladı. Bugün senin doğuşunu gördüm, yükseldiğini gördüm, ama korkarım ki batışını göremeyeceğim. Tenimi ne de güzel ısıtıyorsun, başka bir zaman olsa kendimi yeşil çimenlerin üzerine bırakır sıcaklığını tenimde doya doya hissetmek isterdim. Kusura bakma, bugün yapamam, ölmeye gidiyorum şimdi. Gideceğim yerde bir güneş olacak mı acaba? Güneşi hep sevmişimdir. Güneşli günler bana gençliğimin yaz aşklarını anımsatır. Seni de özleyeceğim açık. Keşke batışını da görebilseydim… İşte burası… Benim için yeni bir başlangıcın olacağı nokta. Ve de bu yaşamdaki bitiş noktam. Aşağıya hiç bakmasam daha iyi. Biraz heyecanlıyım aslında. Tıpkı seneler önce yamaç paraşütü yapacağım anda hissettiğime benzer hisler yaşıyorum. Tek farkı o zaman arkadaşlara rezil olma korkumun olmasıydı. Şimdiyse rezil olacağım kimse yok, ölmekten daha basit başka bir şey olmamalı. Bunu da başaramazsam yuh bana! Rüzgardan saçlarım uçuşuyor. Romantik biri olsam sevgilinin saçlarımda dolaşan eli gibi cümleler kurup şiir bile yazabilirdim şimdi. Ellerim buz gibi oldu. Üşümekten değil, heyecandan, belki de korkudan. Bu rüzgarı tenimde son kez hissediyor olmam beni hüzünlendiriyor. Sanki tüm duyularımı ilk defa kullanıyor gibiyim. Bu ilk’in aynı zamanda son olması çok hazin. Kuşlar uçuyor ileride. Az sonra ben de onlar gibi havada süzülüyor olacağım. Aşağıya baksam mı acaba? Yere çarpana kadarki süreç çok hızlı mı olacak, yere düşünce acı hissedecek miyim? Hangi anda ölmüş olacağım? Ölünce öldüğümü anlayabilecek miyim? Sus, sus artık! Tüm bu detayları düşünmemeliyim. Dertlerden kurtulmak için ölümü seçiyorum ama ölümün kendisi bile dert oluyor. Düşünme artık. Tek bir adım atacağım, ve gerisi boşluk… Haydi, yapabilirsin, yapabilirim, yapmalıyım… Bir kez daha hayal kırıklığı yaratamam. Bir adım, biraz daha, birazcık daha… işte oluyor, oluyor, oool- du… Düşüyorum, hızla… Belki de çok yavaşça… Bilemiyorum. Bedenimin gülle kadar ağırlaştığını hissediyorum. Bir yerlere tutunmak ister gibi çırpınıyorum. Ellerimi kollarımı çırpıyorum ama, havada tutunamıyorum. Taklalar atıyorum. Keşke, keşke… keşke yapmasaydım. Ne olur bu gerçek olmasın! Bir saniye önceye çevirebilseydim zamanı, ve o adımı hiç atmasaydım. Ne olur, çok üzgünüm, çok pişmanım. Ben yaşamayı seviyordum. Ne olur ki varsın milyarlarca borcum olsun, bir yolu bulunur ödenirdi. Boşanmışım, ne olacak ki, dünya kadar kadın var, sevebileceğim birini bulabilirdim yeniden, işten ayrılmışım, bulurdum daha iyi şartlarda daha iyi bir iş. Hangi sorun bu yaşamdan vazgeçmek için yeterli bir sebep olabilirdi ki? Hayır, yapmamalıydım, hiç atlamamalıydım. Çok pişmanım, çok pişmanım. Midem bulanıyor, başım dönüyor, düşmeye devam ediyorum. Düşüyorum…Çok pişmanım, lütfen …lütfen… bir şans daha…lütfen… Offff. Amma da sert çarptım yere. Neyse ki bir yerim acımadı. Bakalım yerimden kalkabilecek miyim? Haydi bakalım… Kalktım, etrafa da bakın ne kadar sessiz! Ne kadar yükseklikten düştüm acaba? Yukarıya bakıyorum da çok ama çok yüksekmiş. Atladığım noktayı göremiyorum bile. O zaman nasıl oluyor da bir yerim acımadan kalkabiliyorum? Yoksa??? Yoksa ben??? Aman Allahım, o yerde yatan benim bedenimse şu anda ayakta duran kim? Görüyorum, orada yerde hareketsiz yatıyor bedenim, ama ben dışındayım, görüyorum, olanı biteni görebiliyorum. Ahhh çok acı çekiyorum. Çok derin bir pişmanlık hissediyorum. Ciğerim yanıyor. Hadi kalk bedenim, lütfen kalk. Ölmüş olamayız, yaşama geri dönmeliyiz. Ben eve gitmek istiyorum, Mahsun’la oynamak istiyorum, baharı yaşamak istiyorum. Ölüme ben karar vermemeliydim. Buna karar vermek bana düşmezdi. Lütfen, lütfen, geri döneyim… Gözlerimi sımsıkı yumuyorum. Ne olur açınca evimde olayım, ne olur bu bir rüya olsun! Ne olur, ne olur, ne olur… **** Bir rüya gördüm cennette. Mutsuz bir adam olarak dünyaya gönderilmişim. Yaşamak mucizesini anlamayan, her günü bir cezaymış gibi yaşayan, gözlerini hiç görmek için kullanmamış, insan olmanın eşsizliğini kavrayamamış ve sonunda ölüme atlamış bir adam olarak. Ve bir rüya gördü adam. Mutsuz olduğunu düşündüğü yaşamını kendi elleriyle bitirdiğini, daha güzel bir yaşamın onu beklediğini sanırken elindeki zaten güzel olan yaşamı harcadığını görerek acı çekti. Rüya olan neydi peki? Cennet, biz insanların bu dünyada gördüğümüz bir rüya ve bu dünya cennettekilerin gördüğü bir kabus olabilir mi?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şebnem Pişkin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |