En güzel özgürlük düşü, hapishanede görülür. -Schiller |
|
||||||||||
|
Kim düşünebilirdi ki yanlış bir parmak hareketinin az kalsın 'gelmiş geçmiş en büyük telekulak skandalı' gibi algılanarak, dünya medyasına yansıyacağını... Ancak Türkiye'de bu da yaşandı. Ana muhalefet Partisi olan CHP Genel Sekreteri, kendisine gelen telefonu kapattığını düşünerek, 'ülkenin en büyük skandalının yaşandığını' ve 'derin devletin AK Parti içinde yuvalandığını' açıklıyordu. Ama telefonu düşündüğü gibi kapatmak yerine 'açık' bırakmıştı. Bu 'ince' hareketin bile farkında olmayan genel sekreter, sonra da 'Türkiye Cumhuriyeti İktidarı beni dinletmiştir' açıklamasıyla dış basının bile dikkatini çekmişti. Olay Türk medyasında o denli ciddiye alınmıştır ki CNN Türk Televizyonu bu skandalın atfedildiği ABD'deki WATERGATE skandalının yaşandığı binadan canlı yayın bile yapmıştı. Eski Bakanlardan Eyüp Aşık, 'Bu CHP'nin başına gelebilecek en kötü şeydir. Bir iktidara 'dinliyorsun' demek büyük cesarettir. CHP iyi bir kumar oynadı ama kaybetti. Şimdi Önder Sav ve Baykal'ın derhal istifa etmesi gerekiyor' dedi. Eyüp Aşık Anap dönemi bakanlarındandır. Kendisinin Bakan olduğu dönemde Sedat Peker'le yaptığı telefon konuşmaları dinlenmiştir. Türk halkının hafızası pek güçlü olmayabilir ancak Aşık, bu dinlemeden sonra kendisi istifasını vererek, konuyla ilgili yargıya başvurmuştur. Aşık'la yaptığım telefon görüşmesinde, kendisinin de bir zamanlar dinlindiğini hatırlatarak, olaya bakışını soruyorum. Sedat Peker'le yaptığı telefon konuşması ve içeriğinin ne olduğunun başka bir konu olduğunu belirterek, dinleme eyleminin devlet ve diğer ilgiler açısından nasıl algılandığını anlatıyor. ''Beni MİT dinledi. Sadece bunun hukuksal mücadelesi için bakanlığımdan istifa ettim. Ancak hiç bir sonuç elde edemedim. Dinlemeyi her kim ne şekilde yapıyorsa yapsın bu kabul edilemez bir durumdur. Türkiye'deki dinlemeler keyfi yapılmaktadır. Bugün emniyet sadece şüpheliyi dinlediğini söylemektedir. Ancak şüpheliyi dinlerken, dinlenen kişinin konuştuğu kişiler de, sadece şüpheliyle ilgili olabileceği düşünülerek dinlenebilmektedir. Böyle olunca hukuksuzluk ve kuralsızlık alıp başını gitmiştir. Sonra dinlemek için mahkeme kararı alınmış olması gerekir deniyor. Mahkemeden peşin peşin alınan kararlarla toplu şekilde bu işi hallediyorlar. Olmadı dinlendikten sonra 'suç unsuru' tespit edildiğinde bile mahkeme karırı alabiliyorlar. Bu durumda adamı ömür boyu dinle elbette karar aldıracak bir kaç sözünü yakalarsın'' Evet dinleme Eyüp Aşık'ın da dediği gibi bir tarafından 'derin devlet' işidir. Tüm bunlara rağmen o dönemde 'dinleniyoruz' diyerek kıyametin koparıldığını hatırlamıyorum. Söz bir betondur. Onu iyi dökmek, altını doldurarak kullanmak gerekir. Slogansal ve hamaset cümleleri ne bir güç ne de bir delil olabilir. Eminim ki Taner Güneş ile Hürriyet Güzetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök arasındaki telefon kayıtlarının kamuoyuna yansıyışını hatırlamıyorsunuzdur. İkili telefon görüşmesinde, Özkök, Sakarya'da bulunan karton fabrikasına kredi için dönemin Ekonomi Bakanı Güneş Taner'den 60 Milyon Dolar'lık kredi istiyordu. Konuşurken de 'Bakanım' demek yerine 'Şimdi Güneş, bir de şöyle bir durum var. Bize kredi lazım.'' gibi bir uslup kullanıyordu. ( İnternet denizinde hala dolaşan bu konuşma metkinlerine 'Ertuğrul Özkök Güneş Taner diyaloğu' yazarak google'den aratabilirsiniz) Bu kayıtlar ortaya çıktığında yine kıyamet kopmamıştı. Kamuoyu sakindi. Yine bir dinleme, yeni bir 'derin devlet' vardı. Bitti mi? Hayır elbette... Bu ülkede kimler dinlenmedi ki Gazeteci Güler Kömürcü ve Sedat Peker telefon dinleme skandalı da bunlardan yalnızca biriydi... 'Zıpkın Gazeteciler' tarafından bulunmuş bir şeydi. Servis edilmişti. Milliyet Gazetesi 'Gazetecilik Başarısı' diyerek 'bomba haber' edasıyla yayınlamıştı bu haberleri. Oysa konuşmanın içeriğinde ülkeyi derinden ilgilendiren hiç bir şey yoktu. Kendisini 'asena' olarak tanımlayan ve Milliyetçiliği ile bilenen Akşam Gazetesi köşe yazarı Güler Kömürcü, yine kendisini 'devlete adamış' Sedat Pekerle konuşuyordu. İkisi birbirini seviyordu. Biri diğerine 'Seni Seviyorum' diyerek hitap ediyordu. Olayı haber yapan da 'Gazeteci-Derin Devlet aşkı' bağlamında bir başlıktı. Ama bu yılın haberi olmuştu. Yine hiç kimse, bu haber yayınlandığı zaman bu iki kişinin kimler tarafından dinlenmiş olabileceğini sorgulamıyordu. Hiç bir gazetede böyle bir habere de rastlamıyorduk. Ve bir sürü kişinin dinlenmesi daha bu tür benzer olaylarla gerçekleşti. Hiçbirinde de kimin dinlemiş olabileceği sorusu gazetelerde yer almıyordu. Bütün medya 'ne konuşulduğunu' yasıyordu. Peki bugün ne değişmişti? CHP'nin başına gelenlerle... Tamam kabul. Dinleme dünyanın en alçakça işiydi. Bir derin devlet emaresiydi. Gizli emellerin oyun sahasında iyi bir araçtı. Ülkede dizginleri elinde tutmak isteyen 'egemenlerin' oyuncağıydı da madem, bugün ne değişti de kıyamet koptu! Daha önce koparılmayan fırtına neden CHP'ye gelince koptu. Aklıma çok şey geliyor bu sornunun cevabı olarak. İlk olarak diyorum ki, 'Önder Sav gerçekten de çok gizli ve duyulmaması gereken bir şey konuştuğu için' bu 'yasa dışı dinleme' ye bu denli tepki verildi. Eğer öyle değilse dinleme eyleminin çirkefliğinden dolayı bu kadar büyük tepki gösterildi. O zaman yine yukarıda sorduğum soruya yanıt arıyorum. Peki öncekilerde neden fırtına kopmadı da şimdi bu fırtına kopuyordu... Çifte standart olabilir miydi? Acaba 'stotüko' olarak, kendini 'kurucu güç' gören bir siyasi ve toplumsal oluşumun, kendi canı yandığında çıkan sesi mi duymuştuk. Diğerlerinin canı yanınca çıkmayan ses CHP'de hayli 'çığlıklı' çıkıyordu. Tabi bunun bir dinleme olduğunu farzederek yukarıdaki değerlendirmeleri yazıyorum... Olayın bir de 'gerçek mi', 'değil mi' boyutu vardı CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın sağ kolu olarak bilinen ve son kongre ile parti içindeki konumunu daha da güçlendiren CHP Genel Sekreteri Önder Sav'ın Hac ve Peygamber ile ilgili sözlerini hatırlayın! Ankara'nın Elmadağ ilçesinde Önder Sav, Hacca niyetlendiğini söyleyen Mustafa Ünal'a çok alaycı bir üslupla 'boşver Araplara para kaptırma' dedi. Yaşının 80'e geldiğini, bir ayağının çukurda olduğunu onun için hacca gitme niyetinde olduğunu Sav'a anlatmaya çalışan CHP'li Mustafa Ünal, Önder Sav'dan hiç beklemediği bir cevap alıyor. Sav çok alaycı bir ifade ile "Bakarsın Muhammed seni bırakmaz. Sen yine şey yapma" sözleriyle Ünal'ın niyetiyle dalga geçti. Sav'ın sözleri karşısında şaşkına dönen CHP'li Mustafa Ünal, alaycı üsluba dayanamayarak oradan ayrıldı. Olayın kamuoyuna yansıması sonrasında büyük tepki alan Sav, Genel Başkan Deniz Baykal'ın 'Bir süre ortalık yatışsın' talimatıyla bir hafta görünmedi. Önder Sav, kısa süreli tatili sonrasında tam genel merkez binasına adımını attı ki bu defa da 'dinleme' iddiasıyla adı yeniden gündeme geldi. Cumhuriyet halk Partisi Genel Merkezi, Genel Sekreterlik odasında Eski Bolu Valisi ve halen Merkez Valisi olan Ali Serindağ ile yaptığı konuşmalar Vakit Gazetesi'nde yayınlandı. İkili konuşmalarda bir devlet Valisinin CHP'nin il başkanıymış gibi davranması, CHP'nin de devletin Valisinden parti üyesiymiş gibi bilgi alıp strateji belirlemeleri olaydaki ilk skandal oldu. Kamuoyu olayın içeriğinden ziyade telefonun nasıl dinlendiğine kilitlendi. Bu kez tarih tekerrür falan de etmedi. Yani daha önceki ‘dinlemelerde’ her zaman ‘ne konuşulduğunu yazan medya, bu defa ne konuşulduğundan ziyade, konuşalanları kimin dinlediğini sorguluyordu. Bu bana Darbe günlükleri tutan bir üst düzey askerin, Nokta dergisi Genel yayın Yönetmeni Alper Görmüş tarafından ‘ifşa edilmesi olayını’ hatırlatıyordu. Bir asker darbe yapmak için günlük tutuyordu ama yargı ve medya ‘nasıl oluyordu da böyle bir günlüğün yazılmış olabileceğini’ sorgulamak yerine, bunun medyaya kimler tarafından sızdırıldığını sorguluyordu. Hukuk ve izanın ‘dumur’ olduğu noktaydı bu… Ve bugün devlete darbe yapmak isteyenler, bunun için günlük tutanlar hala özgürken, Alper Görmüş ve benzeri fiiller için çalışmış gazeteci düşünürler mahkeme koridorlarında sürünüyor. CHP’nin ‘skandal dinlemesine’ geri dönersek… CHP, telefonun hükümet eliyle dinlendiğini iddia ederek Başbakan hakkında gensoru vereceğini açıkladı. CHP, hükümetin konuyla ilgili ortak soruşturma komisyonu teklifini de reddetti. Baykal, bu dinleme olayını ABD'deki WATERGATE skandalına benzeterek, hükümete 'Derin Ergenekon' yakıştırmasında bulundu. Tüm bu iddialar Telekom'un konuşmanın yapıldığı telefon numaralarının ayrıntılı dökümlerini yapmasıyla son buldu. TELEKOM'dan yapılan açıklamada söz konusu 44 dakikalık görüşmenin Vakit Gazetesi'nden yapılan aramada mevcut olduğunu ve Sav'ın telefonuyla görüşüldüğü açıklandı. Türk Telekom Ankara İl Müdürü Ali Erpençe tarafından yapılan inceleme ve TTŞ. 4.06.00.11.02161-841 sayılı dosya ile sabitlendi. Belgelerin ortaya çıkmasına rağmen Önder Sav hala, ‘Bu bir komplodur. Devlet dinledi daha sonra da Telekom’la düzmece rapor hazırlandı’ açıklamasını yaptı. Ancak bu açıklamadan 5 saat sonra bu defa kendisinin inceleme isteği ile başvurduğu Turkcell’den açıklama geldi. (Turkcell’den açıklama gelmedi diyerek geçiştirildi. Ancak aynı gün sonuç belliydi) Turkcell, 0312 310 41 49 numaralı Vakit Ankara bürosundan 0532 371 65 22 numaralı Önder Sav’a ait telefonun 8 Mayıs 2008 tarihinde saat 10:03:21’de arandığını doğruladı. 30 Mayıs'ta CHP Genel Sekreteri Önder Sav'ın telefonunun dinlenmediği aksine 'no' tuşu yerine 'yes' tuşuna bastığı ve böylece telefonunu kapatmadığı ortaya çıkması başta CHP olmak üzere CHP'nin 'skandal' yaklaşımına destek verenlere de ağır darbe oldu. Son söz... Dinleme tasvip edilecek bir eylem olmadı, olamaz da... Ancak bir siyasi partinin, hem de Ana Muhalefet olarak adlandırılan büyük bir partinin, sadece 'yaşlı bir yöneticisinin' dikkatsizliği ile bir iktidarı 'WATERGATE' ile itham etmesi ve olayı hamasete dökmesi kabul edilebilir bir davranış değildir. Diğer boyutu ile dinlenmiş bile olsa, gösterilen tepki önceki olaylara kıyasla 'orantısızdır'. Bu orantısızlık da şunu çağrıştırır. Toplumsal tabakalardan biri, aynı davranışa mağdur kaldığında destek bulamazken, yalnızlığa tilirken, bu tabakalardan diğer korunmakta eylemleri 'görmezlikten' gelinmektedir. Tüm bu çifte standart CHP zihniyeti bu ülkenin tek iradesi ve tek sahibi görme yanlışının bir tezahürüdür. 2008 yılına damgasının vuran bu olay 'Skandal' olmasıyla değil, stotükocu zihniyetin bakış açısını ortaya koyması bakımından 'deneysel bir çalışma alanı' olarak karşımızda duracaktır
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Orhan TURAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |