Yaşamdan korkmayın çocuklar. İyi, doğru bir şey yaptınız mı yaşam öyle güzel ki. - Dostoyevski |
|
||||||||||
|
1. BÖLÜM: ESKİ ÇAĞLARDAN GÜNÜMÜZE KADAR AŞK 2. BÖLÜM: GÜNÜMÜZDE AŞK 3. BÖLÜM: GELECEK (Bu sayfada sadece ilk bölüm verilmiştir. Diğerlerini yazmaya devam ediyorum) BİRİNCİ BÖLÜM: Bundan 2500 yıl öncesine dayanan aşk öykülerinde, seven ve sevilen kişilerin yaşam tarzlarını pek fazla bilmeyiz. Mesela Yusuf ile Zeliha, Leyla ile Mecnun, ya da Ferhat ile Şirin… Çoğu mutsuz olan “eski âşıklar” birbirlerinin yüzlerini görme eylemini “aşkta üst nokta” olarak düşünmüşler. Türk edebiyatına, ya da diğer kaynaklardan Türk – İslam tarihine baktığımız zaman, iki aşığın yaşamını, buluşmalarını, birbirlerine karşı söylemlerini net bir şekilde görmemiz mümkün. Bazısı yıllarca farklı coğrafyalardan aşkına ağıtlar yakarken, bazısı da birbirlerine kavuşmak ve vuslata ermek için insanüstü davranmışlar. Canları istediğinde, birbirlerini göremeyen bu “eski aşıklar” çok zor koşullarda bu imkanı bulduklarında, o ana özel bir dolu edebi ürün çıkarabilirlerdi. Fuzuli, Leyla ile Mecnun adlı eserinde ayrılığın “azap noktasına” dikkatleri çekerek, kavuşmanın imkânsızlığına vurgu yapıyor. “Senden ayrıyken, bedenimi öyle zayıf kıl ki, Bahar yeli beni sana kavuştursun.” Ayrılığın son celsesinde Mucnun leylasını bulmuştur. Ancak bilinen mutlu sona kavuşamazlar. Leylâ, çölde Mecnûn' u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz. Leylâ onun erdiğini anlasa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ'nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler; "ya rab manâ cismi ü cân gerekmez cânânsuz cihân gerekmez." Dizelerini haykırarak ruhunu yaratıcıya teslim eder. Teknolojinin olmadığı zaman dilimlerinde, yaşanan aşklar daha kavurucu, içten, arzulu ve ihtişamlı olmuştur. Cep telefonuyla, her an sesini duyma lüksü, o dönemlerde olmadığı için, insanlar bir sese hasret kalabiliyorlardı. Öte yandan, internetle metinsel diyalogların olmayışı, televizyon, radyo gibi “zaman eğlendirme” unsurlarının bile o dönemlerde varlık göstermemesi, bu acıyı arttıran bir unsur olmuştur. “Sevgiliye gidiyorum” denildiğinde, bu karar, zamanında alınmış en ciddi kararlardan biri olarak düşünülürdü. Zira bir şehirden, diğerine kervanlarla gitmek günler sürüyordu. Mektuplaşma tarihin her evresinde karşımıza çıkar. Ancak taşıma araçları, mektubun sahibine ulaşması anlamında süreyi direkt etkilemiştir. Mesela 2000 yıl önce, Mısır’dan Avrupa’ya bir mektup gönderilecekse, bu aylarca sonra alıcının eline ulaşabilmekteydi. Orta çağda ve Yeni Çağ’da taşıma araçlarının değişimi, atlı binek arabaların kullanılması bu hıza etki etmiştir. Ancak motorlu araçların 19. yüzyılda aktif olarak çalışması önemli postaların hızlı ulaşmana neden olmuştur. Türkiye’de postacıların bundan 25 yıl öncesine kadar bisikletle dağıtım yaptıkları dikkate alınırsa, mektupla iletişimin pek pratik olmadığını söylemek gerekir. Gerek tüccarların ülkelerindeki aileleri ve firmalarıyla, ve gerekse kolonilerdeki görevlilerin birbirleriyle ve Assur'daki resmi makamlarla, Eski Assur çiviyazısı ve lehçesiyle yaptıkları ticari amaçlı yazışmalar, Anadolu topraklarında bulunan ilk mektupları oluşturur. Bahsettiğimiz tarih Milattan Önce 1750’dir ve ilk mektup buluntusu bu tarihten 100 yıl kadar öncedir. İlk mektuptan bahsettiğimiz koşulların olgunlaşıp, herkesin birbiriyle mektuplaştığı zamanlar da ise aynı zamanda “aşkın dili” olma konumuna gelmiştir. Sükseli laflar, bol özlem cümleleri ve iltifatlar bu mektuplarda bolca bulunur. Ünlü Ozan Âşık Veysel, mektup ve aşkı şu dizelerle anlatır. “Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan Gözetme yolları gel deyi yazmış Sivralan köyünden bizim diyardan Dağlara mor menekşe gül deyi yazmış” Mektuplar, aşk tarihinde önemli bir yere sahiptir. Osmanlı padişahlarından 1. Abdulhamid de aşkını mektupla anlatanlardan. Ruhşah’a yazdığı mektuplardan duygularını anlatan 1. Abdulhamid’in bir mektubunda şu ifadeler yer alıyor: “Abdulhamid’in Ruhşah’ına kurban olsun. Bir kusur ile beni unutma. Benim vücudum türap olunca ben senden geçer isem Allah layıkımı versün, Efendim...” Osmanlı hareminin güçlü kadınlarında Hürrem Sultan ise Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı aşk mektuplarından bazıları günümüze kadar ulaşmış. Bu mektupların birisinde Hürrem Sultan, aşkını şöyle anlatıyor: “Canımın Paresi Sultanım. Öyle nam sahibi ki sabah rüzgarı gibi merhamet artırıp saçar, öyle selam ki, gönül kapan şeker dudakların kavuşması gibi öyle dualar ki, aşkların avazı gibi yanık, öyle övgüler ki, deruni arzuların ve kalbin meyillerinin sözleri gibi sonsuz...” AŞK MEKTUPLARINDAN ÖRNEKLER Ünlü bilim adamı Einstein ise Mileva’ya yazdığı mektupta aşkını, “Sen yanımda olmadığında sanki ben tam olarak kendimde değilmişim gibi geliyor bana” ifadelerini kullanırken, ünlü komutan Napoleon Bonaparte ise Josephine’e mektubunda, “Bir tek günüm bile geçmedi yüreğimde senin sevgin olmadan, bir tek gecem bile geçmedi seni kollarımla sarıp sarmaladığım...” diye sesleniyor… Dünya siyasetin ünlü isimlerinden Winston Churchill, karısı Clementine’ye gönderdiği mektupta, “Yıllar boyunca fırtınalar ve çalkantılar arasında birlikte oluşturduğumuz hazinenin ne kadar büyük olduğu ve gün be gün büyümeye devam ettiğini görmek sevindirici değil mi?” şeklinde aşklarının güzelliğini anlatıyor. Aşk mektubu yazan hükümdarlardan 4. Henry de Gabrielle d’Estrees’ye, “Doğrusu hak ediyorum sevginizi; çünkü şimdiye değin aşkım hiç bu kadar büyük, arzum hiç bu kadar dizginsiz olmamıştı” itirafında bulunuyor. AŞK MEKTUPLARI ÖNEMLİYDİ Aşkı ifade etmek için yazılan mektuplar büyük önem taşıdığı geçmişte, âşıklara yardımcı olmak için aşk mektubu örneklerinin bulunduğu kitaplar bile basılmış. Halen kitapçıların tozlu raflarında ender de olsa bulunan veya sahaflarda bulunan aşk mektupları örneklerinin yer aldığı kitaplarda, aşk ile ilgili öğütler de bulunuyor. “Kimbilir benden bu mektubu aldığın zaman ne kadar şaşıracaksın. Beni belki de bir deli telaki edeceksin. Beni gördüğün yerden kimbilir nasıl kaçaksın?” şeklinde başlayan aşk mektupları kitaplarda yer alıyor. TELEFON DEVREYE GİRİYOR 18. yüzyılda telefon bulundu. Telefonu bulan Fransız bilim adamı da, kız arkadaşıyla pratik olarak konuşabileceği bir kablolu alet geliştirmek isterken bulmuştu. İstediğine kavuştu. İlk başta, kablo ile sadece iki kişinin iletişim kurabildiği bu alet, takip eden yıllarda, farklı bilim adamlarının uğraşlarıyla daha fazla kişinin iletişim kurabileceği düzeye çıkarıldı. Telefonun bulunması aşk tarihi için de önemliydi. Zira telefon, binlerce kilometreyi, aylarca gitmek zahmetinden kurtarıp, sevgilinin sesini yakınlara, kulağa fısıldayabiliyordu. Bu aslında bir mucize gibiydi. Telefonun bulunması, aşk tarihinin ilk “Yalama olma” noktasını oluşturur. Sınırsız konuşabilme ve artık “doyma noktasına” dahi ulaşabilme avantajı sağlıyordu. Aşkın masumiyetini kısmen yitirdiği bir süreçti bu. Kısmen yitirmişti, çünkü bu pahalı aletle herkes doya doya konuşamıyordu. Öyle ki telefon 14 Şubat 1876 tarihinde icat olmuştu. Günler akıp geçerken diğer bir bakış açısıyla radyo ilk teşhirciliği sergilemeye başlayacaktı. Özellikle Müslüman toplumlarda yaşayan erkekler, yabancı bir kadınla yan yana bulunmamak olgusu bir yana sesini bile duymaktan kaçınırken, radyolarda kadınların ve erkeklerin sesi hırla gidiyordu. 12 Aralık 1901'de ilk radyo yayına girmişti. İtalyan asıllı bir İrlandalıya ait olan bu icat, Türkiye sınırları içinde ilk defa İstanbul Sirkeci’de 1927 yılına den düşer. Velhasıl… İletişim olanakları arttıkça, âşıkların birbirleriyle olan diyalogları artmış, bunun sonucunda, ayrılıktaki büyü, yavaş yavaş yerini “sıradan konuşmalara” bırakmıştır. Oysa konuşmak eylemi, zamanında bulunmaz bir nimet olarak algılanmaktaydı. Aşk iletişiminde değişim ve evrimleşme 1990’lara denk gelir. Artık insanları oyalayacak televizyon, radyo, sinema, kentlerde gündelik yaşamın bir parçası olmuştur. Ancak bu evrimin son hali olamamıştır. Aldatma eğilimindeki artış, gizli kaçamak buluşmaların sayısındaki fazlalaşmalar, iletişim ve teknolojinin her yönü ile dünyayı kapladığı 90’lı yıllarda gerçekleşmiştir. Ancak, aşkın anlamını yitirme süreci ise 2000’li yılların başlarından itibaren başlar. Devamı var…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Orhan TURAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |