Yazar yazı yazmayı başka insanlara göre daha zor yapan insandır. -Thomas Mann |
|
||||||||||
|
Edebiyat Dünyasında Gezinen Bale Pabuçları Seval Deniz Karahaliloğlu İzmir onu ilk önce, ‘Üç Silahşörler’ balesiyle tanıdı. Daha sonra da ‘Dr. Jivago’ ile. Yıldız dansçı olduğu ve sanatıyla bale dünyasını kasıp kavurduğu günlerden günümüze köprülerin altından çok sular aktı ama o şimdi bambaşka bir kimlikle, koreograf kimliğiyle, bale dünyasını sarsmaya devam ediyor. Sessiz sedasız geldiği İzmir’de, İzmir Devlet Opera ve Balesi Elhamra Sahnesinde, Alexander Dumas’ın ölümsüz eseri ‘Üç Silahşörler’ balesini sahneye koydu. Ama sıradan bir koreograf olarak değil. Bizzat ‘Üç Silahşörler’ balesinin orijinal koreografı, baleyi ‘yaratan’ sanatçı olarak. Daha sonraki gelişinde ise Rus yazar Boris Pasternak’a, 1958 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü kazandıran ‘Dr. Zhivago’ balesini (Jivago diye okunuyor) başarıyla sahneye uyarladı. Bir zamanların yıldız dansçısı, şimdilerin ünlü koreografı Andre Prokosky tarafından bale diline aktarılan ‘Dr. Zhivago’, ilk defa 1982’de Cape Town (Güney Afrika)’da, sahnelendikten sonra nedense bir daha hiç sergilenmedi. Taa ki İzmir Devlet Opera ve Balesi ile Türkiye Prömiyeri yapılana dek. Muhteşem dönem kostümlerini Sevda Aksakoğlu’nun hazırladığı, dekorlarına Tayfun Çebi’nin imzasını attığı ‘Dr. Zhivago’ balesini, yaratıcısı ve koreografı Andre Prokovsky ile konuştuk. Sanatçıdan, ‘Dr. Zhivago’ balesinin nasıl ortaya çıktığını, koreograf olarak ona dünya çapında ün kazandıran meşhur ‘Üç Silahşörler’ balesini, Rus ve Dünya Edebiyatına olan merakını ve aile köklerinin bale yaşamına olan etkisinden bahsettik. Andre Prokovsky’nin sahneye koyduğu balelere bakınca, belirgin bir Rus Edebiyatı etkisi görmek mümkün. “Rus Edebiyatıyla bu kadar yakından ilgilenmenizin nedeni ailenizle mi ilgili?” diyerek sohbete başlıyoruz.“Evet, annem ve babamdan dolayı bir Rus kimliğim var. Onlar Rusya’dan Fransa’ya göç etmişler. Ben Paris’te doğdum. Evde daima Rusça konuşulurdu ve ben ilk önce Rusça öğrendim. Sonra okula gittim ve Fransızca okudum. Ve de Fransız kimliğim ile tanıştım. Yani, eserlerimde biraz oradan, biraz buradan alınan karma kültürler görebilirsiniz. Evet, her iki kültürden de çok etkilendim ama burada atlanmaması gereken bir gerçek var. Ben uzun yıllar Londra’da ve Amerika’da çalıştım. Dolayısıyla, eserlerimde İngiliz ve Amerikan kültürünün de ayak izlerini sürebilirsiniz.” “Bale geçmişinize bakınca, ‘Dr. Zhivago’, ‘Anna Karenina’, ‘Muhteşem Gatsby’, ‘Machbeth’, ‘La Traviata’, ‘Romeo ve Juliet’ ve ‘Üç Silahşörler’ gibi dünya edebiyatının seçkin yapıtları yer alıyor. Sadece Rus Edebiyatına değil aynı zamanda dünya edebiyatı ve klasiklerine de büyük bir ilgiden bahsedebiliriz. Öyle değil mi?” Edebiyata olan merakını, bale sahnesine eserler koyarak yansıtan Andre Prokovsky gerçekten çok özel bir sanatçı. Dolayısıyla, onu bakış açısını yakalamak da edebiyat ve bale gibi farklı sanat disiplinleri arasındaki etkileşimleri anlamak bakımından önemli. “Biraz önce söylediğim gibi çocukluğumda evde hep Rusça konuşulurdu. Ve ailem okumaya çok meraklı, kültürlü insanlardı. Bana daima Rus edebiyatından eserler okurlar ve okuduklarını açıklayarak aktarmaya özen gösterirlerdi. Yani, annem ve babam sayesinde Rus edebiyatıyla tanıştım. Okula gidince de Fransız edebiyatıyla karşılaştım ve birçok yazardan etkilendim. Bu kaçınılmazdı. Ayrıca bir bale sahneye koyduğunuzda, izleyiciden ilgi görebilmesi için popüler olması gerekir. Dünyada en çok bilinen, en popüler eserler klasiklerdir. Bu nedenle, daha çok izleyici çekmesi için en çok bilinen eserleri sahnelemeyi tercih ediyorum. Mesela bir ‘Aşk Hikayesi’ filmini bilmeyen var mı? Herkesin bildiği, çok popüler bir eser.” “‘Üç Silaşörler’, ‘Dr. Zhivago’ ve ‘Anna Karenina’ gibi hem Rus hem de Dünya Edebiyatının çok güçlü eserleri ile karşılaşıyoruz. Bu eserleri, taşıdıkları dramatik yapı, derinlikli insan psikolojisi ve güçlü karakterleriyle diğer sanat dallarına bile uyarlanması çok zorken baleye nasıl aktarabildiniz?” Bir yandan da Prokovsky’nin cesaretine hayran olmamak elde değil. Çünkü bu çok derinlikli eserleri tiyatro ve sinema diline aktarmak bile başlı başına büyük bir problemken değil bale diline uyarlayabilmek diye düşünmekten kendimi alamıyorum. “Biliyorsunuz, balede konuşma yoktur. Balede, anlatmak istediklerinizi beden dilini, jestleri kullanarak hareketlerle anlatmak zorundasınız. Balede konuşma olmadığı için kullanılan dans dili anlaşılır olmalı. Özellikle, ‘Dr. Zhivago’ gibi çok geniş, derinlikli ve büyük bir eseri bir gecede anlatmanın ne kadar zor olduğunu takdir edersiniz. O nedenle, zorunlu olarak ilk önce, eserde belirli bir kısaltmaya gitmek gerekiyor. Yani, eseri özetliyorsunuz. ‘Anna Karenina’ ve ‘Dr. Zhivago’ gibi büyük eserleri sahneye koyarken belli bir noktaya yoğunlaşmak zorundasınız. Doğal olarak bu da romana adını veren karakter oluyor. ‘Dr. Zhivago’ ve ‘Anna Karenina’ gibi. Mesela, ‘Anna Karenina’ karakterini iyi çözümleyebilirseniz, eseri Anna üzerinden anlatabilirsiniz. Bu kadar uzun ve zengin bir konuyu tamamıyla sahnelemeyi, bütün bir eseri sahneye koymayı hiç düşünmedim. İçersinde çok sayıda olayla ve filozofik yaklaşımlarla hepsini bir gecede sahnelemeye kalkmak tabii ki imkansız. Balenin süresini de dikkate alarak, çıkartılan özeti bu zamana göre uyarladım. Bu çok hassas bir denge. İşte burada, bale üzerine uzun yıllardan sonra oluşan deneyim ve eserleri çok iyi bilmenin getirdiği avantajlar yatıyor.” “Dr. Zhivago’ balesini sahneleme fikri nasıl ortaya çıktı?” Evet, neden Dr. Jivago, hem bu kadar uzun ve hem de çok sayıda karakteri bir araya getiren zor bir eseri neden seçti acaba? “Johannesburg’da, ilk kez 1979 yılında, ‘Anna Karenina’yı sahnelediğimde, bale çok büyük bir başarı kazandı. Bunun üzerine, Güney Afrika Balesi, o zamanlar adı Cabap’dı. Benden ‘Anna Karenina’ gibi görkemli bir eseri sahneye koymamı istediler. Ben de tekrar Rus Edebiyatına baktım. Bazen bilirsiniz bir film yapılır, tüm dünyada büyük bir başarı kazanır. Ben de bu fikirden yola çıkarak sahneye koyacağım eserin, tüm dünyada çok tanınıyor ve seviliyor olmasını istedim. Dediğim gibi Rus Edebiyatına baktığımda, ‘Dr. Zhivago’ beni çok etkiledi ve ben de sahneye koymaya karar verdim. 1982 yılında, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, Cape Town’da, Cabap için ‘Dr. Zhivago’ balesini sahneye koydum.” “‘Dr Zhivago’ Balesinde sizi en çok çeken nokta ne oldu?” Derin bir nefes alıyor, biraz düşündükten sonra, Prokovsky tek kelimeyle ‘aşk’ diyor. “Eserdeki, ana karakterlerin Dr. Zhivago ve Lara’nın yaşadıkları o büyülü, muhteşem aşk hikayesi beni çok etkiledi. Buna ek olarak, arka planda bir savaş var ve ülkede bir devrim oluyor. Eserde aslında çok sayıda ana karakter var. Ve biz bu karakterlerin, o devrim atmosferinde, hayatlarının nasıl değiştiğini görüyoruz. Onların hayatlarına daha yakından bakarak, olayların akışıyla birlikte ilişkilerine tanık oluyoruz. Bence bu çok etkileyici dramatik bir kurgu ve eseri de çok çekici hale getiriyor.” “Bu baleyi sizin için özel bir sanatçıya ithaf etmişsiniz. Doğru mu?” Çok özel bir bale olduğuna göre, ithaf ettiği insan da çok özel olmalı diye düşünüyorum ama o kısa bir cümleyle soruyu geçiştirmeyi tercih ediyor.“Evet bu baleyi, hayranı olduğum ve şu anda hayatta olmayan Rus dansçı ve koreograf Nicholas Beriosoff’un anısına ithaf ettim.” “Edebiyat uyarlamalarından sahneye yansıyan eserlerin senaryoları da size ait öyle değil mi?” Gerçekten içerik olarak zengin eserleri baleye nasıl uyarladığını tam olarak kafamda oturtamadığımdan olsa gerek üsteliyor, biraz daha bilgi alabilmek için onu zorluyorum.“Evet, ilk önce sahneye koyacağım eserin kitabı okurum. Sonra, özet çıkartarak bir senaryo yazarım. Ve o senaryoyu da bale diline uyarlarım.” “Eserleri bale diline aktarırken, yani koreografiyi hazırlarken nelerden esinleniyorsunuz?” Gerekirse bilgi kırıntılarını Andre Prokovsky’nin ağzından cümle cümle alma konusunda kararlı olduğum ve aynı zamanda gerçekten konuyu merak ettiğimden olsa gerek üstelemeye devam ediyorum. “Balenin müziğinden esinlenirim. Önce, senaryoyu okurum. Sonra, senaryoyla birlikte müziği düşünürüm. Hareketleri kurgularken müzik beni yönlendirir. ‘Dr Zhivago’ balesini hazırlarken, Nikolai Rimsky Korsakov, Alexandre Borodin ve Modest Mussorgsky’nin müziklerinden esinlendim. Bu bestecilerin eserlerinin düzenlemesi Michael Tuffin tarafından yapıldı. İzmir’deki sahnelemede, 1982’de Cape Town’da ilk defa sahnelendiği zaman kullandığımız müziklerin aynısını kullanıyoruz.” “‘Dr. Zhivago’ Balesi’ni Cape Town’da sahneledikten sonra, ikinci kez burada sahneye koymak nasıl bir duygu?” Andre Prokovsky, beni şaşırtmaya devam ediyor. “Hayır, burada İzmir’de ikinci kez sahnelenmiyor. Bu üçüncüsü. ‘Üç Silahşörler’ balesi, sadece Cape Town’da, iki kez sahnelendi. İlki, 1982 yılında Cabap (Güney Afrika Devlet Balesi) tarafından sahneye kondu. Daha sonra bundan beş yıl önce, 2001’de yine Cape Town’da, Cape Town Şehir Balesi tarafından ikinci kez sahnelendi. O kadar. İzmir Devlet Opera ve Balesi’ndeki sahneleme ise ‘Dr.Zhivago’ balesinin üçüncü sahnelenişi oluyor. Burada, İzmir’de olmak tabii ki çok farklı bir duygu. Ama zorlukları da var. Mesela, Elhamra sahnesi çok küçük. Eseri çok kalabalık bir dansçı kadrosuyla sahneliyoruz. Özellikle, dansçıların giriş çıkışında sahne arkası bir savaş alanına dönüyor. (dayanamayıp gülüyor) Bu yüzden, sahne giriş çıkışlarında çok iyi organize olmak zorundayız. Kalabalık sahnelerde, dansçıların giriş çıkışları gerçekten zorlayıcı olabiliyor.” “Ben izleyici tepkilerini de merak ediyorum. Sadece ‘Dr. Zhivago’ için değil diğer baleleri ‘Üç Silahşörler’ ve ‘Anna Karenina’yı da düşündüğünüzde anımsadığınız bir olay var mı?” İzleyici tepkileri sanatçılar için olduğu kadar koreograflar içinde çok önemlidir. Çünkü salondaki tansiyona bağlı olarak, eserin iyi giden ya da aksayan kısımlarını saptayabilmek mümkün olabiliyor. Bazen eserin repertuarda kalma süresini bile seyirci ilgisi belirleyebiliyor. “Evet, Avustralya Sydney’de, ‘Üç Silahşörler’ Balesini sahnelerken seyirciler kahkahalarla gülmüşlerdi. Biliyorsunuz, ‘Üç Silahşörler’ Balesi komik bir bale. Dolayısıyla, izleyicilerin bu içten kahkahaları beni çok mutlu etmişti. Onu unutamıyorum.” “Bundan üç yıl önce, İzmir’de ‘Üç Silahşörler’ Balesini sahneye koymuştunuz. Şimdi ise ‘Dr. Zhivago’ balesini sahneye koyuyorsunuz. Birincisi komik baleydi, bu ise dramatik bir bale. Sahneye koyma zorluklarını göz önüne aldığınızda arada ne gibi farklar var?” ‘Dr. Jivago’ ve ‘Üç Silahşörler’ balelerini aynı yerde sahneye koyduğuna göre bazı dramatik farklılıkların yanında kendi gözlemlerine dayanan farklılıklar da olmalı diye düşünüyorum. “Bir kere komik bir baleyi sahnelemek çok zor. Çünkü ilk önce, görsel olarak çok iyi espriler, şakalar bulmanız lazım. Bunun için de çok iyi düşünmek lazım. Mesela, Avustralya’da, ‘Üç Silahşörleri’ sergilediğimizde oradaki oğlan çok komikti ve role iyi oturmuştu. ‘Dr. Zhivago’ Balesine gelince, onun da kendine göre zorlukları var. Yalnızca sahneye koyarken farklı bir dil kullanıyoruz.” “Sizin için ‘Dr. Zhivago’ gibi çok özel olan başka bir bale var mı?” Biraz düşünüyor. Eskilere dalıyor.“ ‘Anna Karenina’ benim için çok özel. Çünkü ‘Anna Karenina’’yı çok iyi bir dansçı olarak ilham aldığım, eski eşim Galina Samsova’dan esinlenerek sahneye koydum ve baleyi de ona ithaf ettim. “‘Üç Silahşörler’ balesi sizin orijinal koreografiniz ve ilk sahnelendiğinden bu yana 20 yıl içinde Üç Silahşörler nerelerde sergilendi?” Söze, yaptığım bir hatayı düzeltmekle başlıyor. “‘Hayır, bir kere aradan 20 değil 25 yıl geçti. Bundan 25 yıl önce, Üç Silahşörler’ Balesinin dünya prömiyeri, Avustralya’da Sidney’de Avustralya Balesinde yapılmıştı. Daha sonra sırasıyla, Güney Afrikada, Belçikada, Güney Amerika’da Kuzey Amerika’da, Cincinati Balesi’nde, Japonya’da, Türkiye’de Ankara’da olmak üzere dünyada10 ayrı yerde sahnelendi.” “Eser Avustralya’da ilk sahnelendiğinde üç perde olarak sergilenmişti değil mi? Sonra nasıl oldu da iki perde olarak kısaltıldı?” Bale eserlerini sahneye koyarken, durumun şartlarından kaynaklanan problemler nedeniyle bazen eserlerin sahnelemesinde kısaltmaya gidilebiliyor. Tabii bu sonradan yapılan özetleme işlemi koreograf için kısmen de olsa sancılı bir süreç olabiliyor. “Avustralya Balesi’nde eseri sahnelerken üç perdelik bir bale olarak tasarlamıştım. Ortaya çok ayrıntılı ve uzun bir eser çıkmıştı. Zengin içeriğiyle çok etkileyiciydi ama dediğim gibi çok uzundu. Sekiz yıl önce, Belçika Balesi için sahnelerken Flander Kraliyet Balesinin müdürü Robert Denvers baleyi kısaltmamı istedi. O zamana kadar hep üç perde oynanmıştı. Bale turneye çıktığında eserin uzun oluşu nedeniyle birçok zorlukla karşılaşılıyor. Çok sayıda dansçı, bir o kadar kostüm, dekor, aksesuar. Bunlar hep para demek ve bale gruplarının imkanları ise daima kısıtlı olur. İşte bu zorluklar nedeniyle baleyi kısalttım ve iki perde olarak özetledim. Eseri üç perdeden iki perdeye özetleme konusunda ilk başta biraz endişeliydim ama sonra bu hali çok hoşuma gitti. Eser artık hep iki perde olarak sahneleniyor. Sonra, baleyi sergilediğimiz binaların sahne koşullarına göre bir takım ufak tefek değişiklikler yapıyorum. Yani, hepsi tıpatıp aynı olmuyor. Japonya’da Tokyo’da eseri ilk olarak üç perde olarak sahnelemiştik. Gelecek yıl iki perdelik yeni versiyonunu sahnelemek için oraya gideceğim. Aynı şekilde üç yıl önce Avustralya Balesi için eseri iki perde olarak yeniden sahneye koydum.” “Eserde başka ne tür değişiklikler yapıldı?” Andre Prokovsky kısa bir an duruyor. Soluklandıktan sonra devam ediyor. “Alexander Dumas’ın 1845 yılında kaleme aldığı kitap bildiğiniz gibi çok uzun ve orijinal hikayenin hepsini birden sahneye aktarmak mümkün değil. Eser üç perdeyken bütün hikayeyi veriyorduk . Mesela, orijinal kitapta Constance ve Milady öldürülür. Baleyi iki perdeye indirince, hikayeyi Kraliçenin elmaslarına kavuştuğu yerde kesmeye karar verdim. Balede Constance’ın ve Milady’nin ölümlerine yer vermek istemedik. Esrin mutlu bitmesini istedim. Biliyorsunuz bu bir komedi. Buna ek olarak, balenin bitiminde küçük bir şaka var. İzleyiciler balenin bittiğini düşünürken biz bütün hikayeyi iki dakikada tekrar özetliyoruz.” “Neden böyle bir şeye gereksinim duydunuz?” Sinemada bu tip özetlemeler yapılır ama bu durum bale eserleri için çok alışıldık bir durum değil. Zaten Andre Prokovsky de çok alışılmış bir sanatçı değil. “Eser üç perde olarak sergilendiği zaman, kitaba uygun olarak Constance ve Milady öldürülüyordu. Bu acı ve hüzün demek ve bir komedi için hiç de uygun değil. Tıpkı sinemada, Mack Sennett’in filmlerinde yaptığı gibi hikayeyi iki dakikada özetlemek istedim. Mesela, bale sırasında Milady tarafından öldürülen Lord Buckingham, özetleme sırasından tekrar öldürülüyor ve sonuçta bütün dansçılar birlikte sahne alıyorlar. Böylece, balenin mutlu bitmesini sağladık ve seyircilerin opera binasından mutlu ayrılmalarını istedik.” “Üç Silahşörler Balesi’ni sahneye koyarken Gene Kelly’den ilham aldığınız söyleniyor. Bu doğru mu?” Andre Prokovsky sadece edebiyatla değil aynı zamanda sinema sanatıyla da çok yakından ilgili bir sanatçı. Eselerini sahneye koyarken, zaman zaman sinema sanatından da esinleniyor. “Evet, filmleri çok severim. Özellikle, Gene Kelly’i 1948 yapımı Üç Silahşörler filminde oynadığı D’Artagnan rolünde çok severim. Gerçekten muhteşem bir D’Artagnan olmuştu. Çünkü, biliyorsunuz Gene Kelly iyi bir dansçıydı ve D’Artagnan’ı tıpkı bir balet gibi yorumlamıştı. Kavga sahnelerinde tam bir akrobasi gösterisi sergilemişti ve baleyi hazırlarken kavga sahnelerinde ondan çokça esinlendim.” “Peki, kavga sahneleri için erkek dansçılar özel eskrim dersi aldılar mı?” Şaşkın bir ifadeyla bir an bana bakıyor. “Hayır, kesinlikle hayır. Bu bir dans, olimpiyat oyunları değil.(Kahkahalar…Bu arada eliyle havada geniş daireler çizerek kılıçla dövüşürmüş gibi yapıyor).Bu işi bale diliyle çözüyoruz. Bale çok kırılgan ve özen gerektiren bir yapıya sahip. Ayrıca, çok disiplinli çalışıyor ve dövüş sahnelerini defalarca prova ediyoruz. İlk önce, hareketleri çok yavaş yapıyor, öğrenene kadar tekrarlıyoruz. Kazayla kimsenin yaralanmaması için çok dikkat ediyoruz.” “‘Üç Silahşörler’ balesini tüm dünyada sergilediniz ve hala sergileniyor. Bunun sırrı nedir?” Bu soruyu özellikle soruyorum çünkü Üç Silahşörler Balesi Andre Prokovsky için bir prestij balesi. Dolayısıyla, bale dünya çapında kazandığı başarıyla, Andre Prokovsky’ e bir koreograf olarak da prestij kazandırıyor. “Üç Silahşörler, 19. yüzyılda geçen bir melodram. Ana teması, aşk, macera ve sırlarla örülmüş bir hikaye. Ve öykü komedi tarzında işleniyor. 21. yüzyılda buna benzer bir tema yazamazsınız. Bu bale dünyası için oldukça nadir görülen bir olay. Çünkü, balede daima dramatik ve trajik konulu eserler sergilenir. Seyirci, Üç Silahşörler balesine bayıldı. Çünkü, komik ve eğlenceli bir bale. İşte bu nedenle, biz de iki dakikalık bu özet final sahnesiyle balenin mutlu bitmesini sağlamaya çalışıyoruz. Sonuç olarak, Üç Silahşörler Balesi bütün dünyada çok büyük başarı kazandı ve sürekli sahneleniyor.” “Çok zengin bir bale geçmişiniz var. İlk olarak baleye nasıl adım attınız? Dansçı olmaya nasıl karar verdiniz?” Çocukluk anılarına dönmek Prokovsky’i değiştiriyor. Sert yüz ifadesi doğal bir gülümseyişin etkisiyle yumuşuyor. “Çocukluğumda Fred Astaire’in dans edişine büyük bir hayranlık duyuyordum. Onun klasik tarzına tek kelimeyle bayılıyor ve onun gibi dans etmek istiyordum. Babam neden klasik baleyi denemiyorsun? Bak, Fred Astaire de klasik baleden geliyor dedi. Aslında, bu doğru değil. Fred Astaire hiçbir zaman için klasik bale yapmadı. 13 yaşımda, Paris Konservatuarında klasik baleye adım atınca, balenin büyülü dünyasından çok etkilendim ve sonra Fred Astaire de unutuldu gitti. (Çocukluğunu belki de ilk gençlik yıllarını anımsayan Andre Prokovsky keyifle gülüyor)” “Peki, ilk rol aldığınız eseri anımsıyor musunuz? Küçük de olsa ilk eser unutulmaz sanırım.” Andre Prokovsky çocuklar gibi neşeleniyor. “Ah, tabii ki. Nasıl unuturum? İlk profesyonel rolüm Paris Konservatuarında Moliere’in ‘Magnificient Lovers’ (Şahane Aşıklar) isimli eserinden uyarlanan küçük bir bölümdü. Benim ciddi anlamda ilk profesyonel rolümdü. Bir heykeli oynuyordum. Aynen şöyle duruyordum.(Bu esnada heykel gibi poz verip çok ciddi biçimde hareketsiz duruyor. Beraberce kahkahayı basıyoruz) Oyunun bir bölümünde canlanıp, dans etmeye başlıyorum. Kısa bir danstan sonra, tekrar kaide üzerine geri dönerek heykel olarak hareketsiz durmaya devam ediyordum.” “Siz çok kimlikli bir sanatçısınız. İlk önce sahneye yıldız dansçı olarak adım attınız sonra da koreograf, büyük yapımlara imza atan yapımcı olarak sahne dünyasındaki çalışmalarınıza devam ettiniz. Bunlar içinde en çok ön plana çıkan hangi kimliğiniz?” Dans ettiği günlere yaptığım gönderme onu biraz kızdırmış olmalı. Hafif sitemkar yanıtlıyor. “Açık değil mi? Tabii ki koreograf kimliğim. Aslında bütün bu saydıklarınız hep birbirinin devamı olan meslekler. Balede dans edenler yaşlanınca ve dans edemez hale gelince ya öğretmen olurlar ve öğrencilere baleyi öğretirler. Ya da benim gibi koreograf olmayı tercih ederler. Ben koreografiyi çok seviyorum. Çünkü, tamamen size ait olan yeni bir eser yaratmak, ortaya çıkarmak çok heyecan verici bir şey. Bu beni büyülüyor.” “Sahi siz nasıl koreograf oldunuz?” O çok ciddi Andre Prokovsky birden gülmeye başlıyor. “Tamamıyla, kaza eseri. Daha doğrusu bir hata sonucu. (O kadar şaşırdım ki, güleyim mi ağlayım mı bilemedim. Bu arada, o hınzırca gülmeye devam ediyor) İtalya’da Trieste’de küçük bir grupla, Rossini’nin Moses isimli eserini sahneye koyuyorduk. Koreografi öncelikle bir ekip işidir ve bir eser sahneye konurken bir koreograf gurubu çalışır ve bu koreografların istekleri doğrultusunda eser sahneye konur. Sonuç olarak, biz de bu koreograf grubunu oluşturamadık ama eseri sahnelemek istiyoruz. Ben işe bir yerinden bulaştım ve birden kendimi koreografinin içinde buldum. Bu bir akşam yemeği gibidir. Önce, başlangıç mezeleri yer alır, sonra sıra ana mönüye gelir, en son da ise tatlılar yer alır. Eğer dikkat etmezseniz başlangıç ve sonuç bölümleri güme gidebilir. İşte, her şeyi böyle yavaş yavaş öğrenerek, uzun yıllar boyunca deneme yanılmalarla birikim edinerek, yaptığınız işte pişerek öğreniyorsunuz. Yani, birden bire ‘usta’ olunmuyor.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |