"Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın." -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Evlenen çiftler kadar onların anne ve babalarını da düşünürüm.” Evlâtları; hayatlarının en önemli kararlarının altına imza atarken, anne- babalar ne hissederler acaba? “diye merak ederim. İşte o gün de öyle oldu. Hüzünlenerek ama kimseye de hüznümü belli etmeden izledim nikâh törenini. Gençlere ömür boyu mutluluk dileklerimizi sunarak ayrıldık salondan. Kızım ve eşimle birlikteydik. Onlar asansöre binerek kuleye çıkmak istediler. Benim onlarla birlikte kuleye çıkmam gibi bir durum asla söz konusu olamazdı. Çünkü ben asansöre binmem. Daha doğrusu binemem. Dört beş katlı bir apartmanın asansörüne bile. Bir- iki dakikalık asansör yolculuğu , bana yıl kadar uzun gelir. Otuz katlı binanın merdivenlerini tırmanmayı göze alırım, yine asansöre binmem. Asansörün içinde nefes almakta güçlük çektiğimi hissederim. Asansör bana kibrit kutusu kadar küçük gelir. Asansöre binenlere de “merdiven çıkmanın çok sağlıklı olduğunu” söylerim. Asansör korkuma bir mazerettir bu aslında.Yıllardır bana birileri “Canım ne var korkacak !” dediler durdular hep. yİNE Binmedim asansöre. Bir kenarda eşimin ve kızımın dönmelerini beklemeye başladım. Çok iyi gözlemciyim. Nerede olursam olayım etrafımı devamlı gözlemlerim. Etrafımda hep bir şeyler ararım. Bu beni hem can sıkıntısından kurtarır, hem bana mutlaka birşeyler kazandırır. Öyle dalgın gözlerle bakmam etrafıma. Gördüklerimden, izlediklerimden, hatta duyduklarımdan bir şeyler yakalamaya çalışırım. Doğal olarak da bunun sonucunda; birçok kişinin gözünden kaçırdığı şeyleri yakalayabilirim.... O gün de öyle oldu. Eşimin ve kızımın dönmelerini beklerken etrafı izlemeye başladım. Buradaki insanların hemen hepsinin çok iyi giyimli olduklarını farkettim. Normal bir zamanda, herhangi bir yerde görebileceğiniz insanlar topluluğu değildi sanki. Özel seçilmiş, belli bir kültürü almış insan topluluğu gibiydi. Nedense, o insanlar içinde kendimi çok farklı hissettim. Sanki onlardan ayrı, onlardan uzak. O arada biraz ötede iki erkek çocuğu dikkatimi çekti. Nereye gitsem, önce çocuklar çeker dikkatimi , sonra çiçekler. Çocukların ikisi de ilkokul çağında görünüyordu. Üstleri başları, diğerlerinin aksine pek muntazam değildi. O çevredeki insanlardan farklı görünüyorlardı. Ancak, öylesine rahat davranıyorlardı ki çocuklar; kendilerinden başka hiç kimse yoktu sanki orada. Birbirleriyle itişiyorlar, kakışıyorlardı. Kovalamaca oynuyorlardı. Tırabzan şeklinde uzatılmış demirlerin altından geçiyor; üstüne çıkıp yere atlıyorlardı. Bütün dikkatimi onlara vermiştim. Bana öğrencilerimi hatırlattılar. Neşeleri hoşuma gitmişti. Onlarla beraber ben de eğleniyordum. Birdenbire kanım kaynayıvermişti onlara. Rahat tavırları, umursamazlıkları ilgimi çekmişti. Yaptıklarının doğru olup olmadığı umurlarında bile değildi. Benim onları izlediğimin farkında değillerdi. Neşeyle oyunlarına devam ettiler. Bir ara güreş tuttular, yerlerde yuvarlandılar. İçimden “Çocuk olmak ne güzel,” diye geçirdim. Doğrusu onların yerinde olmak istedim. Ya da onlarla birlikte oynamak. Biz büyüklerin yapması hoş karşılanmayacak şeyler, onlar için normaldi. Çocukların davranış özgürlüğü vardı. Yanlış bir şey yapsalar dahi onlara kızmıyorduk.” Çocukluk işte!” deyip geçiyorduk. Onlar, büyüklere nazaran özgürdüler, rahattılar. İşte bu izlediğim çocuklar da böyleydi. Ben onları keyifle izlerken az ötede, iyi giyimli iki genç bayanın; bu iki çocuğa bakarak, yüzlerini ekşiterek birşeyler konuştuklarını farkettim. “Ay!” dedi birisi.” Şu çocukların pisliğine bir bak. Üstleri başları kir içinde.” Dikkatle baktım, gerçekten öyleymiş. Onlar söylemeden hiç farketmemiştim. Devam etti aynı şık bayan: “Ayaklarında çorap da yok galiba.” Çocukların ayaklarına baktım, gerçekten çorap yoktu. Bu arada çocuklar itişip kakışmaya, yerde yuvarlanmaya, gülüşmeye devam ediyorlardı. Sonra diğer şık bayan aldı sözü: “ Şunların boyunlarına bak. Kirden, kaplumbağa gibi olmuş. Tırnakları da kepçe gibi,” dedi iğrenerek ve yüzünü buruşturarak. Dikkat ettim, gerçekten de öyleydi. Yalnız başka bir şeye daha dikkat ettim.Bu bayanların tırnakları da kepçe gibiydi. Benim çocuklarda görmediğim şeyleri o şık bayanlar görmüşlerdi. Bu bayanlar da nereden çıkmıştı! Onlardan önce bu sevimli yavruları ne güzel izliyordum. Ne kirlerini görmüştüm, ne paslarını, ne de uzun tırnaklarını. Canımı sıkmıştı bayanlar. Neşemi bozmuşlardı. Güzel bir rüyadan uyandırmışları beni. Bu arada eşimle kızım kuleden indiler. Hemen arabamıza atlayıp, dönüş yolculuğuna başladık. Onlar Atakule’deki asansörden gördüklerini bana anlatıyorlardı. Ben ise, biraz önce gördüklerimi ve o iki bayanın konuşmalarını düşünüyordum. O bayanların çocuklara karşı nasıl böyle acımasız ve katı olabildiklerine anlam veremiyordum. O bayanlarla benim, çocuklara bakış açımız ne kadar farklıydı. Onlar çocuklardaki yanlışları ( “çirkinlikleri” demeye dilim varmıyor) görmüşlerdi, ben güzellikleri görmüştüm. Ben çocukları sevmiştim, onlar iğrenmişlerdi. Çocukları izlerken benim yüzüm aydınlanmıştı, onların ise yüzleri ekşimişti. Bu aslında o kadar doğaldı ki. Çünkü ben bir öğretmendim. Öğretmene yakışan da buydu. Ben eğer çocuklarda var olan güzellikleri göremeseydim, yıllarca severek öğretmenlik yapabilir miydim! Öğrencilerimin uzun tırnaklarından, kirli ellerinden iğrenseydim, öğretmen olabilir miydim? Ya da ne kadar başarılı olabilirdim? Ben çocuklardaki güzellikleri gördüm hep. O güzelliklerden yola çıktım. İşte iyi bir öğretmen olmanın sırrı buradaydı: Çocukları sevmekte, onlara sevgi dolu bir yürekle bakmaktaydı. Onları anlayabilmekteydi. Eğer çocukları seviyorsanız, onlardaki güzellikleri yakalayabiliyorsanız, onların herşeyine katlanabilirsiniz. Çocukların eksilerini değil, artılarını göreceksiniz. O artılardan yola çıkacaksınız. Eğer yanlışları düzeltmekten işe başlarsanız, asla başarılı olamazsınız. Çocukları küstürürsünüz. Sonra, seveceksiniz, sevdiğinizi hissettireceksiniz. Çocuk sevildiğini bilecek. Öğretmeni tarafından sevildiğini bilen çocuğa güven gelir. Öğrenme isteği gelir. Onların duyduğu bu güven , sevilme duygusu ve öğrenme isteği, hem çocuğu başarıya götürür hem öğretmeni. Sonra da o eksiler zamanla kaybolur gider. Çocuklarda çoğumuzun göremediği öyle güzellikler var ki. Bunu ancak, çocuklara sevgiyle yaklaşanlar görebilir. Öğretmenlik yıllarımda, her çocuktaki güzelliği görmekte hiç zorlanmadım. O nedenle, onları eğitirken ve öğretirken, pek fazla sıkıntı yaşamadım. Çocuklara bu şekilde yaklaşmam, başarılı olmamda çok büyük bir rol oynadı. Benim işimi kolaylaştırdı. Çocuklar bir dünya, çocuklar bir kaynak.Onlara yaklaşmayı deneyin bir. Eminim, benim gördüklerimi siz de göreceksiniz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |