Öküzün rengini dışında, insanın rengini içinde ara. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
OKUMA ZEVKİNİ VE ALIŞKANLIĞINI KAZANMAMDA ANNEMİN ROLÜ Okuma zevkini kazanmamda ve okuma becerimi geliştirmemde, annemin çok ama çok büyük etkisi oldu. Her zaman okumaya yönlendirdi beni ve kardeşlerimi. Eline geçirdiği her kâğıt parçasını, hemen tutuştururdu elimize.”Okuyun bakalım ne yazıyormuş.” Diyerek. Köy ilkokulunda okuduğumuz üç yılda, okumak için yeteri kadar kitap bulamıyorduk. Çoğumuzun sadece ders kitaplarımız vardı okuyacak. Birkaç tane de masal kitabımız. Okulumuzun kitaplığı yoktu. Zaten biz de okullarda kitaplık bulunması gerektiğini bilmiyorduk bile. O nedenle okulumuzda kitaplık bulunmaması, bizim için bir eksiklik değildi. Bilmediğimiz, gerekliliğinden habersiz olduğumuz bir şeyin eksikliğini de hissetmiyorduk doğal olarak. O yıllarda ,bazı köylerde okul bile yoktu. Okulu olan köyler şanslı köylerdi. Köyümüzde okul olması ,bizim için şanstı. Okulumuz bir köy odası görünümündeydi.Zaten eskiden köy odasıymış. Bir odası dershane, diğer odası, öğretmenimizin kaldığı odaydı. Sonuçta, okuldu işte. Bazı köylerde bu kadarı bile yoktu. Arkadaşlarla, elimizde var olan çok az sayıdaki masal kitaplarımızı değiştiriyor, birbirimizin kitaplarını okuyorduk. Ancak, okulda zaten on,oniki öğrenci vardı. Bazı arkadaşlarımız da kitaplarını kimseye vermek istemiyorlardı. Bu yüzden kitaplarımızı birbirimizle değiştirmek, bize pek de fazla kitap okuma olanağını vermiyordu. Ders kitaplarımızı, gazete kâğıdıyla veya çimento torbaları ile kaplardık. Yalnız bir arkadaşımızın kitapları, mavi kaplık kâğıdıyla kaplıydı. Onu nerden bulmuştu, bilmiyordum. Velhasıl birçok olanaklardan yoksun bir öğrencilik hayatı yaşıyorduk. İlkokulun üç yılı bu köyde, bu okulda geçti. Ancak babam sekiz, on günde bir köye geldiğinde, biriktirdiği gazeteleri ve birkaç masal kitabı getirirdi. Benim bildiğim ve okuduğum ilk gazete Hürriyet’ti. Bu bizim için çok büyük bir ayrıcalıktı. Bir köy evine gazete girmesi, pek rastlanan bir olay değildi o yıllarda. Annem bunları tarih sırasına koyar, onları okumaya teşvik ederdi bizi. “Çocuklar,siz okuyun, ben dinleyim.” derdi. Takvim yapraklarını bile mutlaka okumamızı söylerdi. Babam ikide bir bana, sanki kendisi okuma bilmiyormuş gibi; “Kamuran,hadi kızım, oku bakalım şu gazeteyi, ne haberler varmış” derdi. Ben okurdum, babam dinlerdi. Sanırım; okumamın iyi olmadığını bildiği için, okumamın hızlanması için yapardı bunu. Ben de utana sıkıla okurdum gazeteyi. Bazı okuduklarımdan da pek bir şey anlamazdım. Babam nasıl anlıyordu bilmem. Gazetede sürekli olarak yayımlanan pehlivan tefrikaları olurdu. Bunları okumaktan çok zevk alırdım. Macera, heyecan doluydu her sayısı. Babam bize çarşıdan şeker, çikolata, kuru yemiş getirirdi. O zamanlar böyle şeyler, gazete kâğıdından yapılmış kese kâğıtlarına veya külahlara konurdu. Annem kese kâğıdının içindekileri naylon torbaya boşaltırdı. Kese kâğıdının yapışık yerlerini dikkatlice, yırtmadan açar, bazen de kâğıdın yırtılmadan açılması için buhara tutardı. “Hadi çocuklar,okuyalım,bakalım neler yazıyor.” derdi. Biz üç kardeş açılmış kese kâğıdını okurduk. Gazetenin; kese kâğıdı yapmak için kullanılan kadarını okuyabilirdik. Bazı yazıların yarısını bulamazdık o gazete parçasında. Yazının gerisini merak ederdik. “Acaba devamı nasıl?” diye birbirimize sorardık. Bulmacanın nasıl doldurulacağını öğretmişti babam. Ama bir türlü başaramazdım. Benim asla bilemeyeceğim şeyleri soruyorlardı. Cevaplayabildiğim çok az soru olurdu. Hiçbir gazete parçasını atmazdı annem. Ne yapar eder, bize okuturdu. Resimleri kesip, bir deftere yapıştırmamızı isterdi. Gazeteden kesip, bir deftere yapıştırdığım “Bizimkiler” , “Güngörmüşler “ ve “Fatoş” gibi çizgi romanları okula götürür , arkadaşlarıma gösterirdim. Çizgi roman kahramanı Fatoş’a özenirdim. Her gün değişik bir giysi olurdu üzerinde. Saçları kıvır kıvırdı. İncecik beli vardı, çok güzeldi. Çizgi romandan anladığım kadarıyla, bizim yaşam düzeyimizin oldukça üzerinde bir yaşam düzeyi vardı. İmrenerek, zevkle okur , keser ve yapıştırırdım. Yine gazeteden bazı resimler keser, onları da bir deftere yapıştırırdım. Bu resimler o zamanın meşhur sanatçılarına aitti. Nesrin Sipahi, Behiye Aksoy, Ahmet Sezgin ,Nezahat Bayram gibi. Hatta bunlardan birinin gazetedeki resmine bakarak, resim defterime çizmiştim. Adı Afitap Karacan’dı. Bunların gerçek sanatçı olduklarını büyüyünce anlayacaktım. Bu sanatçılar ; uzun yıllar süren bir çalışmanın sonunda meşhur olmuşlar, benim gibi henüz sekiz-dokuz yaşındaki bir çocuğun dünyasına girmeyi başarmışlardı. Üstelik; televizyon denen iletişim aracının nimetlerinden yararlanmadan, televizyondaki magazin programlarında, magazin dergi ve gazetelerinde açık-saçık pozlar , saçma-sapan demeçler vermeden meşhur olmuşlardı. İşte ben bu sanatçıları; annemin bizi gazete okumaya teşvik etmesi sonucu tanıdım ve sevdim. Bir de radyo yardımıyla. Babamın köye gelmesini ve bize gazete getirmesini sabırsızlıkla beklemeye başladım. Böylece bizde okumaya bir merak ve ilgi oluşmaya başladı. Özellikle bende. Yerde bir kâğıt parçası görsem okumadan geçemiyordum. Bir model kitabı vardı evimizde. Kadınlara hitabeden model dergileri vardır ya, işte onlardan. Nerden gelmişti, kim getirmişti hatırlamıyorum. O model kitabında , çok güzel kızların ve kadınların, güzel giysiler giymiş halleriyle resimleri vardı. Kâğıdı parlak ve renkliydi. Bizim okuduğumuz kitaplara benzemiyordu. O resimlere hayranlıkla bakardım. Kadınların, kızların hepsi çok şık, çok güzellerdi. Keşke benim de böyle güzel giysilerim olsaydı. Kadınların giydiği topuklu ayakkabılara, ellerindeki parlak çantalara bayılırdım. Büyüyünce ben de böyle güzel giysiler giyebilecek miydim? Annem ; “Eğer okur, bir meslek sahibi olursanız, siz de böyle güzel kıyafetler giyebilirsiniz.” derdi. Hemen kendimi bir doktor olarak hayal ederdim: Model kitabındaki kadınlar kadar güzel giyinmiş bir doktor. Elimde parlak bir çanta, ayaklarımda topuklu ayakkabı.... Bu model kitabına her gün bakar, hayaller kurardım. Kitaptaki kadınlar kadar güzel olmayı, güzel giyinmeyi hayal ederdim. İşte bu model kitabı, benim renkli dünyalara yolculuk yapmamı sağlıyordu. İçimden bir şeyler beni, bu güzel kadınlar gibi olmaya özendiriyordu. Bu model kitabı, evimizde var olan kitapların en güzeli ve benim için en değerlisiydi. Demek ki bazı kitaplar okunmasa bile,sadece resimleriyle bile, bize birşeyler kazandırıyordu. Annem bize ikide bir “Çocuklar kitap okuyun.” demekte ne kadar haklıydı. Kısacası bu model kitabı çok etkilerdi beni. Ablamla beraber, annem evde yokken, onun sandığını açardık. Annemin genç kızlık döneminde veya şehirde yaşadığı yıllarda giydiği elbiseleri sandıktan çıkarırdık. Bunları giyer, aynanın karşısına geçerdik. Onun mavi rugan çantasını kolumuza takar, topuklu ayakkabılarını giyer, aynadaki görüntümüzü çok beğenirdik. İleri geri yürür, zarif bir hanımın tavırlarını takınırdık. İşte o zaman model kitabındaki kadınlara benzerdik. Yalnız yüzümüze sürebileceğimiz boyaları yoktu annemin. Eğer onlar da olsaydı,model kitabındaki kadınlardan daha da güzel olabilecektik.(!) İlkokuldayken öğretmenimiz, ezberlemek için şiir verirdi sık sık. Annem de şiirleri bizimle beraber ezberlerdi. Hatta şiiri kolay ezberlemek için çocukça bir yöntem bulmuştu. Daha doğrusu bu yöntemle bizim kendimize güven duymamızı sağlıyordu. Bu yöntem şuydu: Şiirin yazılı olduğu defteri veya kitabı , gece yatarken yastığımızın altına koyup uyumak. Bu yöntemin bir hikmeti vardı kuşkusuz. Çünkü bu yöntemle şiirleri hem kolay ezberliyor, hem de hiç unutmuyordum. O zamanlar Türkçe Kitabımızdaki “Küçük Irmak” , ”Çoban”, ”Bir Yer Düşünüyorum”, “Atatürk’ün Resmi” gibi şiirleri uzun yıllar hiç unutmadım. Hep ezberimde kaldı. Bulundukları sayfadaki resimler bile aklımda. Hele, O.S.Orhon’un “Sabah” adında bir şiiri vardı. Şiirin yanında da öten bir horoz ve güneş resmi vardı. Güneşle beraber uyanmamızı istiyordu şair. Biz çocuklara öğütler veriyordu. Şair o şiirde ; “Sabah oldu uyan uyan! Tembel olur çok uyuyan.” Diyordu. Şairin bu öğüdü, sanki benim rehberimdi. Bu sözleri bir ses devamlı olarak kulağımın dibinde fısıldıyor gibiydi. Sabahları erken kalkmaya, çok çalışmaya yönlendiriyordu beni. Kimbilir erken kalkma alışkanlığını kazanmamda, bu çok sevdiğim şiirin de etkisi olmuştur belki. Bir de Ziya Gökalp’in bir şiiri vardı ”Çoban” adında. O şiir, ezberlediğim ilk şiirler arasındaydı: Kat sürünü önüne Dolaş dağ, dere çoban Eriştin mutlu güne Diz çök bir yere çoban. Al eline kavalı İndir sürünü suya Her yer yeşil bir halı Doyum olmaz uykuya. Şu koyu gölgelerin Altında dinlen çoban. Düşünme derin derin Biraz serinlen çoban. Radyoda masal anlatılırdı biz çocuklar için. Okumak için bulamadığımız masal kitaplarını, radyodan dinliyorduk. Dinlerken, masalda geçen olayları gözümde canlandırıyor, o masalı yaşıyor gibi oluyordum. Bir de “Mikrofonda Tiyatro” olurdu Perşembe günleri. Saat yirmibirde başlardı. Annem hiç kaçırmazdı. Saati gelince radyonun başına toplanır, tiyatroyu dinlerdik. Eşi tarafından terkedilmiş bir kadının hayatını dinlemiştim bir akşam. Çok etkilenmiştim. Bir de Orhan Boran’ın ; kayınvalidesi ve kayınbiraderinden sıkça söz ettiği bir programı vardı. Bu programı da mutlaka dinlerdim. Orhan Boran ne kadar güzel konuşuyordu. Kendisini ilgiyle dinliyordum. Onun gibi güzel konuşabilmeyi ne kadar isterdim. Bir de Cuma sabahları sanıyorum, “Halk Hikâyeleri ” olurdu. Halk hikâyeleri, tiyatrodan daha çok hoşuma giderdi. Daha masalımsı, daha heyecanlı olurdu. Böylece, okuma ihtiyacımızı, radyo dinleyerek giderebiliyorduk. Annem, radyo dinlemenin, bize çok şeyler kazandıracağını söylüyordu. “ Çocuk Saati” ni de mutlaka dinlettirirdi bize. Eğer evde yoksak, dışarıda oynuyorsak, çağırırdı bizi. Radyo , bulamadığımız kitapların yerini tutuyordu. Bizi eğitiyor, eğlendiriyordu. Radyoda masalları, tiyatroları, halk hikâyelerini dinledikçe; kitaplara ve okumaya olan ilgim artıyordu. Annem, bizi hiç sıkmadan okumaya, devamlı bir şeyler öğrenmeye yönlendiriyordu. Annem daha sonraları şiir yazmaya teşvik etti bizi. Mehtaplı gecelerde gökyüzündeki ayı ve yıldızları, baharda çiçek açmış ağaçları gösterir “Şu güzelliğe bakın. Sizin yerinizde olsam, bu güzelliği bir şiirle anlatırım” derdi. Annem bizim yerimizde olamazdı. Bizden yazmamızı istediği şiiri kendisi yazamazdı. Annemin okuması vardı ama yazması yoktu. Okula gitmemişti. Okumayı takvim yapraklarından öğrenmişti. Eğer bir de okula gitmiş olsaydı, kimbilir bize ne kadar yararlı olurdu... Belki de o nedenle hep çok çalışmamızı, çok okumamızı isterdi bizden. Kendi yapamadıklarını, ulaşamadıklarını bizim şahsımızda görmek istiyordu. İşte bu nedenle annem bizim yerimizde olamazdı. Çok istediği halde içinden geçenleri, güzelliğinden etkilendiği doğayı şiirle anlatamazdı. Belki ben annemin isteyip de bir türlü yapamadığını yapabilirdim. Şiirler, öyküler yazabilirdim. Yalnız, okumamın daha hızlı, daha anlamlı olması gerekiyordu. Babamın getirdiği gazeteleri okumam değil, yutmam gerekiyordu. Bu azimle okumaya devam ettim. Kırılmış pencere camının yerine kâğıt yapıştırılırdı, yerine cam alınıncaya kadar. Eğer böyle kâğıt yapıştırılmış bir pencere görürsem, o kâğıdı bile okurdum. Böylece okumam yavaş yavaş düzelmeye başladı. İlkokul dördüncü sınıfa geçtiğim sene Mudurnu’ya taşındık. Annem, kasabada daha iyi bir eğitim göreceğimiz için mutluydu. Beşinci sınıfta okumam hızlandı. Artık ben de sınıfta “örnek okuma” yapan öğrencilerden biri oldum. Ortaokulda çok daha iyi bir okuyucuydum. O yıllarda Türkçe derslerimize giren Mustafa Ekiz, Şükrü Yazıcı adındaki öğretmenlerim, bana Türkçe’yi, Edebiyatı sevdirdiler. Bu konuda yeteneğimin olduğunu farkeder gibi oldum. Zamanla şiire olan ilgim artmaya başladı. Şiir yazma denemelerine başladım. Durmadan şiir okuyor ve ezberliyordum. Ezberlemek için şiiri birkaç kez okumak bana yetiyordu Ezberlediğim bir şiiri de kolay kolay unutmuyordum. Galiba bu konuda arkadaşlarımdan çok daha iyiydim. Hafızam kuvvetliydi. Okudukça okumam hızlanıyor, okumam hızlandıkça , anlamlı okudukça okuduklarımdan daha çok zevk alıyor, buna bağlı olarak daha çok okumak istiyordum. Okumam, yazılı ve sözlü anlatımım artık çok iyiydi. Sorun Matematikteydi. Bu dersi ve Matematik öğretmenlerini bir türlü sevemiyordum. Hele ortaokula giderken, bir Matematik öğretmenimden “eksi bir” bile aldım. Ne o öğretmenimize kadar, ne de o öğretmenimizden sonra, öğrencilere eksi not veren öğretmene rastlamadım. Belki de Matematik dersini başaramayışımın nedeni, bu dersin öğretmenlerinin, Matematiği bana sevdirememiş olmalarıydı. Annem gibi başarılı değillerdi, bizi yönlendirmede. Bana okuma zevkini ve alışkanlığını kazandıran anneme minnet borçluyum.Teşekkür anneciğim!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |