Hiçbir şey yaşam kadar tatlı değildir. -Euripides |
|
||||||||||
|
Mert; ailesinin tüm vazgeçirme çabalarına rağmen hızla yayılan video ve atari hastalığına yakalandığı için okumamıştı. Sınıf öğretmeni ailesini sık sık okula çağırıp, bu genç beynin geleceği üzerindeki tehlikeleri bıkmadan yenilemişti. Bir ay içinde, hem idareden gelen ihtar, hem de dört kez sınıf öğretmeniyle konuşulmasına rağmen alışkanlığından vaz geçiremediği Mert'i, babası fena halde dövmesine rağmen yine de yolundan döndüremedi. N'apsın ki, hayatta hiçbir şey sinemanın renkli dünyası kadar çekmiyordu onu. Küçük yaştan itibaren televizyonda ayırd etmeden seyrettiği filmler, çoğu zaman arttırdığı harçlıkları, babası artık sinemaya gitmesin diye harçlığını iyice kısması üzerine de bazen kaçak olarak, bazen ufak tefek işler bularak girebildiği sinemalarda, hep karekterleri yaşadı. Bazı filmleri aktörün en ufak mimiklerini ezberleyene kadar seyrederdi. Konu anlamını yitirirdi çoğu zaman. Onlarla gülüp, onlarla ağlıyordu. Onların aşık olduğu kızlara aşık olur, onların öldürmek istediklerinden nefret ederdi. Bir mucitle aynı keşfetme hırsını duyar, sadece böyle zamanlarda neden okumadığına hayıflanırdı. Bu duygu da uzun sürmez, hemen ardından, bir alkolikle hayatı anlamsız bulmaya başlardı. "Okumayacaksa, bari çalışsın." diye, babasının ufak yaşta soktuğu işlerde işverenleri, iş başındayken hiç kendini işine vermediğinden şikayet eder oldular. Arandığında da bulunmuyordu çoğu zaman. Hayal aleminde gibi hülyalı hülyalı bakıyor, söylenenleri anlamıyordu. Birgün bile tüm gün işinin başında durmamıştı. Onun nereye gittiğini gayet iyi bilen babasına "Nereye gider bu çocuk?" diye anlamazca soruyordu işverenler. Sonunda, babası her yolu denediği halde söz dinletemediği Mert'in sanat bile öğrenemeyecek olmasından son derece üzüntü duyarak, video kasetçisinin yanına, ayak işlerini görmesi için verdi. 'Hiç olmazsa nerede olduğu bilinir.' diye düşünüyordu. Mert o sıralar hayatının en mutlu dönemini yaşadı. Artık kaçamaklar yapmasına, sinemaya gidebilmek için para biriktirdiğinden aç kalmasına gerek kalmamıştı. Hava solur gibi film seyretmeye başladı. Yerleri süpürürken, ufak tefek işleri yaparken bile gözü olamasa da aklı hep filmdeydi. Artık bakışları iyice donuklaşmış, kendisine söylenen hiçbirşeye konsantre olamaz olmuştu. Ondaki değişiklik, etraf tarafından da fark edilir noktaya ulaştığında, babası videocunun yanına vermekle oğluna kötülük ettiğini düşünerek vicdan azabı çekmeye başladı. Durumuna gerçekten üzülen ailesinin elinden yapacak hiçbirşey gelmiyor, aylar geçerken, Mert raflardaki bütün filmleri her defasında aynı ilgiyle tekrar, tekrar yutarcasına izliyordu.. *** Yine; filmdeki dünyanın içinde kendisi de yer almak istercesine sandalyasini mümkün olduğunca ekrana yaklaştırarak kendinden geçtiği bir gün, içeriye giren müşteriyi fark etmedi bile. Seslenip, seslenip varlığını duyuramayan adamın omzundan dürtmesi üzerine, filmdeki karakterden koparak, 'Mert olması' çok sarsıcı oldu. Bir müddet 1940'ların Amerika'sının asi genci değilde, silik bir videocu çırağı Mert olduğunu kavrayamadı. Neden sonra adama ne tip bir film istediğini sormayı akıl edebildi. Adam, tercih ettiği tür hakkında birşey söyleyemiyor, kararsızca raflara bakıyor, baktıkça zaman geçiyor, zaman geçtikçe yüzünde Mert'in anlam veremediği umutsuzluk derinleşiyordu. Adam, her bir filmin özetini dikkatle okuyarak saatlerce bakındı. Nerede olduğunu ve yaptığının garip karşılanacağını önemsemiyor gibi, hayatının en önemli kararını verecekmişçesine tüm filmleri tarıyordu. Mert iyiden iyiye huzursuzlanmış, dükkana birilerinin daha gelmesini, bu adamla yalnız kalmamayı tüm benliğiyle ister olmuştu. Bir kaç kez adamın işini bir an önce görüp, başından defetmek için "Belki ne istediğinizi söylerseniz yardımcı olabilirim." dediyse de adam oralı olmadı. En sonunda, hava kararmak üzereyken "Acele etmeliyim, burada yok başka bir yere bakayım...bekliyor..." gibi birşeyler mırıldanarak çıkıp gitti. *** Sonraki bir hafta, Mert ilk defa hayatında filmler haricinde bir şeyler düşünerek o adamı merak etti. Onu her düşünüşünde de bilinçlendiremediği aynı garip korkuyu ve kaçma isteğini duydu. Onun sıradan bir deli olmadığını anlamıştı. Böyle düşünmesinin nedeninin, yaşadığı hayata macera katmak için mi, yoksa gerçekten de adamda alışılmadık birşeyler olduğundan mı olduğunu anlayamıyordu... Takib eden günlerde adam tekrar, tekrar geldi. Her seferinde de Mert aynı panik ve onu bir an önce gönderme isteğini duydu. Artık ilk günkü kadar incelemiyordu etrafı ne istediğini biliyor, hangi rafın neresinde olduğunu bildiği kasetleri eliyle koymuş gibi alıyor, daha sonra bir defter çıkartarak, aldığı filmi ve hangi videocudan aldığını kaydediyordu. İlk zamanlar buna bir mana veremeyen Mert; birgün adamın elindeki torbanın kasetlerle dolu olduğunu görünce, bu listelemenin neden titizlikle yapıldığını anladı. Hayatında ilk defa kendisi kadar film seyretmeye meraklı birisiyle karşılaşıyordu. Kimseyle sohbet etmez, daha da garibi buna gerek de duymazdı. Filmlerin yapay dünyasına aşinaydı o, yeryüzündeki insanlar 'kendisi ve diğerleri' olarak ayrılmıştı ona göre. Seyrettiği filmleri yapanların bile, oluşturdukları dünyaların kıymetini yeterince bilmediklerini düşünürdü. Sırf para için çevrilen adi filmlerde, kendisinin yakaladığı derinlikleri bir başkasının fark etmemesine hayret ediyordu. İşte ilk defa; evet ilk defa, birisiyle bu konuda konuşabilecek, hayatını boşa harcadığı yolundaki tüm söylenenlere artık bir başkasıyla gülebilecekti. Artık o da asıl diğerlerinin hayatlarını boşa harcadıklarını başka biriyle tartışabilecekti. Bir dahaki gelişinde, filmlerden başka hiçbirşeyle ilgilenmeyen, "İyi günler....Hayırlı işler" bile demeyen bu adamla nasıl konuşabileceğini, söze nereden başlayacağını kara kara düşünmeye başladı. Kendisinin farkında olduğunu bile sanmıyordu. Oysa ki; nasıl kendisi dünyasını paylaşacak biri bulduğuna seviniyorsa, onun da aynı şevki duyacağına emindi. Kendini kahramanlarının yerine koyuyor, onların kendi yerinde olsalar nasıl davranacaklarını tahmin etmeye çalışıyor, onlar gibi davranmaya karar verdiği bir kaçından seçim yapamıyordu. Bu arada, adam bir iki kez daha aralarında kayda değer hiçbir konuşma olmadan gelip gitti. Sonunda kendi gibi olamadığını, hatta kendisinin nasıl olduğunu bilmediğini fark eden Mert; eninde sonunda raflardaki tüm filmleri seyretmeyi bitiren adamın -ki buna da az kalmıştı- ayağının dükkandan kesileceğini ve elindeki bu tek, dostluk şansını kaçıracağını anlayınca, tamamen izini kaybetmemek için, hiç olmazsa izleyerek evini öğrenmeye karar verdi. *** Gecenin karanlığında, kalabalık otobüslerde kurbanını kaybetmemeye çalışırken, sonra da izbe gecekonduların arasından geçerken, kendini ünlü bir dedektif gibi hissederek iliklerine kadar ürperdi. Neden sonra, adam gecenin sessizliğinde, kedi hırıltılarından ve uzakta kavga eden bir aileden başka hiçbir ses duyulmayan, daha önce hiç gelmediği bakımsız bir mahallede, evlerden birine gölge gibi süzüldü. 'Eeee...Şimdi ne olacak?' diye düşünürken, yaptığından utanarak, tek katlı evin, yüksek penceresine ulaşabilmek için taşın üzerini tırmanırken, ışık yanmayan odadan dışarıya, mavi, sarı, kırmızı ve yeşil renkteki gölgelerin değişerek yansımasından o çok bildik dekorla karşı karşıya olduğunu, içeride televizyonun açık olduğunu anladı Mert. Çıktığı taşın üzerinde biraz daha ayak uçlarında yükselince, takip ettiği adamı, elindekileri, arkası pencereye dönük olduğundan kim olduğunu göremediği birisine gösterirken gördü. Sonra da saatlerce, bir filmin karşısında değil de, gerçek bir hayatın izinsiz izleyicisi olduğunu hatırlayana kadar, yatalak ve kendi yaşlarında olan çocuğu adamın yedirişini, arada bir tekirlekli iskemlesine oturmasına yardım edişini ve seyrettikleri filmi izledi. *** Takip eden aylarda; saplantısının birisinde daha olduğunu, yalnız olmadığını, kendi ilgi alanıyla aynı ilgiyi paylaşan birinin daha varlığını artık bildiği için ilk defa gerçek hayata karşı ilgi duyar oldu. İlk defa, kendisine çok yabancı olan 'arkadaş olma isteği'ni duydu. Seyrettiği filmler bu sefer işe yaramadı. Ne, ona nasıl ulaşabileceği, ne de onunla çok iyi arkadaş olabileceklerini nasıl söyleyeceği konusunda bir fikir vermedi. Kendine güvenli bir çok kahramanı saatlerce ayna karşısında taklid etti. Yüzüne ve bakışlarına çok değişik manalar vererek yatalak çocukla konuştu. En sonunda da ancak kendisi gibi olursa onunla arkadaş olabileceklerini anladı. En büyük sorun da burada başladı, kendisinin kim olduğu yolunda bir fikri yoktu. Belki bir seferlik kendisi gibi olabilirse, yeni arkadaşı onun kendisini tamamen bulmasına yardım edebilirdi. Hayata karşı duyduğu bu ilk ilgi ve 'bir arkadaş'a karşı duyduğu tutku, onun belki de hayatı boyunca duyduğu ilk sahte olmayan, kendi duygularıydı. Birkaç gün içinde, Mert'in ayırdında olmadığı, fakat tanı-yanların hemen fark ettikleri değişim gerçekleşti. Daha az film seyreder olmuştu. Bununla beraber yakınları, onda hiç alışkın olmadıkları düşünceli mimikler ve tavırlar karşısında da bayağı şaşırdılar. Ne yapacağını bilmez halde geçirdiği günlerden sonra, birgün film seyretme saatlerinden çalıyor diye acele acele gördüğü işler gibi değil de, bu sefer yürüyüşün verdiği rahatlığa sığınmaya çalışarak ağır ağır işvereninin yatırmasını istediği faturaları yatırmaya giderken, artık dükkanlarına uğramayan o adamı -bunun nedenini biliyordu, raflardaki tüm kasetleri kiralamıştı çünkü- başka bir kasetçiye girerken gördü. Beyninde bir şimşek çakarak, yapması gereken işi bile önemsemeden, duralarsa belki de vazgeçer korkusuyla, koşa koşa evde yalnız olduğuna emin olduğu, gelecekteki dostuyla tanışmaya gitti. *** Bu mahalleye ilk geldiği günden sonra, onunla tanışmaya cesaret edemeyerek defalarca evin önüne gelip geri döndüğü için, yılanvari sokak aralarındaki eski evi eliyle koymuş kadar rahat buldu. Bu sefer, kendi kendine fazla düşünmeye fırsat bırakmadan acele acele kapıyı çaldı, sonra derin bir nefes alıp, söyleyeceklerini düşünürken, kapı ummadığı kadar çabuk açılmıştı bile. Aralanan kapıdan kimse görünmediği için kısa bir tereddütten sonra, iterek içeriye girdi. Tekerlekli sandalyedeki çocuk, odasına bağlı ip sayesinde kapıyı zahmetsizce açmıştı. O; odanın kapısında durmuş, kendine ifadesiz bir yüzle ve kim olduğunu, ne istediğini bile merak etmeden bakıyordu. Başka birini sarsabilecek bu durum, bir hafta kadar önce aynaya her baktığında, mimiklerini düzeltmeden, Bay X gibi olmaya çalışmadan önce aynı ifadeyi gördüğü için Mert'e tanıdık geldi, hatta kendini daha rahat hissetmesini yardımcı bile oldu. Onun yüzünde gördüğü aynı ifadesizlikten sonra; ruhlarının benzeştiğine, yeryüzünde başka hiçkimsenin paylaşamayacağı birbirlerinin dünyalarını paylaşa-bileceklerine olan inancı daha da derinleşti. Hiç beklemeden ve dolambaçlı yollara sapmadan, kim olduğunu ve niye geldiğini açıkladı. Beriki, beklediği gibi kendisiyle aynı heyecanı paylaşmıyor, aksine daha çok bir filmin sahnesini oynayan oyuncular gibi davranıyordu. Hiç beklemediği doğal bir kabul edişle onu içeriye, her yerde video kasetlerin olduğu oturma odasına buyur etti. Seyretmekte olduğu film bitene kadar da bir daha hiç konuşmadı. Film bittikten sonra yüzünde Mert'in daha önce ne kendi yüzünde, ne etraftaki insanlarda, ne de filmlerde görmediği bir ifadeyle dönerek; filmlerdeki dünyaya girebildiğini, o dünyanın bir parçası olabildiğini, eğer isterse onu da götürebileceğini açıkladı. *** Birlikte, her seçtikleri zaman ve mekana gittiler. Afrika yerlilerinin elinde tutsak oldular... Amerika'da Kuzey-Güney Savaşına katıldılar... sevgilisi ölümcül hastalığa yakalanmış talihsiz genç oldular...yıldız savaşlarında dünyayı kötü güçlere karşı savundular bile. Bu yolculuklar belirli aralarla, Mert'in onu ziyaret ettiği zamanlarda yapılıyordu. Selçuk kendisine; küçük yaşta geçirdiği hastalık nedeniyle tekerlekli sandalyeye çakılıp kaldığını, fakir olan babasının yemeyip içmeyip kendisi eğlensin, vakit geçirsin diye bir video edindiğini, işte gördüğü gibi tüm vaktini film seyrederek geçirdiğini, ilk zamanlar hayli eylenceli olan durumun, zamanla tutku halini aldığını, bir süre sonra da babasının yemek içmek haricinde neredeyse tüm parasını kaset kiralamaya vermek zorunda kaldığını anlattı. Bir zaman sonra da artık seyretmenin yetmediğini, gerçekten gördüğü dünyaların parçası olmak istediğini, bu istek başka hiçbir şey düşünemeyeceği bir tutkuya dönüştüğü gün de isteğinin gerçekleştiğini, o günden sonra da istediği her filme girebildiğini, ve ancak oralardayken yürüyebildiğini açıkladı. *** Mert ne kadar sürdüğünü bilemediği bir süre Selçuk'la beraber her filme girdi. Gittiği yerler şaşırtıcı ve yaşadıkları inanılmaz olsa da, yapay dünyaların tek boyutluluğunu gerçek dünyanın duygu çeşitliliğine tercih etmediği için bu büyüden Selçuk kadar etkilenmedi. Acıları tatlılarıyla gerçek dünyayı tüm derinliği ve çoğu zaman da sıradanlığıyla sevmesine, bilmeyerek de olsa yardımcı olduğu için Selçuk'a minnet duydu. Durumu fark eden Selçuk hiç de mutlu olmadı. Aksine edindiği hem gerçek hayattaki, hem de filmlerdeki arkadaşını kaybetmekte olduğunu anlayınca; onu kaybetmemek için herşeyi yapabileceğini anladı. Zira gerçek hayatta tercih edeceği hiçbir şeyinin olmadığına inanıyordu. Orada eve çakılıp kalmaya mahkumdu. Mert'in bu şekilde çekip gitmesini istemediği için, birlikte girdikleri bir onyedinci yüzyıl filminde olay çıkartıp, duello yapmalarını sağlamaya çalıştı. Oysaki Mert kesinlikle buna yanaşmak istemiyordu. Onun kendisini gerçek dünyaya kaptırmamak için, gözünü kırpmadan ya kendisini öldüreceğini ya da ölümü göze alacağını biliyordu. Arkadaşını kırmak istemediğinden son olması dileğiyle geldiği burada onun tarafından böylesi bir tuzağa düşürülmek oldukça gücüne gitti. Selçuk'a tüm olumsuzluklara rağmen gerçek hayatta yapabileceği şeyler, yardım edebileceği insanlar olduğunu, gerçek hayatın renkli film karelerinden daha canlı, herşeye rağmen daha güzel olduğunu anlatabilmeyi istiyordu. Kendisini; silahını kuşanmış, tanıklardan başka etrafta kimsenin olmadığı ormanda, onunla sırt sırta vermiş, on adımdan sonra ya öleceği, ya da öldürüleceği bir sahnede bulmasaydı düşündüklerini son kez anlatmaya çalışmaya da vakti olacaktı belki. Uyarı atışından sonra onar adım attılar. Mert; yaşayacağı daha çooook gerçek duygular olduğu için ölmeyi hiç istememesine rağmen, Selçuk her ne kadar kendisini gözünü kırpmadan öldüreceğe de benzese, arkadaşını öldürmeyi hiç istemiyordu. Acele etmeden arkasını döndüğünde Selçuk'u nişan almış atışa hazır vaziyette gördü. 'Ölmek istemiyorum ama onu öldürmeyi hiç istemiyorum' diye düşünerek onyedinci yüzyıl silahşörlerine yaraşır kahramanlıkla nişan almayarak bekledi. Kuş seslerinden başka hiçbir sesin duyulmadığı ormanın içinde tek el silah sesiyle kuşlar gürültüyle havalandılar. O an öldüğünü sanan Mert, vücudunda hiçbir acı hissetmemesi üzerine gözlerini açarak ölmediğini anladı ve elindeki silahı yere atarak Selçuk'a doğru koşmaya başladı. O sırada da hayal meyal onun cebinden birşey çıkartıp, acemi hareketlerle silahına takmaya çalıştığını görüyordu. Mert arkadaşına ulaşamadan bir el silah sesi daha ormanda yankılandı ve Selçuk'un cansız bedeni Mert'in kollarına yığıldı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Arzu Menteşeoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |