Yazar yazı yazmayı başka insanlara göre daha zor yapan insandır. -Thomas Mann |
|
||||||||||
|
Onu ilk gördüğümde, elimde pazar fileleri, annemin evde beklediğini, acele etmemi özellikle tembihlediğini unutarak sokağın ortasında donakaldım. Gözlerimi dikmiş ona öylece bakarken, benim sabit bakışlarımın altında, yüzünde sonsuz bir hüzünle geçip gitti. Benden başka hiçkimse onu garipsememiş, önemsememiş, onunla ilgilenmemişti. Aceleyle eve döndükten uzun süreye kadar kafamı toplayamadım. Gördüğümün bir anlık rüya olup olmadığını anlayamıyor, rüya değil idiyse kimsenin ilgilenmemiş olmasına mana veremiyordum. Gördüğüm sadece bana has birşey miydi yani? Bunun böyle olduğunu kavrayınca...gece herkesin yatmasını bekledikten sonra, bana gülünmesinden korkuma olduğundan daha çok, kaybekmekten korkuma özenle sakladığım, sayfaları eskilikten yıpranmış kitabı yatağımın altındaki sandıktan, diğer şeylerin arasından çıkardım. Uykudan gözkapaklarım isyan edene değin tekrar tekrar okurken, rahmetli dedemin bu hayali aklıma soktuğu günleri hatırladım. Hiç ummadığım bir anda karşıma çıkıveren 'ışık adam'ı dedem bir ömür boyu aramıştı. Nasıl da alnında ışık parlıyordu. *** Çocukluğumda dedemden masal dinlemeye bayılırdım. Bana hep, ışık adamdan bahsederdi. Sonunda da konuşması çoğunlukla, babaannemin benim kafama olduk olmadık şeyler soktuğu yolundaki sert ihtarıyla kesilirdi. O zamanlar, dedemin masalsı bir gerçeklikle anlattıklarının masal mı yoksa gerçek mi olduğundan asla emin olamıyordum. Ama...artık eminim. Dedemi, O'nu gördüğüm günden bir yıl önce toprağa vermiştik. Ölüm döşeğindeyken beni yanına çağırıp elime yastığının altından çıkardığı o yıpranmış kitabı tutuştururken 'ışık adam'ın sadece bir efsane olmadığını, onu görenler olduğunu ve kendisinin de hayatı boyunca hep onu aradığını fısıldadı. Hayata gözlerini bir daha açmamak üzere kapatacağı o son ana kadar kendisi bulamamış, ama benim yani torununun ona inanmasını ve kendisinin bıraktığı yerden ışık adamı aramaya devam etmesini istiyordu. İlk zamanlar, aileden birinin cansız bedeninde ölümün gerçek yüzüyle ilk kez tanıştığımdan olsa gerek 'ışık adam'la uğraşmadım. Bunda, yaşadığı sürece ondan sık sık bahsettiği için dedemin hafif kaçık olduğuna inanılmış olmasının da rolü olsa gerek. Dedemle çok güzel günlerimiz olmuştu. Ölümünün üzerinden zaman geçtikçe, beni omzunda gezdirdiği, annemle babamın bana vakit ayıramayacak kadar meşgul oldukları zamanlarda lunaparka götürdüğü, parktaki kuşlara birlikte ekmek kırıkları attığımız o çok eğlendiğim günler burnumun direğini sızlatır olmuştu. En önemlisi de, sadece onun bana 'hiçbirşeyden anlamaz çocuk' muamelesi yapmamış olmasıydı. Aylar geçip, özlemi içimde dayanılmaz boyutlara ulaştığında, ancak ışık adamı bularak dedemin hayalini gerçekleştirdiğimde, bu durumu daha dayanılır kılabileceğimi düşündüm. Ancak, onu nerede bulabileceğim yolunda hiçbir verimin olmaması büyük bir sorundu. Kitaptaki tek ipucu ışık adamın alnında parlayan ışığın sadece ona inananlarca görülebildiğiydi. Bu noktada avantajlıydım, çünkü sadece ona inanmakla kalmayıp, aynı dedem gibi zamanla ben de ona tutku derecesinde bağlanmıştım. Dedemin anlattığı herşeyi, artık masal olmadıkları gerçeği ardından tekrar tekrar hatırlamaya çalıştıkça, ışık adamın çok iyi biri olduğu için temizliğinin göstergesi bu ışığa hak kazandığını ve en az kendisi kadar iyi olabilecek biriyle karşılaştığında ışığını ona aktaracağını, ancak yüzyıllar boyu böyle birine rastlamadığı için yaşamak zorunda olduğunu anlattığını hatırladım. O geceyi nasıl sabırsızlıkla karışık bir pişmanlıkla geçirdim bir Allah, bir de ben bilirim. Sabırsızdım çünkü onu yeniden görebilmeyi istiyordum, pişmandım çünkü onu görür görmez onu önüme çıkartan talihe şükredip, gözden kaçırmamaya çalışmam gerekirdi... 'Ya tekrar göremezsem?' Bu olasılığı düşünmek istemiyordum. O gece yatağımda dönüp durarak sabahladım. *** Sonraki bir haftayı onu gördüğüm yerde daha çok oyalanmak üzere tüm şehri sokak sokak tarayarak geçirdim. Sonunda bitkin düştüğüm bir gün, deniz kıyısında rastgele bir banka çökmüş martı çığlıkları ve deniz kokusu arasında kendi aptallığıma lanet yağdırırken, elleri ceplerinde başı yüzünün görülmesine engel olacak kadar göğsüne düşmüş acele etmeden ağır ağır yürüyen adam nedensiz olarak dikkatimi çekti. Bunun nedenini, bir an ufka bakmak için başını kaldırdığında alnında gördüğüm ışıktan sonra anladım. Dedemden dinlediklerime göre yüzyıllardır görevini teslim edebileceği birini bulamadığı için ölemeyen ışık adamı çocukluğumdan beri buruş buruş yüzlü hayli yaşlı biri olarak hayal etmiştim. Oysa ki karşımdaki orta yaşa yaklaşmış, hayatımda gördüğüm en güzel insan oldukça şaşırttı beni. İlk anda elim ayağıma dolaşmasına rağmen, soğukkanlılığımı korumaya çalışarak on adım kadar gerisinden takip etmeye başladım. Rüzgarın saçımda oynadığı oyunlar ve burnuma getirdiği deniz kokusu, başımın üstünde şekilden şekle giren kar beyazı bulutlar ve bunlara bir de martı çığlıkları eklenince bana büyülüymüş hissi veren o ilkbahar günü, sanki gerçek olan o değilmiş de, ben efsaneymişim hissine kapılarak, yanına koşarak kendisini tanıdığımı ve herşeyi bildiğimi söylemek istedim. Dedemden de bahsetmeliydim. Hayatı boyunca onu aramış dedeme karşı en azından vefa borcumdu bu. Farkıma varıp varmadığını bilmiyorum. Şehri neredeyse boydan boya, onun peşinde aynı sarhoşluk içinde katedip, sakin bir mahalde garaj kapısı benzeri geniş bir kapıdan, peşisıra loş bir salona gölge gibi süzüldüm. İlk olarak bu, aydınlıktan karanlığa geçiş nerede olduğumu net bir şekilde seçmemi engelledi. Gözlerim alıştığında, tavana yakın birkaç pencere haricinde aydınlatıcı başka bir deyişle havalandırıcı hiçbir yeri bulunmayan genişçe bir depoda bulunduğumuzu anladım. İçeride ışık adam ve kolonun ardına saklanmış benim haricimde, üç kişi daha vardı. Sandıklar üzerine oturmuş diğerleri arasında ayakta duran ışık adam, tepedeki pencerelerin birinden tek bir kolon halinde içeriye süzülen berrak sarı ışığın altında ışıl ışıl parlayan yüzüyle, görevini en iyi şekilde yapmaya çalışan sahnedeki tiyatro sanatçısı gibi göründü gözüme. Diğerlerini selamladıktan sonra, sevgi dolu bir ifadeyle neler yaptıklarını ve ışıklarıyla aralarının nasıl olduğunu sorduğunu duyunca, tek bir ışık adam olmadığını anlamanın beni ne kadar şaşırttığını tahmin edebilirsiniz sanırım. Hemen ardından, herbirinin alnında ışıkları görünür hal alarak parlamaya başladı. Fakat ışık adamla karşılaştırılamayacak kadar silikti onlarınki. Sadece silik olsa iyi, birininki bir görünüp kayboluyor, diğerininki parçalanmış hissi veren siyah lekelerle kaplı, sonuncusununki ise olup olmadığından şüphe duyulacak kadar silikti. Onlara tek tek bakan ışık adamın, hayal kırıklığını ve üzüntüsünü taa içimde hissettim. Herbiri kelimelere dökülmeye gerek olmayacak kadar olup bitenin farkındaydı. Başını ellerinin arasına alarak sandığın üzerine çöktü. Diğerleri ise onun hüzün kadar derin sessizliğini neden olduğunu anlayamadığım bir tür suçlulukla - bunu birbirlerine fırlattıkları kaçamak bakışlardan anlamıştım- paylaştılar. Neden sonra ışık adamın tok ve etkileyici sesi boş odada tekrar yankılandı. Sesinden, konuşabilmek için güç harcadığını anlıyor ve onun, niye olduğunu diğerlerinin çok iyi anladıklarını hissettiğim, üzüntüsünü paylaşıyordum. "Görüyorsunuz değil mi? Çabanızın yetersizliğini, her ay bir öncekinden daha kötüye gittiğinizi görüyorsunuz değil mi?" diyordu. Alınlarındaki birinin belli belirsiz, diğerinin lekeli, ötekinin de bir yanıp bir kaybolan ışıklarını işaret ederek kesik kesik devam etti; "Yaptıklarınız yeterli değil. 'Diğerlerinden iyi' olmanız yetmez. 'Gerçek iyi'ler olmalısınız... Yüzyıllardır insanlık çöküş içinde. Sahte çöküşüne aldanan insanlık çok geçmeden yere çakılacak. Eğer elimizi çabuk tutup onlara gösteremezsek, bu yozlaşma içinde dimdik ayakta kalıp iyinin kötüye üstünlüğünü isbatlayamazsak...İnsanın ancak ahlakla yüceleceğinin canlı birer örneği olamazsak ve anlayışça bizden düşük olanlara katlanıp, herşeye rağmen onlara dostluk elimizi uzatamazsak..." Bir müddet daha başını ellerinin arasına gömüp sessizleşti. Parmaklarını dalgalı siyah saçları arasından geçirirken başını kaldırıp, yaşlı gözlerle her birinin içine işlemek ister gibi gözlerine uzun uzun baktıktan sonra; "İnsanları hiç anlamıyorum" diye devam etti. "Kendinize bakın...sizler bile, tüm iyi niyetinize rağmen, bencillikten, bireycilikten, kıskançlıktan kurtulamadınız. Sizler bile çarklardan biri olmaya karşı koyamadınız.... Her yerde bol bulunan yozlaşmış değerlerle Don Kişot vari bir kararlılıkla savaşamadınız..." Bunları söyledikten sonra duyulur duyulmaz bir sesle; "Artık ölebilmeyi istiyorum. Çok özledim. Daha kaç yüzyıl boyunca idealleri ve inançlarına gözünü kırpmadan ölümü göze alabilecek kadar bağlı birini arayacağım? Daha kaç yüzyıl bu uğurda sonsuza kadar yaşamayı, ölememeyi göze alabilecek birisini arayacağım? Allah'ım(!) daha kaç yüzyıl yerime geçecek birini bulamadığım için yanına gelemeden yaşamak zorunda kalacağım?..." diye kendi kendine söylendi. Sesini biraz daha yükselterek, başları önlerinde dinleyenlere; "Hanginiz, evet hanginiz ölürdünüz" diye seslendiğini duyunca, duyduğum heyecana kapılarak, saklandığım kolonun ardından çıkıp; "Ben ölürdüm !" diye haykırdım. Önce şaşırdı galiba. Ama bu çok sürmedi. Sonra yavaşça yerinden doğrulup ayağa kalkarken, yüzünde tüm gün eksilmeyen sonsuz hüznün yerini derin bir sevince terk ettiğini tüm heyecanıma rağmen fark ettim. Bana ellerini uzatıp yaklaşmamı işaret ederek bekledi. Aramızdaki mesafeyi, büyüsüne kapılmış halde ağır ağır katederken nasıl oldu bilmiyorum ama onu ruhumda hissettim. Tüm duygularını yaşadım. Anılarını seyrettim. Üzüntüsünü, sevincini, umudunu ve umutsuzluğunu, görevini ve yapılması gerekenleri herşeyi, herşeyi, onun hakkında herşeyi sanki o benmişim gibi iyice bildim. Sonra da her yere sinen bizi birbirimize bu denli yaklaştıran sevgiyi hissettim. Aynı şekildi onun da beni anladığını çok iyi biliyordum. Yanına yaklaştığımda ellerimi, beni bekleyen boş ellerine bıraktım. Hiçbir soruya ve açıklamaya gerek yoktu. "Seni öyle uzun zamandır bekliyordum ki." dedi kısaca. "Artık ölebilirim." Ellerimdeki ellerin mutluluktan titrediğini hissediyordum. Alnındaki ışık benim alnımda parlamaya başlarken o, hiçbirimizin bakamadığı, gözleri kör eden bir ışık saçarak ellerimin arasından kayıp yok oldu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Arzu Menteşeoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |